evinizde eşyalar üstünüze üstünüze gelip sizi boğuyormu

şuAn bende gaza geldimama gidip annemin evindekileri atıcam yine kendiminkilere kıyamam kesin...
atmak derken... atmayın da bir öğrenciye verin mesela. ya da ne bileyim durumu pek de iyi olmayan bi tanıdığınız, komşunuz, akrabanız filan. seçenekler çoğaltılabilir. bunca yeri nasıl buluyorsunuz evinizde? nasıl temizliyorsunuz? yazarken üşendim valla
 
yok ihiyacı olan kimse cevremde ,belkide budur sorun.depom var,konu sahibesi gibi bazalar dolaplar hurçlar ekstra dolu vaziyette,zira nevresimi ıvır zıvırı havlusuna girmedim:)temizleyemiyorum ki bayan geliyor,yine de evim dağınıkmış gibi hissediyorum onlar yüzünden
 
of of of fena bir durum. yardım kuruluşları yok mu çevrenizde? para harici ayni yardım alan. belediyelere veriliyor diye biliyorum. onlar ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyor. hatta temizliğinize gelen bayana da verebilirsiniz ne bileyim. şahsen eşya dolu bi yerde yaşayamazdım. umarım bulursunuz kısa zamanda bi çözüm. yoksa böyle hissetmeye devam edeceksiniz.
 
inşallah
 
 
Şu geri dönüşüm çok iyi bişey.
İnsan çöpe atmaya kıyamadığı kullanılmaz durumda olan malzemeleri gönül rahatlığıyla geri dönüşüme koyabiliyor.
 
Şu geri dönüşüm çok iyi bişey.
İnsan çöpe atmaya kıyamadığı kullanılmaz durumda olan malzemeleri gönül rahatlığıyla geri dönüşüme koyabiliyor.
kesinlikle ...Ben diyorum ya benim atışım evden atmak ,yoksa çöpe koymak değil asla ..çünkü ben zaten kullanılamıycak hale gelmiş bişeyi hakaret eder gibi ihtiyacı olana vermeyi doğru bulmuyorum.neymiş benim çöpüm çok yoksulun işşine yarayabilir derdi bir komşu yüzüne bakılmıycak şeyleri verirdi sinir olurdum.Biraz empati biraz...
 
evet ya ben de kendime teşhisi koydum onlarla uğraşacak boşaltıp temizleyip tekrar yerleştirecek gücü kendimde bulamadığım için dağıtmayı tercih ettim.Kendi kendime de kızdım ne bekletmişim bunca şeyi diye...gerçekten değer verecek kullanacak birinin işini görsün benim de evim rahatlasın di mi...nurcum senin evinde fazla mobilya türüde yoktur bence di mi ? ŞU vitrin denen olaya gıcığım mesela yukarlarda yazmıştım belki de görmüşündür .Biz yemek odamı zamanında çok pahalıya almıştık o kocaman vitrini geçen sene acımadım verdim gitti çok da mutlu oldu alan kişi ...gerçekten terapi gibi ...bloğuna da bakıcam canım ...gel yine bekleriz efenim
 
canım inanki ben de bu kadarla başa çıkamazdım eminim ki..çok fazla çeyiz eşyası alınıyor bekarken çok gerekecekmiş gibi geliyor insana sonrada kıyamıyor insan .Anlıyorum daha gençsin muhtemelen 2-3 yıllık filan evlisindir ,seni tanıyorum diğer topiklerden.Böyle olunca da depolamak icab ediyor.Birkaç yıl sonra bazı şeyler çok fazla gelecek gözüne ...Sen mutluysan sorun yok.Başlıkta da belirttiğim gibi benim artık üstüme üstüme geliyolardı sanki evin içinde ardiye de yaşıyor gibiydim .Birçok şeyi dağıttım ve kurtuldum ohhh
 
canım 100 eşya ile yaşamak diye yazınca birsürü blog çıkıyor hangisi senin bilemedim ama baktım bikaçına ...
 
evet gümüşlük-vitrin, sehpa gibi şeyler yok. konsol da sırf kapaklı ve mutfağım küçük olduğu için bazı şeyler sığmadığı için. mutfağım büyük olsa inanın onu bile durdurmam. dekoratif aksesuarlar falan da yoktur. bi tek puzzle tablolarımız var. onları da kendimiz seçerek kendimiz yaptığımız için. bi de mumları severim. huzur bulmak için. bu kadar dekorasyonum. ben öyle fotoğrafları çerçeveletip oraya buraya da koymam ya da asmam duvarlara filan. fotoğraflarım için kutum vardır onda durur. öyle hurçları da sevmem. yığıntı gibi geliyor bana. tekstil malzemelerim de 3 er çeşittir. bir 4. sünü barındırmam evde. bu kadar da olmaz ya misafir için mecbur oluyor. hazır, temiz.
kıyafet ve ayakkabılar da öyle. duruma göre 1 ya da 2 çeşit yetiyor. mesela; kışlık, yazlık, spor. en azından bana yetiyor. çok süslü püslü giyinmediğim için. hatta bir arkadaşımın ayakkabıları o kadar çoktur ki giymediği halde haftada bir tozlarını alır. amaaaannnn üşenirim ben
üşengeçliğimden hiçbir zaman modaya uyamamışımdır. tuhaf olarak görülürüm. ama herkes harala gürele temizlik yaparken ben oturur kitabımı okurum, filmimi izlerim, tiyatroya giderim. ya da takarım kocamı koluma yürüyüşe, tatile giderim.
siz de baktınız bi eşya size değil siz eşyaya hizmet ediyorsunuz hemen çıkarın elden. keyfiniz ne istiyorsa ona vakit ayırmaya çalışın. biz eşyalara değil eşyalar bize hizmet etsin. hayat kısa ne de olsa. 'az çoktur'
 
Seccadeler vardı birsüruydü annecimin eliyle işledikleri 5 taneyi ayırdım gersini attim gitti çok desenliydi vesvese veriyodu.Atma işleri yordu biraz beni ama olsun ferahlıyorum böyle böyle...
 
Yüzde 100 mutluluk listesi: Az çoktur

Telefonlarımızın (bayram nedeniyle) fazladan biplediği, mağazaların, kredi kartı şirketlerinin, bankaların bizleri ’‘daha çok/daha daha’’ alışverişlere çağırdığı,
Hiç durmadan ’“Al. Bunu da al, onu da al, aman kaçırma’” mesajlarıyla tüketim bombaları attığı bugünlerde’…
İki yıl önce, Amerikan tarzı tüketimin kendisini mutsuz bir adam yaptığını anlayan Dave Bruno’’nun aldığı karar düştü aklıma’…
Okuduğumda bana ’‘acaba yapabilir miyim’’ diye düşündürten, sonra da ’‘belki bir gün’’ diyerek ’‘kenara koyduğum’’ bir projeydi o.
*
Elif Türkölmez’’in arşivinden öğrenelim:
’“San Diego’’da yaşayan evli, bir çocuk babası Dave Michael Bruno, 2008 yılının 12 Kasım’’ına gözlerini açtığında hayatının artık eskisi gibi olmayacağını biliyordu.
Karar vermişti, değişecekti.
Ev ağzına kadar eşya doluydu, gardırop el sürülmemiş parçalarla dolup taşarken o, eşiyle birlikte her hafta sonu alışverişe çıkıp tropik ağaç desenli ve muhtemelen hiç giymeyeceği gömlekler, üzerinde hiç uyumayacağı çiçekli nevresimler, içini hiç dolduramayacağı harici bellekler, üzerinde oturup neşeli akşam yemekleri yiyemeyeceği bahçe mobilyaları alıyordu.
Bahçe mobilyalarında tabii ki oturamazdı, çünkü onların borcunu ödeyebilmek için fazla mesai yapıyor ve çoğu kez akşam yemeğini kaçırıyordu.
Yani Bruno, ’‘çok eşyası olan mutsuz’’ bir adamdı.
Ve bunu değiştirmeye karar verdi.
’‘Az eşyalı ve mutlu’’ bir adam olmak için kolları sıvadı.
’‘100 Things Challenge’’ adını verdiği projesi, onu hayata döndürecekti.
Listene ne koyarsan, osun!
Hedef şuydu:
Bir yıl boyunca seçtiği 100 eşyayla yaşayacak ve başka bir şeye gerçekten ihtiyacı olup olmadığını test edecekti.
2008’’in sonundan 2009’’un sonuna dek sürdürdüğü bu ’‘zorlu mücadele’’sinde gördü ki, aslında mutlu ve iyi bir hayat için 100 eşya bile fazla.
Öyle ki, yanına aldığı 100 eşya arasında doğru dürüst kullanmadıkları vardı.
Bazen, listeye almayı unuttuğu eşyalara ihtiyaç duyar gibi olsa da, bunun eski bir alışkanlık olduğunu hemen anladı, onlarsız da yaşamayı başardı.
Kendisiyle birlikte, başlangıçta projeye çekimser yaklaşan eşine ve blog’’u ’‘Guynameddave’’i takip eden yüz binlerce kişiye aynı cesaret ve inancı verdi. ’‘Az eşya eşittir mutluluk’’u öğretti.
Bruno listesine parmak arası terlik, dünya haritası, yedi tane tişört, yağmurluk, kemer, Patagonya termal pantolonu, en sevdiği kahve kupası, sevdiği albümler gibi hayatta kalmak için gayet tali sayılabilecek eşyalar almış. İhtiyacı olduğuna inandığı her şeyi, büyük bir dikkat ve sabırla yazdığına ve listeyi artık nihayetlendirdiğine inandığında, toplamda 96 eşya yazabildiğini görmüş ve söylenmeye başlamış: ’“Her şeyi aldım işte, şimdi dört eşya daha mı bulmam lazım?’”
O dört eşya da listeye ’‘lüks tüketim’’ kategorisinden girmiş.
Bruno, insanların listelerine bakarak karakter analizinin de mümkün olduğunu düşünüyor. Kendi listesini, ’‘cool’’ buluyor.
*
Bruno’’nun listesi pek çok insana ilham verdi ve kendi listesini oluşturmasını sağladı.
Twitter ve Facebook’’ta ’‘100 Things Challenge’’ sayfaları açıldı, deneyimler paylaşıldı.
’‘Eğer bir şeye gerçekten ihtiyaç duyarsanız, listeye onu almak için en sevdiğiniz başka bir şeyi çıkarmalısınız’’ gibi yeni kurallar getirildi. Bruno, kendi listelerindeki sayıyı artırmak için pazarlık yapan heveslilere,’“Burada amaç sayı değil, özgürlük’” diyerek telkinde bulundu.
Şu an başta ABD olmak üzere pek çok ülkede, projeye katılan insanlar seçtikleri 100 eşyayla yaşıyor ve hepsi de bunun gerçekten ’‘heyecan ve huzur verici bir deneyim’’ olduğu konusunda hemfikir.

Yük atma trendi
Bir yazılım uzmanı olan ve online pazarlama şirketinde çalışan Bruno, sınırlandırılma fikrinin insanlara başlangıçta korkutucu geldiğini, halihazırda 100 eşyayla yaşayan birinin bile, ’‘100 eşyayla yaşayacaksın’’ dendiğinde paniğe kapıldığını söylüyor.
’“Burada amaç, tüketimin her daim ensenizde vızıldayan sesini kesip alışveriş yapmamanın ve az eşyayla yaşamanın sükunetine kendinizi bırakmak, amaç mutlu olmak’” diyor.
’‘Yapılan pek çok araştırmada, az eşyalı odalarda insanların daha sakin ve minimal hareketlerde bulunduklarının ortaya çıktığını’’ da hatırlatıyor.
Aslında bu azalma, yük atma, hafifleme trendi son yıllarda hayli gözde.
The New York Times’’ın aktardığına göre, ABD’’de pek çok insan artık daha az tüketmek için çaba sarf ediyor. Daha az harcıyor, kredi kartlarını atıp nakit harcamaya çalışarak bütçesini kontrol altında tutuyor. Eskiyeni hemen atmıyor, yamıyor, tamir ediyor. Çöpünü değerlendiriyor, bahçesini ekiyor, yemeği evde yapıyor.
Ekonomik krizin de tetiklediği bir trend olan ’‘azalma’’, Amerika’’nın topluca günah çıkarma seansı gibi adeta.
Son yıllarda yapılan tüketim-mutluluk ilişkisi çalışmalarının da gösterdiği gibi, aslında kişiler bir aktiviteye katıldığında, bir eğlenceye gittiğinde ya da bir kursa başladığında, bir eşya alınca hissettiğinden çok daha fazla mutluluk hissediyor.
Yani elbise alacağınıza yüzmeye gidin, yeni bir telefon alacağınıza Fransızca kursuna yazılın, hayal kurun, resim yapın.
Araştırmacılara göre, kısa bir tatile çıkmak, yeni bir koltuk takımı almaktan kesinlikle daha iyi bir fikir ve kişiyi kesinlikle daha mutlu ediyor.’”
*
Evdeki ıvır-zıvırların işi ve masrafları artırdığını, dolaplardaki/odalardaki üst üsteliğin iç sıkıp ruha yük verdiğini, ’‘sahip oldukların bir gün sana sahip olur’’ sözünü bilenler, daha iyi anlayacaklardır Bruno’’nun ’“az çoktur’” felsefesini...
Aslında asıl mesele, karar vermek ve bunu sadece nesnelere/eşyalarla sınırlandırmayıp ’‘az çoktur’’u, yaşam kalıbı haline getirebilmek.
Hayatınızda ’‘gereksiz’’ olduğuna karar verdiğiniz hiçbir şeyi yapmamak.
Sizi rahatsız eden hiçbir ilişkiyi devam ettirmemek.
Fonksiyonu olmayan her bir şeyi hayatınızdan çıkarmak.
Minimalist yaşamı, her anlamda/her alanda yapabiliyorsanız eğer’…
’“Yüzde 100 mutluluk’” değilse bile ’“yüzde 100 huzur’”un ağır bastığı bir hayat sürülebileceğini sanıyorum.

Test etmeye, kendi ’‘yüz’’lük listenizi hazırlamaya hazır mısınız?

Gönül SOYOĞUL
 
100 eşya ile yaşamak, az şeyle çok mutluluk

Nerede olursanız olun, kafanızı kaldırın, kendinize ve etrafınıza bir an bakın…şu an üstünüzde olanlarlardan, yaşadığınız evde bulunan eşyalardan ya da etrafınızdaki insanlardan hangisi gerekli hangisi gereksiz, bir düşünün.
Eviniz ağzına kadar eşyalarla dolu, her köşede anlamsız bir nesne, kıpırdayacak yer kalmamış, lüzumsuz örtüler, ıncık cıncık süs eşyaları, belki hiç oturmadığınız bir koltuk, ya da bir köşede üzerine bir bardak çay dahi koymadığınız bir sehpa, bir dolu teknolojik alet, en bilmem nesi, en şöyle olanı v.s. evinizin duvarlar neredeyse üstünüze yıkılacak, o bin bir çeşit eşya, zırzavat, “off bu evde nefes alacak yer yok ya” diye hiç mutsuz olmuyor musunuz?
Gardrobunuzun kapağını açtığında, hiç giymediğiniz giysiler, ayakkabılar, hiç kullanmadığınız çantalar, takmadığınız kravatlar, şifonyerin çekmeceleri kırk ambar gibi, ne ararsan var...
Yaşamınızda bir siz yoksunuz galiba, sizden başka her şey var, sanki nesnelerin kuşatması altındasınız.
Üstelik bu öyle bir kuşatma ki, üstüne de “gel beni nefessiz bırak, işgal et” diye para ödüyorsunuz, kredi kartı borcunuzu ödeyemez hale gelmişsiniz, biraz daha biraz daha fazla nesneye sırf şekil olsun diye sahip olabilmek için hep çalışmak zorundasınız, tabii ki bir işi olan şanslılardansanız.
Peki mutlu musunuz bunca kalabalıkla?
Aslında bu kalabalık nesne kuşatmasına, insanları da eklemek lazım. Üff ne çok arkadaşınız var, lüzümlu lüzümsuz, çok konuşanı, az paylaşanı, kaprislisi, şımarığı, bencili, egoisti, kıskancı…cümbür cemaat etrafınızdalar, telefon rehberiniz dipsiz kuyu gibi. Ya da sevgililerden bir koleksiyon yapıyorsunuz, arada bir dönüp “ben neymişim be abi” demek egonuza balon etkisi yapıyor, şişinip duruyorsunuz.
Nereye kadar gidecek bu kuşatma? Sahip olduğunuz bu anlamsızlıklar çoktan size sahip olmuş bile, artık siz onlara değil, onlar size sahip…Özgürlüğünüzü yitirmişsiniz.
“Az” la yaşamanın, sadece çok gerekli olanlarla mutlu olmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Şimdilerde trend “minimalizm”…az şeyle çok mutluluk…yaşamınızda fonksiyonu olmayan hiçbir şeye yer vermemek. Tüketimi minimuma indirip, kapitalizmin ocağına ha bire odun yetiştirmemek.
Son yaşanan ekonomik krizin ardından başta ABD olmak üzere pek çok ülkede, insanlar ‘100 Thing Challenge’ yani "100 şey ile yaşama projesi" nin peşindeler. Facebook ve twitter da örgütlüler, 100 eşya ile yaşamanın gerçekten heyecan ve huzur verici bir deneyim olduğu konusunda hemfikirler ve yaşamlarındaki eşyaların sayısını 100’e indirmeye çalışıyorlar.
Aslında amaç eşyanın sayısı değil de bireysel özgürlük… Tüketimin esiri olmadan, az eşyayla yaşamanın rahatlığını ve yavaşlığını yakalayabilmek…minimal yaşam tarzı ile hayatı yavaşlatmak, fazla yüklerden kurtulmak, hem nesne hem de insan yükünden ...
Ben beş yıldır ancak azalabildim, gerçi ne yaparsam yapayım yine de 100'e inmem mümkün değil ama lüzumsüz hiçbir eşyayı ve dahi ruhuma yük yaratacak hiçbir insanı etrafımda tutmuyorum. Daha az harcıyorum, daha az tüketiyorum, gelirimle orantılı yaşıyorum.
“Yeter” kavramını hayatıma yerleştirebildim. Yaşamımda bana sevinç vermeyen şeyleri tesbit ettim ve onlara “yeter” demeyi öğrendim.
Sahip olmak bir çeşit bağımlılıkmış, çok şeye sahip olmak yerine azaltarak kendime çoğalıyorum…kendimi yeniden üretiyorum.
 
AMERIKA'NIN SON ALIŞVERIŞ TRENDI: ALIŞVERIŞ YAPMAMAK!

Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?" la ilgili.
Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına.
Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor! Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor. Üstelik 'Mal edinmenin mutluluk getirmediğini öğrenen 'dünyanın en çok satın alan halkı', kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor. Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesut ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yoga derslerine ve tatillere harcıyorlar.
YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET!
Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor. Hikâye, psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar. Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler, piknikler, tiyatro oyunları filansa başka! Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeles’lı filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp *Happy *(*Mutlu*) isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor.
New York Times gazetesinin haberine göre San Fransisco'nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış! Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.
AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ?
Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:
— Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak,
— Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10–20 kat büyük evlere sahip olmak,
— Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak,
— Okumadığımız kitaplara sahip olmak, —Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak,
— Bize günde 3–5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,
— Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak,
— Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takımı taraftarlığına sahip olmak,
— Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak… Ya da sahip olduğumuzu sanmak…
— Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar!
O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?
Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Ah bunu bir anlayabilsek...
Doç. Dr. Erol ERÇAĞ
 
Dışarıya kapanmak esasen içeri açılmaktır...
Huzur mu istiyorsun?
Az eşya, az insan...! Franz Kafka

blog yazısı bunlar. sevgiler...
 
Canım copy-paste yapmışsın teşekkür ederim devam ediyorum çatal bıçak takimimin çekmeceli mobilyası vtardi içinde hiç kullanılmayan ilaçlar vardı hepsini boşalttım sağlik ocağına götürcem dışını da attım ohh...
 
Yok yok ben de mutsuzum,sade heryerden bir sey cikmayan ev gibisi var mi?sadelik guzelliktir,ben de senin gibi uygun biri ya da kesmes cikinca bu firsati kacirmayacagim...tebrikler gercekten rahatlamissindir
 
Canım eve gelen kadın bile senin evinde yorulmuyorum diyor.Sadece dört parça gümüş aksesuarım var başka hiçbişeyim yok almayıda düşünmüyorum.inan insanın kendine daha çok vakti kalıyor.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…