Aynı mantıkla radikal bir örnek olarak:
Uçurumun kenarına doğru yürümekte olan bir bebek annesinin - babasının sorumluluğundadır. Nüfus olarak onlara kayıtlıdır. Bir başka insanın gözünün önünde, kurtarabilme mesafesindeki bu çocuk uçurumdan düşüyorsa, o yakınındaki kişinin o an birincil sorumluluğu yoktur. Çocuk uçurumdan düştükten sonra sadece ama sadece anne babaya suçlamalar yöneltilmelidir. Uçurum kenarında bu olaya seyirci kalanın bir yükümlülüğü yoktur.
İnsanlık salt sözleşmeler, diplomalar, evraklar vb. imzalı kağıtlar üzerinde yaşanan bir şey değil bana göre.
Sadece bunu belirtmek istedim, o kadar.
Burada "değer biçme" ve "öncelik" durumu devreye giriyor.
Bana kalırsa, evlilik kutsal bir konum değildir ve elbette ki bir canlının hayatı ile kıyaslanamaz.
Toplumsal, yazılı olmayan kurallar içinde en önemsizi de rızası olan yetişkin bir bireyin aklını kullanarak yeni heyecanlar aramasıdır.
Daha da önemlisi bu durumda 3.şahsın geri durması ile, mağduriyetin azalmayacağı gerçeğidir.
Çünkü evlilik sadece fiziksel değil, zihinsel arayışları da ihanet olarak kabul eder.
Yani 3.kişiyi suçlamak, asıl suçluya "gizli iş çevir" demeye benzer, daha da küçük düşürücüdür.
Verdiğin örnekte korunmaya muhtaç olan, güçsüz ve zayıf bir mağdur var.
Ve sorumsuzluk ya da dikkatsizlik ile kişisel seçim de karıştırılmamalı.
Oysa aldatılma olayında her özne belli bir zeka sahibi, özgür bireylerdir.
Yani burada aldatan, uçurumdan düşen bebek gibi trans halinde, bilinçsiz bir canlı değil.
Tersine kafası, büyük ihtimalle normalden daha çok, daha ayrıntılı ve keskin çalışıyor.
Eğer aldatan kişi para zoruyla bunu yapıyor, tehdit ediliyor olsaydı, dediğin gibi toplum olarak ona destek olmak görev olurdu, her ne kadar kanunlarda bir karışılığı, yaptırımı olmasa da.
Ancak herkesin aynı etik anlayışına sahip olmadığını göz önünde bulundurarak, biz kendi tanıdığımıza, sorumluluğumuzda olana, sözleştiğimize kişisel seçimlerinden dolayı (gözle görülür bir zarara yol açmayan) hesap sorabiliriz.