Kafama estiği gibi yaşayan, canı sıkıldığında denk gele bir çanta hazırlayıp şehir değiştiren, gecenin bir vakti uyku tutmayınca hazırlanıp yürüyüşlere çıkan, enerji dolu biriydim. Elbette evlendiğimde bir miktar bundan ödün vermem gerektiğinin bilincindeydim, ancak eşim de ben gibiydi, bu yönümüzü tamamen ortadan kaldırmamız gerekmeyecekti, böyle düşünüyordum.
Eşimle evleneceğimizde de onun maceracı yönüne güvenmiştim, uyumluyduk. Eşim, aynı zamanda çocukluk arkadaşımdı da, iyi tanırdım, bilirdim. Deniz kıyısında biralarımızı tokuşturarak az sabahlamadık, ne sohbetler ederdik...
Evlendik ve sene geçmeden içinden overdoz ev erkeği çıktı, koltuktan kazımam gerekiyordu bazen, dışarı çıkarmak için. "Gezelim, gidelim" dediğimde uyar ama hep ben demekten, "Hadi hadi" diye gaz vermekten sıkıldım. İsterdim ki bir planla karşıma çıkabilsin, ben "Artık kullan iznini, sıkıntı geldi!" demeden, kendini ayarlasın. "Hadi gir koluma yürüyüşe çıkalım" diyebilsin... Bu kadar işkolik, bu kadar ev kuşu... Fazla. Kimi için şahane, ama benim için sıkıntı.
Çocuk olana kadar yer yer bunun dövüşünü yaptım eşimle.
"Evlilik buysa, ben evlenmemeliymişim" dediğim de oldu.
Çocuk olduktan sonra ise rutinin de rutini geldi.
Eşimi seviyorum ve eşim gibi biriyle evli olduğum için çoğu açıdan kendimi şanslı da hissediyorum, ancak göreyim-gezeyim hevesimi, aniden içinden geldiği gibi bir yerlere çıkıvermeyi öyle bir törpüledi ki birlikte yaşadığımız süreçte, bu kadarının haksızlık olduğunu düşünerek yer yer kendimi ona sinirlenirken buluyorum.
8 senenin ardından bir miktar ona benzedim de sanırım.
Hüzünlendim la, gidip bi sövesim geldi adama.