dini paylaşım alanı

CAMİYLE TANIŞMAYA GÖTÜREN YOLLAR OLMALI



Elinden kendisini çeken oğlunu daha fazla kıramadı, “Tamam” dedi. Giyinip evden çıktıklarında parkın nerede olduğunu bilmiyordu. Yeni taşındıkları muhite yabancıydılar. Köşedeki bakkala sordular parkın yerini.

– İki sokak sonra sağa dönün, caminin yanında.

Bir banka oturduğunda oğlu Aycan kaydırakların üstüne çıkmıştı bile. Etrafına bakınırken parkın bahçe duvarlarının aynı zamanda caminin de duvarları olduğunu görüp biraz garipsemişti. Caminin geniş bir avlusu vardı. Onun yanında yemyeşil ağaçların altında bir dinozor kaydırak, ejderhadan yapılmış salıncaklar ve tahta evler vardı.

Baba–oğulun park gezilerine zaman zaman anne Lale hanım da katıldı. Aycan koşup oynuyor, onlar da ağaçların altındaki banklarda sohbet ediyorlardı. Yine böyle bir günde Aycan koşarak gelmiş ve tuvaleti olduğunu söylemişti. Eve yetişemeyeceklerini anlayan Birol beye eşi “Caminin tuvaletine götür.” demişti.

Oldu olası camilere ısınamamıştı. Tereddütle caminin tuvaletine girdiğinde tahayyül ettiği kötü manzarayla karşılaşmayınca şaşırmıştı. Her taraf pırıl pırıldı. Lavabolardaki aynalar, kâğıt havlular onun şokunu daha da artırmıştı. Çıkışta elini cebine attı; ama para verecek bir camekân göremedi. Yaşlı bir dede ona, “Oğlum tuvalet ücretsiz.” dedi.

Parkı seven Cumhur ailesi yine böyle bir park gezisi sırasında konuşmaya dalmış, Aycan’ı unutmuşlardı. Leyla hanım, oğlu Aycan’a bir göz gezdirip göremeyince telaşlanmıştı. Parkın her yerine baktıkları halde Aycan yoktu. Oğullarıyla oynayan küçük kıza onu sorduklarında arkadaşı Servet’le birlikte camiye gittiğini öğrendiler.

Biraz tereddütle ayakkabılarını çıkardığında içinde bir korkunun varlığını hissetti. 35 yaşına gelmişti; ama bir camiye gittiğini hiç hatırlamıyordu. Sadece arkadaşlarından camiyle ilgili kötü izlenimler dinlemişti.

Oğlu Aycan’ı ön taraflarda bir sütunun dibinde gördü. Namaz kılan insanlar vardı, “gidebilir miyim” diye düşündü. “Bana kızarlar mı acaba!” diye içinden geçirdi. Oğlunu gidip almaya karar verdiğinde yavaş adımlarla geçti insanların arasından. Aycan eline aldığı tesbihlerle oynarken çevresini de merakla izliyordu. Babası elinden tutup çekti; ama gelmek istemiyordu. Birol bey de oturup namaz kılanları izlemeye koyulduğunda gözleri camiye ve cemaate daldı. Zannettiği gibi pis halılar yoktu. Aksine tertemizdi ortam. İnsanlar da asık suratlı değil, sevecendi. Namazını bitiren bir dede onların yanına gelmiş Aycan’ı kucağına alıp sevmişti.

Birol bey oğlunu o yaz camiden almak için birkaç kez daha camiye girmişti. Hatta bir keresinde hocanın sohbetine takılmış, kalkıp gidememişti.

Birol beyin hayatını bir çocuk parkı değiştirmişti. Cami avlusundaki bir parkla camiye ısınmış, 35 yıllık hayatında bir camiye adım atmıştı. Birol beyin her dost sohbetinde şöyle dediğine herkes şahit oluyordu artık:

– Camiyi yaptıranlar eğer yanına çocuk parkını da düşünmeselerdi ben ve çocuğum camiyle tanışmayacaktık. Allah caminin yanına çocuk parkını da düşünenlerden razı olsun.
 
Allah'a en sevimli mekânlar mescitlerdir



Cenab–ı Hak ilk mescidi, “evim” (Bakara, 2/125; el–Hac, 22/26) ve “bu beytin Rabbi” (Kureyş, 106/3) ifadeleriyle yüceltmiştir. Bundan dolayı Kâbe’ye “Beytullah” denilmiştir. Hz. Peygamber’in bir hadisine göre, adının anıldığı ve kendisine kulluk görevinin yerine getirildiği yerler olarak mescitler Allah’a en sevimli mekanlardır (Müslim, “Mesacid”, 288). Hak Teâla mescitleri isminin zikredildiği ve adeta nurunun aydınlattığı yerler olarak zikreder. (Nur, 24/35–36) Bu bakımdan orada edeple hareket edilmesi emredilir.



Mabet, kulluğun topluca sergilendiği, omuzların birleşip yekvücut olarak kıyama durulduğu, bellerin hep birden huşû ile Yüce Rabb’in huzurunda bükülüp rüku edildiği, alınların toptan yerlere sürülüp derin bir saygı ile secdeye varıldığı, tatlı nağmelerle ilâhî kelamın terennüm edilip cemaatle ellerin semaya kalktığı, bütün sınıfların ortadan kalkarak herkesin “kul” vasfı ile eşit olduğu, dayanışmanın, kardeşliğin, muhabbetin tesis edildiği müstesna mekandır.



Kâinatın İftihar Tablosu, Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra ilk olarak Mescid–i Nebevi’yi inşâ etmişti. O, mescidi bir ibadetgâh olarak kullanmanın yanında eğitim–öğretim merkezi olarak, devlet ve memleket işlerinin, güncel mesele ve olayların görüşülüp karara bağlandığı bir karargâh olarak da kullanmıştı.



Bu önemi nedeniyledir ki, Osmanlılarda cami ve mescitler bir mahallenin odak noktasını teşkil ediyordu. Bunların yanına medrese, kütüphane, sebil, aşevi vb. sivil ve sosyal vazifelerin görüldüğü binalar tesis edilirdi. Bu hâliyle bunlar, bir külliye meydana getirir ve âdeta yeni bir mahallenin kurulmasına yardım ederlerdi. Çünkü bir cami yaptırmak isteyen hayır sahibi binasını tek başına yalnız bırakmazdı. Yanına diğer hayır kurumları da yaptırırlardı. Ecdat bu mühim müesseseleri derin sanat anlayışı, engin bedîhî zevki, müthiş firaseti ve en ileri mimari tekniği sayesinde dünyanın en nadide sanat eserleri olarak inşa etmişlerdir.



Bu kurumlar, yüzyıllar boyu sadece ibadet yeri olarak değil; aynı zamanda eğitim–öğretimin yapıldığı, toplumu ilgilendiren güncel meselelerin görüşülüp karara bağlandığı, hükümet konağı, mahkeme, misafirhane, genel ve siyasî bilgi edinme yeri, hatta konferans merkezi olarak hizmet vermiştir.



Halkın her kesiminin katılabildiği dersleri “dersiam” denilen kişiler yapardı. Öğrencilerden de hiçbir ücret alınmazdı. Halk, konuşmacının çevresinde halka oluşturur ve dersi dinlerdi. Bu derslere gösterilen ilgi oldukça fazlaydı. Genellikle ikindi namazından sonra yapılan bu derslere “İkindi dersleri” de denilirdi.



Burada vazife görenlerin de toplumda itibar sahibi oldukları düşünülürse caminin bu görev ve fonksiyonları daha iyi anlaşılır. Osmanlı’da imamlık, sorumluluk alanı geniş ve önemli bir vazife idi. Osmanlı devletinde hükümdar berâtıyla göreve getirilen imamlar, özellikle sosyal faaliyetleriyle mühim bir rol üstleniyorlardı. Ülkemizde 1829’da muhtarlık teşkilatı kurulana kadar mahalle yöneticisi olarak kadıların bir nevî temsilciliğini de yapıyorlardı.



Camileri, bina olarak inşa etmek elbette çok güzel; ancak, onları manen canlı tutmak, ona uygun aktivitelerle kelebeklerin ateşe uçuştukları gibi insanları onlara koşturmak, Akif’in acı ifadeleri içinde bir köşeye terk edilmekten kurtarıp şenlendirmek, zannediyorum çok daha güzel.. tıpkı insan bedeninin ihtiyaçlarını gidermenin yanında manen doyurmanın lüzumu ne ise, o binaları faaliyetleri ile ayakta tutmak da odur ve ancak bu sayede yapılış hikmetleri tahakkuk edecektir. Aksi takdirde varlığı ile yokluğu arasında çok fark olmayacaktır.



ALİ ÜNSAL
 
Zorlu Üniversite Ortamlarından Sağ Çıkmanın 14 Yolu


Ailesinin yanından ayrılıp yeni başlangıçlara kapı aralayacak uzak yerlerde üniversite okumak her lise son öğrencisinin hayalidir. En azından benim öyleydi. Evden, kilometrelerce uzakta, en iyi üniversitelerden birini kazandığımda gözlerime inanamamıştım. Nihayet bağımsızlığa, anne babamın ”Neredesin? Eve ne zaman geliyorsun? Paranı nereye harcadın?” gibi sorguya çeker nitelikte sorularına cevap verme zorunluluğumun olmadığı bir hayata kavuşmaya can atıyordum. Yeni bir hayata, yeni arkadaşlara, kendi bütçemi kontrol edip kendimden başkasına hesap vermemeye hazırdım. Fakat yanlışım vardı: Anne-babamın artık hesap sormayacağı doğruydu ama hâlâ Allah önünde mesuldüm. Ayrıca beni büyük sorumlulukların beklediğini de anladım.

Bu durum beni hem ruhen hem sosyal bakımdan zorladı.

Ruhsal/Duygusal Zorluklar

Ruhsal/Duygusal açıdan, evi çok özlediğim ve beni rahatlatması için ardı arkasına annemi ve lise arkadaşlarımıaradığım ilk günü hatırlıyorum. Uykusuz uzun geceler boyunca yeni hayatıma nasıl adapte olacağıma kafa yorup hiçbir şeyin içimin rahatlatmayışını hatırlıyorum. Nihayet bir gün yurt odama gelip fark ettim ki ihtiyacım olan yardım bu dünyadan değil, bu dünyanın ötesinden gelecektir. Gücün ve azmin bana yüce bir güç kaynağından verilmesine ihtiyaç duyuyordum. Allah’ın yardım ve rehberliğine ihtiyacım vardı. Şüphe veya korku içinde olduğumda O’nun beni teskin etmesine, O’nun beni yönlendirmesine ihtiyacım vardı. Ayaklarımı doğru yolda sabit kılması için muhtaç duyduğum yine Allah’tı.

Mütekebbir (Büyük), Müteal (Üstün), Muktedir (her şeye gücü yeten), Kaviyy (Kudretli) olan Allah’tan başkasından yardım dilememeye karar verince benim için İslâmi anlamda eşik atlatan şeyler yapmaya karar verdim.

Sosyal Zorluklar

Sosyal zaviyede, daha büyük bir sorumluluğum olduğunu fark ettim. Attığım her adımda, aldığım her kararda ve ağzımdan çıkan her kelimede İslam’ı temsil etmem gerekiyordu. Çünkü insanlar bana hata yapan normal bir kimse gözüyle bakmıyorlardı. Aksine, çoğunlukla beni İslam’ın temsilcisi gibi görüyorlardi. Şahsî görüş ve ifadelerle İslami bilgiler karıştığı zaman sorun oluyor, yanlış algılamalar ortaya çıkıyordu. Tecrübe ederek, söylediğim veya yaptığım hangi şeyin kişisel görüşüm, hangi şeyin dinî bir duruş olduğunu etkin şekilde aktarmayı öğrendim.

Bu yazıda, bu tür karmaşık dönemlerde Allah’a nasıl yakınlaşacağımıza dair birkaç ipucundan, ayrıca birkaç sosyal meseleden ve nasıl üstelerinden geleceğimizden bahsedeceğiz inşaAllah.

İlk önce kendimizi manevi bakımdan nasıl güçlendireceğimize bakalım.

Manevi Gelişim İpuçları

1. Sabah namazını vaktinde kılın




Dinimiz aktiflik ister; hiçbir şey yapmadan doğru yolda olmayı ve Allah’ın yardımını dileyemeyiz. Tıpkı ödevleri yapmadan, derslere katılmadan öğretmenlerimizin bize 100 vermesini beklemediğimiz gibi. Allah’ın önceliği ise daha fazladır ve görevlerimizi aksatıp O’nun nimetlerini bekleyemeyiz. Vaktinizi alan, sizi oyalayan her ne olursa olsun, Rabbinizin huzuruna gelmek için birkaç dakikayı ayırın ve sabah namazına kalkmayı da öğrenerek bütün namazlarınızı her zaman vaktinde kılın.

2. Düzenli Kur'an okuyun




Kur’an okumayı günlük programınızın bir parçası haline getirin. Her gün en azından bir sayfa okuyun. Kur’an okumak sadece ahiret için fayda sağlamaz, ihtiyacınız olan iç huzurunu vererek bu dünyada da yarar getirir.

Mutlaka kendinizle bağdaştıracağınız bir ayet veya Peygamberimizin bir kıssasını bulun, yorulduğunuzu ve devam edemeyeceğinizi hissettiğinizde bu ayeti / kıssayı açıp okuyun. Zira Allah-u Teâlâ buyuruyor:

“Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad 13/28)

3. Sabah ve akşam zikirlerini yapın




Sabah ve akşam zikirlerini okumayı günlük hayatınızın bir parçası haline getirin. Bu sizi (nefsinize uyarak) kendinize vereceğiniz zarardan, kötü niyetli insanlardan gelebilecek zararlardan ve şeytandan korur. Sabah zikri aynı zamanda sizi rahatlatır ve her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğu bilinciyle güne huzurla başlamanızı sağlar. Allah’ın sizin hayatınızdaki en ufak bir ayrıntıda bile doğrudan hükmünün olduğunu bilince, başınıza ne gelirse gelsin, Allah’ın mükemmel planının uygulanmakta olduğunun güvencesi içinde olursunuz.

4. Dua edin




Duanın gücünü anlatmak kelimelere sığmaz. Karşılaştığınız dünyalık mesele ne olursa olsun, her zaman dua edebilir ve Allah’ın sizi işittiğine emin olabilirsiniz. İnanç ve Allah’a tevekkül içinde dua ettiğinizde, dünyalık sorununuzun halledileceğinden emin olun. Allah ile konuşun. Size acı veren, sizi ürküten, sizi öfkelendiren, sizi çileden çıkaran şeyi O’na –subhanehu ve teala- bildirin ve yol göstermesini isteyin. Gece uykularınızı kaçıran ne ise O’ndan çözümünü isteyin. Emin olmadığınız şeylerden sizi koruması için O’na dua edin. Sizin için ne hayırlı olacaksa sizi ona yönlendirmesi için O’na dua edin. Bilin ki icabet edecektir. Bilin ki işitmektedir. Bilin ki sizi koruyup gözetmektedir.

5. Teheccüde kalkmayı hedef edinin




İbadet ettiğiniz Rabbinizin size yakın olduğunu hissetmekten daha müthiş bir şey yoktur.

Ebu Hureyre –radıyallahu anh-, Allah Rasulü’nün –sallallahu aleyhi vesellem- şöyle dediğini rivayet ediyor: Her gece Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım der.” (Müslim, 758)

Daha ne istiyoruz? Bir kul Rabbinden başka ne isteyebilir ki? Bir mümin başka ne ister? Bir probleminiz mi var; Rabbinizle konuşun. Sınavınız mı var; Rabbinizden size kolaylaştırmasını isteyin. Günah mı işlediniz; Rabbinizin affını ve merhametini dileyin. O’ndan uzak kalmış ve doğru yoldan ayrılmış gibi mi hissediyorsunuz; O’nu istediğinizi O’na bildirin. O’na yakın olmak istediğinizi ve O’nu anarak huzur ve güven içine girmek istediğinizi söyleyin. Sizi korkularınızdan, şerli insanların şerrinden, kendi nefsinizden, ruhunuzu aşağıya çekerek yükselip yüce Kudret’le buluşmasına engel olan dünyalık çeldiricilerden sizi koruması için O’na dua edin.

6. Attığınız her adımda Allah’ın maiyetini (yakınlığını) hissedin




Allah’ın maiyetinde olmak demek, O’nun koruması, nimeti, merhameti altında olmak demektir. Yani attığınız her adımda O’nun koruyuculuğunu hissediyorsunuz demek. Yani herhangi bir şeye harekete geçmeden önce Allah’ıve ne yaparsanız O’nun razı olacağını düşünüyorsunuz demek. Attığınız her adımda, söylediğiniz her kelimede, neredeyseniz O’nun sizinle olduğunu hissediyorsunuz demek. Bu, kendinize, yaptıklarınıza, konuştuklarınıza dikkat ediyorsunuz demek. O’nun rızası olmayan hiçbir işi yapmamanız demek. Allah’ın yarenliğinden memnunsunuz demek. O’na yakın olmak isteyen sizsiniz; içinizi huzur ve neşeyle dolduran bir konumdasınız demek. İşte tam bu noktaya gelince artık oradan ayrılmamak için mücadele edeceksiniz.

Sosyal Zeka için İpuçları

Şimdi de sık rastlanan, kafa karıştıran sosyal meselelerin üstesinden gelmenize yardımcı olacak birkaç hatırlatma:

7.Medyadan beslenen önyargılara karşı sabır ve hikmetle mücadeleye devam edin




Süpermarkette, metroda, sınıfta, hatta yurt odanızda birilerinin size gözlerini dikmiş baktığını fark edebilirsiniz. Sanki zanlıymışsınız gibi… Bu kimselerin sorunu, bu davranışı cahilliklerinden yapmaları, İslam’a dair doğru bir anlayış ve bilgiye dayanan bir fikir sahibi olmamalarıdır.

Medya bugün birçok insan için temel bilgi kaynağı. Pek çoğu dünyadaki olaylara dair bilgi edinmede tamamen medyayı kullanıyorlar. Bu ise, çevrelerindeki dünyaya taraflı medya araçlarının lensiyle bakanlar için tehlikeli hale geliyor, yanlış algılara sebep oluyor.

Şahsen benim büyük mağazalardan birinde bir bayan satış görevlisiyle bir karşılaşmam oldu. Bana nereli olduğumla başlayıp, orası Afganistan veya Irak’ın yanında mı, orada kadınlara kötü davranıyorlar mı, araç kullanıyor muyuz yoksa deve mi sürüyoruz, medeni miyiz barbar mıyızla devam eden bir dizi soru sordu.

Benim de onun gibi konuştuğumu, benzer ilgi alanlarımın olup onun gibi geyik yaptığımı görünce şok oldu. Bana açıkça şöyle dediğini hatırlıyorum: Orta Doğu’yla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Okulda da oralarla ilgili pek bir şey öğrenmedik. Tüm bildiğim TV’de gördüğümden ibaret.

Bu durumlarla karşılaşınca sabrınızı kaybetmeyin ve en güzel tavrı takınmaya çalışın. Tebessüm edin (bu, Rasulullah’ın –sallallahu aleyhi ve sellem- sünnetidir) ve onlara yapısal olarak onlardan farklı olmadığınızı gösterin. Benzer ilgi alanlarınızın ve kaygılarınızın olduğunu (mümkünse sınıf tartışmalarında) onlara bildirin. Unutmayın ki medya İslam’a dair ne kadar çarpık imajlar da verse, SİZ İslam’ın yaşayan, yürüyen örneğisiniz. Önyargıları ya güçlendirmek veya reddederek Peygamber Efendimizin –sallallahu aleyhi ve sellem- gerçek tavır ve tarzını onlara göstermek sizin elinizde. Unutmamalı ki, insanları İslam’a davet etme ve onun müthiş güzelliğini görmelerini sağlama yolu, kendimizi ortaya koyuş tarzımız ve insanlarla iletişim kurma şeklimizden geçer.

8. Öğrenmeye niyeti olmayanlarla tartışmaya girmekten kaçının




Bunlardan çok göreceksiniz. Size tartışmalı sorularla gelecekler, inancınızdan şüphe edecek, imanınızı sorgulamaya yeltenecekler. İslam’la ilgili herhangi bir konuda biriyle konuşmadan önce, ödevinizi yaptığınızdan emin olun: Daha iyi bilene sorun veya okuyun. Gayrimüslimlerin sorularına veya kaygılarına en güzel şekilde cevap vermek için uzmanlara, alimlere danışın.

Her kavganın yapılmaya değer olmadığını unutmayın. Konuşmanın gidişatından, konuşanın asıl niyetini kolayca anlayabilirsiniz. Gerçekten öğrenmek mi istiyor yoksa sırf vaktinizi mi çalıyor, çözebilirsiniz. Kendinizi ikinci durumda bulursanız, Allah’ın şu ayetini hatırlayın:

“Rahmân͛ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, selâm! der (geçer)ler.” (Furkan 25/63)

Sevgili Peygamberimiz de bizim bugün geçtiğimiz gibi zorluklardan geçmişti. Allah’ın kelamını ve İslam’ı yaymak onun için olmadığı gibi bizim için de kolay bir iş olmayacaktır. Unutmayın ki Rabbimiz:

“Biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.” (Beled 90/4) buyuruyor.

Başka türlü O’na cennetten bir dereceyi hak ettiğimizi ve Firdevs cennetine girmeyi arzu ettiğimizi nasıl ispatlayacağız? Öğrenip kendimizi geliştirmemiz, günahlardan arınıp cennetin yüksek derecelerine ulaşmamız işte bu zorluklarla olacak inşaAllah.

9. Uyum sağlayacağım diye dininizden taviz vermeyin




Sizle benzer bir inancı paylaşmayan arkadaşlarınızla takılıp çay-kahve içmenizde hiçbir problem yoktur – yeter ki sizin değerlerinize, öğretilerinize aykırı tutumlar içine girmeyin.

Arkadaşlarınızla kaliteli zaman geçirmenin keyfine bakın: beraber koşuya, basket, futbol, tenis oynamaya, hatta yüzmeye gidin. Zamanla, sizin içki içmeyip, uygunsuz ortamda takılmadığınızı veya onların yaptığı bazı şeyleri yapmadığınızı gördükçe sizin onlar gibi olmadığınızı kabullenecekler. Sizinle benzer değerleri sürdüren pek çok gayrimüslim de bulacaksınız. Gece kulüplerine takılmamak veya içki içmemek sizi ezik yapmayacak, aksine insanlar değerlerinize sahip çıkıp onları önemsediğiniz için size daha çok saygı duyacaklar.

Kaldığım yurtta bizim kattaki tüm kızların bir gece kulübe gitmeyi önerdiklerini ve tekliflerini nazikçe reddettiğimi hatırlıyorum. Nedenini ısrarla sorduklarında dinimin beni yapılan her işin haram olduğu bir yerden uzak tuttuğunu söylediğimde, kafalarıkarışmıştı: başka bir Müslüman kızın yaptığı bir şeyi ben neden yapmıyordum? Dinimizde bir çelişki mi söz konusuydu? Onlara İslam prensiplerinin sabit olduğunu, ama Müslümanların bunlarıyerine yetirip getirmemesinin onların bileceği iş olduğunu açıklamak zorunda kalmıştım.

10.İslamî öğretilerle kişisel tercih/davranışımızın arasında fark olduğunu vurgulayın




İslam’la Müslümanlar arasında büyük fark vardır. Bunu biz iyi biliyoruz ama insanlara da bildirmemiz gerekir. İslam’ın prensipleri sabittir; Müslümanların bu prensiplere uyup uymamasına göre değişmez, azalıp çoğalmazlar.

İslamî kural ve düzenlemelere uymayan Müslümanlar bu prensipleri hiçbir şekilde etkilemezler. Diğer dinlerde de olduğu gibi, dini değerlere sahip çıkan inananlar da vardır, onları çiğneyenler de. İnsanların yanlış uygulamaları hiçbir şekilde İslam’ı temsil etmez; bunu mutlaka etkili şekilde ifade etmeliyiz.

11. Tekrar tekrar gelen soruları sakince, gülümseyerek cevaplayın




Neden domuz eti yemediğiniz, kulüplere gitmediğiniz, içmediğiniz, başınızı örttüğünüz vb. kaç defa sorulursa sorulsun, kesinlikle sakince ve tebessüm ederek cevaplayın. İnsanların gönlüne içtenlikli bir nezaket, bir tebessüm ve yumuşak sözler kadar dokunan başka bir şey yoktur. Gününüz ne kadar kötü de geçse, yorgun da olsanız, kardeşlerinizi tebessümünüzden mahrum etmeyin.

Tebessüm başlıbaşına sadakadır (Tirmizi’den bir hadis-i şerif). Allah –subhanehu ve teala- dininizle ilgili bir soruyu defalarca duymanızdan kaynaklanan yorgunluğunuza veya sıkıntınıza rağmen gülümsemenizden, insanlara yardımcı olup endişelerini gidermek için zihninizi ve kalbinizi açık tutmanızdan dolayı sizi mükafatlandıracaktır.

Cahiliye (İslam öncesi) döneminde insanların İslam’a nasıl girdiklerini sanıyorsunuz?

Allah teala Peygamberine diyor ki: Allah͛ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allahtan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allaha tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Âli İmran 3/159)

Sözün gücü inanılmazdır. Müslüman bir kardeşinize bile bir öğüt verecek olsanız, sert, azarlayıcı sözler yerine her zaman yumuşak söz söylenmesi tavsiye edilmiştir. Aksi halde insanların yüz çevirmesi ihtimaldir ki ümmetin birliği böyle sağlanmaz.

Başımı neden örttüğümün bana ilk kez sorulduğunu hatırlıyorum. Bu sorulara cevap vermekle bu dinin mesajınıve Allah’ın kelamını yaydığım için çok sevindiğimi de.

12. Diliniz sizi yarı yolda bıraktığında Allah’ın sizi savunduğunu hatırlayın




Haksız suçlamalara veya yersiz ithamlara nasıl karşılık vereceğinize dair hiç fikrinizin olmadığı durumlar olacaktır. Konuşmanın bitmesinden saatler sonra bile üzerinde düşünecek, öfke ve içinde kalmışlık duyguları içinde neden şöyle söylemedim, böyle söylemedim diye kendinizi yiyeceksiniz. Sizi daha sinir eden şey ise aslında tam da bu suçlamaları çürütecek argümana sahip olduğunuz ama onu o anda ifade edememiş olmanız. İşte o zaman hatırlamalısınız ki öyle olmasının bir hikmeti var ve Allah bir dahakine sizi daha iyi bir argüman için hazırlamıştır.

“Şüphesiz, Allah inananları savunur.” (Hac 22/38)

O –subhanehu ve teala- yenilmez gücüyle ihtimalleri sizin lehinize çevirebilir, otorite sahibi birini sizin tarafınıza yönlendirebilir veya aklınıza bile gelmeyecek yollarla sizi destekleyebilir. O her daim yanınızdadır, başınıza gelenleri bilmektedir.

13. Kendinizi sosyal standartlarla veya beklentilerle değerlendirmeyin


 
13. Kendinizi sosyal standartlarla veya beklentilerle değerlendirmeyin




Batıda yaşamanız veya kendi güvenli ortamınızın dışında bulunmanız sadece zor bir durum olmakla kalmaz, yıllardır inanıp el üstünde tuttuğunuz ahlak ve değerlerinizden ödün vermenize de sebep olabilir. Size inanç, ahlak ve değerlerinizi sorgulatan şey ufak, günlük etkileşimleriniz olabilir. Örneğin insanların size sorduğu neden yabancılarla el sıkışmıyorsun, mahrem nedir, neden onsuz bir yere gitmiyorsun falan gibi sorular olabilir. Çoğumuz sırf bu soruların bombardımanı altında kalmamak için inanç ve değerlerimizden vazgeçecek haldeyiz. Çünkü kendimizi veya yaptıklarımızı insanlara açıklamak zorunda olmak bir zaman sonra sinir bozucu oluyor.

Dışlanmışlık hissiyle veya uyum sağlamak amacıyla değerlerinizden vazgeçmeyin. Tek başınıza kalacak bile olsanız inançlarınız için dik durun. Allah’a, gerektiğinde yalnız kaldığınızda size yardımcı olacak güç ve azmi vermesi için dua edin.

14. Kendinizi Allah indinde nerede olmanız gerektiğine ve dinî yaşantınıza göre değerlendirin




Daha önce ifade ettiğim gibi, kendinizi olmak istediğiniz kişilikten başkasıyla kıyaslamayın. Uyum sağlayamama sosyal korkusunun yoldan çıkmanıza sebep olmasına izin vermeyin. Kendi ölçünüzü koyun ve kendinizi dinî standartlara göre ayarlayın; insan yapımı, şu günden bugüne değişen standartlara göre değil. Dahası, kendinizi ve durduğunuz yeri ilahi standartlara göre belirleyin. Kendinizi sabit ve asla değişmeyene göre kıyas ederseniz, içiniz rahat eder. Kendinizi, Allah’la ilişkinizde nerede görmek istiyorsanız oraya konumlandırın.

Son sözler

Yeni hayatınız size dininize karşı olmayan imkanlar sağladığı sürece bu tecrübeleri benimseyin ve keyfini sürün. Allah’a dua ediyorum ki hepimize doğru yoldan ayrılmamamız için güç ve istikamet versin. Bizi içimizden ve dışarıdan gelecek her türlü zarardan muhafaza etsin. O’nun huzurunda huzur bulalım ve yakınlarından, dostlarından uzakta yaşayan her bir Müslümanı korusun, gözetsin. Doğru yola dönmenize ve her nerede olursanız olun salih arkadaşlar edinmenize de yardım etsin. (Amin)

Paylaşmak Sünnettir:
 
Ahzab Suresinde Yer Alan Dikkat Çekici 5 Ayet


Hepimiz pek çok ayete kulak aşinalığı taşırız. Ama kimisinin hangi surede olduğunu bilmeyiz. Kimilerinin ayet olup olmadığı tartışılır. Hadi bana Kuran’da bul, dendiğinde kaldığımız pek çok konu vardır. İşte onlardan bazıları Ahzab suresinde toplanmışlar. Hangileri mi? Buyurun;

1 Peygamberimizin (s.a.v.) Hz. Zeyd’in Eşi ile Evlenme Mevzusu Bu Surede Geçer


Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha layıktı. Zeyd eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir. [37. Ayet]

Tefsiri; Kur’an metnine, sahih rivayetlere ve genel ilkelere göre tesbit edildiğinde olayın gerçek öyküsü şöyledir: Sıra, İslam’dan sonra gelen sosyal değişimin perçinlenmesine gelmişti. Bu uygulama için uygun bir örnek olarak Zeyneb, pek de istekli olmamakla beraber, Resûlullah’ın tebliğ ettiği emre uydu, köle olarak Hz. Peygamber’e verildiği halde onun ve Allah’ın müstesna lutuflarına mazhar olan Zeyd ile evlendi. Bu evlilik bir yıldan biraz fazla sürdü. Sosyal değerler ve örfe dayalı duygular kısa zamanda değişmediği için Zeyneb kocasını küçük görüyor, ona karşı sert ve kırıcı davranıyordu. Zeyd’in de aklından onu boşamak geçiyor, fakat kendilerini Peygamber evlendirdiği için bunu yapamıyordu. Bu esnada Allah Teâlâ peygamberine, Zeyneb’in boşanacağını ve kendisinin eşi olacağını bildirmişti. Çok geçmeden Zeyd, boşama niyetini açmak üzere Hz. Peygamber’e geldi, Zeyneb’den şikâyette bulundu, boşamak istediğini açıkladı. Hz. Peygamber, özel bilgisine göre değil, genel, objektif hukuk ve ahlâk kurallarına göre davranarak, bu arada halkın, özellikle münafıkların, “evlâtlığın boşadığı eş ile evlenme” konusunu kötüye kullanıp dedikodu yapmalarından da çekinerek Zeyd’e, eşini boşamamasını tavsiye etti. Buna rağmen Zeyd eşini boşadı. Dul kalan Zeyneb, önemli bir inkılâbın yerleşmesinde fedakârca rol aldığı için ödüllendirilmeyi hak etmişti. Allah ona dünyada bu ödülü, peygamber eşi olma şerefine nâil kılarak vermeyi murat etti. Muradını Peygamber’ine bildirdi, o da emri yerine getirdi. Meâlinde geçen “saklama” ve “çekinme”nin mâkul açıklamaları vardır. İleride Zeyneb’in boşanacağı ve Hz. Peygamber’in eşi olacağı bilgisi, Allah’ın ona verdiği bir sırdı, nasıl olsa zamanı gelince açıklanacaktı. Bu sırrı önceden açıklamasının birçok sakıncası da vardı. Bu sebeple “Allah’ın ileride açıklayacağı bir şeyi gizliyordun” cümlesi bir kınama değil vâkıanın ifadesidir. “Kendisinden çekinme hususunda Allah’ın önceliği bulunduğu halde sen halktan çekiniyordun” cümlesi de iki mânaya gelebilir: 1. “Sen Allah’tan çok halktan çekiniyorsun”; 2. “Kendisinden çekinilecek olan Allah’tır; O evlenmeni emrettiğine göre halk istediğini söylesin, onlardan çekinmene gerek yoktur.” Birinci mâna Hz. Peygamber için söz konusu olamaz; çünkü o bütün yapıp ettikleriyle yalnız Allah’tan korktuğunu ve O’na itaat ettiğini ispat etmiştir. İslâm’a inansın inanmasın hiçbir kimse onun, halkı memnun etmek için Hakk’ın emrine aykırı davrandığını söyleyemez. Geriye muteber ve tutarlı mâna olarak ikincisi kalmaktadır. Zaten sûrenin başında, hem Hz. Peygamber hem de müminler, münafıkların yapacakları dedikodular ve çevirecekleri dolaplar karşısında uyarılmışlar, bunlara hazırlanmışlardı. Yukarıdaki cümle de aynı mahiyette bir uyarı hatta teselliden ibarettir.



2 Boşanmadan Sonraki İddet Durumu İle İlgili Bir Ayrıntıyı Anlatan Ayet Bu Surede Yer Alır


Ey iman edenler! Mü’min kadınları nikahlayıp, sonra onlara dokunmadan (cinsel ilişkide bulunmadan) kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Bu durumda onlara mut’a verin ve kendilerini güzel bir şekilde bırakın. [49. Ayet]

Tefsiri; Hz. Peygamber’in bazı güzel nitelikleri zikredildikten sonra ona özgü hükümlere geçilirken, diğer müminlere ait hükümlerin değişmediğini anlatmak üzere bir açıklama yapılmaktadır. Buna göre bir mümin, evlenme akdi yapıp da cinsel temasta bulunmadan veya buna imkân verecek şekil ve süre içinde baş başa kalmadan (halvet-i sahîha) önce karısını boşarsa, kadının hamile kalması ihtimali bulunmadığından iddet beklemesi de gerekmemektedir. Boşamadan hemen sonra dilerse bir başka erkekle evlenmesi mümkündür. Onu “güzelce bırakmak”tan maksat boşarken ve fiilen ayrılırken incitmemektir, mehir belirlenmiş ise bunun yarısını ödemektir, bazı yorumculara göre buna ek olarak da gönlünü almak üzere bazı hediyeler vermektir (ayrıca bk. Bakara 2/ 236-237).

İddet: boşanmadan sonra kadının hamile kalması ihtimali olduğu için beklediği süre.



3 En Çok “Ayet mi?” Sorusuna Muhatap Kalan “Salavat” Ayeti Bu Surededir


Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin. [56. Ayet]

Tefsiri; Müminlerin Hz. Peygamber’e salâtı, ona dua etmeleri, onu övgü ve hayırla anmalarıdır. Kendisine, “Selâmın nasıl verileceğini bildik, sana salât nasıl olacak?” diye sorulduğunda, Resûlullah namazların oturuşlarında okuduğumuz “salavât-ı şerife”yi öğretmiş, “Bana böyle salât edersiniz” demiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 33/10). Sahih kaynaklarda meleklerin salâtı da dua, övgü ve tebrik olarak açıklanmıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 33/10). Allah’ın bir kuluna salâtı şüphe yok ki büyük bir iltifat, şeref, lutuf ve rahmettir. Ancak bunun mahiyet ve keyfiyetini bilmek mümkün değildir. Kaynaklarda bu açıdan salât, “rahmet ve övgü” şeklinde tanımlanmıştır. 43. âyette Allah’ın müminlere rahmetiyle lutuflarda bulunması, meleklerin de onlara dua etmeleri salât kelimesiyle ifade edilmiş, hemen arkasından da bu salâtın doğurduğu sonuç açıklanmıştır: İnsanı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak. Şu halde Allah’ın salâtı yalnızca övgü ve rahmetle sınırlı değildir, ona mazhar olanların gözlerini ve gönüllerini hakikate açan bir tecellidir. “Siz de ona salât ve selâm okuyunuz” emri bağlayıcıdır, emrin yerine getirilmesi gereklidir.



4 Örtünme Ayetlerinin Bir Tanesi de Bu Surededir


Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. [59. Ayet]

Tefsiri; İffeti koruma amacıyla güzelliklerin kapatılması mânasında örtünme emri daha önce Nûr sûresinin ilgili âyetlerinde geçmişti. Burada ise eza ve tâcizlerin engellenmesi gayesiyle dışarı çıkarken kadınların dış giysi kullanmaları istenmektedir. Hemen bütün tefsirlerin tarihe dayanarak verdiği ortak bilgiye göre Medine evleri dar ve tuvaletsiz idi. Kadınlar ihtiyaçlarını gidermek için geceleri evlerinden çıkar, biraz uzaklaşarak ihtiyaçlarını giderir ve dönerlerdi. Bu durumu fırsat bilen bazı münafıklar ve kendini bilmezler uygun yerlerde durur, kadınlara söz ve elle tâcizde bulunurlar, yakalandıkları zaman da “Biz onları câriye sandık” derlerdi. Bu mazereti ortadan kaldırmak üzere hür kadınların, dışarı çıkarken, cilbâb ismi verilen dış giysilerine bürünmeleri emredildi. Hz. Ömer, hür kadınları câriyelerden ayırarak asayişi korumak maksadıyla câriyelerin cilbâb kullanmalarını yasaklamıştı, daha sonraki dönemlerde bu yasak kalktı. Râgıb el-İsfahânî’nin el-Müfredat’ında (“clb” md.) cilbâb, “baş örtüsü ve entari” olarak açıklanmıştır. Başka kaynaklarda hımâr denilen baş örtüsünden büyük, vücudun üst kısmına giyilen ridâdan küçük dış örtü olarak tanımlanmıştır. Kelimeye çarşaf mânası verenler de olmuştur. Bu mânanın sözlükte dayanağı bulunmakla beraber cilbâb kelimesine yalnızca çarşaf demenin ilmî dayanağı yoktur. Konumuz olan Ahzâb sûresinden sonra inen Nûr sûresindeki örtünme, devamlı ve iffeti korumaya yönelik bir farzdır. Burada emredilen cilbâb giyme ise asayişi korumayı ve tacizi önlemeyi hedefleyen geçici bir tedbirdir. Toplum içinde câriye kalmayınca veya hür-câriye farkını ortaya koyacak başka bir işaret bulunduğunda ya da tâcizi engelleyecek farklı tedbirler alma imkânı hâsıl olunca dışarı çıkarken, usulüne göre tesettür (kapanması gereken yerlerin örtülmesi) yapıldıktan sonra bir de, hür kadın alâmeti olarak cilbâb vb. elbiseler giymek gerekli olmaktan çıkmıştır. Genellikle tefsircilerin, “evlerde oturma, zaruret bulunmadıkça dışarı çıkmama” emri, Hz. Peygamber’in hanımlarına mahsus olduğu halde diğer hanımları da bu hüküm çerçevesine almaya çalışmalarını ve dışarı çıkarken –tesettüre ek olarak– bir dış giysiye bürünmeyi devamlı bir farz haline getirmelerini, haklı bir dinî ve ahlâkî gerekçeden çok, içinde yaşadıkları çağın ve toplumun âdet ve değerlerine, bir de erkeklerin aşırı kıskançlığına bağlamak gerekmektedir.



5 Çokça Bilinen “Emanet” Ayeti de Bu Surede Yer Alır


Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. [72. Ayet]

Tefsiri; Burada yine bir benzetme ve temsil yoluyla anlatım örneği görüyoruz. Âyeti bazı tefsirciler hakiki mânasıyla alarak “Allah’ın ezelde, göklere, yere ve dağlara şuur verdiğini, emaneti almayı onlara teklif ettiğini, onların bundan çekinerek yüklenmek istemediklerini, sonra insana teklif ettiğini, insanın ise tabiatı itibariyle bilgisiz ve neyi nereye koyacağı konusunda genellikle başarısız olduğu için, başka bir deyişle dağlar taşlar kadar bile düşünemediği, bilemediği için emaneti yüklendiğini” söylemiş, böyle anlamışlardır. Ancak bizim tercihimiz burada bir temsilî anlatımın söz konusu olduğudur. Anlatılmak istenen şudur: Emanet, ilk bakışta insandan daha büyük, güçlü ve dayanıklı gibi görülen göklerin, yerin ve dağların taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Bu ağırlık ve önemdeki emaneti insan yüklenmiştir. Çünkü o, bir yandan bunu yüklenecek kabiliyet ve yetenektedir, ama öte yandan neyi yüklendiğinin farkında değildir, onu hakkıyla taşımada başarılı olamamaktadır. Yani insan şuursuz ve cahil olmamalı, kimliğinin, kabiliyetinin ve yüklendiği emanetin farkında olmalıdır; bu konulardaki bilgisizlik büyük bir cehalettir. Taşıdığı emanetin hakkını yerine getirmeye de gayret etmelidir, onun hakkını yerine getirmemek büyük bir zulümdür. Emanet kelimesinin sözlük anlamı “korku ve kaygının gitmesi, insanın korunma konusunda gönül rahatlığı içinde olması”dır. Emanet kelimesi bu güvenlik hali, psikolojisi için kullanıldığı gibi, güvenme ve koruma konusu olan, korunması istenen şey için de kullanılır. Bir din terimi olarak emanete birçok anlam yüklenmiştir. Bunlar içinde maksada en yakın bulduklarımız, “tevhid kelimesi ve inancı, adalet, okuma-yazma, akıl ve yükümlü (mükellef) olma kabiliyeti ve Türkçe’deki anlamıyla emanet”tir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “emn” md.; Râzî, XXV, 202; İbn Âşûr, XXII, 126



Tefsir Kaynağı; Diyanet İşleri Başkanlığı/Kur’an Yolu Tefsiri
 
HZ. EYÜP PEYGAMBERİN KISSASI
Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüp adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı. ‘Para insanı saptırır’ derler ya, onunkisi öyle değildi; malı gün geçtikçe çoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, malından sadakasını eksik etmezdi.

Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:

“–İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır… Malı nasıl olsa çok..! Dağıt, dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok… Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”

Oysa Allah, kulu Eyüp’ün samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüp gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.

Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:

“–Nedir bu başına gelenler…!” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:

“-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi?” diyordu.

Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...! Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.

Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.

Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı. Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.

Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Hastalığının şiddetlendiği bir anda:

“Ey Rabbim!” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”

Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:

“–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.
 
ŞARTSIZ İYİLİK!!
Hikâyeler eğitimde, davranış geliştirmenin vazgeçilmez yardımcıları olarak değerlendirilmiştir. Özellikle okula ve öğretmene ulaşılamayan zamanlarda hikâyeler, okulun ve öğretmenin onlara ulaşan sesleri ve sözler olmuştur, denilebilir. Hikâyeler öyle kalıcı olmuştur ki, onları bugün dahi işitmek ve dinlemek mümkündür. Edebi bir tür olarak hikâyeler, yaşanmış veya yaşanması mümkün olayların anlatımıdır. Dini olan hikâyelerin yaşanmış olduğuna inanılır. Misafirperverlikle ilgili şu hikâye bir örnektir:


‘Niçin misafirini kovdun?’

Hz. İbrahim’in misafirperverliği dillere destandır. O, kendi başınayken mütevazı bir sofrada karnını doyururken misafiri olacağı zaman zengin bir sofra kurmaya özen gösterirmiş. Sofrası zengin olduğunda da mutlaka misafir ister, sık sık da yoldan geçenleri yemeğe çağırırmış. Bir gün yine yoldan geçen bir yabancıyı sofrasına çağırmış. Adam açmış, çağrıyı kabul etmiş, oturmuş. Herhangi şekilde dua etmeden, Allah adını anmadan yemeğe girişince Hz. İbrahim adamın elini tutmuş, “Dur bakalım, bismillah de öyle başla” demiş. Adam, “Fakat ben Allah’a inanmıyorum ki” demiş. O zaman Hz. İbrahim, “Nimeti vereni anmayan benimle yemek yiyemez” demiş. Adam kalkmış, selam vermeden çıkmış gitmiş. Bunun üzerine Allah, Hz. İbrahim’e “Niçin misafirini kovdun?” diye sormuş. Hz. İbrahim demiş ki: “O, nimetleri veren olarak senin adını anmak istemedi, onun için.” Allah, Hz. İbrahim’i uyarmış: “Dostum İbrahim, vereceğin bir yudum ekmeği nasıl olur da böyle bir şarta bağlarsın? Ben güneşi, inanan inanmayan tüm insanların üzerine doğduruyorum. Yağmuru inanan inanmayan herkes için yağdırıyorum. Kalk misafirini geri getir!”

‘Bana Rabbinden bahset’

Hz. İbrahim yaptığından utanmış, yabancıyı geri getirmek üzere çıkmış, yabancıyı izlemeye başlamış. Yabancı, Hz. İbrahim’i arkasında fark edince kendisinin nazik davranmadığını fakat ev sahibinin de kendisinin peşine düşecek kadar fanatik olduğunu düşünmüş ve mümkün olduğu kadar hızlandırmış yürüyüşünü. Hz. İbrahim de hızlanmış ve nefes nefese seslenmiş adamın arkasından: “Kaçma, senden özür dilemek istiyorum. Allah beni, sana davranışımdan dolayı azarladı ve seni geri getirip tekrar ikram etmem için görevlendirdi. Çünkü kendisi de nimetlerini şartsız olarak vermektedir.” Bunu üzerine yabancı dönmüş, çağrıyı kabul etmiş. Karnını doyurmuş ve düşünmeye başlamış. “Benim yüzümden elçisini azarlayan bir Allah’ı yakından tanıyıp öğrenmek isterim. Bana Rabbinden bahset” diye rica etmiş Hz. İbrahim’e.

Haydi, mütevazı olalım

Her türlü ihtiyacın önemli boyutlarda artmış olduğu zamanımızda, ülkemizde ve çevremizde bu güzel hikâyeleri birbirimize anlatıp hatırlatmanın önemi büyüyor. Bu tür hikâyeler bütün dinlerde bulunuyor ve çok kültürlü ortamda birimiz bunlardan birini anlatınca diğerlerinin benzerlerini anlatmaya başladığına şahit oluyoruz. İnsan köklerimizi hatırlıyoruz. Haydi, mütevazı olalım, iyilikte Rabbimize benzemek için şartsız yarışalım
 
HZ. FATIMA'NIN KIZI HZ. ZEYNEP
Hz. Zeynep, Hicret’in altıncı yılında Allah Elçisi’nin Kureyş müşrikleriyle Hudeybiye barışını imzaladığı yıl doğmuş torunu, Hz. Fatıma’nın büyük kızı. Sonra bir kız kardeşi daha olmuş: Ümmü Gülsüm. Dede Hz. Peygamber vefat edip de Hz. Ayşe’nin odasına defnedildiğinde Zeynep henüz beş yaşında. Altı ay içinde Hz. Fatıma da Hakkın rahmetine kavuşunca küçük Zeynep ikinci büyük kaybı yaşamış. Zeynep’in kardeşleri arasında ayrıcalığı var. Gerçi Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin onun ağabeyleridir ama annesi Hz. Fatıma ölüm döşeğindeyken kendisine vasiyet etmiştir. Bu vasiyete göre Zeynep, kardeşleriyle devamlı beraber bulunacak, onları görüp gözetecek, annelerinin vefatından sonra onlara annelik yapacaktır. Zeynep bu vasiyeti hiç unutmamış, kardeşleri Hasan, Hüseyin ve Ümmü Gülsüm’e annelik yapmıştır.


6 çocukları dünyaya gelmiş

Hz. Zeynep 10 yaşına geldiğinde, babasının uygun görmesiyle amcası Cafer’in oğlu Abdullah ile evlendirilmiş. Abdullah, babası Habeşistan’da göçmenken doğmuş ilk Müslüman çocuğu. Zeynep ile Cafer’in dört erkek, iki kız çocukları dünyaya gelmiş. Zeynep öyle mütevazı bir hayat yaşıyor ki, onun yüzünü ancak örtüsünün açıldığı Kerbela gününde görmüşler. O tarihte 55 yaşında olduğu halde güzelliğinden etkilenenler, anlatacak kelimeleri bulmakta zorlanmış görünüyorlar. Ayrıca ondaki belagat, etkili konuşma gücü Kerbela’da, Kufe Valisi’nin meclisinde ve Yezid bin Muaviye’nin meclisinde bulunanlarca hayret ve takdirle karşılanıyor, tespit edilip daha sonraki nesillere ulaştırılıyor. O, daha önce Hz. Osman’ın kanı arandığında da -o sırada otuz yaşlarındaymış- etkili hitabelerde bulunmuş.

‘Müminlerin emiri öldürüldü’

Fakat işler dönüp dolaşıp Hz. Ali karşıtı bir savaşa dönüşünce Hz. Zeynep ıstırap ve endişe içinde kalmış, sevgili babası, müminlerin emiri Hz. Ali’nin de öldürülüşüne şahit olmuştur. 40. Hicret yılı Ramazan ayının bir cuma gecesidir. Hz. Ali bu gecenin sabahında cemaate sabah namazı kıldırmak için Kufe Camisi’ne gitmiştir. Zeynep evdedir. Cami tarafından gelen cemaatin uğultusunu duyar. Aynı zamanda ezan okunmaktadır. Avluya çıkınca etrafı dolduran korkunç çığlıkları işitir: “Müminlerin emiri öldürüldü!” Hz. Ali, Hakkın rahmetine kavuşmuş, evlatları, Muaviye’nin ve adamlarının karşısında korunmasız kalmışlardır.

Hz. Hasan’a halife olarak biat edilmiş ise de Iraklıların desteğinden ümidini kesince Muaviye ile bir antlaşma yapar ve saltanattan feragat eder. Antlaşmaya göre Muaviye’nin ölümünden sonra yerine kimsenin tayin edilmemesi ve yeni halifenin Müslümanların katılımıyla seçilmesi hükme bağlanır. Ancak yapılan anlaşmayı Muaviye dikkate almaz, Hz. Hasan’ı zehirletir, oğlunu veliaht yapar. İktidar artık Resulullah ailesinden çıkmış, Ümeyye ailesinin eline geçmiştir. Hz. Hüseyin’in çabaları, ailenin felaketiyle sonuçlanır. İslam dünyası bölünür. Ümmet ağırlığına bağlılık, Arap milliyetçiliği karşısında zayıf düşer.
 
PEYGAMBERİMİZİN ÇOCUK SEVGİSİ

Peygamberimizin Hz. Hatice ile evlenmesinin ilk yılında bir erkek çocuğu doğmuştu. Adını Kasım koymuşlardı. İki yıl yaşayan Kasım, bir gece aniden ateşlenmiş, sabahleyin ölüvermişti. Bu olaydan sonra onların, azatlı kölesi Zeyd ile amca Ebu Talib’in oğlu Hz. Ali’yi evlat edinmiş olduklarını öğreniyoruz. İki oğulları daha olmuşsa da onlar da yaşamamışlar, sadece kızları yaşamıştır. Peygamberimizin kızları sırasıyla Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma’dır. İlk üçü Mekke’de evlenmişlerdir. Zeynep, teyzesi Hale’nin oğlu Ebu’l-As b. Rebi, Rukiye ve Ümmü Gülsüm, Peygamberimizin amcası Ebu Leheb’in oğullarıyla evlendirilmişlerdir. Müslümanlıkla birlikte amca Ebu Leheb Müslüman olmadığı gibi sürekli Müslümanlara eziyet çektirmişti. Oğullarına baskı yaparak Rukiye ile Ümmü Gülsüm’ü de boşatmıştı. Hz. Osman, Rukiye’ye talip olunca Peygamberimiz çok memnun olmuş, onları evlendirmişti. Rukiye iki kere hicret etmiş kadınlardandı. Eşi Osman’la birlikte önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret etmiştir. Abdullah isimli bir oğulları olmuş fakat bebekken ölmüştür. Rukiye kendisi de hicretin ikinci yılında, henüz pek genç yaşta olduğu halde ölmüştür. Peygamberimiz bunun üzerine diğer kızı Ümmü Gülsüm’ü Hz. Osman’la evlendirmiş, bu sebeple Hz. Osman “zünnureyn=iki nur sahibi” olarak sıfatlandırılmıştır. Ne yazık ki, Peygamberimizin bu kızı da ömürlü olmamıştır.

Torununu omuzunda taşırdı

Medine’ye hicret sırasında Zeynep’in kocası Ebu’l-As b. Rebi henüz Müslüman olmadığı için Zeynep, kızları Ümame ile Mekke’de kalmıştır. Ebu’l-As b. Rebi, Bedir savaşında esir düşünce kurtulmalık olarak karısı Zeynep’i, kızı Ümame ile birlikte Medine’ye göndermeyi kabul etmiştir. Zeynep, Ümame ile birlikte Medine’ye gelirken müşriklerin saldırılarına uğramış, karnındaki çocuğu kaybettiği gibi kendisinde kalıcı rahatsızlıklar oluşmuştur. Bir süre sonra Ebu’l-As b. Rebi, Müslüman olarak Medine’ye gelmiş fakat Zeynep, sağlığına kavuşamamış ve ölmüştür. Ebu’l-As b. Rebi de uzun ömürlü olmamış, Ümame babasız ve annesiz kalmıştır. Peygamberimizin Ümame torununa sevgisi, cemaate namaz kıldırırken bile onu omuzunda taşımasıyla meşhurdur.

‘Fatıma benden bir parçadır’

Hz. Fatıma küçük yaşta annesini kaybettikten sonra “babasının annesi” denilecek kadar babasına düşkün oldu. Babası da “kızım Fatıma benden bir parçadır, onu seven beni sevmiştir” dedirtecek kadar kızına düşkündü. Medine’ye hicretten sonra, Hz. Ali ile evlendirilmiştir. Peygamberimiz, damatlarıyla kızlarının üzerine evlenmeyecekleri konusunda antlaşma yapmıştır. Hz. Ali, Fatıma’nın sağlığında başka bir evlilik yapmamıştır. Hz. Fatıma, Peygamberimizin arkasına kalan tek evladı olmuş, yine de babasından sonra sadece altı ay yaşayabilmiştir. Peygamberimizin soyu kızı Fatıma’dan torunlarıyla devam etmiştir. Fatıma’nın genç yaşta vefatından sonra Hz. Ali, Hz. Fatıma’nın ölürken ettiği vasiyet üzerine Ümame ile evlenmiştir.
 
Hastalanmış Çocuğunuzla Beraber Yapabileceğiniz 11 Eğlenceli Etkinlik
“Çok sıkıldım”



Genelde bu ifadeyi çocuklarınızdan yaz tatillerinde, kış tatilinin bitiminde sıra beklerken ya da kendi yaşlarında bir çocuğu olmayan akraba ve ya arkadaşlarınıza misafirliğe giderken duymayı beklersiniz. Fakat önümüzdeki haftalarda grip ve soğuk algınlığı sezonunun da açılmasıyla beraber bu ifadeleri sıklıkla duyacaksınız. Eğer çocuğunuz varsa özellikle okula da gidiyorsa, muhtemelen bazı zamanlarda evden çıkmayan birisi olacaksınız. Hasta çocuğunuz günlerinin bir kısmını kusarak, ateş ve ağrıyla geçirse de, hastalığın en zor evresini atlattıktan sonra Allah (Sübhanehu ve Teala)’nın izniyle iyileşecek ve biraz toparlanacaktır. Dolayısıyla bu da demektir ki çocuğunuz hâlâ hareketlenip ayağa kalkacak kadar iyileşmemiştir fakat kendini sıkılacak kadar iyi hisseder. İşte tam bu durumda çocuğunuzla nasıl zaman geçirebileceğinize dair etkinleri sizin için sıraladık:

1. Ona İslamiyeti anlatan hikayeler okuyun ya da anlatın




Hastalık zamanları kucaklaşmak ve hikayeler anlatmak için en iyi zamanlardır. Çocuğunuzun yatağa gitme vakitlerinde genelde hikaye anlatacak kadar zamanınız olmuyorsa, tam da çocuğunuz sürekli yatıyorken ona hikaye anlatma fırsatını değerlendirin ve çocuğunuza İslam tarihinden ya da kendi ailenizin hikayelerinden bir şeyler anlatın.

Hikaye anlatma yeteneğime pek güvenemiyorum diyorsanız da film ve videolardan yardım alın.

2. Birlikte İslami Çizgifilmler izleyin




Çocuğunuz geçmişte İslami filmleri izlemekten kaçınmış olabilir muhtemelen o anlarda daha enerjikti ve daha eğlenceli etkinlikleri tercih etmişti fakat tam da can sıkıntısı varken ve yatakta istirahat ederken video izlemek hoşuna gidebilir. Bu konuda elinizin altında bulabileceğiniz çok sayıda İslami çizgi filmler mevcuttur. Örneğin: Yusuf’un Dünyası

3. Allah( Sübhanehu ve Teala)’ a bir mektup yazın




Allah (Sübhanehu veTeala)’ya bir mektup yazması için çocuğunuzu cesaretlendirin. Mektup hasta olmasıyla alakalı olabilir mesela ya da endişe duyduğu başka bir konu hakkında da olabilir. Mektup yazmaktaki amaç onu yazı becerilerini geliştirmek değil sadece böyle bir harekette bulunması onu Allah (Sübhanehu ve Teala) ile kişisel iletişim kurmak için teşvik edecektir. Mektup çocuğunuzun dualarından da oluşabilir hatta siz onu her vakit namazlarınızdan sonra yüksek sesle okuyabilirsiniz.

4. Dua etmesi için onu yüreklendirin




Peygamber Efendimiz (sallalahu aleyhi vessellem) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz bir hastayı ziyaret ettiğinde o hastadan kendisine dua etmesini istesin zira hasta kişinin duası meleklerin duası gibidir.” (İbni Mace)

Tam da bu hadis ışığında çocuğunuzu hastayken bolca dua etmesi için teşvik edin. Sadece kendisinin yakalanmış olduğu hastalıktan kurtulması için değil ailesinin arkadaşalrının sağlığı için, kardeşinin sınavında başarılı olması ya da nezle olan bir arkadaşının da iyileşmesi için dua etmesi için onu yüreklendirin. Bu davranışı göstererek çocuğunuz Allah (Sübhanehu veTeala)’ya güvenmeyi ve küçük büyük her ne olursa olsun O’ndan istemeyi ögrenecektir.

5. İslami el sanatlarını yapmayı deneyin




Çocuğunuzun sanatçı ruhunu ortaya çıkarın ve ailecek sanatsal bir takvim oluşturun, mesela kızınız Kabe’nin kilden bir modelini yapsın, oğlunuzda buzdolabının üstüne asmanız için Arapça harfleri renkli kalemlerle yazsın ya da hastayken görüşemediği arkadaşları için kartpostallar yapsın. Bu konuda çocuklarınızla beraber beyin fırtınası yapın ve ortaya çıkan sanatsal fikirleri bir deftere not edin ki sonra yeniden kullanabilin ya da hatıra olarak saklayabilin.

6. Gelecek bayram için bayram kartı hazırlayın




Çocuğunuz akraba ve arkadaşlarına vermek için kendi bayram tebrik kartını hazırlayabilir. Ona kendine özgü bir tebrik kartı hazırlaması için yardımcı olun.

7. Birlikte bize bahşedilmiş olan nimetleri sayın




Hasta olduğu zaman insan genelde karamsarlaşır ve hayatındaki güzel şeyleri göz ardı eder. Çocuğunuzun bu ruh halinden kurtulması için ona yardımcı olun ve kendisine bahşedilmiş nimetleri hatırlamasını sağlayın. İşe birazda eğlence katmak adına ondan bir liste hazırlamasını isteyin. Listeye mutlaka gözlerini, burnunu, küçük kamyonetini, arkadaşlarını ekleyin. Örnekler çoğaltılabilir, hamd olsun ki birçok nimet içerisindeyiz. Ve bu listeyi yatağının başucuna asın.

8. Yapboz oyunları oynayın




Çeşitli bulmacalar ya da yapbozlar edinin ya da çocuğunuza kendi yapbozunu yaptırın.

9. Sanal mekânları ziyaret edin




Harika bir serginin tadını çıkarmak için illa da bir müzeye gitmek zorunda değilsiniz. Hızlıca bir tarama yaparak bulabileceğiniz ve internet üzerinden gezebileceğiniz harika müzeler var. Topkapı Sarayı, Panaroma 1453 gibi birçok müzeyi sanal olarak gezebileceğiniz gibi, Kâbe’yi, Mescid-i Nebevi’yi ve Kudüs’ü de sanal olarak ziyaret edebilirsiniz.

10.Tahta oyunları oynayabilirsiniz




Eğer çocuğunuz ikili iletişimlerden daha çok hoşlanıyorsa can sıkıntısını gidermek ve sizinle vakit geçirmesini sağlamak için onunla bir masa oyunu oynayabilirsiniz. Takva Yarışı, Kızma Mübarek gibi hem eğitici hem de eğlendirici oyunları tercih edebilirsiniz. Oynayacağınız oyun özellikle İslâmi kurallara göre üretilmedi ise, bir oyunu oynarken ‘zar’ olmamasına, para ile ilgili bir oyun ise faiz gibi unsurların bulunmamasına dikkat ediniz.

Son olarak çocuğunuza iyileştikten sonra kendisini iyileştiren Allah (Sübhanehu veTeala)’ı hatırlamasını ve dua ederek, iyilik yaparak şükretmesini isteyin.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…