esinti yazılar

-deneme-

gözkyüzüne serpilmiş parlak yıldızların ışıklarını toplayıp getirsem sana bozulurmu suskunluğun. acemi tuzaklar kurup takılsam kendi ağlarıma acırmısın . pelerinini savurup gezen bir şovalye kadar asil duruşunda, heybetli naralar atışında beni kasıp kavuran ne var çözemedim. dallarından tomurcuklar ve bahar fışkıran serviler gibi doğurgan düşüncelerim var sana karşı.
 
-deneme-
sarsılarak indi sandalyeden Goro. belkide düştü. öyle çelimsiz bir adamdı ki yer bile gücenmedi. ses de çıkarmadı. sarhoşun ağzından akan salyalara bulandı masanın köşesi. öyle kirliydiki masa kimse bunu farketmedi. homurdanarak tutundu salyalı köşeye Goro. pardösesinin pasaklı ucuna sildi ağzını. ağzı temzilenmedi daha da kirlendi, çünkü salyasından pisti pardesü. içinden pisti dışı. kriliydi dışarısı. tembel bir adamdı belki, biraz da fakir ama yinede köpek pisliği yememişti Goro. yada kedi sidiği içmemişti. ama pardesü hepsinden bir parça tatmıştı.
 
Son düzenleme:
-Karelya bir şişe daha bırak masaya.
bir hışımla döndü ortamdaki herşeye tezat bahar dallı önlüğüyle kadın. kocaman poposunun üzrindeki incecik beline sarılmış pembe kuşakları vardı önlüğün. aceleyle kuruladı ellerini. hiddetlenmek için açılan ağzından yalnızca bir -ahhh- çıktı. saçı sakalı birbine karışmış Goro içindi bu ah.
-ne demeye bu kadar içersin be Goro.
-Bir şişe daha bırak masaya Karelya
-.......................
-bu gece kutlama var Karelya. bir şişe daha
-Yarın devam et kutlamaya Goro, bu gece yetrince yorgun görünüyorsun
-Yarın kutlamya değecek bir şeyin çıkacağını nerden bileyim Karelya

irkildi kadın. yavru köpek kadar hafif adamın tuttuğu kollarını bıraktı yavaşça.
-peki bu gece neyi kutluyoruz Goro
-Hala şarap içebildiğimi Karelya
 
deneme-
bekler mi zaman benim seni beklediğim kadar? soldurmaz mı yanaklarımdaki tomurcukları? kim demiş bir an sonrasında ölüm olmadığını? şu an burda isem bu neyin kanıtı? çatılardan akan yağmur suları, kaldırımı boylayan şemsiyeli kadınlar, saçaklar altındaki ıslak köpekler, belki gördüğüm son gerçeklerdir. bir çimdik at kendine. bir daha , bir daha . her acı yaşadığının kanıtı.
ben şu anın Rapunzeli. hapsolduğum kuldene seslenyorum size, tadını çıkarmadan bakın hayatın tadına .
 
-deneme-

hıçkırarak doğruldu Melon. koyu kahverengi gözlerinde biriken yaşlar telaşla süzüldüler aşağıya doğru. ince kemerli minik burnunu sildi elinin tersiyle . konuşmayı denedi. beceremedi.
 
-klıoı mlıok lklıoı
-?
-kjojmnmk ppkll
-??
KIP0I LKOI P

-ne diyorsun ?anlamaıyorum seni Melon. keser misin şu hıçkırıkları ?

-koımöj lkıkk

belkide en iyisi onu bu haliyle bırakıp çıkmaktı. kendi başına kalırsa bir şeyleri anlatma çabasından kurtulur sakinleşebilridi. kapıya yöneldi Che.
en ufak şeyleri kafasına takan bir yapısı vardı Melon'un. bir arkadaşı laf atsa kıyameti koparırdı. elbete dışarıda yapmazdı bunu. dışarıda sadece kırılır önüne bakar sonra öfkeyle bulunduğu yeri terk ederdi. hiddetlendiğini kapının sertçe vurulmasından anlardı Che. açar açmaz bir hışımla odaya dalıp küfürler yağdırmaya başlardı, sinirden kıpkırmızı olmuş Melon. ağzından salyalara fırlayan küfürlere gözlerinden ırmak gibi akan yaşlar eklenir, sinirden kasılmış damarları atmaya cesaret edmezdi sanki. böyle anlarda Che kendini onun vücudunun yerine, koyar sopa yutmuş gibi kaskatı beklerdi.








*(?): Kes Artık!
 
Son düzenleme:
-deneme-
parlak ışıkları vardı şehrin, geceyi gölgede bırakan. dargın aşıkların yüzündeki nefreti bile saklmadan göz önüne seren. minik sereçeler yuvalarında uyurken, çakallrın bile gizlenmekten kokrtuğu şehir ışıkları. pençelerinde kan görünce bayılan şehir aslanlarına layık. böyle anlarda gömülmek ister ruhum dipsiz kuyuların karanlığına. acımak ister canım. ey canına yandığım canım. piçare gafil canım. şehirlerin ışığından uzak, vahşi karanlık ormanlara çekilip yok olmak ister.
 
Ben sevdiğim zaman , topuğundan tırnağından, saçına kadar severim. Ayırt etmem hiçbir zerreyi , dışlamam senin beğenmediğin yerlerini bile. öpmediğim yerini mahzun sayarım. Okşamadığım tenini cünüp belleirim. Yıkarım seni aşk halesiyle.saklarım seni en kutu düşlerimde . ben sevdim mi öyle bir severim ki içtiğim suda adın geçer, yediğim ekmek seninle iner boğazıma . her anımda seni dilerim, öyle severim ki hissedersin nerde olsan . sevgimin kanadıyla sarmalarım seni, yeni açan gül gibi mis kokarım, akşam güneşi gibi görünmeden yakarım. avuç açar yakarır, secdeye kapanır ağlarım senin için. ben sevdim mi bir çocuk kadar şen, bir bebek kadar gülşen olurum. kahkahalarım katarım seni, coşkun nehirler gibi coşarım. beslerim tenimle seni, ne aç bırakır ne tıka basa doyururum. ruhunu eş bilirim. uzat elini sevişelim sevgimle . mahzun bırakma beni sevgisizilik şehrinde. çünkü ben soğursam senden, buz tutarım. sen ne kadar yanarsan yan işlemez sıcaklığın tenimie, duygularıma . ben soğursam metal kadar soğuk olur sesim, nefesim. kötürüm olur dizlerim gelmek istemem sana . taşlı toprak gibi verimsiz olurum, huysuz kaynana gibi geçimsiz olurum.
 
-Deneme-Bir yol macerası

bugün benim için özel bir gün olacak. annemle şehre ineceğiz ve ben çok heyecanlıyım. hatta heyecınım geceden beri devam ediyor. o yüzden doğru dürüst uyku bile uyuyamadım. ama yinede cin gibiyim sadece gözlerim biraz şiş. sabah erkenden kalkıp akşamdan hazırladığım kıyafetlerimi giydim. ağabeyimin bayram için aldığı kırmızı puanlı beyaz eteğimle, dantel yakalı gömleğim ve beyaz külotlu çoraplarım. o günden sonra bir daha giymediğim için biraz küçülmüş ama olsun idare ederim ben. annemde erken kalkmış. ineklerimizi sağdı . çok ısrar etmeme rağmen banyo yapmadı. yetişemezmişiz. neden bu kadar özensiz anlamıyorum? şehre her zaman gitmiyoruz ki. kıyafetlerine de dikkat etmedi. giymesi için hazırladığım kıyafetleri sinirle yerlerine astı. siyah parlak kumaştan beli kemerli eteğin yerine pazen lastikli bir etek giydi. eşarbı da en kötüsünden seçti. baktığımı görünce cık cıklayıp kafasını salladı. ağzından bir şeyler geveledi ama ne söylediğini anlamadım. sadece bakışlarından hoşuma gitmeyecek şeyler söylediğini anladım ve odadan çıktım.

bizim köyümüz ana yola 10 dakika yürüme mesafesinde olduğu için annem önde ben arkada yola kadar yürüdük. annemin elindeki poşetlerden birini ben aldım. galiba satmak için bir şeyler götürüyor. babam son günlerde para yollamıyor olmalı. annemin siniri bundan da kaynaklanıyor olabilir. ana yola çıktığımızda bizim köyden başka kimse olmadığını fark ettik. sabahın erken saatleriydi. yolda sığıra çıkan inekleri güden çoban vardı sadece . anneme yan yan bakıp geçti. hatta sürüden çıkan inekleri bile fark etmedi anneme bakarken. annem aldırmadı ona ama ben yan gözle süzdüm . başındaki , güneşten bozarmış fötrüyle, çok komik görünüyordu. dizleri parçalanmış ve kirden iyice sertleşmiş pantolonun kokusunu alınca iyi ki babam bu köyde yaşamıyor, diye şükrettim.

ana yol bu saatlerde çok işlek olmuyordu. bu yüzden baharın gelişini benim gibi sevinçle karşılayan kuşların sesini ve erkenden iş başı yapmış arıların vızıltısını duyuyorduk sadece . keşke resim dersinde de başarılı bir öğrenci olabilseydim. o zaman gördüğümüz bu güzellikleri defterime çizebilirdim. oysa sadece iki ağaç, dumanı tüten bir ev ve şırıl şırıl akan bir dere yapabiliyordum. Mercan benden güzel resim yapıyordu ama yinede öğretmenin kara listesindeydi. çünkü onun Türkçe ve Matematik dersi benim kadar iyi değildi. belkide çok önemli değildi resim yapabilmek. annem poşetleri bırakıp elimi tuttu. nasırları avucumu acıttı ama belli etmedim. gülümsedim. oda bana güldü. bundan cesaret alarak yanına biraz daha sokuldum ama ineklerin kokusu okadar çok sinmişti ki üstüne geri çekilmek zorunda kaldım. bunu anlamasın diye de yere eğilip ayakkabılarımın yapışkanı çözülmüş mü diye bakma numarası yaptım. biraz sonra dolmuş geldi. önce ben bindim arkamdan annem geldi. ön sıralar doluydu bu yüzden arkaya geçtik. genç bir kadınla süslü küçük kızı vardı arkada . yanlarına oturduk. annem paralarımızı uzattı. süslü kız habire konuşuyordu. annesi de ona usanmadan cevap veriyordu. kadın arada burnunu çekiyor ağlamış gibi sesler çıkartıyordu. yüzüne bakamadığım için ağlayıp ağlayamadığını anlamadım. güzel bir kokusu vardı. narin ince elleri buruş buruş mendili tutuyordu. diğeri eliyle de kızını sarmalamıştı. bir ara dönüp bana baktı ve gülümsedi. gözleri nemliydi. galiba ağlamıştı.
yarım saat süren yolculuğumuzdan sonra şehre geldik. en sevdiğim koku olan mazot kokusunu çektim içime. annem bu sefer poşetleri bana vermedi . ikisini de kendi aldı. pazara doğru yol çıktık. .......................

...................................
pazar dönüşünde üzgündüm. çünkü en sevdiğim eteğim satıcılardan birsinin tezgahındaki çiviye takılıp yırtıldı. annem getridiği ürünleri istediği fiyata satamadığı için sinirlendi ve alması için çok ısrar ettiğim askılı çantayı almadı. üstelik azarladı beni. sadece 25 kuruşluk bir dondurma aldı. oysa ben sokakta dondurma yalamakatan nefret ediyordum. bu yüzden çarçabuk yuttum dondurmayı . gözyaşlarımı da yuttum akıtmadan. sözcükleri de yuttum söylemeden. şimdi boğazım ağrıyor annem ise dondurmayı suçlu ilan etti. bu yüzden artık bana dondurma almayacak.
 
Son düzenleme:
-deneme-
bir çıkmazdan başka bir çıkmaza düşmüştü. bir soruya cevap buldu ama bu soru ona yeni onlarca soruyu bumerang gibi fırlatarak döndü. nasıl yaptım? buz gibi soğuk su kuvveti ile çarptı bu soru yüzüne . bu hale nasıl geldim? ne uğruna duydum bu sözleri? gözünde kendimi hangi duruma düşürdüm? beynini yeni hayaller konusunda durdurabiliyordu küçük anı kırıntılarını resetleyebiliyordu ama soruları görmezden gelemiyordu. bu güne kadar bir duruşu bir tavrı olduğuna inandırmıştı kendini. bir eli bu duruşa tuğla dizerken diğer eli betondan çalıyordu. bu çürük gökdelen bir üflemede harabe olacaksa nedendi bu uğraşış . tanrya dayanmak istiyordu. ama onu bulamıyordu.
 
Gerçekler bazen, beynimizde yeşeren ahlaksız düşüncelerin damakta bıraktığı sahte tatları silebilmek için, gereğinden fazla acı olabiliyor.
 
-deneme-

tarlaların arasından esen rüzgar, kırık uçlu saçlarını sağa sola savururken yüzü batıya dönük, bakışları uzak noktalara kenetli ve dalgındı.
Site, sanki çok bir şey yemiş gibi saman çöpü ile dişlerini kurcalıyor, çömeldiği dizi kumlu toprağa değiyordu.

"daha ne kadar saklancağız böyle Kuşin" dedi, bıkkın bir vaziyette. Güneş tepelerinden salına salına inmiş, mor ve kızıl geceliğine bürünerek uyumaya gidiyordu.

Kuşin ona sevineceği bir haber vermek isterdi ama anladığı kadarı ile pek iç acı gelişmiyordu olaylar.
"hadi yiyecek bir şeyler aşıralım" diyerek değiştirdi konuyu.
"o köye gitmem ben bir daha"
"neden?"
"son evdeki kadın kıçımı gördü"
"ooo, o zaman çok riskli bir şey oraya tekrar dönmek. senin kıçının bir benzeri daha yok şu dünyada" . keyifle gülerken, somurtan Sitenin ensesine bir şaplak patlattı Kuşin.
 
Merhaba Burası cok güzelmiş ben de birsey paylasmak istiyorum
Budala /dostoyevski

Biliyor musun sokaklar daha iyi.zaten benim yerim de orasi! Ya rogojin ile gönül eglendirecegim ya da yarindan çamaşırciliga başlayacağım. Etrafimda gördüğünüz hiçbirşey benim degil... giderken son pacavraya dek bırakacağım. Hic birseyim olmayinca beni kim alir .ganya ya sor bakalim beni ister mi . Ferdiscenko bile almaz beni!
Ferdiscenko almaz belki... diye sözünü kesti ferdiscenko "ama prens alir ! "
Nastasya flipovna prense döndü "dogru mu "
"Dogru " diye fısıldadı prens
"Beni oldugum gibi beş parasiz alirsiniz oyle mi "
"Alirim nastasya filipovna "...
 
-deneme-

bir çimdik acısı yedi yüreğim. burkuldu kaldı soytarı. sanmaki ben olmaayn biriyim. suratında yerleşen aptal gülücük, ve dahası olmayan sessiz şarkın.
çağıl çağıl akan insan selinde sürüklenen bir dal parçası gibi köksüz. ben olmayan biriyim.
 
-deneme-

eğilip öptü toprağı. bir mercani yaş damladı sesszice. tohum gibi düşüverdi. eğer yeşerme imkanı bulsaydı, küçük cılız filizler gibi büyürdü kırgınlıkları. ayrık otuna benzerdi umutları. minik çiekler açardı ama tepesinde, yaza doğru. ve sonra küçük bir sonbahar rüzgarında sıyrılıp kökünden uçuverirdi, tıpkı kendisi gibi. o yüzden bu şen toprağı, kendi minik çelimsiz yaşları ile yeşertmek istemedi ve siliverdi göz yaşlarını. belki onlar için en uygun zemin yüreğinin çorak topraklarıydı.
 
Hayatta, ne yaparsan yap dolduramadığın boşlukların olur. Sonra biri gelir ve tüm benliği ile boşluğa "cuk" diye oturur. ama zamanlama o kadar yanlıştır ki. buna rağmen kaldırmak istemzssin onu. kalkıp gittiğinde doğacak boşluk bulup oturduğundan daha büyük olacaktır çünkü.
 
acaba bir birimizi anlamak için biraz günah mı işlesek? belkide biraz sevap kazanmalıyız ki bir birimizi daha iyi anlayalım.
 
Yıl 2013. Memleketimin meşhur sabah ayazında, suratıma sirke sattırıp, başımı kaldırmadan ilerlerken, görmesem de yerlerini ezbere bildiğim dükkanın önünde, birden bir gülümseme yayıldı yüzüme. Gömlekçi Haşim'in dükkanı. Hayırdır, nedir bu adamla seni gülümseten münasebet, demeyin hemen. Anlatayım da dinleyin:
Memlekete yeni geldiğim yıllardı. Yeni dairemde kafa dengi iki arkadaş buldum. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Hatta işi o noktaya getirdi ki bi tekmil giyinmeye karar verdik:) Arkadaşlarımıdan birisinin vücut kitle endeksi sorunu olduğundan, o yıllarda büyük beden de adam yurduna konulmadığı için fazla çeşit barındaırmadığından, kıyafet sorunu çekerdi. Yolumun üzerinde olduğu için, gelip geçtikçe gördüğüm Haşim ağabeyimizden bahsettim bizim kızlara . E tabi benim maksadım yalnızca gırgırdı. şakasına, Haşim'de gömlek diktirelim mi ?, dedim. Gırgırdı ! Çünkü ne zaman bu dükkanın önünden geçsem, içerdeki koyu, kıllı, tıknaz erkek kokusu üstüme sinmesin diye kaldırım değiştirirdim. bildiğiniz tarifim üzerine kokardı bana bu dükkan. İki iş yeri arasına sıkışmış, camsız, küçücük bu oda Haşim'in kendi gibi erkeksi makineleriyle doldurulmuştu. Allah var Haşim ağabeyimizin işinden başını kaldırıp, diğer dükkan sahipleri gibi kaldırımda taburesine pinekleyip, topuk saydığını görmedim. belli ki , kıllı müşterisi çoktu.
ama evvlea indeksle başı dertte olan arkadaşım pek bi sahip çıktı bu fikrime. Diğeri de sıcak bakınca biz kendimizi Haşim'in kollarında bulduk bir öğle vakti. Ölçü aldırmak için:) neyse konuyu fazla sahiplenmeyeyim, ben, şükür beğendiğim bir kumaş olmadığı için ucuz atlattım. Ama diğer iki arkadaşım bir güzel, yukardan aşağıya, sağdan sola Haşim'in kolları arasında dönüp durdular:) belli ki onlar böyle tasavvur etmemişlerdi bu sahneyi. nerden geldik, dercesine eğilip bükülüyor, şekilden şekile giriyorlar, Haşim'in komutları ile ancak kendilerine geliyorlardı.
"Biraz dik lütfen." (Bakma Haşim, göğüslere bakma)," kollarınızı açarmısınız",( allahım bu nasıl bir koku!!!!!!)

Aslında Haşim'de çok şaşkındı bu durum karşısında. Sanırım dükkana yengeden sonra (tabi uğruyosa), ilk adım atan bayanlar bizlerdik. eli ayağı birbirine dolaştı, pembe yanakları daha bir kızardı. Kollarında olmadığım için rahat rahat süzdüm bu mahcup adamı:)
içerisi tahmin ettiğim gibi buram buram; kıllı, tıknaz,serçe parmağı kulağında erkek kokuyordu. dört bir yanı çeşitli makinelerle donatılmış bu küçük ve tozlu odanın rafları çeşit çeşit kumaşlarla dolu idi. zayıf olan arkadaşımın beğendiği kırmızı ekose kumaşa takıldı gözüme. bir yerlrden anımsıyorudm bu kumaşı ama nerden. ölçü alma işlemi bittikten sonra , provayı hatırlattı bizimkilere Haşim. sıra sıra, çokça da utanarak çıktık üç basamaklı merdivenden. son bir bakış attım kırmızı ekose kumaşa. ve o an hatırladım. Abiminde vardı bu gömlekten :)
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…