- 28 Haziran 2010
- 1.014
- 421
- 398
Evliliğin öyle bir şey olduğunu anca evliler anlıyor demişsiniz, doğrudur. Ben de size "o çocuk" olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatayım.
Annem aldatıldığını ilk sezdiğinde ben üç yaşında falanmışım. Annem tabi böyle bir şeyi hazmedebilecek bir kadın değil, ama beni koruma içgüdüsüyle babama bir şans daha vermeye karar vermiş. 7-8 ay daha aynı çatı altında kalmışlar, tabi hiçbir şey eskisi gibi olmamış. Anne ve baba olarak benim için ellerinden geleni yaptılar, ben asla bir kavgalarına tartışmlarına şahit olmadım, ama evdeki gerginliği hatırlıyorum. Annem inanamıyor, çok küçüktün, nasıl anladın, nasıl hatırlıyorsun diyor, ama hatırlıyorum. Çocuklar ne kadar küçük de olsa sezebiliyorlar.
Babam değişti mi peki, hayır tabi ki. Bir kere affedilen, daha beterini yapmaya başlar. İkinci, daha doğrusu annemin bilebildiği ikinci vukuatında, yüzüne tükürmeye bile gerek görmeden, kendi giysilerini, benim eşyalarımı alıp çarpmış kapıyı çıkmış, "sen bu yavrunun babası olmayı zerre kadar hak etmiyorsun" demiş.
Bana babamı hiç kötülemedi, ama artık onunla birlikle yaşayamayacağımızı, böyle çok daha huzurlu olacağımızı anlattı. Evet babamı özledim, ama yeni hayatımızda çok daha mutlu oldum. Annem hıncını almak için beni hiç kullanmadı, babam haftada bir falan beni aldı, bazen ben babamı istedim, ya kendi götürdü, ya da müsaitsen gel al dedi.
Ama ne oldu, zamanla ben de anladım ki, o adam gerçekten de ne beni, ne annemi hak etmiş. Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum, kendi gününde beni sevgililerinden birine emanet edip kendi işiyle ilgilendiğini benden öğrenen annem dellendi, beni bi daha ona vermedi, özlersen söyle gelsin burda görüşürsünüz dedi, ama o kadar soğumuştum ki, umurumda bile olmadı.
Şimdi otuz yaşındayım. Annem beni de kendisi gibi güçlü bir kadın olarak yetiştirdi. Yarın bir gün benzeri başıma gelse, bir kere bile affetmem, hele "ben giderdim de çocuğum için..." tırıvırı masallarını hiç anlatmam. Çünkü o çocuğun neler yaşadığını biliyorum. Sizin için de tahmin etmesi zor değildir eminim, ama işinize gelmiyor, ikinci defa affetmek için kendinize sebep bile bulamamışsınız, "bi daha yaparsa beni kaybedeceğini biliyor" falan diyorsunuz. Kaybetme kaygısı olan adam bunu bir kere bile yapmaz, değil ikinci kere... Biriniz aldatmayı, diğeriniz affetmeyi alışkanlık hâline getirmişsiniz.
Siz üç maymunu oynarsınız, görmezsiniz, duymazsınız, konuşmazsınız, o adamın karısı olmaya devam edersiniz, bunlar beni hiç ilgilendirmez. Ama "çocuğum için" masallarına sadece sizin yaşadıklarınızı yaşayıp, gidecek yeri ve imkânı olduğu halde gidemeyenleri inandırırsınız. Bunu söylemek istedim. Bunun evli ya da bekâr olmakla ilgisi yok. İnsanların bekârken sahip olduğu prensipler, o imzayı atınca kaybolmuyor. Önceden vardıysa tabi.
Annem aldatıldığını ilk sezdiğinde ben üç yaşında falanmışım. Annem tabi böyle bir şeyi hazmedebilecek bir kadın değil, ama beni koruma içgüdüsüyle babama bir şans daha vermeye karar vermiş. 7-8 ay daha aynı çatı altında kalmışlar, tabi hiçbir şey eskisi gibi olmamış. Anne ve baba olarak benim için ellerinden geleni yaptılar, ben asla bir kavgalarına tartışmlarına şahit olmadım, ama evdeki gerginliği hatırlıyorum. Annem inanamıyor, çok küçüktün, nasıl anladın, nasıl hatırlıyorsun diyor, ama hatırlıyorum. Çocuklar ne kadar küçük de olsa sezebiliyorlar.
Babam değişti mi peki, hayır tabi ki. Bir kere affedilen, daha beterini yapmaya başlar. İkinci, daha doğrusu annemin bilebildiği ikinci vukuatında, yüzüne tükürmeye bile gerek görmeden, kendi giysilerini, benim eşyalarımı alıp çarpmış kapıyı çıkmış, "sen bu yavrunun babası olmayı zerre kadar hak etmiyorsun" demiş.
Bana babamı hiç kötülemedi, ama artık onunla birlikle yaşayamayacağımızı, böyle çok daha huzurlu olacağımızı anlattı. Evet babamı özledim, ama yeni hayatımızda çok daha mutlu oldum. Annem hıncını almak için beni hiç kullanmadı, babam haftada bir falan beni aldı, bazen ben babamı istedim, ya kendi götürdü, ya da müsaitsen gel al dedi.
Ama ne oldu, zamanla ben de anladım ki, o adam gerçekten de ne beni, ne annemi hak etmiş. Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum, kendi gününde beni sevgililerinden birine emanet edip kendi işiyle ilgilendiğini benden öğrenen annem dellendi, beni bi daha ona vermedi, özlersen söyle gelsin burda görüşürsünüz dedi, ama o kadar soğumuştum ki, umurumda bile olmadı.
Şimdi otuz yaşındayım. Annem beni de kendisi gibi güçlü bir kadın olarak yetiştirdi. Yarın bir gün benzeri başıma gelse, bir kere bile affetmem, hele "ben giderdim de çocuğum için..." tırıvırı masallarını hiç anlatmam. Çünkü o çocuğun neler yaşadığını biliyorum. Sizin için de tahmin etmesi zor değildir eminim, ama işinize gelmiyor, ikinci defa affetmek için kendinize sebep bile bulamamışsınız, "bi daha yaparsa beni kaybedeceğini biliyor" falan diyorsunuz. Kaybetme kaygısı olan adam bunu bir kere bile yapmaz, değil ikinci kere... Biriniz aldatmayı, diğeriniz affetmeyi alışkanlık hâline getirmişsiniz.
Siz üç maymunu oynarsınız, görmezsiniz, duymazsınız, konuşmazsınız, o adamın karısı olmaya devam edersiniz, bunlar beni hiç ilgilendirmez. Ama "çocuğum için" masallarına sadece sizin yaşadıklarınızı yaşayıp, gidecek yeri ve imkânı olduğu halde gidemeyenleri inandırırsınız. Bunu söylemek istedim. Bunun evli ya da bekâr olmakla ilgisi yok. İnsanların bekârken sahip olduğu prensipler, o imzayı atınca kaybolmuyor. Önceden vardıysa tabi.