dini paylaşım alanı

Rabb'in, seni hiç duymaz olur mu; yaşadığın sıkıntı makamını yükseltiyor ve kendisine yaklaştırıyor, diye duana cevap vermeyi geciktiriyor sadece...

Uğur Koşar ''Allah De Ötesini Bırak-2'' kitabından...
 
Allah bütün hazinelerinin anahtarını eline verdi. Dilediğin zaman kapılarını dua anahtarı ile açarsın. Dilediğin zaman semanın kapılarını açar, ölü toprağa hayat veren yağmurları indirirsin. Fakat istediğin şeyin hemen yerine gelmemesinden endişe edip umutsuzluğa düşme. Allah sorundan önce çözümü hazırlar.

Uğur Koşar''Allah De Ötesini Bırak-2'' kitabından...
 
Bundan sonra sana düşen güzel bir niyettir. ''Allah'' diyerek ötesini bırakabileceğin bir niyettir... Allah senin gönlüne göre verir; yeter ki sen gönlünü sonuna kadar Rabb'ine aç. O'na tevekkül et. İşini Rabb'ine bırakınca gerisini düşünme olur mu? Çünkü düşündüğün zaman bırakmış olmuyorsun...

Uğur Koşar ''Allah De Ötesini Bırak-2'' kitabından...
 
Nerede olursan ol Rabb'ini an;
çünkü O hep seni anıyor.
Allah sana darılmadı, gücenmedi.
Sıkıntı anında her şeyi bırak ve
Rabb'ine dönerek ferahlık umut et.
Yeter ki ilk önce O'na sarıl.
Göreceksin, sıkıntı aslında bir tohumdur ve sana hoş çiçekler verecektir.

Uğur Koşar '' Allah De Ötesini Bırak-2'' kitabından...
 
Yüreğini seni yoktan var eden Rabb'ine emanet et ve gerisini düşünme. O, en hayırlı olanı emanetine verir. Ve daima anımsa: emanetine en iyi bakan Allah'tır.

Uğur Koşar '' Allah De Ötesini Bırak-2'' kitabından...

 
Demesen hiç birşey,
Gözlerime baksan ve anlasan...
Senli geçecek bayramlar için bana,
Yüreğinde şekerler saklasan...
Kadim Dolunay


 
günün bilgisi ;


Ezan ve kamet, farz namazların sünnetlerindendir. Farz namazlara çağrı için ezan okumanın dayanağı, kitap ve sünnettir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Siz namaza çağırdığınız zaman onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar.” (Maide, 5/58) “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah’ın zikrine koşun…” (Cuma, 62/9) Rasulüllah (s.a.s.) da: “Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun.” (Buhari, Ezan 17, 18, 49, Müslim Mesacid 292) buyurmuştur.



Namaz, Mekke döneminde farz kılınmakla birlikte, ezan hicretten sonra uygulamaya konulmuştur. Medine’ye hicretten sonra Mescid-i Nebevi’nin inşası tamamlanıp düzenli olarak cemaatle namaz kılınmaya başlanınca, Hz. Peygamber vakitlerin girdiğini duyurmak için ne yapılabileceğini arkadaşlarıyla görüşmüş, o esnada Hz. Peygamber’e vahiyle ve içlerinde Hz. Ömer ve Abdullah b. Zeyd’in de bulunduğu bazı sahabilere rüyalarında bugünkü ezanın şekli öğretilmiştir (Abdurrazzak, el-Musannef, I, 456 No: 1775; Ebu Davud, Merasil, No: 20; İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 256)



Ezan, Müslümanlığın şiarı (sembolü) olup, müekked bir sünnettir. Ezan aracılığıyla halka hem namaz vaktinin girdiği ilan edilmekte, hem de Allah’ın büyüklüğü, Peygamberimiz (s.a.s.)’inO’nun kulu ve elçisi olup ve namazın kurtuluş yolu olduğu ilan edilmektedir. İmam Muhammed: “Bir belde halkı tümüyle ezanı terk ederlerse onlarla savaşırım” demiştir (Kasani, Bedaiu’s-Sanai’, I, 460).



Kamet ise, farz namazlardan önce, namazın başladığını bildiren ve ezan lafızlarına benzeyen sözlerdir. Ezandan farklı olarak, “hayye ale’l-felah” cümlesinden sonra, “kad kamet’is-salat” cümlesi eklenir (İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 256; Mehmet Zihni Efendi Ni’met-i İslam, 170-175).
 
Ezan Arapça dışında başka dillerde okunabilir mi?


Sözleri bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sünneti ile sabit olan ezan, dünyanın neresinde olursa olsun, Müslüman varlığının ve kimliğinin bir göstergesidir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e vahiy edilip uygulandığı özgün şekliyle okunması gerektiği konusunda 15 asırlık bir gelenek ve ittifak söz konusudur. Ezanın asıl amacı, vaktin girdiğini bildirip namaza davet olduğundan değişik dilleri konuşan Müslümanların hepsine bu davetin ulaştırılması, ancak yine hepsinin ortak bilincine hitap etmekle olur ki, bu da ezanın bilinen asli lafızlarıyla Arapça olarak okunmasıyla gerçekleşir (İbn-i Abidin, Reddü’l-muhtar, I, 256).

 
Namazdan sonra 33’er defa tesbihat yapmanın dayanağı var mıdır?


Namazlardan sonra 33’er kere “SübhanAllah”, “Elhamdülillah”, “Allahu ekber” diyerek Allah’ı anmak, sahih hadislerle tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamber bir hadisi şerifinde; “Kim, her namazdan sonra otuz üç defa sübhanAllah, otuz üç defa elhamdülillah, otuz üç defa da Allahü ekber der, yüze tamamlamak için de ‘la ilahe illAllahü vahdehu la şerike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir’ (Allah’tan başka ilah yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter) derse, günahları denizköpüğü kadar çok olsa bile affedilir” (Müslim, Mesacid 146) buyurmuştur. Bir başka hadiste de namazlardan sonra otuz üç kez bu tesbihatı yapanın derecesine kimsenin ulaşamayacağı belirtilmiştir (Ebu Davud, Vitir, 24).
 
"Allahım! Biz, bu yolculuğumuzda Senden iyilik ve takva, bir de hoşnut olacağın ameller işlemeyi nasip etmeni dileriz. Allahım! Yolculuğumuzu kolay kıl ve uzağını yakın et!.."
(Müslim, “Hac”, 425; Ebu Dâvûd, “Cihad”, 79; Tirmizî, “Deâvât”, 47)
 
DİLİN AFETLERİ AFETLERİN BÜYÜĞÜDÜR

Anadolu’da bir söz vardır: Kişi giyimiyle karşılanır, konuşmasıyla uğurlanır. Konuşmamız, dilimiz bizi apaçık gösteren, içimizdekini dışımıza çıkartan yanımızdır. Konuşmaya başlayınca, o vakte kadar içimizde bulunan, böyle olduğu için de tehlike arz etmeyen her şey aşikar olur. O yüzden, iki düşün bir konuş, denmiştir. Söyleyinceye kadar kelam senin esirindir, söyledikten sonra sen onun esirisin, sözü de bu kapsamdadır.

Dili eğitmek tasavvufun temel vurgularından biridir. Az konuşmak tavsiye edilmiştir. Çünkü az konuşmak, dille yapılan hataları en aza indirmek için başlıca tesirli yoldur. Yine az konuşmak sayesinde sufi büyüklerinin murakabe dedikleri ameliye güçlenir. Murakabe, kontrol etmek, gözetmek anlamlarına gelir ve tasavvufi yolculuğun önemli bir aşaması ve aynı zamanda yöntemidir. Tasavvufi yolun başı muhasebe (kişinin kendisini yaptığı günahlardan dolayı hesaba çekmesi), ortası murakabe (kişinin muhtemel hataları göz önünde tutarak, daha işlemeden vazgeçmesi, kendisini tutması), sonu müşahededir (kişinin Cenab-ı Hakk’ı her fiil ve işte müşahade etmesi), denmiştir. Böylece dilimiz gibi, tutmakta son derece zorlanacağımız organımıza hakim olmak, onu zapturapt altına almak güçlü bir murakabe ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla dilini tutabilmek, başka bir şey yapmak değil sadece bu, murakabe gibi zor bir işin üstesinden gelmenin başlıca yolu olacak ve tasavvuf yolcusunun elinde pratik, etkili bir anahtara dönüşecektir.

Bugün dile hakimiyetin giderek önemsiz görülmeye başlandığı bir devirde yaşıyoruz. Yalan, gıybet, kovuculuk, iftira, boş lakırdı vb. dil afetlerinden mustaribiz. Bu bakımdan sufilerin dilini tut, nasihati daha da büyük bir önem arz ediyor. Dilimizi tutmanın en pratik yolu da onu zikirle meşgul etmekten geçiyor. Biz onu ona layık bir amelle meşgul etmezsek, şeytan onu bayağı bir amelle meşgul edecektir. Zikir ise bütün hayırların başıdır.

Gördüğümüz gibi sadece bir amel, dilimizi tutuvermek, bizi manen yükselten, ilerleten hatta koşturan bir amele dönüşüyor. Dilimizi zikirle, düşük eylemlerden uzak tutmak… Zor ama iksir türünden, her şeyi değiştiren, dönüştüren bir amel.

Dosyamız, bu amele dair çok aydınlatıcı uyarılar, dikkatler, görüşler içeriyor. Hayırlı olması temennisiyle.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…