Günahlar, Günahkârlik Psikolojisi Ve Gençlerin Imdat çiğliklari

E

EU1

Ziyaretçi
GÜNAHLAR, GÜNAHKÂRLIK PSİKOLOJİSİ VE GENÇLERİN İMDAT ÇIĞLIKLARI


İNSANA ÇALIŞMASININ DIŞINDA BİR ESAS VERİLMEMİŞTİR.

Kısa dünya hayatı, ebedi ahiret hayatını doğurduğu için çok anlamlıdır. Evet dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan ibarettir ama amellerimiz oyuncak değildir. Dünya hayatı, ahiretin sonsuzluğuna nisbeten, göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa bir süredir. Bu kadar kısalığına rağmen sonsuz olan ahiret hayatı, bu göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa dünya hayatında kazanılacaktır. Dünya hayatının en önemli özelliği budur. Bu gezegenin misafirleri olan bizlerin burada sultanlar gibi ağırlanmasının tek nedeni, sonsuz bir hayatı kazandıracak (inşeAllah) veya kaybettirecek (Allah Korusun) olan imtihan içindir. Evet, bu imtihanda sonsuz olan ahiret hayatını kazandıracak veya kaybettirecek olan tek esas, çalışmalarımızdır." İNSANA ÇALIŞMASINDAN BAŞKA HİÇ BİR ESAS VERİLMEMİŞTİR." Sihirli bir değnek yoktur.Her insan, çalışmasının karşılığını alacaktır.Orada zerre kadar haksızlık edilmez.

Peygamber Efendimiz (SAV) kızı Fatıma'ya şöyle buyurmuştur:

-"Allah’tan nefsini satın almaya bak kızım, yoksa senin içinde ahirette bir şey yapamam." Efendimiz, bu sözü amcasına ve yakın akrabalarına da ısrarla tekrar etmiştir.

Demek ki, ahir zamanda yaşayan biz Müslümanlar içinde bu kural geçerlidir. Sistematik çalışmanın dışında hiçbir esas yoktur. İnsana çalışmasının dışında hiçbir şey, yarar sağlayamaz. Yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, SONSUZ EBEDİ HAYATIN rengini belirleyecektir.

Bir köylü, birtakım ihtiyaçlarını gidermek üzere, heybesini sırtına alıp şehre doğru yola çıktı.Saatlerce süren bir yolculuktan sonra, nihayet şehre ulaştı.Köylü, dükkanları gezerken bir ayakkabı dükkanının vitrini önünde durdu.Vitrindeki birbirinden güzel ayakkabıları seyretmeye başladı.Köylü ayakkabıları seyrederken, köylünün ayağındaki çarıkla, vitrindeki ayakkabı arasında bir konuşma başladı:
Çarık:
-Sen orada ışıklı camların içersinde en güzel yerlerde oturuyorsun, ben ise ayaklar altında sürünüyorum, revamı bu, adalet mi? Sonuçta ikimizde aynı işi görüyoruz?
Ayakkabı:
-Senin başına hiç çekiçler indimi?
Çarık:
-Hayır inmedi.
Ayakkabı:
-Bıçaklarla kesildin mi?
Çarık:
-Hayır kesilmedim.
Ayakkabı:
-Törpülerle,törpülendin mi?
Çarık:
Hayır törpülenmedim.
Ayakkabı:
-Ateşler içinde yandın mı?
Hayır yanmadım.

Ayakkabı:
-işte ben bunların hepsini yaşadım,ateşlerde yakıldım.Şekle girdim.Kesildim,biçildim,törpülendim,yüzlerce aşamadan geçtim.Şekilden şekile girdim.Şimdi ışıklar altında en güzel yerlerde sergileniyorum.Sen bunların hiçbirini yaşamadın o yüzden ayaklar altında sürünüyorsun.Farkımız burada dedi.

ÇALIŞMALARIMIZDA SÜREKLİLİK ESAS OLMALIDIR.

Öncelikle şu hususu kalın ve renkli harflerle hafıza çivimize bağlamalıyız:

Üzerinde yoğunlaşılmayan her duygu, her öz, her cevher, her kıymet eskir. Arasıra koşarak maratoncu olamayız. Arasıra yazarak, yazar olamayız. Arasıra şiir yazarak, şiir okuyarak, şair olamayız. Başarı, insandan sürekli ve artan bir tempoda çalışma ister, sonra kendisini sunar.

Bu anlamda, bakımı ve onarımı yapılmayan her şey eskir. Düzenli olarak bakımı yapılmayan DİŞİN MİNESİ delinir ve çürüme süreci hızlanır. Eğer çürüyen diş tedavi edilmezse, diğer dişleri de teker teker çürütebilir.

İman, bir MÜMİNİN en büyük cevheridir,en büyük sermayesidir. Hayatının gayesi ve varlık nedenidir.MÜMİN, İman etmekle işi bitmiyor, bilakis her şey yeniden başlıyor. Bir Allah Dostu, islâm'a yeni giren yaşlı bir zatı görünce, hüngür hüngür ağlıyor.
Sebebini soran dostlarına:
-O bugüne kadar kaybettiklerinin hepsini kazandı, acaba bizler, bugüne kadar kazandıklarımızı koruyabilecekmiyiz, o yüzden ağlıyorum,diyor.

Yine bir Allah Dostu Kâbe'de iki ayrı adam görüyor.Bir adam Kâbe'nin altın tokasına yapışmış hüngür,hüngür ağlıyor, bir başkasıda şöyle kenar bir yere çekilmiş, gizli gizli içiyor.Allah dostu şöyle buyuruyor: Bu iki hal,sizi asla aldatmasın. Şartlar her an değişebilir.Bu oraya, o da buraya gelebilir, diyor.

Evet, hepimiz çocuk olarak doğuyoruz ama çocuk olarak kalamıyoruz. Yani içimizdeki mavilikler teker,teker ölebiliyor.İşte burası çok önemli bir noktadır. BİR DEĞERİN KORUNMASI O DEĞERİN KENDİSİNDEN DAHA ÖNEMLİDİR. Değerin kendisini kısa bir sürede elde etmek mümkündür. Ama korumak için, bir ömür boyu dikkat ve ihtimam gerekir. Mümin olmak önemli, ama Mümin kalabilmek ve imanını son nefesine kadar muhafaza edebilmek, en önemli meseledir.Bununda yolu, son nefese kadar imanın bakımını yapmak,üzerinde yoğunlaşmak, imanı sürekli olarak Allahın emirleriyle beslemek,yasaklarıyla da korumaktır.Amelle beslenmeyen İman, zamanla tükenir.Sahibini kötü alışkanlıklardan ve haramlardan koruyamaz hale gelir. Öyle bir an gelir ki, kişi önce oturur ve ağlar,biraz sonra işleyeceği günaha ağlar,ama ağlaya ağlaya o günahı işler.Çünkü, irade felç olmuştur.İman
zayıflamıştır. Manevi bünye, manevi mikroplara karşı zayıf düşmüş ve yenilmiştir. Kişi, nefsinin elinde mıknatıs etrafında savrulan metal toz parçaları gibi savrulur.(Allah Korusun) Kişi günahlar elinde paçavraya döner. Ayaklar altında paçavraya dönen bir paspas gibi, kişi günahların esaretinde, bir paspasa dönüşebilir. Nefis, bütün benliğini kaplayabilir. Kişi, nefsi elinde bir köle haline gelebilir. Kişi, haram zevkleri, ilâhı haline getirebilir.Bu noktaya gelmemek için Mümin, imanının bakımını en önemli mesele olarak bilmeli ve yapabilmelidir.Çünkü, her gün 24 saat nefsimizle kıran, kırana bir savaş olduğunu bilmeliyiz.Terakki (yükselme) zembereğimiz veya tedenni (alçalma) sebebimiz olan Şeytan ve Nefsi Emmare, hiç tatil yapmıyor.24 saat işbaşında çalışıyor.Tam mesai yapıyor.Şeytan ve onun emrindeki Nefsi Emmare işini çok iyi biliyor,işini çok iyi yapıyor. Çünkü, onlar bir Profesyonel. Profesyonel düşmanlara karşı amatör ve cılız seslerle, cılız çalışmalarla başa çıkamayız. İmanımızı, Nefis ve şeytana (insi ve cinni şeytanlara) karşı korumak için, yüzlerce manevi tedbir almalıyız. Manevi yaşantımızı kirleten ve yok etmek isteyen bu manevi mikroplara karşı, Profesyonel bir Antivirüs Proğramı geliştirmeli, son nefesimize kadar, bu proğrama bağlı kalmalıyız.

Günahların elinde; bir o yana, bir bu yana savrulan bir terzi, zamanın Kutbu olarak bilinen, bir Allah Dostunun yanına gider. Halini anlattıktan sonra Allah Dostundan durumuna çare olacak bir nasihat ister.

Allah Dostuyla terzi arasında şöyle bir konuşma geçer:

-Sen ne iş yaparsın?
-Terziyim efendim
-Kaç yıldır bu mesleği icra ediyorsun?
-Tam 30 yıldır efendim.
-Terzilikte en zor şey nedir?
-Ölçüye göre kesim yapabilmektir.
-Can boğaza geldiğinde kesim yapabilirmisin?
-Canım tendeyken kesimi zor yapıyorum, can boğaza gelince nasıl kesim yapabilirim, bu mümkün değil
-Öyleyse 30 yıldır yaptığın kesim işini can boğaza gelince yapamıyorsun da,
30 yıldır yapmadığın tevbeyi can boğaza gelince nasıl yapacaksın?

Mevlâna Hazretleri Şöyle Buyurur:

"Çocukluğun oyunla,
Gençliğin gafletle
İhtiyarlığın meşaggatle geçti.
Pekiyi, söylermisin, Allah'a ne zaman ibadet edeceksin?"

Sistematik çalışmanın en büyük düşmanı; yarına bırakmak, ertelemek,üşenmek vazgeçmek gibi kötü alışkanlıklarımızdır.Sürekli ertelemek,üşenmek veya hemen pes edip vazgeçmek nefsin en büyük tuzaklarıdır. Bunlar manevi hastalıklardır. Şu cümleler üzerinde uzun uzun düşünelim lütfen.

-Yarına bırakanlar helak oldu. (H.Ş)

-İki günü eşit olan ziyandadır. ( H.Ş.)

-Allah katında en hayırlı amel az ama sürekli olanıdır. (H.Ş)

-“Muhakkak ki bugün bizler hesabı olmayan bir amel günü içindeyiz.Yarın ise ameli olmayan bir hesap günü içinde olacağız.” (H.Ş)

-“ Allah’ım erken kalkan ümmetimin işini bereketli kıl” (HŞ)

“ Zamanı öldürenler zamansız ölürler”( Sözün sahibini bulamadım)

-“İnsan kuvvetliyken güçsüze karşı vermediği savaşı;
kendi güç kaybedip,
güçsüz kuvvetlendiği zaman, nasıl kazanabilir?” (Gazali)

-“Sana bir ihtiras musallat olduğu zaman, onunla savaşı yarına bırakırsan,
yarın gelecek ve sen savaşmayacaksın. Böylece yarından yarına bırakınca sadece yenilmeyecek, fakat öyle bir duygusuzluğa kapılacaksın ki, günah işlediğinin bile farkını varmayacaksın” ( Epiktetos)

“Tehlikeyi küçümseme, zevki tanrı edinme, azgınlık ve sapıklık, insanlık yörüngesinden çıkış,
AD kavminde fırtına sökmeden ağaçları,
SEMUD kavmine inmeden müthiş sayha,
MEDYEN halkını yakıp kavurmadan sıcak,
EYKE halkının başına yağmadan yıldırımlar,
LUT kavmini silmeden sahneden a ozelzele,
POMPEİ Roma’ya kusmadan acı lavı,

önceden düşen apaçık gölgelerdi....” (Kemal Ural)

"Eğer geleceğe gidip ölüm anınızı bir dakika kadar yaşasaydınız,geri dönüp sırtında alevlerin tutuştuğu insan gibi koşuşturur, bir şeyler yapabilmek için ölümüne çırpınırdınız." (Muhammed Bozdağ)

“Şu gerçeği unutmayın;

TEK ÖNEMLİ VAKİT VARDIR.;İçinde bulunduğunuz an.O an en önemli vakittir,
Çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir.
EN ÖNEMLİ KİŞİ, kiminle beraberseniz odur,zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez;
VE EN ÖNEMLİ İŞ iyilik yapmaktır, Çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur.” ( Tolstoy)

Evet, insan gençken, güçlüyken, alışkanlık güçsüzdü. Her gün tekrar ettiğimiz alışkanlık, aslında kendimizi ve irademizi güçsüzleştirme sürecidir. İnsan, alışkanlığı emzirirken aslında katilini emzirmektedir.Bu anlamda tuzağına koşan tavşan gibi, acınacak bir durumdadır.Evet, bizdeki güç alışkanlığın eline geçti. Zamanla alışkanlık güçlendi, bizi yutacak hale geldi. Biz güçsüzleştik. Sonuçta alışkanlık zincirlerini boynumuza geçirdi. Bizi bir esir haline getirdi.Bu noktaya minik bir başlangıçla geldiğimizi düşünürsek sonuç ne kadar ürperticidir.Yeniden yaratıldığımız her yeni günde, irademizi besleyeceğimiz yerde, bizi saracak zincirlere, yeni bir halka takmakla meşguldük.Bugün bir halka,yarın bir halka, öbür gün bir halka…Alışkanlık tekrar ede de nihayet güçlendi.Sahibini esir aldı.İrademizi iyice güçsüz hale getirip, alışkanlığı dev haline getirdikten sonra, onunla başa çıkabileceğimizi düşünmek algı sistemlerimizin de felç olduğunu gösteriyor.Sağlıklı düşünme becerimizi, kaybettiğimizi gösteriyor.

Gençliğimizin en verimli yıllarını, alışkanlık adına kocaman ve derin bir kuyuyu kazmakla geçirdik. Her geçen gün, biraz daha aşağı indik. Nihayet kuyu, tahmin ettiğimizden de öte derinliğe ulaştı. Biz kuyunun dibine indiğimizde, yaşlandık ve güçsüzleştik. Şimdi gençlik ve dinamik yıllarımızda kazdığımız ve dibine kadar indiğimiz kuyudan, ihtiyarlık ve güçsüz halimizde çıkabileceğimizi düşünmek sadece kendimizi kandırmaktır.

Demek ki alışkanlıklar bir tohumla başlar, minik bir adımla başlar, bir taneden ne çıkar demekle başlar, Sonra tekrar ede ede, güçlenir. Yerçekimi gibi sahibini kendine çeker. Kişi ne zaman alışkanlıkların atmosferinden sıyrılmak istese, büyük bir güç tarafından geriye doğru çekilir. Bu güç, itina ile beslediğimiz alışkanlıkların gücüdür. İşin en ilginç yanı alışkanlıklar o gücü tamamen bizden almıştır.

Bir idam mahkumuna, üç gün sonra, yüz metreden bir atışta 12 yi vurması şartıyla affedileceği vaat edilse, bu idam mahkumu, üç günün her bir saatini, 12 yi vurabilmek için atış talimi yapmakla geçirecektir.

Pekiyi yaşadığımız şu hayatın, üç günlük hayattan ne farkı vardır. Zaten dünya üç günlük değilmidir? Dün, bugün ve yarın. Dün yoktur. Yarın da yoktur. Yoğa yatırım yapanlar, yok olurlar.

Bugün vardır. Hatta biraz önce ve biraz sonra dahi yoktur. Hatta şimdi vardır. An vardır. An bu andır. Dem bu demdir. Her an ilk ve son defa görebileceğimiz bir andır. Her anın son an olma ihtimali veya son andan bir önceki an olma ihtimali vardır. Anlar, bizi son ana götürmek için adeta yarışmaktadır. Ayrıca, şimdi değilse ne zaman yapacağız ve şimdiki şimdinin yarınki şimdiden ne farkı vardır? Şimdide hayat vardır. Ben şimdide yaşıyorum. Hayati bir şimdiyi değerlendiremeyen ben, hayali şimdilerden nasıl medet umabilirim?

Pekiyi bütün bunları bildiğimiz halde, neden şimdinin ve anın sorumluluklarını, yarına veya yarını meçhullere göndeririz, anı yaşamayız? Koca bir ömrü erteleye erteleye yaşamadan elimizden kaçırırız. Nur topu günleri yaşamadan, nur topu günlerin zarfını bile açmadan, yaşanmamış günler çöplüğüne atarız.Koca bir ömür sermayesini yaşamadan ama bizi yaşlandıran bir süreç olarak kullanırız, Neden?

Bu bizim hayal dünyamızda, şimdi kısacık anımızı genişleten YALANCI AYNALARLA İLGİLİDİR. Hepimizin, alış veriş yaptığımız mağazalarda dikkatimizi çekmiştir. Bazı mağazalar mekan itibariyle küçüktür. Dükkan sahibi mağazayı daha geniş göstermek için, duvarlara karşılıklı boy aynaları asar. Aynalar bir biri içinde yansıdığı için, küçücük bir mekan oldukça geniş görünür. Ama bu mekandaki genişlik, sanal bir genişliktir. Gerçekte böyle bir genişlik yoktur.Genişlik aynaların içindedir.İki adım ileri giderseniz duvara çarparsınız ve DUVAR size der ki: Burada dur, buradaki genişlik sanaldır, gerçek mekan burayla sınırlıdır diye size hatırlatır.

Şimdi hayal dünyamızda mazi( geçmiş) ve müstakbel (gelecek); birer büyük ayna olarak durmaktadır. Bu aynaların karşılıklı yansımasıyla şimdiki kısa ve dar zaman, çok genişlemektedir. Böylelikle aynanın içindeki hayali geniş bir zaman dilimini gerçek zannederiz. Bu yüzden şimdinin sorumluluklarını hep yarınlara, bürgünlere, öbürgünlere erteleriz. Yukarıda verdiğimiz örnekte, mekandaki genişleme nasıl sanalsa, burada da zamandaki genişleme sanaldır. Gerçekte o kadar uzun bir zaman dilimi yoktur. Gerçek, yaşadığımız zaman dilimiyle sınırlıdır. Yani, şimdi vardır. Şu an vardır.Başka bir zaman dilimi yoktur.Kabrin Duvarına çarptığımızda gerçeği ve gerçek zamanın ne kadar kısa olduğunu anlarız ama iş işten geçmiştir artık.

İşte bu yanılma yüzünden kişi, hiçbir zaman şimdiyi yaşamaz, yaşayamaz. Elindeki şimdi ve buradaya değil, aynadaki sahte geleceğe, sahte zaman dilimine, sahte genişliğe bakar hep.
20 li yaşlara gelince, ömür saatinin alarmını 30 lara kurar.30 lu yaşlara gelince 40 lara kurar. Sonra 50 lere ve kendisine ömür verilirse 60 lara… Ömrü, kendisine verilen sermayeyi değerlendirmek yerine, saatin alarmını her sene, öteki seneye kurmakla geçer.Böylelikle koca bir ömür, hayal aynasındaki sanal genişlemeler yüzünden; ertelene, ertelene yaşanmadan elimizden çıkar.Hayatta insan için, bundan daha acınacak, bundan daha vahim bir durum yoktur.Çünkü Bir Dakika ebedi hayatımız için belki de çok önemli değişimler yaşayabileceğimiz bir zaman dilimi olabilir. BİR DAKİKADA ALLAHIN RIZASINI KAZANACAK BİR TEVBE YAPABİLİRİZ.Yerin altındakilerin sahip olmak için dünyaları vermeye hazır olduğu sihirli dakikalara, yerin üstündeki bizler, hiçbir bedel ödemeden şimdi ve burada, sahibiz. Demek asıl mesele, ÂNI YAŞAMA BİLİNCİMİZİ geliştirmektir.Ânı yaşama bilincimizi bir beceri, bir yetenek haline getirmeliyiz. Çocuğa çok küçük yaşlardayken, yaşına göre ÂNI YAŞAMA BECERİSİNİ KAZANDIRMALIYIZ. Anı yaşama becerisini kazanamayan bir insan, zamanı kendisini ihtiyarlatan bir süreç olarak kullanır. ŞİMDİ VE BURADAYI yaşayacağı yerde, şimdi ve buradayı çok geniş gösteren O SAHTE AYNALAR YÜZÜNDEN ömrünü hep uzatır,hep uzatır, ânın sorumluluklarını erteler durur. Ama yolun sonuna geldiğinde, bu oyun biter. Gerçek, bütün gücüyle onu gafletten uyandırır.Ama iş işten geçmiştir.Ne gariptir ki, sorumlulukları hep ileriye erteleyen NEFSİ EMMARE , ücret ve lezzeti asla ertelemez.Hemen yutmak ve sahip olmak ister.Yani nefsimiz bir münafık gibi, hep ikili oynar.Lezzet ve ücret noktasında şimdi ve buradayı hemen yaşamak isteyen NEFSİ EMMARE, sorumluluk noktasında şimdi ve buradayı o yalancı aynalarıyla hemen genişletir.İki yüzlü davranır.Bazen bir ömür boyu, nefsi emmarenin bu hilesini, bu kalleşliğini anlayamadan hayata veda ederiz, koca bir ömrü yaşamadan arkamızda bırakarak… Sonsuz cenneti kazandıracak bir ömrü, sadece ve sadece bizi ihtiyarlatan ve bize ebedi hayatı kaybettiren bir sürec olarak kullanırız….Ne hazin değil mi?

Evet, hayalimizdeki bu sahte aynalar, lezzet ve ücret noktasında, şimdi ve buradayı hatta hemeni isterken, sorumluluk noktasında daima ileriye erteliyor. Nefse denilse ki, Sana şimdi çok küçük bir tabak, baklava verilecek ama birkaç gün sabredersen bir tepsi baklava verilecek, hangisini istersin? Nefis hazır küçük tabağı isteyecektir.

Yine nefse denilse ki, şimdi on kilo yük taşıyacaksın ama bunu kabul etmezsen birkaç gün sonra bin kilo yük taşıyacaksın denilse, nefis şimdi taşımayayım sonra bin kilo taşırım diyecektir. Sorumluluk noktasında hep erteliyor. Ücret noktasında hazırı çok seviyor. Yani Nefsi Emmare, ücret ve lezzet noktasında şimdi ve buradacı, sorumluluk noktasında ise hep yarıncıdır. Bizi hep bu oyunla kandırdı. Yıllarımızı sömürdü. Halbuki her geçen dakikanın üzerine dikkatle baksaydık, şu yazıyı okuyacaktık: BENİ İLK VE SON DEFA GÖRÜYORSUN.BEN ÖZELİM, BEN BİR TANEYİM.

Bir işi ertelemeden gerektiği şekilde ve zamanında yapmak, Sünnetullahın ta kendisidir. Allah hiçbir işini ertelemiyor. Güneş, ay, yıldızlar mesaiye hiç geç kalıyorlar mı?

Şimdi ve buradayı yaşaya yaşaya, ânı yaşama becerimizi geliştiririz. Bu şekilde ânı yaşama becerimizi huy haline getirmiş oluruz.Huyların en güzelini elde etmiş oluruz. Erteleye erteleye, ertelemeyi öğreniriz.Bu şekilde huyların en kötüsünü kazanmış oluruz.Allah korusun, bu yüzden ahiretimiz elimizden gidebilir.Ölüme hazırlıksız yakalanırsak, heybemiz boş gidersek, o uçsuz bucaksız diyarda halimiz nice olur? Bir ömür boyu beslemediğimiz imanı son nefeste (muhtemelen) şeytana kaptırırsak, kaptırdığımız imanın yerine bize dünya saltanatı verilse, hatta üzerine Merihin tapusu da eklense neye yarar ki? Kaybettiğimiz ebedi hayatın yerini ne doldurabilir ki? Hiçbir şey…

Bir adam kulübesinde oturuyordu. Kulübesi eski olduğu için, kulübenin duvarlarından sık, sık parçalar dökülüyordu. Adam kulübeyi tamir edeceği yerde, her düşen parçanın yerine bir avuç çamur alıp, hemen oraya yapıştırıyordu. Sonuçta ev çamur yığını haline geldi ve çöktü.Adam:
-Ne vefasız evmiş, yıllardır içinde oturdum da haber bile vermedi diye söylendi.
Bunun üzerine ev dile gelerek şöyle dedi:
-Ahmak, ne zaman çökeceğimi haber vermek için ağzımı açtımsa, ağzımı bir avuç çamurla tıkadın. Konuşmama izin vermedin.

Evet, her geçen gün, ömür binamızdan düşen bir tuğladır. Her geçen gün, kabre doğru atılmış dev bir adımdır. Ezan sesleri, ölümü ihtar etmektedir. Selâ sesleri, ölümü ihtar etmektedir. Yıldız kayar gibi, her gün çevremizden yüzlerce binlerce insan, asıl gezegenden gelen davet üzerine çekip gitmektedir. Bütün bunlara rağmen, hala nasıl olurda erteleyebiliriz.Bugünün sorumluluklarını, yarını mechullere gönderebiliriz.Bu nefsi emmarenin hilesinden başka bir şey değildir."Evet, güneşe gözünü kapayan, gündüzü kendisine gece yapar." Kainatta en büyük hakikat, ölümdür. Şimşek gürültüsü gibi bir seda varken, sinek vizıltılarına kulak veren divanedir.Güneş gibi bir hakikat varken, mum ışıklarına müteveccih olan divanedir.Ölümü yok sayarak, yada görmezden gelerek yaşamaya çalışmak, mümkün değildir.Evet, biz hayatı ve sorumluluklarımız ertelesek bile ölüm bizi ertelemez.Kendisini sürekli ertelediğimiz ölüm ,kendisini sürekli erteleyen bizleri asla ertelemez.

Konumuza tekrar dönecek olursak, zaten yarına bıraktığımız her iş yine bir başka yarına bırakacağımızın garantisidir. Çünkü, bugün dünün yarınıdır, yarınında dünüdür. Bugün Pazar.Pazar, Cumartesinin yarınıdır. Pazartesininde dünüdür. Pazarın sorumluluklarını, Pazartesiye yüklemek,pazartesiyi pazartesi olmaktan çıkarır,Pazar+Pazartesi haline getirir.Pazartesi, Pazarın hamallığını yapmak istemez.Çünkü Pazartesinin kendisine has bir gündemi vardır zaten.Pazartesi,Pazarın yükünü taşıyamayacak kadar doludur.Pazarda yükünü Pazartesiye vermeyecek kadar onurludur,onurlu olmak zorundadır.Pazarın yükünü, Pazartesiye yüklemek; Pazartesiyi, Pazartesi olmaktan çıkardığı gibi, Pazarıda Pazar olmaktan çıkarır.Bir günü dolu dolu yaşamak demek, o günü gündemiyle birlikte yaşamak demektir.Koça kuyruğu ağır gelmez diye bir söz vardır.Her gün, yükünü kendisi taşımak ister.Bir günden lezzet almak istiyorsak,o günün önce sorumluluklarını yerine getirmeliyiz,sonra günün bize sunduğu hediyeleri günün bağından devşirebiliriz.

Yaşanmayan gün, sadece yaşlandırır.Yaşanmayan gün çok hızlı geçer. Hiçbir şey hatırlamayız.Çünkü biz, o günde yüklemiz.Yani Suda sürükleniyoruz.Ama yaşanmış günlerden oluşan bir ömür, çok bereketlidir.Cünkü biz, o günde özneyiz. Yani Suda yüzüyoruz.Deli dolu değil,Dolu dolu koca bir ömür yaşamış oluruz.

Bir şirkette çalışan insanların yetki ve sorumlulukları bellidir. Hiç kimse bir başkasının görevini ekstra olarak yapmaktan hoşlanmaz. Sırtında kambur taşımayı kim ister ki? Bunu hiç birimiz istemeyiz. Onaylamayız. Yardımlaşma ve dayanışma durumları bundan istisnadır.

Şimdi bir şirkette çalışan 7 tane eleman düşünelim.

Pakise Hanım ( Pazartesi)
Salih Bey ( Salı)
Çağla Hanım ( Çarşamba)
Pervin Hanım ( Perşembe)
Cuma Bey ( Cuma)
Cumhur Bey (Cumartesi)
Polat Bey ( Pazar)

Bu elemanların, her birinin yetki ve sorumlulukları bellidir. Herkesin işi başından aşkındır zaten. Şimdi Pakise Hanım, işini Salih Beye veremez,Salih Bey de kendi işlerini bırakıp Pakize Hanımın işlerini alamaz.Alırsa, sorumluluk açısından kendini, iki kişi haline getirmiş olur.Baştan başlayarak, her elemanın işlerini diğerine aktardığını varsayarsak, en son bütün işler, Polat Beyde Birikir.Polat Bey Bu yükün altında ezilir.Zaten bu şekilde çalışan bir şirket fazla dayanamadan iflas bayrağını çeker.

İnsanlar mahşerde mahçup olunca, Allahtan istedikleri tek şey; yeni bir zaman diliminin kendilerine sunulmasıdır. Tabi ki, bu istekleri reddedilecektir. Ama, insanların mahşerde Allah'tan isteyecekleri zaman dilimi, şu an ellerinde olup, hiç değerlendirmedikleri veya yeteri kadar değerlendirmedikleri zaman dilimidir.Ne hazin değil mi?

Bir dergide okumuştum. Titanik faciasından sonra gemiler su geçirmeyen bölmeler şeklinde yapılmaya başlanmış.Bir tehlike anında bir birinden ayrılabilecek şekilde yapılmaya başlanmış.Geminin bir tarafı su alırsa, diğer taraf ondan hemen ayrılıp ayrı bir gemi şekline gelebiliyormuş.Su geçirmeyen bölmeler sayesinde, geminin batan bir kısmının, diğer kısmını etkilemesine izin verilmiyormuş.Diğer kısımlar, gemiden hemen ayrılarak kurtulabiliyormuş.

Şimdi zamanı kullanma konusunda da bu yöntemi uygulayabiliriz. Zamanı su geçirmeyen bölmeler gibi ayırabiliriz. Bir zaman diliminin diğerini etkilemesini engelleyebiliriz.Buda, her günü kendi içinde yaşamak, sorumlulukları ertesi güne ertelememekle mümkündür.Yaşadığımız anı kavramakla mümkündür.

Bugünün işi kartopu büyüklüğündedir. Bunu yarına aktarırsak bu kartopu büyümeye başlar.Aktardıkça kartopu büyür, büyür, büyür. Sonuçta bir çığ olup, kendisiyle başa çıkılmaz hale gelir. Altında kalıp ezilebiliriz.İşte altında ezildiğimiz bu çığ önceden küçük bir kartopuydu.Sonra çığ haline geldi.Küçüktü önemsemedim,büyüdü hakkından gelemedim.Küçük bir sorumluluk topu, erteleye erteleye kocaman bir sorumluluk çığına dönüşebilir. Zamanında alınmayan küçük tedbirler yüzünden, yüzbinlerce insanımızı depremde kaybetmedik mi? Eğitimi ihmal ettiğimiz için yüzbinlerce insanımız cehaletin karadelikleri tarafından yutulmadı mı? Savaş mağlubu ve atom bombası mağduru ülkelerin süper güç olduğu bir devirde, bin yıllık tarihi birikimi olan, yer altı kaynakları ve her türlü potansiyel zenginliğe sahip olan yaşadığımız bu güzel ülke, geleceğe hâlâ karınca adımlarla yürümüyor mu?

Özetleyecek olursak; hayatı asla geçmişe doğru yaşayamayız.Hayatı geçmişten ibret alarak, geleceğe doğru yaşayabiliriz. Hayatla geçirdiğimiz yılları değil,hayatla yaşadığımız yılları saymalıyız.Yapılan bir araştırmaya göre, kuşların ömrünün yüzde altmışı yuva yapmak ve yiyecek toplamakla geçiyormuş.Yüzde kırkı onlara kalıyormuş.Acaba bizim hayatımızın kaçta kaçı bize kalıyor? Hayatla geçirdiğimiz yıllar sermaye, hayatla yaşadığımız yıllar, bu sermayenin kâra dönüşmüş halidir. Hayatı, binlerce basamakları olan bir merdivene benzetirsek,bu merdiven basamaklarının, her gün düzenli olarak çıkılması gerekir. Her gün bir basamak çıkıp, sonra birkaç basamak geri inen bir insan veya bir gün bir basamak çıkıp aylarca olduğu yerde bekleyen bir insan, bu merdiven basamaklarını asla bitiremez, dolayısıyla hedefe varamaz. Manevi hayatta terakki etmek istiyorsak, her gün eşitliği bozan bir tempoyla çalışmalıyız.Çünkü, Cennet zorluklarla cehennem şehvetlerle kuşatılmıştır ve cenette giden yol asfaltla döşenmemiştir.

Sevgili Muhammed Bozdağ abimizin de buyurduğu gibi, uzaya fırlatılan bir füze bir an dursa yere çakılır. Bir anlık verilen bir ara, geçmişteki bütün çalışmaları beyhude kılabilir.Taşı delen damlaların gücü değil, sürekliliğidir.İnsanı manevi hayatta başarıya ulaştıracak olan sihirli formül, sürekliliktir.

Efendimiz ASLM'a soruldu:" Ya Rasulallah!
Allah katında hangi amel daha makbuldür?
-"Az ama sürekli olanı"

-EVET ACELE ETMELİYİM:

-Büyük bir iş başarmadan önce, ölmemek için acele etmeliyim.
-Bugünümün, dünümü geçmesi için acele etmeliyim.
-Rakiplerim ( Şeytan ve Nefsi Emmare) harıl harıl çalışıyor, ben acele etmeliyim.
-Zalimler, kötü insanlar çalışırken, ben acele etmeliyim.
- Bütün kainat harıl harıl çalışırken, kainatın halifesi olan ben, nasıl tembel olabilirim?O yüzden acele etmeliyim.
-Benim içimdeki hücreler; ya oksijen, ya kan, ya bilgi taşıyor, hepsi asil işlerle uğraşıyor, ben nasıl beyhude işlerle uğraşabilirim? o yüzden acele etmeliyim.
-Ömür sermayem hızla tükeniyor, acele etmeliyim.
-Ömür kandilimdeki yağ hızla tükeniyor, acele etmeliyim.
-Atılan tohumların yeşermesi zaman alacak, acele etmeliyim.
-Geçmişte yaptığım hatalarımı tamir etmek, için acele etmeliyim.
-İki günümün eşit olmaması için, acele etmeliyim.
-Yıllardır beni hasret ve ümitle bekleyen parlak bir geleceği kucaklamak için, acele etmeliyim.
-“16 sında öldü, 66 sında gömüldü” olanlardan olmamak için acele etmeliyim.
-Varlığıyla, yokluğu arasında, fark olmayan bir insan olmamak için ,acele etmeliyim
-Ölüm her an gelebilir bu yüzden acele etmeliyim.
-Dünya Gezegenide ölmek üzere,son anlarını yaşıyor, o yüzden acele etmeliyim.
-Son nefesimde bu gezegenden imanla ayrılmak için acele etmeliyim.

İNŞAALLAH BU KONUYA DEVAM EDECEĞİM.
Nusret KARDELEN

HER ŞEY MAVİSİNİ YİTİRMİŞ BİR HAYATIN YENİDEN İNŞAASI İÇİN.
 
X