- 10 Ağustos 2009
- 26.199
- 18.342
- 823
www.haberturk.com/yasam/haber/1062049-terapist-mehmet-zararsizoglu-istemeyerek-yaptigimiz-her-sey-hasta-eder
Terapist Mehmet Zararsızoğlu:
İstemeyerek yaptığımız her şey
hasta eder
05 Nisan 2015 Pazar,
02 30 Güncelleme: 03:06:09
Terapist Mehmet Zararsızoğlu ile
kurucusu olduğu Türkiye Sistem
Dizimleri Enstitüsü’nde buluştuk
ve bizi neyin hasta ettiğinden
başlayarak terapi sürecine dair
her şeyi konuştuk.
Zararsızoğlu’na göre, mutluluk
modern insanın inandırıldığı bir
yalan. Bizi hasta edense, hayatta
isteyip de yapamadığımız ya da
tam tersi istemeye istemeye
yaptığımız şeyler...
GÜLENAY BÖREKÇİ/HT PAZAR
Türkiye Sistem Dizimleri
Enstitüsü ’nün kurucusu terapist
Mehmet Zararsızoğlu’na Sistem
Dizim Terapisi adını verdiği
yöntemini konuşmak için gittim.
Amacım terapinin ne işe yaradığını
öğrenmekti. Çok güzel anlattı:
“Diyelim ki geçmişte size acı veren
bir olay yaşadınız. Bu acı
boynunuzda bir taş gibi asılı kalır.
İşte biz size boynunuzdaki taşları
gösteriyor, sonra da onları alıp bir
kenara koyuyoruz. Ama yeterli
değil! Boynunuzdaki taşlarla
yüzemez hale gelmiştiniz. Şimdi ne
yapacaksınız, acının verdiği
konforla yüzmeyi öğrenmemişsiniz
ki. Terapinin ikinci adımı giriyor
devreye: Kişinin sahip olduğu tüm
olanakları fark etmesini sağlamak
ve onunla beraber yeni bir yaşam
stratejisi belirlemek.”
İŞTE DÜNYANIN EN MUTLU 10
ÜLKESİ!
Hepimizin aklındaki hedefi sorarak
devam ediyorum: “Mutlu
olmamızın tek yolu bu mu?”
Mehmet Zararsızoğlu’nun itirazı
kesin: “Modern insan, mutluluk
hedefiyle yaşıyor. Hiç
gerçekleşmeyecek bir yalan bu.
Çünkü hayat, acıların ve
iyileşmelerin, yaralanmaların ve
ayağa kalkmaların birbirlerini
döngüsel olarak takip ettiği bir
bütün. ‘Beni mutlu et’ diye gelen
danışanlarıma ‘Seni mutlu edemem
ama mutlu olmayı neden bu kadar
arzuladığını çözebilirim’ diyorum
ben. Bunu çözünce denklemi
yeniden kurabiliriz artık. Acılarımız
üzerinde biraz durup düşünmemiz,
sistemimizi buna göre akort
etmemiz şart. Zira acıyı
dönüştüremezsek sonsuza dek
onunla yaşamak zorunda
kalacağız.”
Üzerinde düşünmeye değer bence.
İşte Zararsızoğlu’dan aldığım diğer
bilgiler...
■■ Yekten sorayım size önce: Bizi
ne hasta eder?
Yanlış soru! Konvansiyonel tıbba ve
Freudyen psikoterapiye göre,
dertleri ve acılarıyla gelen insanlar
“hasta”, hekimler ve terapistler de
şifalandıran konumundadır. Benim
savunduğum psikoterapi ise bu tarz
bir hiyerarşiden uzak durmayı
tercih ediyor. Bana göre hastalığın
nasıl iyileştirileceğini aramak yerine
sağlığın şifreleri, sırları neler, buna
bakmak gerek.
■■ Aynı kapıya çıkmıyor mu?
Tam değil, hastalık odaklı terapi
insanın içindeki kendini iyileştirme
sistemini görmezden geliyor. Sizin
hastalık dediğiniz şeyi ben başka
türlü tarif ediyorum. Hastalık
aslında içimizdeki olanaklara kör ve
kendimize katı olma halimiz. Ve
kökeninde mutlaka acı var.
Hissettiğimiz acıyı bastırdığımızda
da rahatsızlanıyoruz. Halbuki kötü
olan acı duymak değil, onu yok
saymak. Çünkü acı ilişkidir.
■■ Ne demek bu?
Acı çekmemizin sebebi,
ilişkilerimizdeki eksiklikler,
fazlalıklar, tersliklerdir. Bizi hasta
eden şeyse, hissettiğimiz acıyı
hayatımızdaki yegâne gerçek gibi
görüp kendimizi buna
hapsetmemizdir. Hayat bize sınırsız
imkânlar, sınırsız olay örgüleri
sunuyor ama biz kendimizi, ancak
tek bir imkân dahilinde hayatta
kalabileceğimize inandırıyoruz.
■■ “Ben ancak şu kişiyle birlikte
olursam veya şöyle bir hayat
yaşarsam mutlu olurum” demek
gibi mi?
Evet ama aslında karmaşık bir süreç
bu. Beden en önemli duyu
organımız ve yeni nörobiyolojik
araştırmalar bize şunu net olarak
gösteriyor: Bazı duygu ve
düşünceler bazı hormonların eksik
veya fazla salgılanmasına yol açıyor
ve bu da sonuç olarak vücuda bir
ağırlık yüklüyor. Şöyle bir şey belki;
önümüzde şahane olasılıklar var
ama biz hiçbirini görmeden tek bir
noktada, tek bir olanakta
takılıyoruz. Varlığımızdaki diğer
kaynaklara kör kalıyor, onları
oyunun içine sokmuyoruz, bu
durumla baş edemediğimizde de
vücudumuz semptom üretmeye
başlıyor.
■■ Bunu örneklendirir misiniz?
Bana “Başım ağrıyor” derseniz,
“Başınız 24 saat boyunca hep mi
ağrıyor?” diye sorarım. Seks
yaparken, yemek yerken, işe
giderken... Baş ağrınızın ne zaman
şiddetlenip ne zaman kesildiği
önemli. Vücudumuz bize sürekli
sinyaller yollar, biz de bu sinyalleri
kullanarak öyküler yazarız.
Başımızın ağrımasına sebep olan
şey aslında kendimizle ilgili
kurduğumuz öykülerdir. Öyküde
dile getirdikleriniz pişmanlık,
hayıflanma ve sızlanma üzerine
olursa; nöronal sisteminiz stres
hormonları salgılamaya
başlayacaktır.
■■ Başım ağrıdığı halde
iyimserlikte ısrar edip
“Ağrımıyor” dememi
önermiyorsunuz değil mi?
Hayır, başınızın ağrısı bir uyarı
sinyalidir ama başınızın ilk ne
zaman, hangi sebeple ağrımaya
başladığını kendinize sormalısınız.
Terapist Mehmet Zararsızoğlu:
İstemeyerek yaptığımız her şey
hasta eder
05 Nisan 2015 Pazar,
02
Terapist Mehmet Zararsızoğlu ile
kurucusu olduğu Türkiye Sistem
Dizimleri Enstitüsü’nde buluştuk
ve bizi neyin hasta ettiğinden
başlayarak terapi sürecine dair
her şeyi konuştuk.
Zararsızoğlu’na göre, mutluluk
modern insanın inandırıldığı bir
yalan. Bizi hasta edense, hayatta
isteyip de yapamadığımız ya da
tam tersi istemeye istemeye
yaptığımız şeyler...
GÜLENAY BÖREKÇİ/HT PAZAR
Türkiye Sistem Dizimleri
Enstitüsü ’nün kurucusu terapist
Mehmet Zararsızoğlu’na Sistem
Dizim Terapisi adını verdiği
yöntemini konuşmak için gittim.
Amacım terapinin ne işe yaradığını
öğrenmekti. Çok güzel anlattı:
“Diyelim ki geçmişte size acı veren
bir olay yaşadınız. Bu acı
boynunuzda bir taş gibi asılı kalır.
İşte biz size boynunuzdaki taşları
gösteriyor, sonra da onları alıp bir
kenara koyuyoruz. Ama yeterli
değil! Boynunuzdaki taşlarla
yüzemez hale gelmiştiniz. Şimdi ne
yapacaksınız, acının verdiği
konforla yüzmeyi öğrenmemişsiniz
ki. Terapinin ikinci adımı giriyor
devreye: Kişinin sahip olduğu tüm
olanakları fark etmesini sağlamak
ve onunla beraber yeni bir yaşam
stratejisi belirlemek.”
İŞTE DÜNYANIN EN MUTLU 10
ÜLKESİ!
Hepimizin aklındaki hedefi sorarak
devam ediyorum: “Mutlu
olmamızın tek yolu bu mu?”
Mehmet Zararsızoğlu’nun itirazı
kesin: “Modern insan, mutluluk
hedefiyle yaşıyor. Hiç
gerçekleşmeyecek bir yalan bu.
Çünkü hayat, acıların ve
iyileşmelerin, yaralanmaların ve
ayağa kalkmaların birbirlerini
döngüsel olarak takip ettiği bir
bütün. ‘Beni mutlu et’ diye gelen
danışanlarıma ‘Seni mutlu edemem
ama mutlu olmayı neden bu kadar
arzuladığını çözebilirim’ diyorum
ben. Bunu çözünce denklemi
yeniden kurabiliriz artık. Acılarımız
üzerinde biraz durup düşünmemiz,
sistemimizi buna göre akort
etmemiz şart. Zira acıyı
dönüştüremezsek sonsuza dek
onunla yaşamak zorunda
kalacağız.”
Üzerinde düşünmeye değer bence.
İşte Zararsızoğlu’dan aldığım diğer
bilgiler...
■■ Yekten sorayım size önce: Bizi
ne hasta eder?
Yanlış soru! Konvansiyonel tıbba ve
Freudyen psikoterapiye göre,
dertleri ve acılarıyla gelen insanlar
“hasta”, hekimler ve terapistler de
şifalandıran konumundadır. Benim
savunduğum psikoterapi ise bu tarz
bir hiyerarşiden uzak durmayı
tercih ediyor. Bana göre hastalığın
nasıl iyileştirileceğini aramak yerine
sağlığın şifreleri, sırları neler, buna
bakmak gerek.
■■ Aynı kapıya çıkmıyor mu?
Tam değil, hastalık odaklı terapi
insanın içindeki kendini iyileştirme
sistemini görmezden geliyor. Sizin
hastalık dediğiniz şeyi ben başka
türlü tarif ediyorum. Hastalık
aslında içimizdeki olanaklara kör ve
kendimize katı olma halimiz. Ve
kökeninde mutlaka acı var.
Hissettiğimiz acıyı bastırdığımızda
da rahatsızlanıyoruz. Halbuki kötü
olan acı duymak değil, onu yok
saymak. Çünkü acı ilişkidir.
■■ Ne demek bu?
Acı çekmemizin sebebi,
ilişkilerimizdeki eksiklikler,
fazlalıklar, tersliklerdir. Bizi hasta
eden şeyse, hissettiğimiz acıyı
hayatımızdaki yegâne gerçek gibi
görüp kendimizi buna
hapsetmemizdir. Hayat bize sınırsız
imkânlar, sınırsız olay örgüleri
sunuyor ama biz kendimizi, ancak
tek bir imkân dahilinde hayatta
kalabileceğimize inandırıyoruz.
■■ “Ben ancak şu kişiyle birlikte
olursam veya şöyle bir hayat
yaşarsam mutlu olurum” demek
gibi mi?
Evet ama aslında karmaşık bir süreç
bu. Beden en önemli duyu
organımız ve yeni nörobiyolojik
araştırmalar bize şunu net olarak
gösteriyor: Bazı duygu ve
düşünceler bazı hormonların eksik
veya fazla salgılanmasına yol açıyor
ve bu da sonuç olarak vücuda bir
ağırlık yüklüyor. Şöyle bir şey belki;
önümüzde şahane olasılıklar var
ama biz hiçbirini görmeden tek bir
noktada, tek bir olanakta
takılıyoruz. Varlığımızdaki diğer
kaynaklara kör kalıyor, onları
oyunun içine sokmuyoruz, bu
durumla baş edemediğimizde de
vücudumuz semptom üretmeye
başlıyor.
■■ Bunu örneklendirir misiniz?
Bana “Başım ağrıyor” derseniz,
“Başınız 24 saat boyunca hep mi
ağrıyor?” diye sorarım. Seks
yaparken, yemek yerken, işe
giderken... Baş ağrınızın ne zaman
şiddetlenip ne zaman kesildiği
önemli. Vücudumuz bize sürekli
sinyaller yollar, biz de bu sinyalleri
kullanarak öyküler yazarız.
Başımızın ağrımasına sebep olan
şey aslında kendimizle ilgili
kurduğumuz öykülerdir. Öyküde
dile getirdikleriniz pişmanlık,
hayıflanma ve sızlanma üzerine
olursa; nöronal sisteminiz stres
hormonları salgılamaya
başlayacaktır.
■■ Başım ağrıdığı halde
iyimserlikte ısrar edip
“Ağrımıyor” dememi
önermiyorsunuz değil mi?
Hayır, başınızın ağrısı bir uyarı
sinyalidir ama başınızın ilk ne
zaman, hangi sebeple ağrımaya
başladığını kendinize sormalısınız.