dini paylaşım alanı

Elinizdeki Piyango Biletini Yırtıp Atmanız İçin 7 Sebep
{total}<\/strong>shares<\/small>"}" style="box-sizing: border-box; -webkit-tap-highlight-color: transparent; -webkit-font-smoothing: subpixel-antialiased; text-align: center; display: inline-block; margin-right: 15px;">624SHARES

Share on TwitterShare on Facebook
ARALIK 24, 20151 LİKE 369


Şans oyunu ve kumar gibi oyunları oynamamak için birincil ve tek sebep şüphesiz Rabbimizin bunları haram kılmasıdır. Ancak haram olmasının yanı sıra bu oyunların dünyevi açıdan da maddi ve manevi birçok zararı bulunmaktadır, işte onlardan birkaçı;

1- Piyangonun kendine çıkacağına inanmak ahmaklıktır.


Piyango çıkma olasılığı için bkz. suffagah.com/6-maddede-milli-piyangonun-cikma-olasiligi



2- Günlerce bana mı çıkacak diye hayal kurup, size çıkmadığını öğrenince kahrolacaksınız(!).


Bileti aldıktan yılbaşı gecesine kadar türlü türlü hayaller kurup sanki bilet size çıkmışçasına hayatınızda ne gibi değişiklik yapacağınızı düşüneceksiniz. Sonuçlar açıklandığında ise sinirlenip üzülecek belki de kazanan kişi için çirkin kelimeler sarf edeceksiniz. Halbuki alırken bu ihtimalin kazanmanızdan binlerce kat fazla olduğunu biliyordunuz.



3- Resmen birisi multimilyoner olsun diye para yardımı yapıyorsunuz.


Milyonlarca bilet, toplasanız 10 kişinin zengin olmasına sebep oluyor. Bu ne demek? Herkes elini taşın altına koyup(!) bir insanı zengin ediyor demek. Aklı başında bir insanın böyle yapması ne kadar abesle iştigaldir!



4- Piyango için boşa giden paranız ile onlarca ekmek alabilir / doğalgazı yükseltip biraz daha ısınabilirsiniz.




5- Çocuklarınızın rızkı olan parayı boş ve hiç uğruna harcıyorsunuz.


Piyango bileti alan insanlar genellikle gelir düzeyinin düşük olduğunu, zor geçindiğini iddia etmektedir. Peki, evladına bir kazak alabileceği bir parayı neden çöpe atmaktadır? Şu soğuk günlerde alacağı bir kazak hem evladını soğuktan koruyacak hem de onu mutlu edecektir.



6- Tüm gözlerin üzerinde olduğu belki de kazanamayanların kazanana beddua ettiği bir para size nasıl hayır getirebilir?


Milyonlarca insan piyangonun kendisine vuracağına inanarak bir bilet satın alıyor ve kendisinin olacakmış gibi heyecanla sonucu bekliyor. Kazananlar çığlık çığlığa sevinirken kaybedenlerden (bilet aldıysanız biri de siz) çoğu insan hem o paraya hem kazanana lanet okuyor, beddua ediyor, hayrını göremesin, ‘bana çıkmadı ona da yâr olmasın’ gibi sözler sarf ederek tüm negatif enerjisini, nazarını hem paranın hem kazananın üzerine yağdırıyor. Kazanan siz olsanız bunlardan etkilenmemek ne mümkün?



7- Piyango vuran birçok insanın kişilik olarak değiştiği ve aile bağlarının kopma derecesine geldiği çokça görülmüştür.


Öncesinde normal ya da düşük seviyeli bir hayat yaşayan bir insan için trilyonlarca para kişinin mal hırsını, bencilliğini artırmakta aile efradına dahi tavırlarını değiştirmektedir. Kaldı ki komşusu, akrabası olan yüzlerce insan o kişiden ‘kendilerini görmesini’ de bekleyecek; bu da kazananın hem çevresindekilere bakışını kötü anlamda değiştirecek, onlardan haz etmeyecek ve kazandığını paylaşmamak için kalplerini kıracak, akrabalarından da olacaktır.



En önemlisi; Allah ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem kat’i suretle şans oyunlarının haram olduğunu bildirmiştir. Piyango ve şans oyunlarının ahiretimize verdiği zarara ise bir sonraki yazımızda değineceğiz inşaAllah. Measselâme.

Paylaşmak Sünnettir:
 
Arının karnındaki bal ile , kuyruğundaki zehiri bir birine karıştırmayan Allah , seninde hakkını başkasıyla karıştırmaz....Sabret...
 
Vesvese nedir?
Vesvese: Şüphe, kuruntu, tereddüt ve aslı olmayan ihtimaller demektir.

Biraz daha bu tanımı açarsak, vesvesenin anlamı, insanın kalbine ona hissettirmeden peş peşe kötü düşünce sokmaktır. “Zelzele” kelimesinde bir tekrar olduğu gibi, “vesvese” kelimesinde de yapılan fiilin sürekliliği ve tekrarı söz konusudur. Çünkü insanı bir kere kışkırtmak yeterli olmaz. Ona bir günah işletebilmek için onu tekrar tekrar kışkırtmak gerekir. İşte bu çalışmaya vesvese, vesveseyi verene de vesvas denir.

Nas suresinde “min şerri-l vesvâsil hannâs” buyurularak vesvese veren hannâsın şerrinden Allah’a sığınmamız emredilmiştir. Vesvâsın vesvese veren olduğunu öğrendik, ayette geçen hannâs ise açığa çıktıktan sonra saklanan veya ileri çıkıp geri çekilendir. Bu işi çokça yapan hannâs ismini alır. O hâlde “vesvâsil hannâs” ikisi birlikte şu manaya gelir: Vesveseyi veren ve geri çekilen, tekrar tekrar vesvese vermeye çalışan; birincisinde başaramadığında vesvese vermek için ikinci, üçüncü, dördüncü defa ve daha fazla gelendir.

Yine “min şerri-l vesvâsil hannâs” ifadesinden vesvesenin şer ve kötü fiilin başlangıcı olduğu da anlaşılmaktadır. Eğer vesvesenin sebepleri ve kurtulma yolları bilinmezse insan üzerinde etkili olur ve kalbinde kötülüğe istek meydana getirir. Son adımda ise şer amel ortaya çıkar. Vesvese verenden Allah’a sığınmanın anlamı, Allah’ın henüz başlangıçta şerri yok etmesini dilemektir. Bu konuda Kur’an şöyle emreder:

“Eğer şeytanın seni kışkırttığını hissedersen Allah’a sığın.”

Evet, vesvese musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner.

Ona büyük nazarıyla baksan büyür, küçük görsen küçülür.

Korksan ağırlaşır, hasta eder. Korkmazsan hafif olur, gizli kalır.

Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider.

Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehalet onu davet eder, ilim onu yok eder.

Tanımazsan gelir, tanırsan gider.
 
Hakiki mümin kâinata meydan okuyabilir.
Bir otobüste yolculuk yaparken şoförün uyuduğunu fark etseniz, nasıl bir dehşete kapılırdınız bir düşünün. Birde otobüsün virajlı bir dağ yolunda olduğunu farz edin, herhalde dehşetiniz ikiye katlanırdı.


İşte kâfirin nazarında dünya böyle şoförsüz bir otobüstür. Top güllesinden yetmiş defa daha süratli olan yıldızlar feza denizinde sahipsiz geziyorlar. Bir tanesi yolunu şaşırsa, başka bir yıldıza çarpacak, bir kıyameti koparacak. Onun nazarında her şey başıboş, sahipsiz ve vazifesizdir. İşte inançsızlığın bir neticesi olan bu korkudan hâsıl olan manevi bir cehennem ateşi, kâfirin kalbini daima yakar.

Mümin ise, kâinatı Allah’a teslim eder. Her şeyi kendi Rabbinin bir memuru bilir. Her şeyin dizgini onun kudret elindedir. Hiçbir şey onun izni ve iradesi olmadan hareket edemez. Tabiri caiz ise, onun itikadınca şu kâinat otobüsünün gayet hakim ve kerim bir şoförü vardır. İşte bu halin bir neticesi olarak mümin, dünyada dahi cennet hayatı yaşar. Bedeni zindanda dahi olsa ruhu ve kalbi manevi bir cennettedir.

Bu hakikate şu misal dürbünüyle de bakabiliriz; Bizler, timsah, aslan, kaplan gibi yüzlerce vahşi hayvanın bulunduğu bir hayvanat bahçesinde gezerken asla korkmayız. Hatta korkmak bir kenara dursun, gayet neşeli ve hayretli bir gezinti yaparız. Hâlbuki içinde zincirlenmemiş bir köpek olan bahçede gezmeye kalksak korkudan bacaklarımız titrer.

Acaba, yüzlerce vahşi hayvandan korkmayan biz, bir köpekten niçin korkuyoruz?

Bu sorunun cevabı şudur: Biz biliyoruz ki, hayvanat bahçesindeki bütün hayvanların zincirleri, asla kopması mümkün olmayan demir çubuklara bağlanmış ve birçoğu da kafeslerde hapsedilmiş. Asla bize saldıramazlar. Bahçedeki köpeğe gelince onun dizgini serbest bırakılmış. Her vakit bize saldırabilir.

İşte, müminin dünyadaki hali birinci misale benzer. Zira onun nazarında her şeyin dizgini Allah’ın kudret elindedir. Onun izni ve müsaadesi olmadan hiçbir şey ona saldıramaz. Bütün dünya düşmanı olsa ona zarar veremez. Bu halin bir neticesi olarak hakiki mümin kâinata meydan okuyabilir.

Kâfir ise, misaldeki ikinci adama benzer. Allah’ı bilmediğinden her şeyi başıboş zanneder. Bütün Kâinatı, kendisine saldıracak bir düşman vaziyetinde görür. Daima titrer. Hem rezil, hem de zelil olur.
 
Gökyüzündeki Kırmızı Gül
Rahman suresi 37. Ayeti kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.

Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman.”(Rahman 37)

Bu ayet-i kerimeyi izaha geçmeden önce ayette geçen bazı kelimeleri tahlil edelim. Öncelikle ayetin başında إِذَا kelimesi vardır. Bu kelime gelecek zaman zarfı olup şart anlamı taşır. Ayrıca gizli bir fiil olan رَأَيْتَ ‘’ (ra eyte) sen gördün’’ fiilinin mefulü (nesnesi) olur. Yani anlam “sen göreceğin zaman” anlamındadır. İkinci olarak انْشَقَّتِ (inşekkat) kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime lügatte ‘’yarılmak’’ anlamında kullanılır. اَلدِّهَانُ (eddihan) ise Arapçamızda iki anlamda kullanılır. Birincisi kızgın yağ, ikincisi ise tabaklanıp boyanmış deri (sahtiyan) anlamında kullanılır.

Bu izahlardan sonra şimdi ayet-i kerimeyi yeniden tercüme edelim. Eğer gökyüzü yarılır ise sen gökyüzünü sahtiyan (tabaklanmış ve boyanmış deri) gibi veya kızgın yağa benzer bir gül olarak görürsün. Bu ayeti kerimeyi birçok müfessir kıyametin koptuğu andaki gökyüzünün durumu olarak tefsir etmişlerdir. Çünkü gökyüzünün yarılması onlara kıyameti hatırlatmıştır. Oysa biz şu anda gökyüzünün yarılmasını atmosferin delinerek uzaya gidilmesi olarak anlayabileceğimiz gibi, teleskoplarla da nazarımızın gökyüzünü yarıp öteleri izlemesi olarak ta anlayabiliriz. İşte bu cihette ayetin anlamı ‘’Eğer siz gökyüzünü delerek uzaya çıkmaya güç getirirseniz veya icad ettiğiniz aletlerle gökyüzünü yarıp ötesini izlemeye muvaffak olursanız gül renginde bir sahtiyan veya kızgın yağ göreceksiniz’’ demektir.

Peki “erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül” ne demektir. Dilerseniz bu konuda bilim adamlarının ve uzay araştırmacılarının görüşlerine yer verelim.

Nebula uzayda bulunan ve geniş alanlara yayılmış olan gazlar, toz, hidrojen, helyum ve diğer iyonize gazlardan oluşan bulutsu yapılara verilen isimdir. Bu gaz püskürmeleri oldukça büyük ve hızlıdır. Daha sonraları bu gazlar yakınlaşarak bir gaz bulutu oluştururlar. Bu gaz bulutunun sıcaklığı 15.000 °C den fazladır.

Gerçekten de günümüzde yapılan uzay araştırmaları sonucunda bilim adamları tıpkı ayette ifade edildiği gibi erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül renginde bir Nebula ile karşılaşmışlardır.

Evet bu Nebula tıpkı bir güle benzediğinden dolayı bilim adamları tarafından Gül şeklini andıran gaz bulutu manasında “Rosette Nebula” olarak isimlendirilmiştir. Rosette Nebula geniş bir toz ve gaz kütlesidir ve Dünya’dan yaklaşık olarak 5,200 ışık yılı uzaklıkta ve çapı yaklaşık 130 ışık yılıdır. Ve görünümü ise tıpkı Kur’an’da belirtildiği gibi erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı bir gül şeklindedir.

Günümüzdeki teknolojik gözlem araçları ile ancak ortaya çıkarılabilen bu gerçeğin bilim ve tekniğin olmadığı bir asırda, okuma yazma dahi bilmeyen bir insan tarafından haber verilmesi sizce ne manaya gelmektedir. Evet madem o asırda yaşamış okuma yazma bilmeyen bir insanın böyle bir haber vermesi mümkün değildir. O halde Kur’an Allah’ın ezeli kelamı ve bu haberi bizlere getiren zat da (a.s.m) onun elçisidir. İnandık ve itaat ettik.
 
Kapıyı Çalan Yıldız
İnsan kulağı alemdeki tüm sesleri duyamamaktadır. 250 Hz ve 3000 Hz arasındaki konuşma frekansı bölgesini duyar. Bunun altındaki infrasound denilen alçak frekanstaki sesleri ve üzerindeki Ultrasonic denilen çok yüksek frekanstaki sesleri duyamaz. Bunlar ancak bu yüksek frekansları algılayan cihazlar ile kaydedilebilir.

Asrımızda bilim ve tekniğin gelişmesi ile alemde çok yüksek frekansta ses çıkaran, atmosferden tutun güneş sistemindeki bir çok gezegenin çıkardığı ultrasonik sesler kayıt altına alınmıştır. Bunların içlerinde en ilginç olanı Bilim adamlarının Pulsar diye isimlendirdikleri, ismi Kur’an da Tarık yıldızı olarak geçen ve kendisine yemin edilen bir yıldızdır. Evet ismi Tarık olan bu yıldız tıpkı kapıyı çalan bir kimsenin çıkardığı ses gibi ses çıkartmaktadır. İşin en ilginç yanı ise Arapçada Tarık kelimesinin kapıyı çalan manasında olmasıdır.

TÂRIK, aslında “tark” kökünden ism-i fâildir. Tark, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmaktır. Buna göre “târık”, esasen “tokmak vurur gibi şiddetle vuran ve kapıyı çalan” demektir.

Bundan 1400 yıl önce bilim ve tekniğin olmadığı bir zamanda kapıyı çalan manasında Tarık olarak bildirilen bu yıldızın bu zamanda keşfedilen sesinin tıpkı kapı çalması şeklinde olması ne ile izah edilebilir?

Eğer Kur’ana haşa beşer kelamı dersek o zaman Peygamber efendimiz (s.a.v.) in bundan 1400 sene önce bu ultrasonik sesleri, yüksek frekans algılayan cihazlar ile kaydedip sonra buna Tarık dediğini kabul etmek zorunda kalırız ki bu fikri kabul edebilecek yeryüzünde tek bir insan yoktur.
 
Kuşların pusulası mı var?
Göç mevsimi geldiğinde, kuşların başka memleketlere göçtüklerini görürüz.

Vızvız, bıldırcın, sığırcık gibi kuşlar 7.000 km.lik bir göç yapar.

Orta Avrupa leyleği ise 10.000 Km.lik bir göç yapar. Günde 150 Km. yol alır.

Göç şampiyonu ise Deniz kırlangıcı denilen bir kuştur ki 25.000 Km.lik bir seyahat yapar.

Bir mağaradan, bir yarasa alınmış, ışık geçirmez bir kafese konulmuş. 300 Km. uzaktan bırakılmış, yarasanın mağarasına döndüğü tespit edilmiş.

Bilim adamları, kuşların yönlerini dünyanın manyetik alanından veya yıldızlardan bulduklarını söylemişlerse de bir deneyle bu batıl fikirlerini kendileri çürütmüşler.

Şöyle ki; Hiç göçe çıkmamış bir leylek kafes içerisinde İtalya’ya götürülmüş. Göç mevsimi serbest bırakılmış. Görülmüş ki, bu leylek, en kısa yolu takip ederek 125 gün sonra neslinin göç ettiği memlekete varmıştır.

Şimdi, kuşları bir kenara bırakalım da kendimize bakalım; elimize bir adres verilse bile, çoğu zaman gideceğimiz yeri bulamayız, kayboluruz. Hatta bir hastaneye girsek, çıkış kapısını bulmakta zorlanırız. Bir de yollardaki işaret levhalarını kaldırsalar ve bizden İstanbul’dan, Kars’a gitmemizi isteseler, her halde ömrümüzün sonuna kadar oraya ulaşamazdık.

Acaba kuşlar bizden daha mı akıllı?

Yoksa onlara ilham eden birimi var?

Demek Allah’ı inkâr etmek kuştan daha ahmak olduğunu kabul etmek ile mümkündür.
 
DOĞDUĞUN GÜNE SELAM OLSUN ...

Meryem Suresi iki peygamberle ilgili dikkat çekici iki ayet sunar. Meryem suresinin 15. Ayetinde Hz. Yahya ile ilgili şöyle buyurur; "Ona selam olsun. Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün de ona selam olsun."
Yine aynı surenin 33. Ayetinde Hz. İsa'nın ağzından şöyle buyurur: "Ve selam olsun bana. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selam olsun."
Yüce Rabbimiz Hz. Yahya'ya selam ederken, Hz. İsa'nın kendi kendine selam getirdiğini de haber verir.
Bu ayetten peygamberlerin doğduğu ve vefat ettiği günler ile diriltilecekleri mahşer gününün özel olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Sıradan günler değildir peygamberlerin doğdukları günler.
Bu ayetler peygamberimizin mevlid kandiline açık bir işaret sayılabilir. Çünkü peygamberlerin doğum gününe ve selama dikkat; Onları doğru bir tarzda anmaya da cevaz verir. Mevlid Kandilindeki Salatu selam, Kuran-ı Kerim kıratı, müminlerin kandilleşmesi hepsi selam kelimesinin birer izahı anlamındadır. Bir peygamberle ilgili bir hüküm diğer peygamberlerle ilgili de geçerlidir.
Yine bu suredeki Hz. Yahya'ya (Hz. İsa'nın teyze oğlu) Yüce Allah'ın aracısız selam etmesi ile Hz. İsa'nın ise kendine selam etmesi dikkat çekicidir. Hz. İsa derece olarak daha yukarıda olmakla beraber Yüce Rabbin Hz. İsa'ya selamı Hz. İsa'ya bırakması ve ama Hz. Yahya'ya selamı kendi Yüce zatından yapması da mesaj vericidir. Önemsiz peygamber yoktur. Yüce Allah böylece Hz. Yahya'yı derece olarak da yüceltmiştir. Nurun ala nur.


Efendimiz'e (s.a.v.) yoğunlaşalım
Rebiul Evvel ayındayız. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) doğduğu ayda. Ve aynı zamanda Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vefat ettiği ayda
. Dünyanın çetin günlerinde, kaosların yaşandığı çetrefilli zamanlarda Efendimiz'e (s.a.v.) yoğunlaşmak zorundayız.
Doğudan batıya bütün vatan sathında ve özellikle de gençlere Hz. Muhammed (s.a.v.) ruhu aşılatmalıyız. Zira din düşmanlarının Hz. Resulullah'a (s.a.v.) saldırdığına şahit oluyoruz. Siyasi alanı daraltanlar, ırkçılığı ideoloji olarak sunanlar, Kuran-ı Kerim'i tahrif etmeye çabalayanlar, inkârcılığı yaygınlaştırıp ülkede inkârcı klikler oluşturmaya çabalayanların tümünün ortak hedefi Hz. Muhammed'dir (s.a.v.). O'nun aleyhinde bir taraftar kitlesi oluşturmaya çabalıyorlar.
Sebebi belli! Efendimiz (s.a.v.) örnektir. Toparlayandır. Kuran'a bağlayandır. Tüm hayatı modeldir. Liderdir. Zirvedir. Kurtarıcıdır. Yönlendiricidir. Dağılmayı toparlayandır. Beş vakit ezanda şanı yüceltendir. Onun için de bu milleti dinsizleştirmenin, bölmenin, bitirmenin birbirine düşman etmenin en önemli ve birinci hedefi Efendimiz'i (s.a.v.) unutturmaktır. Hz. Resulullah (s.a.v.); tesbihin imamesidir. İmame çıktı mı tespih dağılır.
O nedenledir ki Mevlid kandili gibi, Efendimiz'i (s.a.v.) hatırlatan her çaba imani bir gereksinimdir. Kandil kutlamaları sıradan bir kandil simidi geleneği değildir. Kandil düşmanları da bilerek veya bilmeden bu tezgâha hizmet etmekteler.

Hz. Peygamber (s.a.v.) anlatıyor: Yerini bulamayan sadaka
Çok eski zamanlarda zengin bir adam vardı. İyi kalpli, yardımsever bir insandı. Kimliğini gizleyerek ihtiyaç sahibi insanlara yardım etmekten büyük mutluluk duyuyordu. Bu adam, bazı akşamlar kalabalık bir caddeye çıkıyor, bir köşede dikiliyor ve önünden geçen ilk kişinin eline önceden hazırladığı bir miktar parayı tutuşturup hızla oradan uzaklaşıyordu.
Yine bir gece parasını alıp sokağa çıktı. Caddenin bir köşesinde beklemeye başladı. Derken çevredeki binaları seyrederek gelmekte olan bir adamı gördü. Bu bir hırsızdı, soymak için uygun bir ev arıyordu. Hırsız tam yanından geçerken adam elindeki parayı onun eline tutuşturup hızla oradan uzaklaştı.
Hırsız ne olduğunu anlayamamıştı. Elindeki para baktı, yüzü güldü.
"Allah Allah! Bu kadar cömert birini de ilk defa görüyorum. Hırsıza bile para veriyorlar" diye söylendi. Ardından yarınki nafakasını kazandığını düşünerek, o gece soyguna çıkmadı.
Adam ertesi sabah işyerine gitmek için evden çıktığında yolda bir grup insanın şaşkınlık içinde şöyle konuştuklarını duydu: "Duydun mu, bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş! Hayret doğrusu! Olacak iş değil!"
"Evet, hayret ki, hem ne hayret! Duyunca doğrusu ben de inanamadım. Hırsıza sadaka verildiği nerede görülmüş?"
"Herhalde bu şehirde oturmayan yabancı biri vermiştir."
Adam verdiği sadakanın yerini bulmadığını düşünerek çok üzüldü. Çünkü o da hırsıza sadaka verilemeyeceğini biliyordu. Sadakasını layık olmayan birine verdiği için çok pişman oldu.
"Demek ki, sadakamı farkında olmadan bir hırsıza vermişim. Bunu telafi etmek için bu gece yeniden sadaka vermeliyim" dedi.

Sadakası yine yerini bulmadı

Akşam olup karanlık bastırınca yine caddeye çıktı. Bir kenarda beklemeye başladı. Bir kadının ağır ağır yaklaşmakta olduğunu gördü. Bu bir hayat kadınıydı. Kadın tam yanından geçerken, adam elindeki parayı kadının avucuna tutuşturdu. Kadın:
"Ne yapıyorsunuz?!" demeye kalmadan adam hızla oradan uzaklaştı. Kadın eline tutuşturulanın para olduğunu görünce neşelendi. Hemen parayı saydı.
"Bedavadan para! Ne iyi insanlar varmış şu dünyada!" diyerek yoluna devam etti. O da yeterli hasılatı elde ettiğini düşünerek, o gece işe çıkmadı.
Adam ertesi sabah işyerine gitmek için evden çıktığında insanların şaşkınlık içinde yine şöyle konuştuklarını duydu:
"Duydun mu, bu gece de bir hayat kadınına sadaka verilmiş! Hayret doğrusu! Bu kadarı da fazla ama!"
"Evet! Duyunca inanamadım. Hayat kadınına sadaka verildiği nerede görülmüş?"
"Yahu ileri geri konuşmayın. Veren kişi belki iyi niyetli cahilin biridir. Eminim, bir hayat kadınına sadaka verildiğinden haberi bile yoktur."
"İyi de arkadaşım, onun kime verdiğini bilmemesi onu temize çıkarmaz ki! İnsan parasını, sadakasını kime vereceğini bilmeli değil mi? Sonra Allah, sen paranı kime verdin diye bunun hesabını ona sormaz mı?" İnsanlar böyle konuşuyordu.
Adam bu konuşmaları duyunca verdiği sadakanın yine yerini bulmadığını düşünerek çok üzüldü. Çünkü hayat kadınına sadaka verilmeyeceğini o da biliyordu. Sadakasına layık olmayan birine verdiği için yine çok pişman olmuştu.
"Bu gece bunları telafi etmek için tekrar sadaka vereceğim ve bu kez yanılmayacağım" dedi.
Adam akşamın olmasını bekledi. Gecenin karanlığı çökünce parasını alıp tekrar aynı caddeye çıktı. İnsanlar tarafından kolaylıkla tanınmayacağı karanlık bir yerde beklemeye başladı. Gayesi sadakayı uygun yere vermekti.
Çok geçmeden elinde çantasıyla bir adamın geldiğini gördü. Bu, zengin bir iş adamıydı. İşlerinin yoğunluğu sebebiyle geç saatlere kadar işyerinde kaldıktan sonra evine dönüyordu. Tam yanından geçerken, parayı adamın eline tutuşturuverdi.
Adam neye uğradığını anlayamadan, hızla oradan uzaklaştı.
Ertesi sabah işyerine gitmek için evden çıktığında insanların yine kendisini konuştuklarını duydu:
"Duydun mu, bu gece de bir zengine sadaka verilmiş! Zenginin çok ihtiyacı var ya! Yardım için vermişlerdir herhalde. Hayret edilecek şey! Ben şimdiye kadar böyle bir şey ne gördüm, ne de duydum."
"Yahu muhtaç, aç çık insanlar varken zengine sadaka verildiği nerede görülmüş?"
"Nerede olacak, burada tabii ki! Arkadaşlar, artık dünyanın sonu geldi herhalde! Baksanıza her şey tersine dönüyor. Zengin sadaka verecekken, zengine sadaka veriliyor. Allah biliyor ya, sadakayı da veren kıt kanaat geçinen fakirin biridir."
"Bana kalırsa, üç akşamdır yaşananlar, birbiriyle bağlantılı. Hırsıza, hayat kadınına ve zengine parayı veren aynı kişi olmalı. Baksanıza, parayı verdiği gibi süratle oradan uzaklaşıyormuş.
"Belki tanınmak istemiyordur. Bazı insanlar, yaptıkları iyiliklerin bilinmesini istemezler."
"Olabilir. Ancak sadakayı kasıtlı olarak onlara verdiği için tanınmak, halkın ağzına düşmek istemiyor da olabilir. Ama burası küçük bir şehir, hiçbir şey gizli kalmıyor."
Adam, üç akşamdır verdiği sadakalardan hiçbirinin yerini bulmadığını duyunca bu işe hayret etti. Oysa kaç defa bu şekilde sadaka vermiş; ama hiçbir keresinde böyle bir olayla karşılaşmamıştı. Sadakasını layık olmayan insanlara verdiği için çok üzüldü. Bütün gün bunu düşünüp durdu.
O gece bir rüya gördü. Rüyasında ona şöyle denildi:
"Verdiğin sadakalar yerini bulmadı diye üzülme. Sadakalarının hepsi kabul edildi. Sen gönlünden gelerek, Allah için vermeye devam et. Bu sadakalar, yerini öyle bulacak ki, hırsız, Allah'ın izniyle hırsızlık yapmayı bırakacaktır. Hayat kadını, yaptığı işin kötülüğünü anlayıp namusuyla yaşamaya başlayacaktır. Zengin adam da merhamete gelip fakir ve muhtaçlara mallarından harcamaya başlayacaktır."
 
Bir Ayet
Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah'ın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler. Enbiyâ, 21/32

Bir Hadis
“Allah’ım! Beni bağışla, bana hidayet nasip eyle, bana rızık ver, beni âfiyette daim eyle ve bana merhamet et.” (Müslim, "Zikir ve Dua", 35)
 




اَل ذ۪ي خَّلَّقَّ الْمَّوْتَ وَّالْحَّيٰوةَّ لِيَّبْلُوَّكُمْ اَي كُمْ اَحْسَنُ عَّمَّ ا لًۜ وَّهُوَّ الْعَّز۪يزُ الْغَّفُورُُۙ ق ال رَّسُو ا لَّلِّ صَل ي ا لَّلُّ عَّلَّيْهِ وَّسَل مَّ:


نِعْمَّتَّالنِ مَّغْبُونٌ فِيهِمَّال كَّثِيرٌ مِنَّ ال نَّالسِ ال صِ حَّةُ وَّالْفَّرَّاغ .


SAYILI NEFESLERİMİZİ TÜKETİRKEN…


Aziz Müminler!


Okuduğum âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah, hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, güçlüdür, bağışlayandır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.”2

Kardeşlerim!

Peygamberimiz (s.a.s), bir gün ashabıyla sohbet ederken yere dörtgen bir şekil çizdi. Sonra o şeklin ortasından dışarı uzanan bir çizgi ve o çizgiye bitişen başka çizgiler çizdi. Ardından, kendisini meraklı bakışlarla seyretmekte olan ashaba dönerek bunların ne anlama geldiğini şöyle açıkladı: “Bu dörtgenin ortasındaki çizgi insandır. Dörtgen de insanın ecelidir ve onu kuşatmıştır. Diğer çizgiler ise insanın arzu ve tutkularıdır. İnsan, bu arzu ve tutkuların peşinde koşup dururken, ecel ansızın onun önünü keser ve onu alıp götürür.”3

Kıymetli Kardeşlerim!

Allah Resulu (s.a.s), bize bahşedilen hayatı, hayata dair emellerimizi ve bu emelleri ansızın sonlandıran ecelimizi, böylesi veciz bir benzetmeyle anlatıyordu. Pek çoğumuzun bitmeyecek sandığı şu kısacık hayatın, aslında göz açıp kapayacak kadar bir zamanda yaşanıp tükeneceğine işaret ediyordu. Ecelin çevreleyip kuşattığı insanın, ebedi özgürlüğe ancak iman, salih amel; helal ve haramlara riayet etmekle ulaşabileceğini vurguluyordu.

Kardeşlerim!

Her bir anımız, her bir saniyemiz aslında en kıymetli sermayemizdir. Hayat, bu sermayenin ya kazanıma dönüştürülmesi ya da beyhude tüketilerek heba edilmesidir. Şüphesiz, iyi ve güzel işler yaparak sorumluluk bilinciyle geçirilen bir ömür, Allah katında kazanca dönüştürülmüş bir ömürdür. Haramların, kötülüklerin esaretinde tüketilmiş bir ömür ise heba edilmiş bir ömürdür.


Kardeşlerim!

Bize emanet edilen hayat yolculuğunda zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ömür sermayemiz tükeniyor. Zamanını, mekânını ve nasıl olacağını bilemediğimiz o malum sonla bir gün hepimiz yüzleşeceğiz. O an gelecek, fani dünyadan baki âleme göç edeceğiz.

İşte ömür sermayemizden bir yılımızı daha geride bıraktık. Yeni bir yılın eşiğindeyiz. Hayat defterimizden bir sayfayı daha eksiltmek üzereyiz. Yarınlara dair planlar yapıyor, hayaller kuruyoruz. Ancak bu noktada hepimize önemli bir vazife düşüyor. Her birimizin, dünümüz ve bugünümüzün muhasebesini yapması gerekiyor. O büyük gün gelmeden, fırsat elden gitmeden, sayılı nefeslerimiz tükenmeden kendimizi sevap-günah, hayır-şer, iyi-kötü konularında hesaba çekmemiz gerekiyor. Öyleyse geliniz, hep birlikte kendimize şu soruları soralım ve cevabı kendi iç dünyamızda arayalım:

Ömür sermayemizi nasıl tüketiyoruz? Hayatımızı Rabbimizin razı olacağı şekilde değerlendirebiliyor muyuz? Hevâ ve heveslerimizi dizginleyebiliyor muyuz? Dünya meşgalesine esir olmaktan kurtulup ruhumuzu özgürleştirebiliyor muyuz? Zihnimiz kötü düşünceye, dilimiz kem söze, elimiz zararlı işe kapalı mı? Yoksa dilimizle kardeşimizi incitiyor, elimizle yaralıyor, hâsılı gönüller yıkıyor muyuz? Kalbimizi, Resul-i Ekremin insanlığa takdim ettiği merhamet, şefkat, nezaket, adalet, hak ve hakikatin merkezi yapabiliyor muyuz? Yoksa üzerimizde taşıdığımız kul hakkının ağırlığı, omuzlarımızı çökertip yüreklerimizi tüketiyor mu?

Yetimlere, öksüzlere, gariplere, kimsesizlere kol kanat gerebiliyor muyuz? Yoksa onları, umursamaz bir edayla yalnızlığa, gizli köşelerde gözyaşı akıtmaya mı terk ediyoruz? Komşumuzun, yakınlarımızın, kardeşlerimizin derdiyle hemhal olabiliyor muyuz? Yoksa külfet olurlar endişesiyle kendileriyle aramıza görünmez duvarlar mı örüyoruz? İslam dünyasını kasıp kavuran, kardeşi kardeşe kırdıran fitne ateşi, bizim kalplerimizi sızlatıyor mu? Çocukları, kadınları, yaşlıları, masum canları hedef alan silahlar, onların başına atılan tonlarca bombalar bizim de yüreklerimizi dağlıyor mu? Yoksa modern dünyanın ürettiği kendinden başkasını düşünmeme hastalığı gözümüzü kör, kulağımızı sağır edip vicdanımızı esir mi aldı?



Kardeşlerim!

Acısıyla tatlısıyla geride bırakılan bir yılın bu sorularla muhasebesinin yapılması gereken saatler ne acıdır ki bir takım yanlışlarla heba edilmektedir. Tüketim çılgınlığı, haz ve eğlence kültürü teşvik edilerek başta gençlerimiz olmak üzere milletimizi var eden yüce değerler yozlaştırılmaya çalışılmaktadır. Dünyanın farklı coğrafyalarında kimileri hayatta kalabilme mücadelesi verirken dünyayı bir eğlence gezegeninden ibaret görmek ne hazin bir manzaradır!


Kardeşlerim!

Geliniz! Bugünümüz, ömrümüze işaret koyacağımız gün olsun. Sermayemiz güzel ahlakımız ve salih amellerimiz olsun. Ecelimiz gelmeden evvel, dünümüzü ve bugünümüzü bir kez daha gözden geçirelim. Yarınlarımıza dair hayallerimiz, hesabını veremeyeceğimiz hayaller olmasın. Sayılı nefeslerimizi, kayıplara, ah vahlara, hüsrana değil, ebedi bir hayatın kazanılmasına vesile kılalım.


Hutbemi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu hikmetli tavsiyesiyle bitirmek istiyorum: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bil; ölümden önce hayatın, meşguliyetten önce boş zamanın, yokluktan önce varlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin ve hastalıktan önce sağlığın.”4


1 Mülk, 67/2.
2 Buhâri, Rikâk, 1.
3 Buhârî, Rikâk, 4.
4 Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 
Resûlullâh Efendimiz aleyhisalâtü vesselâm buyurdular:

Allâhü Teâlâ hazretlerinin emriyle kalem Levh-i Mahfuza en evvel şunu yazdı:

İlâh, ancak zât-ı ulûhiyetimdir. Benden gayri hak ilah yoktur. Muhammed benim kulum ve resûlüm ve mahlûkatımdan seçtiğimdir. Her kim benim takdîrime razı olur, verdiğim belaya sabreder ve nimetlerime şükrederse onu cennette sıddîklar zümresine katarım. Benim takdirime razı olmayan, verdiğim belaya sabretmeyen, ihsan eylediğim nimetlere şükretmeyen yarattığım gök kubbenin altından çıksın, başka Rabbe kulluk etsin (Yani onu rahmetimden uzak ederim). (ed-Düreru’l-hisân)
 
“…Kalbini zikrimizden gâfil bıraktığımız ve hevâsına tâbi olmuş (keyfinin ardına düşmüş) ve işi haddini aşmak olmuş kimseye itâat etme, uyma.” (Kehf Sûresi, âyet 28)
 
Finallere Çalışırken Yapmamanız Gereken 10 Şey
{total}<\/strong>shares<\/small>"}" style="box-sizing: border-box; -webkit-tap-highlight-color: transparent; -webkit-font-smoothing: subpixel-antialiased; text-align: center; display: inline-block; margin-right: 15px;">1.5kSHARES

Share on TwitterShare on Facebook
ARALIK 26, 20151 LİKE 2,066
1. Gereğinden fazla uyumak





Bu dönemde yatağınız ve yorganınız size herşeyden daha sevimli gelmeye başlasa bile bu değerli vakitleri uyumak için kullanmayın.



2.Sosyal Medyadan Kopamamak




“Dur bir whatsapp’a bakayım.” “Tweetime ne cevap yazdı acaba?” “İki dk bakıp çıkacağım.” diyerek başlar her pişmanlık evresi..

3.Dikkat Dağıtıcı Herşeyi Yapmak




Normal bir zamanda yapmayacağınız türlü türlü şeyler denemeye başlamayın.

4.Tükendim, Öldüm, Bittim Naraları Atmak




Hiçbir işe yaramayacağını siz de biliyorsunuz, akıllıca oturup çalıştıkça bunlara gerek kalmayacağını göreceksiniz.

5. Arkadaşlarınızın Ne Kadar İlerlediğine Bakıp Umutsuzluğa Kapılmak




Emin olun herşeye çalışmış arkadaşlarınız hala “hiçbir şeye bakmamış” lardır.

6.Yemeğe Ara Verip Ders Çalışmak




“Beynimi çalıştırıyorum burada, daha çok yemem lazım.” diyen her öğrenci çalışma arasında bir şeyler atıştırmak yerine bir şeyler atıştırmadan fırsat kalırsa ders çalışıyor.

7.Youtube Turu Atmak




Belki anlamadığınız bir kısım için video ararken kendinizi gülen bebek videolarında bulursanız şaşırmayın ve uzak durun.

8. Temizlik Yapmak




Özellikle ders çalışmak istemeyen kızların başına gelir, dip köşe masayı ve odayı temizlemek her zamankinden daha caziptir aman abartmayalım.

9.Şimdi Yatayım Kalkınca Çalışırım




Ne kadar kulağa hoş gelen ve ikna edici bir ifade değil mi? Çalışmamak için bahane üreten vücudunuzun sizi kandırmasına izin vermeyin. Elinizdekini bitirip uyumak her zaman en iyisidir.

10.Uzun Molalar Vermek




20 dk zar zor çalıştıktan sonra kalkıp 3 saat sonra geri dönmeyin. 25 dk ders çalışıp 5 dk mola vererek sıkılmadan ders çalışabilirsiniz.

Ve, tüm bunları yapmadan atlattığınız bir final dönemi sonrasında ders çalışmanın verdiği huzurla kendinize vakit ayırabilirsiniz



Paylaşmak Sünnettir:
 
İmam Gazali’den 12 İnce Ayar
{total}<\/strong>shares<\/small>"}" style="box-sizing: border-box; -webkit-tap-highlight-color: transparent; -webkit-font-smoothing: subpixel-antialiased; text-align: center; display: inline-block; margin-right: 15px;">1SHARES

Share on TwitterShare on Facebook
ARALIK 26, 20151 LİKE 259
Gazali’den İnce Ayarların Bir Bölümü:
1 – İşler arasında bir sıralama yapmamak, bir anlamda şerre dalmaktır.




 
Müslüman Bir Hanımın Güzellik Sırları





1. Gözlerinizi güzelleştirmek için, bakışlarınızı haram erkeklerden çevirin. Bu gözlerinizi temizleyip parlaklık verecektir.
2. Yüzünüzü güzelleştirmek için günde en az 5 kez abdest alın.
3. Güzel dudaklar için Allah'ın zikrini bırakmayın ve hep doğruları konuşun.
4. Allık için en güzel marka 'Hayâ'dır.
5. Saçlarınıza gelince, en güzeli örtünüz ile onu her türlü zarardan korumanızdır.
6. Zinet için ellerinizi tevazu ile güzelleştirip, fakire sadaka verin, cömert olun.
7. Teheccüde kalkarak nurunuzu artırın.
8. Kalp hastalığından kurtulmak için sizi incitenleri affedin.



Rabbimizin bu emirlerine uyarsanız hem içiniz hem dışınız güzelleşecektir.

Paylaşmak Sünnettir:
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…