dini paylaşım alanı

Rabbim kabul eder inşallah demek istediğim bu güne özel bi dua yada zikir varmı?
 
Rabbim kabul eder inşallah demek istediğim bu güne özel bi dua yada zikir varmı?
valla ben dünden beri araştırıyorum ama bulamadım sadece mübarek gün ve gecelerde yapılması gereken '' hatmi enbiya '' diye bi uzun dualar var onu buldum onu yapacağım istersen paylaşabilirim teşbih namazı kılabilirim bide 16641 ya latif çekmeye niyetlenmiştim daha önce belki onu tamamlarım
 
Paylaşabilir sen sevinirim canım
 
Paylaşabilir sen sevinirim canım

HATMİ ENBİYA NASIL YAPILIR?

Mevlid Kandili için islam alimleri Hatm-i Enbiya yapılmasını öneriyorlar. Peki Hatm-i Enbiya nasıl yapılıyor?

Hatm-i Enbiyâ yapmak için, önce 1 Fâtiha-i şerîfe, 3 İhlâs-ı şerîf okunur.
Sonra: "Eûzu billâhis-semî'ıl-alîmi mineş-şeytânir-racîm. Rabbi eûzu bike min hemezâtiş-şeyâtıyn. Ve eûzu bike rabbi en yahdurûn"


Şu âyet-i celîle okunur ve buna göre hareket edilir:
-"Bismillâhir-rahmânir-rahîm. Yâ eyyühellezîne âmenusbirû ve sâbirû ve râbitû vettekullâhe lealleküm tüflihûn. Sadekallâhül-azıym"


Bundan sonra şu sıraya göre hatme devam edilir:

Bismillâhir-rahmânir-rahîm. İnnallâhe ve melâiketehû yüsallûne alen-nebiy. Yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ. Sadekallâhül-azıym"

100 defa: Salevât-ı şerîfe,


500 defa:"Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in lem tağfir lena ve terhamnâ lenekûnenne minel-hasirîn"

100 defa: Salevât-ı şerîfe,

100 defa: Salevât-ı şerîfe,

500 defa:"Rabbi ennî messeniyed-durru ve ente erhamür-râhimîn"

100 defa: Salevât-ı şerîfe,

100 defa: Salevât-ı şerîfe,

500 defa:"Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn"

100 defa: Salevât-ı şerîfe,

100 defa: Salevât-ı şerîfe,

500 defa "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym"

100 defa: Salevât-ı şerîfe, okunur. Sonra duâ yapılır.

Görüldüğü gibi, Hatm-i Enbiyâ'da 500'er defa olmak üzere 4 duâ okunmaktadır. Bu duâların birincisi Hz. Âdem (a.s.)'in, ikincisi Hz. Eyyüb (a.s.)'ün, üçüncüsü Hz. Yunus (a.s.)'un, dördüncüsü ise bizim peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v.)'nın duâsıdır.

Bu tertibi bitirince Cenab-ı Hakk’a duâ ve niyazda bulunulur.
 
Bir Müslümanda Olmaması Gereken 10 Huy
{total}<\/strong>shares<\/small>"}" style="box-sizing: border-box; -webkit-tap-highlight-color: transparent; -webkit-font-smoothing: subpixel-antialiased; text-align: center; display: inline-block; margin-right: 15px;">5.1kSHARES

Share on TwitterShare on Facebook
ARALIK 11, 20145 LİKES 6,315
1. Riyakârlık/İkiyüzlülük

Efendimiz (s.a.v.) tarafından bir hadis-i şerifte (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 428) küçük şirk olarak nitelenen riya aşağıdaki ayette gösteriş olarak Rabbimizce vurgulanmaktadır.
“Vay haline şöyle namaz kılanların: Ki onlar namazlarından gafildirler (Kıldıkları namazın değerini bilmez, namaza gereken ihtimamı göstermezler). Namazlarını gösteriş için kılarlar, zekât ve diğer yardımlarını esirger, vermezler.”(Maun 4-7)



2. Kibir


Kendini olduğundan üstün görme, büyüklük taslamak olarak ta tanımlanabilecek olan kibir müslümanda kesinlikle olmaması gereken bir huydur.
“…Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.”(Nisa,36)

Bir hadis-i şerifte de kibir şöyle yerilir. “Kibir, hakkı inkar ve insanları tahkir etmektir.”(Müslim, Îmân, 147)



3. Yalancılık


Doğruluk abidesi bir Rasul’un ümmeti olan bizlerde asla ve asla bulunmaması gereken bir huy olan yalancılık Efendimiz (s.a.v.) tarafından da aşağıdaki hadis-i şerifte ciddi bir şekilde vurgulanmaktadır.

Abdullah İbni Mes’ûd radıyallâhu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya (fucûr) sürükler. Fucûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105)



4. Adaletsizlik


Düşmanına bile adaletsiz bir şekilde davranılmamasının öğütlendiği bir kitabımız vardır,hamdolsun.Bu sebeple adalet konusunda çok dikkatli olmamız gerekmektedir.
“Ey müminler, her davranışınızda Allah’ı sıkı sıkıya gözeten ve adalete bağlı şahitlik eden kimseler olunuz. Sakın herhangi bir gruba karşı duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin. Adil olunuz, takvaya en yakın tutum budur. Allah’tan korkunuz. Hiç kuşkusuz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide, 8)



5. Güvenilmezlik


Nübüvvetten önce de el-Emin olan Efendimiz (s.a.v.) aşağıdaki hadis-i şerifinde güvenilir olmamız hususunda bizlere ciddi bir uyarıda bulunmaktadır.
“Bir müslümana ihanet eden, zarar veren yahut hile yapan kişi, bizden değildir.” (Müslim, 1.K. İman, Bab: 43, H. No: 101-102)

6. Ceberrutluk


Acımasızlık, zorbalık olarak ta anlayabileceğimiz ceberrutluk bir müslümanda olmaması gereken önemli huylardan bir tanesidir.Bir Kur’an ayetinde ceberrutluk gösteren insanların sonu açık bir şekilde Rabbimiz’ce belirtilmektedir.
“Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere zorbalık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.” (Şûrâ,42)

7. Merhametsizlik


Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak merhametsizlik kitabımızda olmaması gereken bir huydur.
“Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz.” (Buhâri, Tevhid 2, Edeb 27; Müslim, Fedail 66, Tirmizi, Birr 16)



8. Öfkelilik


Öfke kontrolünün çok önemli olduğu dinimizde aşağıdaki ayette öfke kontrolü yapanın Allah katında iyilik olarak görüldüğü ve öfke kontrolü yapanların Allah tarafından sevileceği müjdelenmektedir.
“O (Allah’tan hakkıyla korka)nlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever.” (Al-i İmran,134)



9. Sabırsızlık


Dünya imtihanımızın en önemli merhalesi olan sabır konusunda Yüce Kitab’ımızda birçok ayet bulunmaktadır. Başımıza bir çok dert açan sabırsızlık illetinden aşağıdaki ayetin ışığında kurtulalım inşaAllah…
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.”(Bakara,153)



10. Cimrilik


Müslümanla bir arada bulunmaması gereken huylardan olan cimrilik aşağıdaki ayette çok dehşetli bir şekilde yerilmektedir.Emanet olan mal,mülk karşısında en fazla takınılan huy olan cimrilik bizim dünyada da ahirette de sıkıntı çekmemize yol açan bir huy bir afettir.
“Allah’ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Al-i,İmran 180)





Paylaşmak Sünnettir:
 
Güvenilmez dişi ankebut
Ankebut suresi 41. Ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Allah’tan başka dostlar edinenlerin misali, kendisine ev edinen dişi örümceğin misaline benzer. Gerçek şu ki, evlerin en çürüğü örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!”

Bu ayet-i kerimede iki önemli nokta vardır. Birinci nokta şudur: Ayette geçen “ankebut” kelimesi ile dişi örümcek kastedilmektedir. Ayetteki “edindi” manasına gelen اِتَّخَذَتْ fiilin dişi sigasıdır. Bu fiilin erkek sigası اِتَّخَذَ dir. Allah-u Teâlâ dişi sigasını kullanarak örümceğin evini dişi örümceğin yaptığını bildirmiştir. İşte Kur’an’daki dişilik ile ilgili bu belirti bir mucizeyi daha ortaya koymaktadır.

Şöyle ki: Hayvanlar üzerine yapılan araştırmalarda örümcekler ile ilgili çok ilginç bilimsel sonuçlara ulaşılmıştır. Bunlardan biri de örümceğin evini erkek örümceğin değil, dişi örümceğin yapmasıdır. Bilimin ulaştığı bu netice, Kur’an’ın verdiği haber ile tam bir uyum içindedir. Kur’an, örümceğin evini dişi örümceğin yaptığını bildirir. Bilim de bunu tasdik eder ve doğruluğunu kabul eder.

Ayet-i kerimedeki ikinci önemli nokta şudur: Örümceklerle ilgili araştırmalar sonucunda ulaşılan bir başka bilgi de şu şekildedir: Canlıların çok büyük bir bölümünde erkekler dişilere nazaran daha iri, daha kuvvetlidir. Örümcekler, dişilerin erkeklerden daha büyük olduğu azınlıktaki canlı türlerinden biridir. Canlı türleri genelde evlerini; sıcaktan, soğuktan, düşmanlardan ve her türlü zarardan korumak için inşa ederler. Oysa örümcek evini; yok etmek, zarar vermek, evine yanlışlıkla uğrayanları yemek için inşa eder. Bu yüzden evlerin en güvenilmezi, örümceğin evidir.

Dişi örümcek, erkek örümcek ile birleştikten sonra kendi erkeğini de yemektedir. Bu yüzden dişi örümceğin evi, bırakın başkalarını, kendi erkeği için bile güvenilmezdir. Eğer erkek örümcek, birleşmeden sonra kaçmayı başarabilen ender şanslı erkeklerden değilse, dişisinin evi kendi mezarı olacaktır. Demek Kur’an, örümceğin evinin çürüklüğü ile bu mecaz manayı kastetmektedir.

Demek Kur’an, hem örümceğin evini dişisinin yaptığını haber vermekle hem de evlerin en çürüğünün örümceğin evi olduğunu bildirmekle bir mucizeyi daha ortaya koymaktadır.

Kur’an, Uzay’ın genişlediğinden, Dünya atmosferinin korunmuş tavan kılındığına kadar; denizlerin altındaki dalgalardan, denizlerin birbirine karışmamasına kadar; yıldızların yörüngelerinden, örümceğin evini dişisinin yapması ve bu evin çürüklüğüne kadar pek çok konulardan bahseder.

Bu kadar farklı alanlarda bu kadar çok açıklamalar yapan Kur’an, hiçbir alanda hata yapmaz, tam tersine her alanda gözleri ve gönülleri körelmemişleri hayran bırakacak mucizeler sergiler.

Bundan 14 asır önce yaşamış, okuma-yazma bilmeyen bir insanın bütün bunları kendi başına bilmesi ve haber vermesi mümkün değildir.

O halde Kur’an, ancak ve ancak âlemi yaratan zatın kitabı olabilir. Zira âlem kitabında ne varsa, Kur’an ondan mucizevî bir şekilde bahsetmekte ve her bahsi de doğru çıkmaktadır.
 
Kainatta bir gezinti
Dünyamızın lambası olan güneş, Dünyamızdan 1.300.000. defa daha büyüktür.

Bizim galaksimiz olan Samanyolu galaksisinde ise, iki yüz milyar ile üç yüz milyar arasında yıldız vardır. Her biri güneş büyüklüğünde üç yüz milyar yıldızın kapladığı alanı hayal edebilir misiniz?

Acaba bu kadar yıldızı birbirine çarptırmadan gezdiren kim? Bilim adamları 800.000.000 galaksiyi keşfetmişlerdir. Kendi itiraflarıyla belki de kâinatın milyonda birini ancak keşfedebilmişler. Acaba, kâinatın büyüklüğü ne kadardır?

Güneşin merkez sıcaklığı 20.000.000 santigrat derecedir. (Suyun 100 derecede kaynadığı malûmdur) Eğer, güneşten toplu ucu kadar bir madde getirebilseydik, 160 Km. uzaktaki bir maddeyi yakabilirdi. Eğer bütün dünya odun veya kömür olsaydı, güneşin bir günlük ihtiyacını karşılayamazdı.

Acaba, güneş sobasını söndürmeden yakan merhamet sahibi kim?

Güneşin dünyaya olan uzaklığı 150.000.000 km.dir. Samanyolu galaksimizin çapı ise, 100.000 ışık yılıdır, (Işığın saniyedeki hızı 300.000 km.dir.) Eğer saniyede 10.000 km. hızla giden bir rokete binseydik, galaksimizin bir yanından, öbür yanına gitmek için 15.800.000.000 yıla ihtiyacımız olacaktı.

Bilim adamları 1.400 adet kuyruklu yıldızı tespit etmişlerdir. En kısasının kuyruk uzunluğu 300.000.000 km.dir.

Güneşimizin, dünyadan 1.300.000 defa daha büyük olduğunu öğrenmiştik. Şimdi dikkat edin, hayalin dahi tasavvur edemeyeceği bir yıldızdan bahis edeceğiz. Betaklus yıldızı; bu yıldız o kadar büyüktür ki çapı 250 adet güneş büyüklüğündedir. Hacimce, güneşten on binlerce daha büyüktür.

Büyüklükleri güneşin dörtte birinden, üç misline kadar olan yıldızlar ölünce nötron yıldızına dönerler. Eğer bir çay kaşığı kadar maddeyi o yıldızlardan koparabilseydik, ağırlığının bir milyar ton olduğunu görürdük. Bir milyar ton ağırlığı bir çay kaşığı maddede toplayan Allah ne de yücedir.

İ. Gazali, astronomi ilmini bilmeyen, Allah bilgisinde eksik kalır, demiştir. Bu söz son derece doğrudur. Zira Allah’ın celali, azameti, kudreti vb. sıfatları ancak sema sayfasında hakkıyla okunabilmektedir.

Sûbhansın, ey yıldızları tespih tanesi gibi çeviren Allah’ım.

Kuddûssün, ey yanmak maddesi biten güneşleri söndürmeyen Allah’ım.

Azimsin, ey bu geniş mekânların tek sahibi olan Allah’ım.

Senin azamet ve celâline karşı hayret secdesi ediyorum.
 
Namazın Kıymeti (4.söz)

Ey nefsim ve ey namazın kıymetinden gafil olan kişi! Namaz ne kadar kıymetli ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir zahmetle kazanılır; hem namaz kılmayan adam ne kadar divane ve zararlı olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde kat’i anlamak istersen, şu temsili hikâyeciğe bak, gör: Bir zaman büyük bir hâkim, iki hizmetkârını, her birisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıktaki has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: “Şu yirmi dört altını yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lazım bazı şeyleri satın alınız. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem tren, hem de uçak bulunur. Sermayeye göre binilir.”

İki hizmetkâr, bu dersi aldıktan sonra giderler. Onlardan birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde de, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermayesi birden bine çıkar.

Öteki hizmetkâr ise bedbaht ve serseri olduğundan, istasyona kadar, sermayesi olan yirmi dört altından yirmi üçünü sarf eder. Kumara mumara verip zayi eder. Geride bir tek altını kalır. Arkadaşı ona der:“Yahu, şu tek liranı bir bilete ver, ta bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerimdir; belki sana merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de uçağa bindirirler; bir günde ikamet yerimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan ve yalnız gitmeye mecbur olursun.” Acaba şu adam inat edip, o tek lirasını, bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, geçici bir lezzet için sefahete sarf etse; gayet akılsız, zararlı ve bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?

İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!

Temsildeki o hâkim, Rabbimiz ve yaratıcımız olan Allah-u Teâlâ’dır. O iki hizmetkâr yolcu ise: Biri, dindar kişidir ki, namazını şevkle kılar. Diğeri ise gafil ve namazsız insanlardır. O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat olan her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise cennettir. Bir günlük uzaklıktaki o istasyon ise kabirdir. O seyahat ise, kabre, haşre ve ebede gidecek beşer yolculuğudur. Kişiler ameline göre, takva kuvvetine göre, o uzun yolu farklı derecelerde giderler. Bir kısım takva ehli, şimşek gibi bin senelik yolu bir günde geçer. Bir kısmı da hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde giderler.

O bilet ise namazdır. Beş vakit namaz ve abdest için bir tek saat kâfi gelir.

Acaba yirmi üç saatini şu kısacık dünya hayatına sarf eden ve o uzun ebedi hayatına bir tek saatini sarf etmeyen kişi, ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder ve ne kadar akla ve hikmete zıt hareket eder, anlaşılmaz mı?

Hâlbuki namazda ruhun, kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Zira namazı sayesinde kişi, şu âlemlerin rabbi olan Allah’a dayanır ve O’na sığınır. Ruhu, aklı ve kalbi her korkudan ve sıkıntıdan kurtulur. Adeta namazı ona şöyle nasihat eder: Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara zillet gösterip minnet çekme. Onlara el ovuşturup boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında ve her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden ve korkulardan kurtuldun…

Hem namaz öyle bir definedir ki, namaz kılan kişinin diğer mübah işleri ve dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün ömür sermayesini ahirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette bakileştirir. Evet, namaz kılan kişi, elbisesini giyerken setr-i avrete niyet etse, elbisesini giymesi ona bir sevap olur. Yemek yerken veya uyurken, ibadet için bedeninin kuvvet bulmasına niyet etse; yemesi, içmesi ve uyuması bir nevi ibadet olur. Bunlar gibi, namazı sayesinde bütün işleri, güzel bir niyetle ibadet hükmüne geçer. Bu ne büyük bir definedir!
 
600 sayfalık bir kitabın kelime kelime, harf harf ezberlenmesi mümkün müdür?
Sizce 600 sayfalık bir kitabın kelime kelime, harf harf ezberlenmesi mümkün müdür?
Hem de bu kitap lisanını hiç bilmediğiniz bir dilde yazılmış olsa?


Hem de her sayfasında karışıklığa sebep olacak birbirine benzeyen çok cümle ve kelime bulunsa?

Herhalde böyle bir kitabı ezberlemek için dâhi olmak gerekirdi.

Acaba böyle bir kitabın küçücük çocuklar tarafından kolayca ezberlendiğini görseydiniz ne düşünürdünüz?

Herhalde derdiniz ki “Ya bu çocuklarda bir şey var, bu çocuklar dâhidir” Ya da “Bu kitap da bir tılsım var ki, sıradan bir kitap değildir.” Ve sonra görseniz ki, o çocuklar kendi lisanlarında yazılmış kısacık bir şiiri bile ezberleyemiyorlar. Acaba hiç şüpheniz kalır mıydı ki, bu kitap harikulade olmasın?

Yeryüzünde hiçbir kitap yoktur ki, milyonlarca kişi tarafından kelime, kelime ezberlenip, her vakit milyonlarca dilde okunur olsun. Kur’an müstesna!

Evet, 7-8 yaşlarındaki küçücük bir çocuk, kendi lisanında olan bir şiiri bile ezberleyemez iken; Arapça bilmemesine, manasını anlayamamasına, ayetlerin birbirine benzemesinden dolayı karıştırma ihtimali olmasına ve Arapça harflerin mahreçlerinin birbirine benzemesine rağmen 600 sayfalık Kur’an’ı kolayca ezberleyebiliyor. Hiçbir ayeti başkasıyla karıştırmıyor.

İşte Kur’an’ın bir çocuğun bile hafızasına girmesi ve ona ağır gelmemesi ve milyonlarca hafızalarda gezmesi ve her vakit milyonlarca dilde okunması ispat eder ki, Kur’an; Allah’ın kelamıdır ve onun sözüdür.
 
neyin var hayırdır neden iyi olmya çalıışıosun

ben de iyi değilim halsizim enerjisizim

kızıyorum kendime!!!
Neyim olduğunu anlatamam canım . içim sıkılıyor daralıyorum yanlış yapıyorum günaha giriyorum sonra kendimi kötü ediyorum . senin iyi olman gerekiyor canımcım
 
Neyim olduğunu anlatamam canım . içim sıkılıyor daralıyorum yanlış yapıyorum günaha giriyorum sonra kendimi kötü ediyorum . senin iyi olman gerekiyor canımcım


aynısını ben yaşıyorum

hata yapıorum

içim acıyor

hatayı yeniden yapıyorumü

bi türlü toparlanamadım ...

içim acıyor...
 
Denizlerin birbirine karışmaması
İki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.” (Rahman Suresi 19-20)

Evet, ayetin ifadesi akıllara durgunluk verecek bir tarzdadır. Zira ayet-i kerime, onca fırtına ve dev dalgalara rağmen denizlerin birbirine karışmadığından haber vermektedir. Halbuki bırakın dalgalı denizleri, bir çay bardağında bile iki farklı sıvıyı karıştırmadan bir arada tutmak imkânsızdır.

Fakat bilim, Kur’an’ın ayetlerini her zaman olduğu gibi yine tasdik etmekte ve onun Allah’ın kelamı olduğunu ispat etmektedir. Şöyle ki:

Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız deniz bilimci Kaptan Jacques Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır:

“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu’ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük. Hâlbuki Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendep Boğazı’nda da bulunmuştu. Daha sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”

Kaptan Cousteau’yu şaşırtan bu durum, denizlerin birleşmesine rağmen suların karışmaması, Kur’an’da on dört asır önceden şu ayet-i kerime ile beyan buyrulmuştur: “İki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.” (Rahman Suresi 19-20)

Yeryüzündeki bir başka su engeli türü de, tatlı su nehirlerinin denize döküldükleri haliç ve deltalarda görülür. Hem üst, hem dip akıntılarıyla birbirlerine karışması son derece mümkün olan nehirler, denizlere döküldükleri noktalardan asla tuzlu su ile karışmazlar. Eğer Allah bu iki su arasına karışmama kanunu koymasaydı, yeryüzündeki tatlı su nehirleri tuzlu deniz suyu ile karışır içlerindeki ve çevrelerindeki canlılarla birlikte yok olup giderdi.

Kur’an bu tatlı ve tuzlu suların karışmaması mucizesine bir başka ayetiyle de şöyle dikkat çekmektedir:

“İki denizi birbirine salıveren de O’dur. İşte şu susuzluğu gideren tatlı bir su, diğeri de tuzlu ve acı bir sudur. Aralarına ise, Allah, birbirlerinin sınırlarını aşmaktan alıkoyan bir engel koymuştur.” (Furkan:53)

Evet, hem denizlerin birbirine karışmaması hem de tatlı su nehirlerinin denizlere karışmaması Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu gösterdiği gibi, bu hadisenin 1400 sene önce Kur’an’da ifade edilmesi de Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispat etmektedir. Zira bu bilgiyi o asırda yaşayan bir insanın keşfine dayandırmak mümkün olmadığı gibi, o asırda yaşayan tüm insanların keşfine dayandırmak da mümkün değildir. On dört asır önce bir insanın tek başına, bilimin ancak bu asırda keşfedebildiği bu hakikati keşfetmesi ve bunu yazması imkansızdır.”

O halde Kur’an, asla bir insan sözü olamaz. O, yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah’ın ezeli kelamıdır.”
 
Kabirdeki ölü, boğulmak üzere olup imdat isteyen kişi gibidir.
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم مَا الْمَيِّتُ فِى الْقَبْرِ اِلاَّ كَالْغَرِيقِ الْمُتَغَوِّثِ يَنْتَظِرُ دَعْوَةً تَلْحَقُهُ مِنْ اَبٍ اَوْ اُمٍّ اَوْ اَخٍ اَوْ صَدِيقٍ ، فَاِذَا لَحِقَتْهُ كَانَتْ اَحَبَّ اِلَيْهِ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا ، وَ اِنَّ اللَّهَ لَيُدْخِلُ عَلَى اَهْلِ الْقُبُورِ مِنْ دُعَاءِ اَهْلِ اْلاَرْضِ اَمْثَالَ الْجِبَالِ ، وَ اِنَّ هَدِيَّةِ اْلاَحْيَاءِ اِلَى اْلاَمَوَاتِ اْلاِسْتِغْفِارُ لَهُمْ

Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) rivayet etmiştir. Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “Kabirdeki ölü, boğulmak üzere olup imdat isteyen kişi gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden veya dostundan kendisine ulaşacak bir duayı bekler. O dua kendisine ulaşınca, dünya ve içindekilerden kendisine daha sevgili olur. Allah-u Teâlâ, yer ehlinin duasından kabir ehline, dağlar gibi (rahmetler) indirir. Muhakkak ki dirilerin ölülere hediyesi, onlar için istiğfarda bulunmaktır.” (Beyhaki, Şuabu’l İmam No 7905)

Bu hadis-i şerif, kişinin kabirdeki hâlinden haber vermekte ve o günün sıkıntı ve umutlarından bahsetmektedir. Cenab-ı Hak rahmetinin hürmetine o günün sıkıntı ve hüzünlerinden bizleri emin eylesin. Âmin!

Hadis-i şerifimizi Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) rivayet etmiştir.

قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle dedi:

مَا الْمَيِّتُ فِى الْقَبْرِ اِلاَّ كَالْغَرِيقِ الْمُتَغَوِّثِ Kabirdeki ölü, boğulmak üzere olup imdat isteyen kişi gibidir… Evet, kabirdeki hâlimiz budur, boğulmak üzere olup imdat isteyen kişinin hâli gibi… O anı hayal edebiliyor musunuz? Daracık ve karanlık bir mekânda, bütün dünya nimetlerinden mahrum karanlık bir yerde, bütün dostlardan uzak, yalnız, kimsesiz ve tek başına… Ümitler tükenmiş, emeller bitmiş, hayaller kesilmiş bir hâlde… Kişi imdat ister, yardım bekler, bir kurtarıcı arar, bir yere sığınmak ister… O anı hayal edebiliyor musunuz? Acaba bu hâldeki bir insan ne bekler ve ne ile mutlu olur? Acaba kabrin o karanlık çukurunda yatan kişiyi ne mutlu eder?

يَنْتَظِرُ دَعْوَةً تَلْحَقُهُ Kendisine ulaşacak bir duayı bekler… Evet, onun beklediği bir duadır, ruhuna bağışlanmış bir Kur’an’dır, sevabı ona bağışlanmış bir sadakadır ve hakeza… Kabirde ve yerin bir metre altında bunlardan başka hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Eğer kabir ehline seslenseniz ve deseniz ki: “Elimde bir kese altın var, kim ister?”

Oradan bir ses duyamazsınız, bir istek ve bir talep göremezsiniz. Ancak şöyle deseniz: “Kimin ruhuna bir Fatiha okuyayım, kimin ruhuna bir dua göndereyim?” Hepsi ellerini uzatır ve “Bana, bana oku!” derler.

İşte kul, kabirde kendisine ulaşacak bir duayı bekler. Peki, kimden bekler?

مِنْ اَبٍ اَوْ اُمٍّ اَوْ اَخٍ اَوْ صَدِيقٍ Babasından, anasından, kardeşinden veya dostundan… Yani kendisini tanıyanlardan ve dostlarından bekler. Dünyada iken arkadaş olduğu insanlardan bekler. Bu babasıdır, anasıdır, kardeşidir, eşidir, evladıdır, arkadaşıdır ve hakeza…

Bu arada, anasını, babasını, akrabalarını ve dostlarını unutanların ve bir duayı onlara çok görenlerin kulakları çınlasın!

Peki, kendisine bir dua ulaşan kabir ehli ne yapar? Bu duaya ne kadar sevinir? İşte cevabı:

فَاِذَا لَحِقَتْهُ كَانَتْ اَحَبَّ اِلَيْهِ مِنَ الدُّنْيَا وَمَا فِيهَا O dua kendisine ulaşınca, dünya ve içindekilerden kendisine daha sevgili olur… Yani eğer ona dünyada iken, dünya ve içindekiler bitamamiha kendisine verilseydi, ne kadar sevinirdi! İşte, kabirde iken kendisine ulaşan bir duaya bundan daha çok sevinir.

Ne mutlu arkasından dua okunanlara! Ne mutlu öldükten sonra unutulmayanlara! Ne mutlu hayırlı evlatlar ve dostlar tarafından ismi anılanlara! Ne mutlu…

وَ اِنَّ اللَّهَ لَيُدْخِلُ عَلَى اَهْلِ الْقُبُورِ مِنْ دُعَاءِ اَهْلِ اْلاَرْضِ اَمْثَالَ الْجِبَالِAllah-u Teâlâ, yer ehlinin duasından kabir ehline, dağlar gibi (rahmetler) indirir... Evet, Allah-u Teâlâ, o duadan hâsıl olan nuru ve rahmeti, dağlar gibi, kabir ehline indirir. Edilen her dua, bağışlanan her Kur’an ve ölü için yapılan her iş, ölüye ulaşır ve sevabı o ölünün defterine yazılır.

وَ اِنَّ هَدِيَّةِ اْلاَحْيَاءِ اِلَى اْلاَمَوَاتِ اْلاِسْتِغْفِارُ لَهُمْMuhakkak ki dirilerin ölülere hediyesi, onlar için istiğfarda bulunmaktır… Demek, ölen sevdiklerimizin affı için Allah’a dua etmeli ve Allah’ın onları affetmesi için yalvarmalıyız. Bu, dirinin ölüye hediyesidir. Eğer ölülerimize kıymet veriyorsak ve dostluğun da hakikatine ulaşmışsak, onları hediyesiz bırakamayız.

Ne mutlu o ölülere ki, arkalarında hakiki dostlar bırakmışlar ve dostları onlara devamlı hediyeler gönderiyor! Ne mutlu, kabre girince unutulmayanlara…

Ehl-i kabrin dua beklemesi ve onlara yapılan duaların bereketinden istifade etmeleri hususunda birçok hadis-i şerif mevcuttur. Makam münasebetiyle bir kısmını burada nakletmeyi uygun buluyoruz:

Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir. Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ, salih bir kulunun cennette derecesini yükseltir. O: ‘Ya Rabbi! Bu bana nereden geldi?’ diye sorunca, Mevla Teâlâ: ‘Çocuğunun senin için istiğfar etmesi sebebiyle’ buyurur.” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned No 10615)

Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir. Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “Kim ebeveyninden birine bedel haccederse, bu hac ile onun borcunu ödemiş olur. Bu durum semadaki ruhuna müjdelenir. Kişi, anne ve babasına karşı isyankâr bile olsa (bu iyiliği sebebiyle) Allah’ın nezdinde iyi kullar meyanında yazılır.” (Taberâni Mu’cemu’l-Kebir (3, 282)

İbni Abbas (r.a)’dan rivayet edildiğine göre, bir adam şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Benim annem vefat etti ve vasiyette bulunmadı. Onun adına sadaka vermem, kendisine fayda verir mi?”

Peygamber Efendimiz: “Evet” dedi. (Buhari: (55) Kitabu’l-Vesayâ. Tirmizî: (5) Kitabu’z-Zekât)

Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir. Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “Kul vefat edince bütün amelleri kesilir; üç ameli müstesna: Sadaka-i cariye, kendisi ile faydalanılan bir ilim ve kendisine dua eden salih bir evlat.” (Müslim: Kitabu’l-Vesaya, Hadîs No:14)

Ebu Üseyd Malik (r.a.) anlatıyor: Bir adam: “Ey Allah’ın Resulü! Anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?” diye sordu. Resulullah (s.a.v.): “Evet vardır.” dedi ve açıkladı: “Onlara dua etmek, onlar için Allah’tan istiğfar talep etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek ve anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak.” (Ebu Dâvud, Edeb: 129, (5142); İbnu Mâce, Edeb: 2, (3664))

Ayrıca, dirilerin ölülere yaptığı dualardan sadece ölüler faydalanmamakta, bizzat dirinin kendisi de istifade etmektedir. Bu hakikate şu hadis-i şerif işaret etmektedir:

عَنْ عُباَدَةَ ابْنِ الصَّامِتِ ، قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم مَنِ اسْتَغْفَرَ لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ كُتِبَ لَهُ بِكُلِّ مُؤْمِنٍ وَ مُؤْمِنَةٍ حَسَنَةٌ

Ubade İbni’s Sâmit (r.a.) rivayet etmiştir. Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle dedi: “Her kim, mümin erkek ve kadınlar için mağfiret dilerse, her mümin ve mümineye karşı ona bir hasene (sevap) yazılır.” (Buhari, et- Tarihu’l Kebir No: 2564)

Gördüğünüz gibi, demek sadece duaya ve kendileri için af dilenmeye ölüler muhtaç değildir, bizler de muhtacız. Bu sebeple, ahiret yolculuğumuzda bir azık olması için duaya ve ölülerimiz için af dilemeye devam etmeliyiz.

Dilerseniz, gelin hadis dersimizi şu dua ile tamamlayalım: Ya Rabbi, ölülerimiz için yaptığımız duaları onlara ulaştır! Onları bizden hoşnut ve razı eyle! Arkamızdan, bizlere de dua edecek hayırlı bir nesil bırakmayı bizlere nasip eyle! Ölümümüz ile bizleri unutmayacak hakiki dostları, bu dünyada bizlere ihsan eyle! Âmin, Âmin, Âmin!
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…