esinti yazılar

bir parça toprak atarlar üstüne. dikey beden yatay oluverir birden. paralel olursun toprakla. belkide ilk defa bu kadar yakından duyarsın kokusunu. üstüne basıp geçerken duyduğun gurur yerini onu anlamaya bırakır. çürüyecek bedeninin ona karışıp üzerindeki otlara yem olacağın gelir aklına. acizleşirsin.
belkide hakettin bunu. belkide ilk defa bir işe yarayacaksın. üzülme sevin bunun için. ilk defa arınacaksın.
 
bilgi çoğu zaman çırılçıplak ortadadır. cahil onu görür ama görmezden gelir. bilge ise ona yaklaşmak için şehvani bir dürtü besler.
 
bir bakarsın sabah olmuş,
güneş pencerenden parlıyor.
analmazssın işte o zaman
geceyi, geceye makhummları, güneşi bulmak için
geceye sabredenleri
 
insan genç iken yalnızlık neden dokunmaz ona da yaşlanınca bir diken gibi batmaya başlar. neden genç birinin yalnızlığına üzülmyiz, hüzünlenmeyizde, yaşlı birinin yalnızlığı yüreğimizi burkar.
çünkü, gençte bir meydan okuma vardır, yemeğini tek başına yeme yalnızlığına da meydan okur , tv sini tek başına seyretme yalnızlığına da . güçlüdür, kudretlidir, terkedilmişlik değildir onun ki , tercihtir. baş edebilme tercihi.
oysa yaş belirli bir kemale erdiğinde, yalnızlık çamurun dibe çökmesi gibi çökmeye başlar insanın üstüne. ağır gelir, rengi ile , kokusu ile. evet evet, bir yaştan sonra yalnızlığın kokusu olduğunu öğrenirsin. ağır, kasvetli bir koku. nem gibi, rutubet gibi.
 
tiyatro sahnesinde donla da gezer oyuncu, atletle de .ister örtünür burnuna kadar, isterse soyunur baştan aşağı. sanat deriz,saygı duyar izleriz.soruyorum o halde şu hayat dedğimiz yerde bir sahne değil mi? neden aynı toleransı bu sahnedeki diğer oyunculara gösteremiyoruz?
 
Son düzenleme:
hakiki dost, gün ışığının eşyaya düşmesi gibidir. o ışık aydınlattığı yerde her bir zerreyi gözle görünür hale getirir ki bu kirden pastan arınmayı kolaylaştırır. işte, gerçek dostta kişinin içindeki kire tıpkı gün ışığı gibi yansıyarak onun temizlenmesine yardımcı olur.
cadı
 
bir "kadın" terk edemez, çünkü terk etmenin bedeli karşısında, sızlayan ve acı çeken bir bedene hapsolmuş yaralı ruhu, görmek demektir. oysa bir adam terk ettiğinde arkasını döner ve gider.
 
takıntı; küçük bir noktaya odaklanıp, onu gözünüzde koca bir dünyaya dönüştürme çabanıza deniyor. bu küçük "koca" dünyaya o kadar saplantıyla yaklaşıyorsunuz ki zamanla ufalıyorsunuz. bir anlasanız ve başka bir yöne bakmayı deneseniz o zaman, diğerleri gibi sizde göreceksiniz ki o aslında küçücük savunmasız bir nokta.
 
gururda namus gibi halel götürmüyor. bir kere bozuldu mu toparlanamıyor.
 
sır paylaşmak tehlikelidir. zira paylaşılan her sırdan boşlan yeri doldurmak için yeni sırlar yaşamak fikri cazip gelebilir.
 
analatabileceğimi, bu yolla deşarj olabileceğimi sanmıştım ama olmuyor. yapamıyorum. anlatamıyorum. yine kenidmle ve düşüncelerimle baş başayım. kimse içimde ne fıtınlar koptuğunu bilmeyecek. ve yeter artık bu kadar depreseif ruh halleri. sıkıldım. çok sıkıldım
 
ne çektiğimi bilmiyorsun, bilmeyişin çektiğim sıkıntının şiddetini azaltmıyor.
 
cesaretsizlik insanı sessizşletiren

Çok tatlı bir cadımcım:) yine güzel eylemişsin bir şeyleri ama ben geç farkettim kusuruma bakma canım:) hepsini okuyamadım ama yorumumu gayet iyi bilirsin :) henüz okuduğum kadarı ile bile tek kelime ile:HARİKA
 
-deneme-


"zaten bunu bekelmiyormuydum" diye düşündü Misha, doktor acı gerçeği tescillerken. ama bu beklenen gerçek yinede ağırlığından bir şey kaybetmeden Misha'yı çökertemeye yetmişti. kuş tüyü yastığının başı altında çökmesi gibi oyuldu Misha'nın karnı. ellerini acıyı bastırmak için üzerine bastırdı ve iki büklüm oldu Misha. oysa daha önce ne kadar çok canlandırmıştı bu anı gözlerinde. belleği içinde bulunduğu anla dalga geçercesine şen şakrak o günleri getirdi Misha'nın gözü önüne . bir sineği kovalar gibi kovladı Misha hayyalleri. şu anda tek istediği gerçekle yüzleşmekti. bir kurdun uluması gibi uludu, sesi koridorları çınlattı ve çözülen dizlerinin bağıyla kendini gerçeğe sıkı sıkı bağladı. bayılmadı. yüzüne çarpılan soğuk bir kaç avuç su ile toparlandı tekrar.
gözleri etrafındaki insanları taradı tek tek .haberi alan çok yakın üç beş kişi toplanıp gelmişti. ve hepsinin yüzünde acı vardı. ama biliyordu ki bu acı yaşlı bir akrabayı kaybetmenin acısı değil, ölümün soğuk nefesinin yakınlarından geçişinin şoku yüzündendi."
 
"evde ise acıdan çok, bu vesile ile bir birini görmüş olmanın mutluğunu yaşayan uzak akrabalar toplluğu vardı. herkes bir odada sohbete dalmış eski günleri yad ediyordu. arada ev sahibesinin tatlılığna dair birkaç söz edilip, hayır dualar gönderiliyor ama efkar çabucak fakir dilenci gibi görmezden geliniyordu. Misha duvarlara dayanarak süründü koridorda, gzüel kıyafetlerini giyip , uyumlu takılarını takarak törene katılma nezaketini göstermiş tazelere baktı tiksinerek. yüzündeki ifadeye kimse kötü bir anlam yüklemedi. ölüm günü çocuğydu nasıl olsa. her yaramazlığı mazur görülecek şanslı velet. içinden kaba küfürlerle herkesi tek tek kovmak geliyordu ama buna mecali yoktu. bakışları bile kötüye yorumlanmayan bir yetimdi sadece"
 
"bu şekilde ortadan kayboldğum için özür dilerim" dedi Misha. elleri kelepçeliymiş gibi birbirine kenetlenmiş, başı ince bir dalın ucundaki tomurcuk gibi önüne düşmüştü. başparmakları biraz daha hareket ederse kördüğüm olacakmış gibi geldi Frö'ye.
"olaylar istemediğim bir yönde gelişti ve..............."
"sende çözmek yerine kaçtın öyle mi" diye susturdu Frö onu. "ya parmakların kördüğüm olursa onları nasıl çözeceksin acaba?" diye yersiz bir düşünce geçti aklından.
"gücüm yoktu (!)"





*(!):dışarıya vurulmayan, sessiz yüksek ses.
 
Son düzenleme:
"huzur duvardaki saatin sallanan sarkacını yakalamaya bağlıydı. Misha huzuru yakalamak istiyor ama sarkaç beri tarafa kaçıyordu. onu yakalamak için o tarafa atlıyordu ama bu seferde diğer yöne kayıyordu sarkaç. belkide huzur sarkaçla aynı yöne gidebilmek, zamanla birlikte atabilmek için durup bir an beklemekti.
Frö, hala tatmin edici bir cevap bekliyordu. hastalarının düşüncelerine önem veren bir doktor olmuştu her zaman.
Misha ise sarkacı yakalamının peşindeydi hala.
"iyi görünmüyorsun" dedi Frö.
"isteresen sonra devam edebiliriz", demekti bu ama Misha anlamdı. "acaba ben de bir gün huzuru yakalaya bilir miyim Bay Frö (?)" dedi sadece."





*(?):cevabı bilinen ve başka bir cevap beklenmeyen sorular
 
Son düzenleme:
-deneme-

Misha, parlayan cilalı taşların vitrinlere yansıdığı kuyumcular sokağından hızlı adımlarla ilerledi. üzerindeki paçavarlarla sokağa zıt bir görüntü gibi düşmüştü. beyaz sayfanın ortasındaki leke gibiydi. bir kaç hanım efendiyle omuz tokuşturduktan sonra nihayet bu uymsuz kareden çıkmayı başarmıştı. her seferinde bu yokuşu inip çıkmak kadar zor gelen br şey yoktu Misha ya . yorulduğundan değil, usandığından zorlanıyordu. sokağa çıktığı anda sanki bütün esnaf işini bırakmış, gülümsyerek onun geçişini izlemek için kapı önlerine yada vitrin arkalarına saklanmış gibi geliyordu ona . sokağın hareetlenmeye başldığı ikindi saatlerinde ise sanki çocuklu annelerin çocuklarına bir palyonço gösteriri gibi kendisini işaret ettiklerini sanıyordu. bu düşüncelrini ispatlayacak anıları vardı. buraya ilk gelidiği günlerde birbirinin tıpa tıp ayınıs olan sokaklardanbirinde yolunu kaybetmiş, aynı dükkanın önünden üçüncü kez geçmiştiki, dükkan sahibinn yılışık ve dalgacı dudaklarından, yolunumu kaybettin güzelim sözcükleri dökülmüştü. resmen bir aşağılamaydı bu. ne güzeldi, ne dikkat çekici( kıyafetleri ve sarsaklığı dışında). sadece şapşal ve korkak bir ifade vardı yüzünde.
 
Son düzenleme:
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…