dini paylaşım alanı

4 Madde İle Yahudi ve Hristiyanlar Cennete Giremez


Bismillahirrahmanirrahim. Velhamdulilahi rabbil alemin. Vesselatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Esselamu Aleyküm,
Günümüzde maalesef ehli kitap olan yahudi ve hristiyanların cennete gireceği iddiasıyla karşı karşıyayız. Kendi peygamberi döneminde Allah’tan başka ilah olmadığını ve peygamberinin de hak olduğuyla beraber getirdiklerine de inanan ve bu iman ile ölen kimse elbette mümin ve müvahiddir. Günahkar dahi olsa sonsuz cehenneme girmeyecek cennette girebilecektir. Fakat günümüzde Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem geldikten sonra Efendimiz’e aleyhissalatu vesselam inanmayan kafirdir ve asla cennete gidemeyecek sonsuz cehennemde kalacaktır. Bu konu Allah’ın ayetleriyle sabittir. Efendimiz’e aleyhissalatu vesselam ve dolayısıyla Kur’an’a inanmayan nasıl cennete girebilir? Kur’an’dan bir ayete bile inanmayan kafir oluyorken yahudi hristiyanlar nasıl imanlı olabilir?

“O küfre sapanlar ve âyetlerimizi yalanlayanlar var ya, işte onlar cehennemlik olanlardır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.”

(Bakara Suresi 39)
 
1-Hak Din İslam’dır



“Şüphe yok ki Allah katında (hak) din İslâm’dır. Ancak kitap verilen (yahudi ve hıristiyan)lar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerine karşı küfre saparsa, bilsinler ki Allah, hesabı çok çabuk görendir.”
(Al-i İmran Suresi 19)

“Kim artık (son hak din) İslâm’dan başka (İlâhî veya beşerî) bir din arar (onları önemser)se asla ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette de hüsrana (büyük zarara) uğrayanlardan olacaktır.”
(Al-i İmran Suresi 85)
 
2- Peygamberlere İnanmayan Kafir Olur



“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, (Allah’a inanıp peygambere inanmamakla) Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve: “Biz (peygamberlerin) bazısına inanır, bazısını da inkâr ederiz.” diyerek bu ikisi (imanla küfür) arasında bir yol tutmak isterler. İşte bu kimseler gerçekten kâfirdir. Ve biz kâfirlere rezil ve perişan edici bir azap hazırladık.”

(Nisa Suresi 150-151)

“Eğer Ehl-i Kitab, (Muhammed’e ve Kur’an’a) iman edip de günahlardan sakınsalardı, biz de şüphesiz onların (geçmiş) hatalarını örter, onları nimeti bol cennetlere koyardık.”

(Maide Suresi 65)

“Kendilerine kitap verilenlerden; Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram ettiği şeyleri haram saymayan, hak (olan İslâm) dinini kendine din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”

(Tevbe Suresi 29)

“(Resûlüm!) De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz ben, Allah’ın sizin hepiniz için (gönderilen) peygamberiyim. O (Allah) ki göklerin ve yerin mülkü ve hükümranlığı kendisinindir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, hem diriltir hem öldürür. O halde Allah’a inanın; Allah’a ve O’nun sözlerine inanan, ümmî peygamber Resûlü’ne de inanın. Ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.’ “

(Araf Suresi 158)

“Muhammed Allah’ın Resûlü’dür.(…)”

(Fetih Suresi 29)

“Kim Kur’ân’dan bir âyet inkar ederse, o, kâfir olmuştur.”

(İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 2/177.)
 
3-Yahudi ve Hristiyanlar Cennete Giremez!




” ‘Yahudi veya hıristiyan olan(lardan her biri, biz)den başkası asla cennete girmeyecektir.’ dediler. Bu onların kuruntularıdır. (Resûlüm!) De ki: ‘Eğer doğru söyleyen kimselerseniz delilinizi getirin!’ “

(Bakara Suresi 111)

“İbrahim, ne bir yahudi ne de bir hıristiyandı. Fakat o, ‘Allah’ı ‘bir’ tanıyan’ dosdoğru bir müslümandı; (asla) müşriklerden değildi.”

(Al-i İmran Suresi 67)

“İşte onlardan kimi ona (İbrahim soyundan gelen Muhammed’e) iman etti, kimi de (bu İsrâil’den değil diye) ondan yüz çevirdi. Artık (onlara) alevli bir ateş olarak cehennem yeter.”

(Nisa Suresi 55)

“Âyetlerimizi inkâr edenler (kabul etmeyenler) var ya, hiç şüphesiz, onları ateşe atacağız, derileri piştikçe (her defasında yeniden) azabı tatmaları için onları başka (taze) derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah mutlak galip, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.”

(Nisa Suresi 56)

“Şüphesiz ki gerek Ehl-i Kitab’dan, gerek (Allah’tan başkalarına bağlanıp onları tabulaştırarak/ilâhlaştırarak) müşriklerden olsun (böylece) küfre sapanlar/kâfirlikte kalanlar, içinde devamlı kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte halkın en kötüsü/en şerlisi, onlardır.”

(Beyyine Suresi 6)
 
4-Yahudi ve Hristiyanalar Müşriktir




” ‘Hiç şüphesiz Allah, o Meryem’in oğlu Mesih’tir.’ diyenler andolsun ki (şirke girip) kâfir olmuşlardır. De ki: ‘Öyleyse Allah, Meryemoğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek isterse, O’na karşı (bunu önlemek için) kimin elinden bir şey gelir? Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin mülkiyeti/hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah her şeye kâdirdir.’ “
(Maide Suresi 17)

“Yahudiler: “Üzeyr Allah’ın oğludur.” dedi(ler). Hıristiyanlar da: “(İsa) Mesih Allah’ın oğludur.” dedi(ler, kâfir oldular). Bu, onların ağızlarıyla (cahilce geveledikleri) sözleridir. (Böylelikle onlar) daha evvel küfre sapanların sözlerinitaklit ederler. Allah onları kahretsin! (Haktan) nasıl da çevriliyor (ve yalan uyduruyor)lar!”

(Tevbe Suresi 30)
“Bilginlerini (hahamlarını), rahiplerini ve Meryemoğlu Mesih’i Allah’tan ayrı rabler edindiler. Halbuki onlara, ancak bir tek ilâh (olan Allah’)a kulluk etmeleri emredildi. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden uzak ve yücedir.”
(Tevbe Suresi 31)

“Ne Ehl-i Kitab’dan kâfirler ne de müşrikler, Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini (bir zafer, bir mevki ve bir kazanç elde etmenizi) isterler.Allah da rahmetini dilediği kimseye tahsis eder. Allah lütuf sahibidir.”

(Bakara Suresi 105)

Ayetlerden çok açık görüldüğü üzere yahudi ve hristiyanlar cennete giremez. Kur’an’dan bir ayeti yanlış yorumlayarak çarpıtarak ehli kitabın cennete girebileceğini söyleyenler büyük hatadadır. Ayetlerin tamamına bakıldığında cennete giremeyecekleri açıkça görünmektedir. Haşa Kur’an kendisiyle çelişmez o Allah’ın kitabıdır. Hataya düşenler kendi yanlış yorumlarıyla hataya düşmektedirler. Allah’a sığınırız. Vesselam.
Dua eder dualarınızı bekleriz.
Elhamdulillahi rabbil alemin. Vessalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Paylaşmak Sünnettir:
 
5 Madde İle Haset Etmenin Sebepleri Ve Sonuçları


Haset; kalbin hastalıklarından birisi olup, kişinin bir başkasının sahip olduğu maddi ve manevi değerlerini yitirmesini ya da o hakların kendine geçmesini istemesidir. Aynı zamanda çağımızın büyük hastalıklarından biridir. Gün geçtikçe artan madde hayatı bağımlılığı kişiler arasında hasetliğe sebep olmaya başladı. Şimdi bu sebepleri hasedin 6 temel sebebi arasında inceleyelim. Bunlar:

  • Düşmanlık: İnsanlar kendisine ya da çevresindekilere yapılan kötülükler nedeniyle birilerine kin besler ve düşmanlık eder. Bu kişilerin başına gelen felaket geldiği zaman buna sevinir ve kendi mükafatı sanır.
  • Kıskançlık: Emsallerinden birinin mevki, ilim servet sahibi olduğu zaman, ona karşı büyüklük taslayacağını düşünerek haset etmek. Karşısındakinin kibrine karşı dayanamayıp hasetlik etmek.
  • Kibir: Kibirlenip karşısındakileri küçük görmek, isteklerine hizmet ettirmek.
  • Gayesine Ulaşamama Korkusu: İki kişinin bir amaç için birbirlerini çekememesi ve haset etmesidir.
  • Liderlik Sevdası: Parmakla gösterilen tek kişi olmayı istemek. Mesela; bir adamın, ilmin herhangi bir dalında emsalsiz olmak ve övülmek isterken kendisiyle aynı seviye de birinin olduğunu duyması üzerine, o kişinin bu özelliğini yitirmesini istemesidir.
  • Kötü Huy: Daima başkalarının gerilemelerini seven ve Allahu Teâlânın lütfuna cimrilik gösteren insan. Bunda kendisinin bir menfaati, yahut kendisine gelecek bir zararı uzaklaştırmak niyeti yoktur. Sırf nefsin kötülüğü ve Allahu Tealânın nimetlerinin kullarına verilmesindeki cimriliğidir.
Maalesef ki bu 6 sebep yaşamımızın bir parçası haline gelmeye başladı. Çevremizde çoğu insanın bu sebepler doğrultusunda yaşadığını da görmekteyiz. Dolayısıyla kıskançlık (hasetlik) aldığı başını gidiyor. Bunun tahribatının da kimse farkında değil! Bizler bu yazımızla farkında olalım diyoruz. Bizleri hem bu dünyada hem de ahirette sıkıntıya sokacak olan bu kalp hastalığından kurtulalım. Günaha düşmemek için haset etmenin zararlarını madde ile gelin hep birlikte okuyalım.
 
1. İsyana Düşürür
Haset eden aslında, Allah’ın kazâsına, takdirine râzı olmayıp, takdiri ni’meti beğenmeyen ve O’nun adaletine başkaldıran durumuna düşmektedir. Şükrü unutup isyana düşmeye sebep olur. Allah’ın takdirine razı olalım ve hasete düşmekten Allah’a sığınalım. “De ki: Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.” (Felak Suresi 1-5 Ayet)

 
2. Günaha Sebep Olur
Sana zararı dokunmayan bir müslümanın maddi manevi bulunduğu durumdan rahatsız olup; onu kaybetmesi için elinden geleni yaparak hasetlik eden kişiler; o kişilerin hakkına girip, müslüman kardeşinin kötülüğünü dilediği için günaha düşmekten kurtulamaz. “İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki insanların aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle iman edenleri onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka ulaştırdı. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara Suresi 213. Ayet)
 
3. Gam, Keder, Üzüntüye Sebep Olur
Hasetlik eden kişiler asla mutlu olamazlar. Sürekli başkalarının malı, mülkü, kariyeri sahip oldukları ile ilgilenirler. Sahip olduklarının farkında olmaz, beğenmez ya da yetinmeyi bilmezler. Başkalarının artan malı onun artan mutsuzluğu olur. Kalbini, imanını tahrip eden bu duygunun esiri olur. Rab’binin ona verdiği onca nimeti görmez. Kalbi de gözü de kör olur. Böyle bir kalpte huzur olur mu?

 
4. Cehenneme Götürür
Haset edilen kişi zulme uğrayan mazlumdur. Unutmayalım ki Allah zulme uğrayanların yanındadır. Ve her şeyi görüp gözetendir. Hasetlik eden kişi; sadece bu dünyada üzülmekle kalmayıp günaha, isyana düşerek ahirette de hesaba çekilecektir. “İyiler tabii ki, nimetlere kavuşacaklardır. Günahkârlar ise alevli ateşte olacaklar, hesap günü oraya girip kızaracaklar, oranın dışında kalamayacaklardır. Hesap verme günü nedir nereden bileceksin!.. Gerçekten sen nereden bileceksin hesap verme gününün ne olduğunu!.. O gün, kimsenin kimse için bir şey yapamayacağı gündür. O gün bütün yetki Allah’ındır.” (İnfitar Suresi 13-19 Ayet)
 
5. Kalbin Körelmesine ve Murâda Erişmeye Mâni Olur
En başta dediğimiz gibi kalbin hastalıklarından birisi de hasettir. Kıskançlık, kin, düşmanlık ile beslenerek; günaha, isyana düşen kalp zamanla körelir. Sürekli başkalarının kötülüğünü arzu eden bir kişi zamanla kendisinin düşmanı olduğunu görmez. İsteklerine ulaşmaktan öte daha da çok uzaklaşır. Fenalık ederek, günah işleyerek murâda ulaşılır mı? “Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu -râvi dedi ki: Veya kuru otu- yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir.”(Ebu Dâvud, Edeb 52, (4903))

 
4 Sebebi ile Dinin Elden Gitmesi

Dinin elden gitmesi meselesini dindeki yozlaşmalar, doğru bilinen yanlışlar ve din adına yapılan hatalar olarak açıklayabiliriz. Abdülkadir Geylani hazretleri dinin elden gitmesi hakkında şu dört sorunun öneminin büyük olduğunu söylemiştir:



[list_item title="1) Bildiğimizle amel etmiyoruz." url=""]
Allah (azze ve celle) neyi ne kadar bildiğimiz ile değil, bildiklerimizin ne kadarını hayatımıza nakşettiğimiz ile ilgilenir.

 
2) Bilmediğimiz ile amel ediyoruz.
İlimsiz amel fayda vermez. Neyi ne için yaptığımız da en az yaptığımız şey kadar önemlidir. Farzı misal; başkalarını etkilemek ya da daha zayıf olduğunda itibar görmen bakımından kendini seçkin hissetmek için tutulan oruç ile yalnız Allah’ı memnun etmek ve bundan sevap kazanmak amacıyla oruç elbette bir değildir.

 
3) Bilmediklerimizi öğrenmeye çalışmıyoruz.
Beşikten mezara kadar ilim tahsil etmekle emrolunduğumuz halde bilgisiz kalıyoruz. İlk vahyin “Oku!”(Alak Suresi, 1. Ayet)emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

 
Ölmeden Önce Ölmek-Vehbi Akşit
Üzerinde yaşadığımız şu ihtiyar dünya nice insanlar gördü. Kimi peygamberdi bu insanların, kimi Ebu Cehil’di. Kimi mü’mindi, kimi kâfir... Kimisi Sıddık’ti, kimisi Nemrut...

Kimi “... Yâ Rabbi! Vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemi yalnız ben doldurayım, diğer kulların girmesin.”[1] Derken, kimi “Sizin Allah’ınız öldürüp diriltebiliyorsa, pekâla ben de öldürür ve diriltirim”[2] diyebiliyorlardı. Onlar dediler, yaptılar, ettiler ve en sonunda istisnasız gittiler.

Evet, hepsi öldü. Ölüm onların hiç birini ayırmadı. Dört yüz yıl önce Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir zenci de öldü. “Bu dünya bir hükümdara çok, iki hükümdara az diyen” koca Yavuz da öldü...” Ölüm vazifesini hakkıyla, lâyıkıyla yaptı ve yapıyor da...

İnsan kendisine tayin edilen hayatı yaşıyor ve en sonunda ölüyor. Yüce Allah’ın mahlûkat üzerine koyduğu, şaşmaz ve değişmez kanun bu. Nitekim Allahü Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de:

“Her nefis ölümü tadacaktır ve sonra bize döndürüleceksiniz.”[3]

Ölüm gerçeği insana ağır gelir. Tebessümler donar ölüm denince, yürekler sıkıntı ile büzüşür. Kabrin dehşetli, tüyler ürpertici karanlığı korkutur herkesi. Ölüm elemleri keser, dünyevi hazlara dalmayı önler. Ama biraz önce de belirttiğimiz gibi kimse “Ölmem” diyemiyor. Ölüm herkesi istisnasız alıyor koynuna...[4]

İnsan, dünyaya gelmek için anne karnında bir durak yapmıştır. Sonra dünyaya doğmuştur. Ahirete gitmek için dünyada da bir durak yapmıştır. Nasıl anne karnına gelen, dünyaya geliyorsa, dünyadan gelen de ahirete gidecektir. Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın çizdiği yol budur. Allah diyenler, Allah’a inananlar seve seve bu yoldan gidiyorlar. Ama inanmayanlar bu yolu sevmiyorlar. İster inansınlar ister inanmasınlar... Madem ölümü öldüremiyorlar, kabrin kapısını da kapatamıyorlar.... İnanmadıkları halde, inanmaya inanmaya gidiyorlar.
 
ÖLMEDEN ÖNCE BENİ TABUTUMA KOYDULAR
Ölmeden önce ölmek, ölmeden önce insanın tabutuna konması nedir, bilir misiniz? Şimdi size bunu bir Cüneyd Suavi’nin “Kabus” hikayesiyle anlatmaya çalışacağım. Bunu lütfen üzerinizde değerlendirin. Kendinizi bir an önce de olsa, hikayedeki kişinin yerine koyun.

KÂBUS
Çocukluğumdan beri dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat
edercesine uzaklaşırdım.İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım. Oysa ki o dar mekânlara, şimdi ister istemez girecektim.

Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde
dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görebiliyordum.

- Genç yaşta öldü zavallı, diyorlardı. Halbuki yapacak ne kadar çok işi
vardı.
Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Meselâ oğluma iyi bir işyeri
açamamış, araba ile renkli televizyonun taksitlerini henüz bitirememiştim.
Büyük bir firma kurup dostlarımı orada toplamak da artık hayâl olmuştu.
Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının
akan yerlerini aktaramamıştım. Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve:
- "Geçti artık geçti", diyordu. İçimden "keşke geçmemiş olsaydı" diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.


Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve
içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:


- Aman Allahım.. dedim. Ne olacak şimdi hâlim? Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu.
Cenâze namazı için câmiye gidiyor olmalıydık. Câmi deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikâyet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim. Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım. Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses :


- Geçti artık geçti, diye tekrarladı. "Bitti artık."

Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve "herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar" diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da milli takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:

- Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli, diyordu. Sırılsıklam olduk birader. Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi? Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indiri1mişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura doğru indirdi. Boylu boyunca yattığım yerden etrafıma baktım. Aman Allah'ıml.. Bu kabir değil miydi? O ana kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim? Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum. Tekrar zifiri karanlıkta kalmış ve bütün âcizliğimle dua etmeye başlamıştım.

- Yârabbi, diyordum. Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim. Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak:

- Geçti artık geçti, diye tekrarladı. "Her şey bitti artık." Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu. Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım beni ayıltmaya çalışarak:

- Geçti artık geçti, diye bağırıp duruyordu.

"Geçti bak, hiçbir şeyin kalmadı." Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak hâlinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu. Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toparlamaya çalışırken

- Yârabbi, sana zerrelerim adedince şükürler olsun, diyordum. iyi bir kul olmak için ya bir fırsat daha vermeseydin? [5]

Evet, bu bir hikaye, bir rüya...
 
Recep ŞAHAN
kurugeris@hotmail.com

NAMAZ KILMAYAN KAFİR OLMAZ AMA...
19/10/2015


Ülkemizde, kendisini Müslüman olarak tanımlayanlar arasında yapılan bir istatistiki araştırmaya göre 5 vakit namazı kılanların oranı kaç biliyor musunuz? Yaklaşık %30. Bunu tersten okuyacak olursak %98’i Müslüman olan ülkemizde Müslümanların %70’i 5 vakit namaz kılmıyor. Bu İslam adına kara bir tablo değil midir sizce de!

Bu tabloyu gördükten sonra bu saatten sonra dinin ameli boyutu adına yapılacak en hayırlı çalışma şüphesiz BEŞ VAKİT NAMAZ konusunda olacaktır. Öncelikle kendisini Müslüman olarak tanımlayan insanların namaz hususundaki bu gevşekliğinin sebepleri ortaya konulmalıdır. Biz burada bir miktar bahsedelim.

Namaz, İslamın üzerine bina edildiği 5 temel sütunun en önemlisidir.Efendimiz(sav) “İslam beş şey üzere bina edilmiştir..” dedikten sonra Kelime-i şahadetten sonra namazı zikretmiştir.Kelime-i şahadet anahtarıyla İslam dairesine giren kişinin ilk yapacağı işi NAMAZ kılmaktır. Zira Kur’an –ı Kerim de buna işaret eder. İmandan sonra dinin pratiği olan namaz emredilir. Mesela bir ayette şöyle denilir.”O takva sahipleri ki gabya iman ederler ve namazı dosdoğru kılarlar…”(Bakara2/3)

Dinin temeli İMAN, bu temelin üzerine inşa edilecek İslam binasının ana kolonu/direği de NAMAZDIR. İslam binasının sağlam ayakta durabilmesi için NAMAZ kolonu sağlam olmak durumundadır.Namazsız kamil manada mümin olunmaz. Büyüklerden birine sorulmuş namaz kılmayan kafir olur mu diye. Cevap kısa ve ders verir niteliktedir: Namaz kılmayan kafir olmaz ama kafirler de namaz kılmaz.

Namazda gevşekliğin sebeplerinden birisi de topluma sirayet eden İBADETLERİ ÖTELEME HASTALIĞIDIR. “Neden namaz kılmıyorsun?” sorumuza şöyle cevaplar veriliyor. Daha yaşım genç,askerlikten sonra namaza başlayacağım,evlenince başlayacağım,emekli olunca bir tevbe edip başlayacağım…Bu cevapları verenlerin unuttukları husus Azrail’in ölümü ötelemeyecek olmasıdır.Azrail(as)’in ne zaman geleceğini bilmediğimize göre nedir bu rahatlık anlayamıyorum!?

Diğer bir husus KALBİM TEMİZ hastalığı..Bazen de şöyle deniliyor.Bakma namaz kılmadığıma benim kalbim temiz..Kalbin temizliği deterjanla mı oluyor acaba? Halbuki günahlar kalbi paslandırır değil mi.Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle denilir.Kul günah işleyince kalbinde siyah bir nokta belirir.Eğer tevbe ederse silinir.Etmez de günaha devam ederse bu siyah noktalar çoğalır ve kalp katran kesilir..

Buna göre bir vakit namaz kılmayan kişi günah işlemiş olduğundan kalbinde bir nokta belirmez mi? Günde 5 defa kılmayınca 5 siyah nokta eder. Haftada 5x7= 35, ayda 4x35=140 siyah nokta. Gerisini siz hesap edin. Ömür boyu namaz kılmayanı varın siz düşünün. Bu sadece namaz kaleminde hesap edilince böyle. Diğer ibadetleri siz hesap edin.

Hem Hz.Peygamber’in kalbi çok pis miydi de ayakları şişinceye kadar namaz kılıyordu. O, namaza o kadar vurgu yapmıştır ki “gözümün nuru”, “müminin miracı” olarak nitelediği namaz O’nun vefat etmeden önce konuştuğu son cümlelerden olmuş ve “namazı zayi etmeyin” diyerek darı-ı bekaya göçmüştür.
 
EZAN

Müslümanlara, günde beş kez, belli bir yerde namaz kılmaları ve namaz için toplanma vaktinin geldiğini ilân etmek, namaz için yapılan çağrı. Arapça bir kelime olan ezan; bildirmek, ilân etmek demektir.

Yüksek bir yere çıkıp gür sesiyle tüm insanlara yeryüzünde tek egemen gücün Allah, tek önderin Hz. Muhammed olduğunu Allah adına korkusuzca haykıran; Allah'ı ilâh ve rabb; Hz. Muhammed'i de kendilerine önder kabul eden müslümanlara da inandıkları Allah'ın önünde topluca ibâdet etsinler, bir ve beraber olduklarını, yeryüzündeki zulmün yerine Allah'ın adaletini yerleştirmek için her an hazır olduklarını düşmanlarına gösterip onlara korku, müslümanlara güven versinler diye camiye çağıran kişiye de müezzin denir.

Ezan, bir yerin müslümanların mı yoksa zorbaların mı kontrolünde olduğunu belirten bir işaret, bir semboldür. Korkusuzca ve doğru bir şekilde okunan ezan o yerin İslâm beldesi olduğunu gösterir. İslâm fıkhında, bir yörenin Daru'l-harp* veya Daru'l İslâm * olduğu tespitinde orada ezanın okunup okunmadığı dikkate alınan ölçülerden biridir.

Müslümanlara namaz Mekke döneminin dokuzuncu yılında farz kılındığı halde onlar namazlarını ezan okumadan kılıyorlardı. Çünkü Mekke'de zayıftılar; orada güçlü olan, toplumda hatta Allah'ın evi Kâbe'de egemen olan müşrik düzendi. Bu yüzden müslümanlar kendi yönetimlerinde olmayan ve güçsüz oldukları bir yerde açıkça ezan okumakla yükümlü tutulmamışlardı.

Medine'ye hicretin birinci yılında birbirlerini "es-salâh es-salâh (namaza namaza)" veya "es-salâtü câmlatün (namaz toplayıcıdır, namaz için toplanın)" şeklinde namaza davet ederlerdi. Ancak bu şekildeki bir çağrı yeterli olmuyor, uzakta oturanlar bu sesi duymadıkları için namaza yetişemiyorlar ve bu yüzden de İslâm cemâatinin biraraya gelmesinde zorluklar oluyordu. Peygamber efendimiz (s.a.s.) sahâbelerini toplayarak namaza çağırmak için nasıl bir yöntem kullanmak gerektiğini kendileriyle istişâre etti. Sahâbîler birçok teklif getirdiler:

- Çan çalalım ya Resulullah.

- O hıristiyanların adetidir, olmaz.

- Boru çalalım.

- O yahudilerin adetidir, olmaz.

- O zaman ateş yakalım ya Resulullah.

- O da mecusilerin adetidir, bu da olmaz.

Bayrak dikme teklifi de uygun görülmeyince müslümanlar ortak bir karara varamadı ve toplantı sona erdi. Abdullah b. Zeyd de diğer sahâbiler gibi üzüntüyle evine döndü ve yattı. Abdullâh şöyle anlatır:

"Ben de üzüntülü olarak yatmıştım. Uyku ile uyanıklık arasında iken üzerinde yeşil elbisesi olan biri yanıma geldi, bir duvârın üzerinde durdu. Elinde bir çan vardı. Aramızda şu konuşma geçti:

- Onu bana satar mısın?

- Onu ne yapacaksın?

- Namaz için çalarız.

- Ben sana bu konuyla ilgili daha hayırlı bir şey versem olmaz mı?

- Olur, dedim. Hemen kıbleye karşı durdu ve okumaya başladı:

"Allahu Ekber, Allahu Ekber

Allahu Ekber, Allahu Ekber

Eşhedü en Lailahe illallah,

Eşhedü en Lailahe illallah

Eşhedü enne Muhammeden

Resûlullah Eşhedü enne Muhammeden

Rasûlullah Hayyaala's-salâh, Hayyaala's-salâh Hayyaala'l-felâh, Hayyaala'l-felâh Allahu Ekber, Allahu Ekber

La ilahe illallah "

Sabahleyin Abdullah b. Zeyd gece gördüğü rüyayı Resulullah'a anlattı. Aynı gece onunla birlikte birçok sahâbe de benzer rüyalâr gördüklerini anlattılar. Öğretilen ezanda değişiklik yoktu. Hz. Ömer de aynı rüyayı görenler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s.) her birini dinledikten sonra Zeyd'e dönerek, "Gördüğünü Bilâl'e anlat (öğret) ezanı Bilâl okusun; onun sesi seninkinden gürdür" buyurdu. Namaz vakti gelince Bilal Medine'nin en yüksek yerine çıkarak gür sesiyle İslâm'ın ilk ezanını okudu.

Namaz vakitlerini bildirmek için okunan ezanın ne şekilde olduğu Kur'an-ı Kerîm'de bildirilmemiş, ancak Hz. Peygamber (s.a.s.)'e vahiyle bildirilmiş ve onun kelimeleri bizzat Cebrail (a.s.) tarafından öğretilmiştir. Şu âyet-i kerimeler ezanın Allah'tan geldiğini gösterir:

"Siz namaza çağırdığınız zaman onlar o çağrıyı eğlence ve alay konusu yapıyorlardı" (el-Mâide, 5/58).

"Ey müminler, cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman hemen Allah'ın zikrine koşun " (el-Cum'â, 62/9). Bu ayet-i kerimelerde geçen "çağrıldığınız zaman" ifadesindeki "nidâ" kelimesi ezanı kasdetmektedir.

Okunan ezanın Allah'ın istediği gerçek ezan olabilmesi isin dikkat edilmesi gereken hususlar vardır:

1) Ezan mutlaka Arapça okunmalıdır. Allah'ın gönderdiği Cebrail (a.s.)'ın öğrettiği kelimelerin dışına Sıkılamaz. Örneğin "Allahu Ekber" cümlesini aynı anlama geliyor diyerek "Tanrı uludur" şeklinde Türkçeleştirerek ezan okunamaz. Hangi ırk ve dilden olursa olsun ortak ibâdet dilleri sayesin de kardeşçe kucaklaşan müslümanların birliğini yok etmek isteyen İslâm düşmanları "kendi dilinle ibâdet etmek daha iyidir" diyerek ezanı Arapça'nın dışında bir dille okutmak isterler. Ama Allah, müslümanları tek vücud gibi görmek istemektedir. Ortak ibâdet diliyle Tevhîd sağlanmaktadır.

2) Ezân; müslümanların sevip saydığı. güvenilir, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış, kısaca gerçek anlamda bir "müslüman" tarafından okunmalıdır. Allah adına insanları Allah'ın mescidine çağıran kişinin dâvetine cevap verecek olanlar güvendikleri bir müslümanın sesini duyduklarında daha bir şevkle toplanırlar. Allah'ın sevmediği bir günahkâr Allah adına insanları Allah'a çağırmaya yetkili olamaz. Yine bu kişi güvenilirliği yanında, o topluluğun içinde önder olabilecek, sözünün dinlendiği biri olmalıdır. Ancak bu, bu şartlan taşımayanların ezan okuyamayacağı anlamına gelmez. Mümeyyiz olmayan bir çocuğun okuduğu ezan geçerlidir.

3) Ezan okuyan kişinin güzel ve gür sesli olması ve ezanın yüksek bir yerde okunması gerekir. "Yüksek bir yer'in anlamı günümüzde teknolojinin getirdiği ses yükseltici aletlerle değişime uğradı. Ezan daha iyi duyulsun diye gerekli görülen "yüksek yer" müslümanlar arasında o derece önem kazanmış ki İslâm şehirlerinde minarelerden daha yüksek yapılan görmek mümkün değildir.

Ancak günümüzde amphlikatör gibi ses yükseltici aletler kullanarak yüksek yere çıkılmadan ezan okunabilir mi, bu aletler kullanılabilir mi? sorusu müslümanların bir kesimini meşgul etmektedir. İnsan sesi iptal ettiği gerekçesiyle bu aletlerden ezan okumanın helâl olmadığını savunan insanlar varlığını korumaktadır. İslâm'ın geldiği ve mezhep imamlarının yasadığı dönemlerde böyle bir sorun olmadığı için bu konuyla ilgili bir ictihad yoktur. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Vedâ Haccı'nda verdiği hutbe bu konuya en güzel örnek teşkil etmektedir. Vedâ Hutbesi'nde yüzyirmibin kişiye hitap eden Hz. Peygamber belli mesafelere gür sesli görevliler yerleştirerek kendi söylediklerini aynen tekrarlamalarını istemiş ve böylelikle kendi sesinin ulâşmadığı insanlara görevlilerin sesiyle ulaşmıştır. Hz. Peygamber'in bu uygulamasından yola çıkarak Edille-i Şer'iyyenin Kıyas yolunu kullanarak hoparlörün meşrû olduğu gibi sesi uzaklara taşıdığı için son derece faydalı olduğu gayet açık bir husustur. Allah'ın kendilerine öğrettiği ilimden yararlanan müslümanlar hoparlörden yararlanabileceği gibi isteyen de yüksek yere çıkmaya devam edebilir.

4) Farz namazlardan önce okunan ikamet hızlı okunduğu halde ezan ağır ağır okunur.

5) Ezan okurken kelimeleri yanlış okumak ve aşırı şekilde teğanni yapmak câiz değildir.

6) Ezan okurken müezzinin konuşması, hattâ kendisine verilen selâm'ı dahi alması caiz değildir.

Ezan okuyanın dikkat edeceği hususların yanında dinleyenin de uyması gereken hususlar vardır:

I) Ezan okunurken konuşulmaz. Hattâ Kur'ân-ı Kerîm okuyan bir kişi ezan başladığında okumayı bırakıp ezanı dinler.

2) Ezan'ı dinleyen müslüman, müezzinin okuduğu ezanı tekrar eder ve böylece o da ezan okunmuş olur. "Hayya ala'ssalâh" ve "Hayya alalfelâh" cümlelerinde "lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet kaynağı yoktur)" der. Sabah ezan'ında müezzinin "essalâtü hayrün mine'n-nevm" cümlesine "sadakte ve berirte (doğru söylüyorsun)" diye karşılık vermesi sünnettir.

3) Ezanı işiten kişi cünüp de olsa yukarıdaki yükümlülükleri yerine getirir. Ancak hayızlı ve nifaslı olan kadınlar bunun dışındadır.

4) Ezanın bitiminde dinleyen kişi ezan duasını okur.

"Allahumma Rabbe hezihi'd-da' vati't-tamme ve's-salati'l-kâime âti seyyidina Muhammeden el-vesilete ve'l-fazilete ve'd-dereceti'r-rafiati'l âliye ve'b-ashû makamen mahmuden ellezi vaadtehu inneke la tuhlifu'lmi'ad. "

"Ey bu üstün çağrının ve hazır namazın Rabbi olan Allahım! Muhammed 'e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et. Onu kendisine vadetmiş olduğun övülmüş makama eriştir. Zira sen vaadinden dönmezsin "

Bunların dışında ezan hakkında şu hususları belirtelim:

Cuma namazında bir dış bir de iç ezan okunur diğer namazlarda her vakit için bir defa ezan okunur.

Ezan ile kametin arasını biraz uzatmak gerekir ki namaza geç kalanlar cemâate yetişebilsin.

Caminin dışında bir yerde de ezan okunabilir, ikamet getirilerek cemâatle namaz kılınabilir.

Kaza namazları için de ezan okunabilir, ikamet getirilebilir. Bayram, Vitir, teravih ve cenaze namazları için ezan okunmaz.

Ezan Vacib derecesinde sünneti müekkeddir.

Fedakâr KIZMAZ
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…