Popüler Konu Mevlid Kandili

rabbım onun sefaatıne naıl eylesın sancagı altında toplasın bızı amın
 



HZ. Fatma'nın Seccadesi










Hz. Muhammed'in Haybet Fethinden Sonra Hz. Ali'ye Hediye Ettiği Şilt

 
Emegine saglik semus.. ancak cok uzundu hepsini okuyamadim.. belki ara ara bakar okurum...
Insallah ona layik ümmet oluruz..yapilabilecek ibadetleride eklersen sevinirim
teşekkür ederim parola canın sağolsun zamanın oldukça gelip okursun :)
inşallah sevgili parola; bu dünya da sevgili peygamberimize layık ümmet olur, cennette ona komşu oluruz
elbetteki, sevgili Peygamberimiz'in yaptığı ibadetleri, bir günü nasıl geçirdiğini,bizlere neleri tavsiye ettiğini hepsini yazacağım inşallah :)
 
Sevgili arkadaşlarım,

Peygamberimizi, şiirlerden, şairlerden, anlatılan cuma hikayelerinden, teyzelerden dedelerden değil, ahlak olarak yaşadığı ve çizgisinden dışarı asla çıkmadığı Kur'an-ı Kerim'den öğreniniz.

Yasin Suresi/Ayet 69 : Biz o Peygamber’e şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da. O(na verdiğimiz) ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.

Peygamberimizi, sanki bir melekmiş, sanki bizden çok başka birisiymiş, yücelerden yüce, yükseklerden yüksek, ulaşılamaz, sınırlandırılamaz bir yerlere koymak, ona yapılan en büyük hatadır. Çünkü bizler, onu yücelterek(yani olduğundan başka bir mertebeye ileterek) aslında kendi nefsimizi yüceltiriz. Onu bu duruma bir aracı yaparız. Oysa Rabbimizin Kitabında diyor ki ;

Fussilet Suresi/ Ayet 6 : De ki: -Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Yalnızca bana, ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor(bizden tek farkı bu,Allah vahyini ulaştırıyor.). Öyleyse ona yönelin, ondan bağışlanma dileyin, şirk koşanların vay haline!

Zira düşünür iseniz, bize örnek olacak olan, bizim gibi bir hayat yaşamadan, bizim hayatımızın önderi, yol göstericisi olabilir mi? Ya da onun farklı, insandan yüce, insan dışıymışçasına olduğunu söylemek buna inanmak, Allahın bu ayetine karşı koymak değil midir?

Peygamber de hata yaptı, peygamber de günah işledi, peygamber de bir insan gibi dua etti, istedi diledi, yalvardı, namaz kıldı, oruç tuttu, zekat verdi, iyi olanı ve kötü olanı gösterdi, insanı duyguları yaşadı, evlendi, sevdiklerini kaybetti, yani bizlerin yaşadığını yaşadı, farklı olan tek şey islamı tebliğ etmesi görevi idi.

Muhammed Suresi/ Ayet 19 : Öyleyse bil ki Allah’tan başka ilah yoktur. Kendi günahların için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile! Allah, dolaştığınız yeri ve varacağınız yeri bilir.

Gördüğünüz gibi, ayet apaçık ortadadır, o da bir insandır ve o da günah işlemiştir. Allah günahlardan nasıl kurtulunması gerektiğini, bağışlanma dileyerek olduğunu böyle öğretmiştir.

Peygamberimiz, şefaat mi edecek?
Şefaat, yani ben yapmadım etmedim, hata ettim, tüh vah oldu, özür dilerim diye yalvaracaksınız, ahiret günü de, peygamberimiz Allah'a, sen bu kulunu benim hatırıma affet mi diyecek? E Allah bilmiyor mu kimin cennete gidip kimin cehenneme gideceğini, öyle ise bu ayet ne olacak ;

Bakara Suresi/ Ayet 48 : Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım da görülmeyeceği bir günden kendinizi koruyun.

Zaten bu peygamberimize atfedilen, şefaat konusu, Allah'a karşı bir yanlışı olan insanların kafasını taktıkları mevzudur. Sen görevini yerine getiriyorsan, Rabbine şirk koşmuyor ondan başkasına dua etmiyor ve yardım dilemiyorsan, hiç bir sorun yok demektir, zaten Allah cennet ile müjdelendiriyor böyle kimseleri...

Hikayelerle öğrenmeyelim islamiyeti, Kur'an- ı Kerim 'i anlayarak okursanız, aslında doğru bildiğimiz ne çok yanlışın olduğunu çok büyük bir şaşkınlık içinde göreceksiniz. Çünkü bizler, büyüklerden, sözü dinlenir, çok bilen hacılardan hocalardan öğreniriz, dinleriz ama okumayız araştırmayız, çünkü dinleyip öğrenmek çok kolaydır, oysa okumak öğrenmek araştırmak anlamak kafa yormak zor gelir.
Üstelik böyle öğrendiklerimizi de öyle benimseriz ki, bakın Allah ne diyor ;

Araf Suresi/ Ayet 28 : Ve (bunun içindir ki) ne zaman utanç verici bir iş işleseler, "biz atalarımızı da bu işi yapar bulduk; hem, Allah emretmiştir bunu bize" derler hemen. De ki: "Bakın, Allah asla utanç ve tiksinti veren işleri emretmez. Siz, yoksa hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir şeyi mi Allaha yakıştırıyorsunuz?"

Şuara Suresi/ Ayet 75-83 : "Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O'dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.

Bakın İbrahim peygamber ne diyor ; ahiret gününde bağışlamasını umduğum... demek ki, kimsenin kimseye faydası yok. Öyle büyüklerden duyulan ordan burdan öğrenilen her düşünce fikir doğru değil, tek doğru Kur'an-ı Kerimdir.

Allah hiç kimseyi ayırmaz, ayırdığı tek şey, inanan ve inanmayanlardır.

Fatır Suresi/ Ayet :5 - Ey insanlar, Allah’ın vaadi şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatıcı da sizi Allah ile aldatmasın.

İnsanlar, araştırmaz öğrenmez okumazsa, sadece TV lerden, bilmem kim efendinin kitaplarından, bilmem kimin topluluğundan,dersinden,sohbetinden islamiyeti öğrenmeye kalkarlar ise, aldatmak yanlış yolda yürütmek isteyen, Allahın bizleri uyardığı gibi, Allah adıyla aldatır sizi. Bizlerin hiç kimseye hiç bir topluluğa, hiç bir yere ait olma gerekliliğimiz yok, ait olduğumuz ve dönüşümüzün olacağı tek sahibiyet Allah'tır. Bilmem kimciler, bilmem neciler diye isimlere, düşüncelere ihtiyacımız yok çünkü Allah bizlere sadece Müslüman diyor. Başka sıfata ihtiyacımız yok.

Hac Suresi/ Ayet 78 : Ve Allah'ın dâvâsı için, O'nun yolunda gösterilmesi gereken en zorlu, en üstün çabalara girişin; [mesajına muhatap ve taşıyıcı olarak] sizi seçen ve din konusunda üzerinize bir zorluk, bir güçlük yüklemeyen O'dur: [ve size] atanız İbrahim'in inancını [izlemeyi öneren de O]. Elçi'nin sizin önünüzde ve sizin de tüm insanlığın önünde gerçeğe tanık olmanız için geçmiş çağlarda da, bu ilahî mesajda da, sizi Müslümanlar “kendilerini yürekten Allaha teslim edenler” diye isimlendiren O'dur. Öyleyse, salâtta devamlı ve duyarlı olun, arınmak için verilmesi gerekeni verin ve sımsıkı Allah'a bağlanın. Sizin gerçek Efendiniz O'dur; ne üstün, ne yüce Efendi; ne üstün, ne yüce Yardımcı!
 
İSLAMDA MEVLİD KUTLAMALARI HAKKINDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞ !

Arapçada "Mimli masdar" adı verilen ve "doğum zamanı, doğum yeri, doğmak" mânâlarında kullanılan "mevlid", halk arasındaki teâmül dikkate alındığı zaman, "Hz. Muhammedin doğum zamanı" mânâsında kullanılmaktadır.

Mevlid Vesîlet’ün Necât olarak ta isimlendirilir ve Kurtuluş vesilesi anlamına gelmektedir.

Mevlid kutlamaları Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahirete intikalinden yüzlerce yıl sonra yaklaşık hicri 4. yüzyılda ilk olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Mevlid kandili Hz. Peygamberin doğumu münasebetiyle kutlanmaktadır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas eden zâtın Erbil Atabeyi Muzafferuddin Kökbâbi olduğu kabul edilmektedir. Kutlama için toplananlara Mevlid kıssaları okumayı ilk başlatan kişinin ise Mısır Fatımîlerinin olduğu söylenir.

Bu kutlamalarda Resulullah (s.a.v.) için kasideler okunmaktaydı. İşte bunlardan en meşhuru, Mevlid kandillerinde okunan Vesîlet’ün Necât Osmanlı padişahı Sultan birinci Murâd Han’ın vezîrlerinden Ahmed Paşa’nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendinin torunu, Osmanlı dönemi âlimlerinden olan Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır. Vesîlet’ün Necât; münâcaat Allahü teâlâya yalvarma, velâdet Peygamberimizin doğumu, risâlet Peygamberliğin bildirilişi, mîrâc Göklere çıkışı, Cennet'i ve Cehennem'i görmesi, rihlet Peygamberimizin vefâtı ve duâ bölümlerinden ibârettir. Üç yüze yakın beyitten oluşmaktadır.

Vesîlet’ün Necât’dan bazı bölümler:

Mevlid-i şerif Hicri 4. asırdan günümüze kadar çeşitli evrelerden geçerek İslam toplumu içerisine yerleşmiştir. Özellikle Osmanlı (Türk) toplumu içerisinde önemli bir yer edinmiş ve Peygamberimizin doğum günlerinin, kandillerin, Cenaze ve sünnet merasimlerinin en önemli unsuru haline gelmiştir.

Osmanlılar tarafından mevlid, genel görüşe göre ilk defa III. Murat zamanında, 1588'de resmi hale getirildi. Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii'nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii'nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı. TDV islam Ansiklopedisi, Mevlid maddesi, c:29

Bu merasimlerde, önce müezzin tarafından Kur'an-ı Kerîm okunur, bunun peşinden de vaazlar verilirdi. Daha sonra mevlidhân kürsüye çıkar ve bir bölüm okuduktan sonra iner hediyesini alır ve ikinci mevlidhan kürsüye çıkarak, okumaya devam eder ve belirlenmiş kaideler çerçevesinde mevlid kutlamaları son bulurdu.

İlk zamanlar, sırf Resulullah (s.a.v.)'in doğduğu zaman ve sadece camilerde okunan mevlid, sonraları para karşılığında hanendeler tarafından rasgele zamanlarda okunur olmuştur. Kandil gecelerinde, ölülerin ardından; kırkıncı, elli ikinci gecelerinde, sene-i devriyelerinde de mevlidler okunmaya başlanmıştır.

Muhteviyatı ilk bakışta Peygambere yazılmış bir şiir olarak masum gözükse de, üzerinde düşünüldüğü zaman içerisinde uydurma hâdiselerinde olduğu tespit edilecek ve Peygamberimize yönelik abartılı övgülerin olduğu görülecektir.

Bir hadiste “Biz Beni Amir heyeti olarak Rasulullah’a gittik ve sen bizim büyüğümüzsün dedik Hz. Peygamber (s.a.v.) “Büyük olan Allah’tır” dedi biz “sen fazilet bakımından bizim en üstünümüzsün, vermek bakımından bizim ileride olanımızsın” dedik peygamber “sakın fazla ileri gidip de şeytanın elçileri olmayınız.” Buyurdu. [1]

Peygamberimiz (s.a.v.)’in sağlığında ve vefatından sonra ne sahabe tarafından, ne tabiin, ne tebe-i tabiin, ne de daha sonraki ehlisünnet âlimleri tarafından, onun doğum günü kutlanmamıştır. Ayrıca Mevlid kasidesi okumak, Kur’an ve sünnette izine bile rastlanmayan bid’atlerden biridir. Mevlid-i Nebevîyi kutlayan bazı insanlar, Rasulullah (s.a.v.)’in ruhaniyetinin onların kutlamalarında hazır bulunduğuna bile inanmaktadırlar.

Yine, bazı insanların ihdas ettikleri şey, İsa aleyhisselamın doğum gününü kutlayan Hıristiyanlara benzemektir. Her kim Peygamber (s.a.v.)’in doğum gününü bayram edinirse, bilsin ki ümmetin ilklerinden hiçbir kimse bunu yapmamıştır. Bunda hayır olsaydı veya bunu yapmak daha tercih edilen bir görüş olsaydı, onlar Peygamber (s.a.v.)’i bizden daha çok seviyor ve bizden daha çok O’na saygı duyuyorlardı. Çünkü onlar, hayıra bizden daha düşkündüler. Peygamber (s.a.v.)’i sevmek ve O’na saygı göstermek, ancak O’nun yaptığı gibi yapmak, O’na itaat etmek, O’nun emirlerine uymak, gizli ve açık olarak sünnetini yaşatmak, gönderildiği bu dîni yaymaya çalışmak ve bu uğurda kalp ile el ile ve dil ile cihâd etmekle olur. Çünkü bu yol, ilk Müslümanlar olan Muhâcir, Ensâr ve onlara en güzel bir şekilde tâbi olanların yoludur.

Bu hususta ortaya atılan görüşlerden bazılarında da mevlidin bidat olduğu açıkça itiraf ediliyor ancak güzel bir bidat olduğu belirtiliyor. Ancak daha öncede izah edildiği üzere bidatin iyisi ve kötüsü olmaz her sonradan çıkma bidattir. Ne gariptir ki bu mevlid kandili kutlamalarının sonradan çıktığın kabul edilmesine rağmen güzel bir bidat olduğu düşünülerek; ne var bunda Resulullah (s.a.v.)’e olan sevgimizi ortaya koyuyor onu yad ediyoruz denilmektedir. Bu yaptıklarımızı onu sevdiğimiz için yapıyoruz denilmektedir.

Şunu unutmamak gerekir ki; Din adına yapılan her ne olursa olsun, Peygamberimiz yapmadığı halde dine sonradan sokulmuş bir şey ise muhteviyatının iyi olması onu bid’at olmaktan çıkarmaz. Çünkü o zaman her önüne gelen yeni ve güzel bir şey bulduğunu ve bunun da çok faydalı olduğunu iddia eder ve din artık o ilk günkü temiz halinden uzaklaşmış olur.

Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; “Her kim bizim bu işimizin (yani dinimizin) içine, ondan olmayan bir şeyi yeniden sokarsa (o yaptığı iş) merdudtur, başına çalınır.” [2]

Huzeyfe bin el-Yamân'ın rivâyet ettiğine göre Resullullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar." (İbn Mace, Mukaddime, 7/49)

İslam âlemi doğum günü hususunda da Yahudi ve Hıristiyanların yolundan gitmektedir.

Hıristiyanlarda Hz. İsa’nın doğum günü dolayısıyla kutlamalar yapmaktadırlar. Her yıl 25 Aralıkta yaptıkları bu kutlamalara Noel kutlamaları denilmektedir. Hıristiyan inancına göre İsa aleyhisselamın dünyaya gelişi çok önemlidir. Noel ayrıca Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu olarak da bilinmektedir. Hz İsa’nın doğum tarihinin bilinmediği konusunda Batılı kaynaklar bile görüş birliği içindedirler. Hıristiyanlıkla ilgili temel kaynaklarda bile noelin çıkışı itibariyle Hıristiyanlıkla ilgili olmadığı ve Hıristiyanlığa sonradan girdiği konusunda görüş birliği vardır

Ayrıca Hz. İsa’nın doğum günü miladi takvimin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu Hıristiyan inancının Müslümanlar tarafından benimsenmesi ve kutlanması ise Müslümanların nasılda yozlaştırıldığını gözler önüne sermektedir. Ülkemizde ve dünyada birçok Müslüman ne acıdır ki, Hıristiyanların kutlamalarına iştirak etmektedirler.

Allah-u Teâlâ Maide surei 51. ayette şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden herkim onları dost edinirse o da onlardandır…”

Rasulullah (s.a.v.) Yahudi ve Hıristiyanlara uymayı yasaklıyor.

Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Herkim bir kavme benzemek isterse, o kimse onlardandır’ buyurdu.” (Ebu Davud: 4031)

Ebu Said el-Hudri’nin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizden öncekilerin izlerini kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz arkalarından gideceksiniz. Dedik ki; Yahudi ve Hıristiyanlar mı? Ya kim olabilir? Dedi (Buharı İ'tisam: 14, Enbiya: 50, Müslim İlim: 6, İbn Mace Fiten: 17)

Bu rivayetlerde de belirtildiği gibi Müslümanlar Yahudi ve Hıristiyanların izlerini adım adım takip eder hale gelmiştir.

Ebu Umeyr b. Enes'ten, o da Ensar'dan olan amcalarından birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasulullah (s.a.v.), Müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusuna çok önem gösterdi. (Ashabıyla istişarede bulundu). Kendisine, Yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını teklif ettiler. Bu, onun hoşuna gitmedi ve: "O, Yahudilere aittir" buyurdu. Bunun üzerine Hıristiyanlara ait çanı hatırlattılar. "O da Hıristiyanlara aittir" diyerek hoş karşılamadığını belirtti." ( Ebu Davud Salat: 27/498)

Bu rivayetlerden de Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyi bırakın onlara muhalefet etmek gerektiği anlaşılmaktadır.

Bir başka açıdan bakıldığında da Peygamberimizin doğum günü olarak kutlanan gün, her sene farklı güne denk gelmektedir. Çünkü Hicri Takvim ay yılını, Miladi Takvim güneş yılını esas almaktadır. Bu yüzden ikisi arasında 11 gün fark vardır. Başlangıç tarihleri farklıdır. Hicri Takvimde başlangıç tarihi Hazreti Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği tarih olan 622 yılıdır. Miladi Takvimde ise başlangıç Hz. İsa'nın doğum tarihi olan 0 yılıdır. Takvimler arasındaki bu 11 günlük fark nedeniyle peygamberimizin doğum günü her yıl farklı günlere denk gelmektedir. Yani doğum gününün 14 asır içerisinde kutlandığını varsayacak olursak, peygamberimizin doğumu 365 günün her gününde kutlanmış olmaktadır. Kutlu doğum haftası etkinlikleri de mevlid kutlaması bidatinin son yıllardaki yeni boyutunu teşkil etmektedir.

Maalesef bu bid’at özellikle Türk İslam toplumu içerisine öylesine bulaştı ki, sanki dindenmiş gibi, kandil gecelerine, cenaze, sünnet ve bir takım merasimlere artık tamamen yerleşti. Hattâ Mevlidi okuyan bazı insanlar bu işi gelir kapısı haline getirdi. Son dönemlerde doğum günü kutlamaları, kutlu doğum haftasına ve hatta kutlu doğum ayına kadar ulaştı. Bu bid’atin topluma örf ve adet şeklinde yerleşmesi nedeniyle dinin içerisinden çıkarılması artık oldukça zor bir hale gelmiştir.

Sonuç olarak şu söylenebilir ki: doğum günü kutlaması, mevlid kandili, ve Kutlu doğum haftası etkinliklerinin İslam dini içerisinde bir yeri bulunmamaktadır. Bu gün hiçbir kimse Resulullah’ı ashabından fazla sevemez. Şayet bu yapılanlarda bir hayır olsaydı elbette buna en layık olanlar onlardır. Ama onlar asla Resulullah’ın yapmadığı işlerin peşinden gitmediler. Ashab-ı Kiram Resulullahı görüyor ve onu çok seviyorlardı, dolayısıyla kutlamaya gerek yoktu ama biz onu görmediğimiz için bu etkinlikleri yapıyoruz demek doğru değildir. İslam’da emre muhatap olma açısından her toplum aynı konumdadır. O zaman öyle idi bu zaman böyle oldu demek doğru değildir. Yani bidat emri sahabe için farklı, sonraki ümmeti için farklı değildir.

Peygamberimiz (s.a.v.) bidat çıkarma hususunda bütün ümmetini uyarmaktadır.



Allah (c.c.) nisa suresi 115. ayette şöyle buyuruyor: “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim peygambere karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.”

O halde kurtuluş için Müslümanların İslam’a bulaştırılan bu bidatleri terk ederek sahih sünnet yoluna dönmeleri gerekmektedir. Aksi davranış ve tutumlar hiç şüphesiz dalalettir ve sonu cehennemdir.
 
Son düzenleme:

sevgili kibela24 arkadaşım güzel paylaşımların için çok teşekkür ederim
bu mesajın beni çok etkiledi çok duygulandım.. çok teşekkür ederim bunu bizlerle paylaştığın için..
 
لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ


Andolsun ki, size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya düşmeniz ona pek ağır gelir , O size pek düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe Suresi / 128 )
 


Kabe'nin Kadim Kapılarından Bir Kapı (Eski Kapısı)

Kabe'nin kadim su oluklarından bir oluk. (eski Altınoluk)

Hacer-i Esved'in kadim altın muhafazalarından bir muhafaza. ( eski Hacer-i Esved muhafazası)



Kabe'i Şerif'in Anahtarı

Kabe'i Şerif'in Anahtarı

osmanlı dönemine ait ravza-i mutahharra planı
şekilde peygamber efendimizin hz. ebu bekir (ra) ve hz ömer (ra) mezarları
görülmektedir ...



Kabe Örtüsünden Yapılan Cüzlük



Kabe'i Şerif'in Anahtarları
 
"Bizim durumumuzda bu örnekte olduğu gibidir işte. Bizler ne kadar renksiz, kıymetsiz, kötü isek de Senin ismin üzerimizde ya, Senin ismin hürmetine o Gül Yüzünün hatırına inşALLAH bizlerde ümmet bahçende bir gül olarak kabul görürüz…"

Eğer bizler değerli olmasaydık, Allahımız bizleri kaale alıp da, doğru yolda olmamız için Kuran'ı bizlere verir miydi? Eğer bizler bir ot gibi olsaydık, cennet ile müjdeler miydi, böylesine büyük nimeti bizlere yaşatır mıydı, bizlere değer vermiyor olsaydı irade verir miydi? Bizler değerli olmasaydık, Allah bizleri yaratmazdı bile, bu dünyada en değerli olan bizleriz ve yaratılmış herşey bizlerin hizmetinedir. Yaratılanların en şereflisi bizlerken üstelik...

İsmi hürmetine varlığı hürmetine iş görmek, peygamberimizi araç kılmak ona yapılan hata,ayıp değil de nedir ya?

Bakara Suresi/ Ayet 48 : Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım da görülmeyeceği bir günden kendinizi koruyun.



"Gülistanın en güzel Gül’üne olsun vuslatımız..."

tüm bu ayetlerde Allah dönüşünüz kavuşmanız yalnız banadır dediği halde mi?
Ankebut Suresi/ ayet 8
Lokman suresi/ ayet 15
Ali İmran suresi/ ayet 55
 

Mescid-i Aksa'nın Hırka-i Saadet'teki bir değerli maketi

Mescid-i Nebevi



Dünya Savaşı Sırasında Kutsal Emanetlerin'i Medine'den Türkiye'ye Taşıyan Tren
 
[video=youtube;97iPrBqUofk]http://www.youtube.com/watch?v=97iPrBqUofk[/video]

Diyanetin hazırlamış olduğu sunum
 
merhaba
muntazaman; konuyu takip ettiğinizi biliyorum.Bu konuya yazmış olduğunuz bütün mesajları okudum.En son bu yazmış olduğunuz mesajınızda sizinle çok uç noktalarda olduğumuzu belirtmek isterim.Ben o mesajın tamamına bakarken,siz tek bir noktaktaya bakıyorsunuz.Siz konunun bambaşka bir boyutundasınız.. Ben bambaşka bir boyutundayım.Aynı pencereden, aynı gökyüzüne bakıyoruz..Aynı çatı altındayız. Ancak sizin gördüklerinizle, hissettikleriniz bambaşka...Benim gördüklerim vede hissettiklerim bambaşka..

Yaratılanların en şereflisi bizler değil,Yaratılanların en şereflisi Sevgili Peygamberimiz dir.Bizler ancak onun sancağı altında gölgelenmeyi arzu eden,bu fani dünya da onun yolunda, onun izinde gidecek,ahirette ümmetimdendir dediğinde elimizden tuttuğu o zor günde sevinçten yüzü gülecek insanlarız. Onun nuruna yaratılmıştır her şey..O' olmasaydı cennet ve cehennem,bu dünya ve biz insanlar tabiat canlıların hiç birisi yaratılmazdı.Peygamber Efendimiz; Kur'an-ı Kerim'de '' ümmi peygamber '' diye tavsif edilmiş..
O,Alemlere Rahmettir. Kur'an-ı Kerim'de O'nun şanında : ''Biz seni,ancak alemlere rahmet olarak gönderdik'' buyrulmuştur.

Kur'an-ı Kerim her daim elimizde,dilimizde,kalbimizde,hayatımızda,başımızın üzerinde,en son olarak okuduktan sonra,evimizin en güzel yerinde yer alıyor,alacak vede almaya da devam edecektir.

Önceki yazdığınız mesajlardan birinde şiirlerle ilgili yorumda bulunmuşsunuz..Bu konuyla ilgili olarak size söylemek istediğim,şiirle ilgili Peygamber Efendimiz'in başından geçen örnekleri bilgim dahilinde kısaca aktarmak istiyorum..

Örnek 1:
Peygamber Efendimiz,bir gün sahabeleri ile sohbet esnasında iken, içlerinden bir sahabi şu soruyu sormuştur:
''şiir,bütünüyle iyimidir? kötümüdür?, şiir söylemek caizmidir? değilmidir?
Resülullah Efendimiz,bu neviden soruları ''şiirin hikmetlileride vardır'' şeklinde cevaplandırmıştır.Şiir aynen diğer sözler gibidir;sözün iyisi olduğu gibi onunda iyisi,sözün kötüsü olduğu gibi onunda kötüsü vardır Diyerek bir açıklama yapmışlardır.
Ünlü Mu'allakat şairlerinden olan Lebid'in bir beyti için şöyle buyurmuşlardır: Şaiirin söylediği en doğru söz,Lebid'in: Allah'dan başka her şey batıldır ifadesidir''.

Örnek 2
Bir defasında,Cahiliye devri şairlerinden olupta Peygamberimiz'in devr-i saadetlerine yetişen,fakat müslüman olmayan Ümeyye b.Ebis-Salt'ın şiirini Peygamberimiz dinleyince: Ümeyye'nin şiiri iman etmiş amma,kalbi küfürden kurtulamamıştır'' buyurmuşlardır.

Örnek 3
İslam ordusu Hicretten sonra ilk defa olmak üzere umre maksadıyla Resülullah'ın öncülüğünde Mekke'ye girerken: '' Ey kafir oğlu kafirler! Çekilin Resülullah'ın önünden! diye başlayan Abdullah b. Revaha'yı Hz.Ömer engellemek isteyince,Hz.Peygamber Efendimiz hemen müdahale ederek :''Karışma ya Ömer,İbn Revaha'yı kendi haline bırak.Zira onun söylediği şiirin kafirler üzerindeki tesiri, okun tesirinden çok daha fazladır'' buyurmuşlardır.
Bu maksatla Peygamber Efendimiz, bir takım şairi himayesi altına alıp onları hoş tutmuştur.Özellikle; Abdullah b. Revaha,Ka'b b.Malik ve Hassan b. Sait, şiirlerle islam'ı müdafaa eden bu söz şilahşörlerindendi.

Örnek 4
Hz. Peygamber Efendimiz bunları,müşrikleri hicvetme vazifesi ile görevlendirmişti.
Bunlardan,
Ka'b ve Hassan; müşriklerin ayıplarını,kusurlarını,korkaklıklarını,mağlubiyetlerini dile getirerek onlara karşı söz taaruzuna geçerler,böylece onların morallerini iyiden iyiye çökertirlerdi.

Abdullah b. Revaha ise; onların putlara tapışlardaki kafasızlıklarını,anlamsız ibadetlerini diline dolar,hepsinin kötülüklerini ortaya koyardı.

Hassan b. Sabit'in; içli, ağırbaşlı ve zengin muhtevalı şiirleri müslümanlara ayrı bir güç katıyordu. Kendisine, Hz.Peygamberimiz tarafından ,Medine Mescidi'nde özel bir kürsü tahsis edilmişti.Peygamber Efendimiz'in: '' Allah, Hassan'ı, Rüh'ul-Kudüs'le takviye edip desteklemektedir.'' müjdesini de alan Hassan, hikmet pınarları gibi çağladıkça çağlıyor ve çevresini fıkır fıkır kaynatıyordu. O' bu meziyetleri dolayısıyladır ki,'' Resülullah'ın Şairi '' ünvanını kazanmıştı.
----------------------------
yukardaki bu örneklerden anlaşılacağı üzere, bu konu başlığı altında sevgili Peygamberimiz'i anlatan,onu sevdirecek,her türlü şiir, kaside, video, belgesel, resim, yazı, ilahi kısacası herşey yer alabilir.Yer almayacak tek şey tartışma ortamıdır.Çünkü;Peygamberimiz'in huzurunda,onun isminin geçtiği ortamda tartışma olmaz.O'nun huzurunda, O'nun adının geçtiği her yerde,edep,haya,sonsuz sevgi,saygı, hoşgörü,anlayış vardır.Bu başlık altında da her zaman bu güzellikler yer alacaktır.Bu başlık altında paylaşımda bulunan bulunmayan herkes bilgilerine yeni bilgiler ekleyecek,bilmediklerimizi ise okuyarak öğreneceğiz...
Ve sevgili Peygamberimiz'i daha çok sevecek, sevdireceğiz.
 

Peygamber Efendimiz'in Dış Görünümü ve Güzelliği
Yaratılış ve ahlak itibariyle insanların en üstünü idi..Bütün Peygamberlerin en güzeli o idi..Çok yakışıklı ve alımlı idi..Sünnetli olarak ve göbeği kesik vaziyette doğmuştu..Mübarek yüzü ayın ondördündeki dolunay gibi parlardı..Burnu gayet güzel idi... Sakalı sık,gür ve tamdı. Uzun değildi..Bıyıkları uzayınca tıraş ederdi..Bu fani hayata veda ettiklerinde, saçında ve sakalında 20 tel ak yoktu.. İri gözlü,gözleri simsiyahtı,kirpikleri sık ve uzundu..Alnı açıktı..kaşları;hilal gibi gür ve birbirine yakındı..

Yanakları, elmacık kemiklerini çıkarmayacak biçimde çekikti. Yüzü ne uzun, ne de yuvarlaktı.Düz yanaklı idi..Ağzı geniş,dişleri inci gibi parlaktı..Dişleri hafif aralıklıydı. Konuşurken ön dişlerinden nurlar saçılır,güldüğünde dişleri çakan şimşek gibi parıldardı..İki dudağı da emsalsiz şekilde güzeldi..

Boynu; uzun ve gümüş gibi saf, omuzları ve pazuları kalın, parmakları uzundu. Kendisi şişman değildi.

İki omuzu arası geniş, omuz kemik başları kalın idi..Göğsü genişti..Göğsünün düzlüğü aynayı,beyazlığı da ayı andırırdı..Kol ve pazuları irice idi..Avuçları ipekten daha yumuşaktı..Elleri ve parmakları kalınca idi..Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup yakışıklı bir yapıya sahipti..Pek uzaktan işitir, kimsenin göremeyeceği mesafeden görürdü.

Resülullah Efendimizin boyu; ne çok uzun, ne de fazla kısa idi.O, bulunduğu topluluğun orta boylusu idi..O'na bakan kimse ne kısa ne de uzun olduğunu hissederdi. Üç kişinin arasında en güzel görüneni ve nur yüzlü olanıydı..Yanına birisi gelse, ondan uzun görünürdü. İki uzun boylu kişi Peygamberimizin koluna girse, ikisi de Peygamberimizden kısa kalırdı.. Teni de ne duru beyaz, ne de koyu esmerdi.Peygamber Efendimizin rengi,pek beyaz ve parlak renk idi, yani nurani beyazdı...

Saçları ise; ne düz, ne de kıvırcık idi..Omuzlarını döğen saçları vardı..Şayet kendiliğinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı..

Kızması ve üzülmesi; yüzünden hemen okunurdu. Kızdığı zaman iki kaşı arasında bir damar kabarırdı. Kızgınlığı geçince kaybolurdu..Yüzündeki ter inci gibi olurdu. O'nun teri misk gibi kokardı. Güzel koku sürsün sürmesin her zaman gül gibi kokardı. Çocukları çok sever, saçlarını okşar, onlarla konuşurdu.Herhangi bir çocuğun başını okşasa, kokusundan her zaman Efendimizin okşadığı belli olurdu..Mübarek cildi ipekten yumuşaktı..

Konuşması; Sustuğu zaman vakarlı,konuştuğu zaman da heybetli idi..Çok tatlı konuşurdu..Konuşması tok ve kararlı idi..Bir tarafa bakacak olsa başı ile değil, bütün vücuduyla dönerdi.Gerekmedikçe çevresine bakmazdı. Hep önüne bakardı. Allah'dan çok utanırdı.Uyumak için yattığında sağ yanı üzerine yatar, sağ elini yanağının altına koyardı. Dizlerini de hafif bükerdi.

Hizmetkarlarını pek hoş tutar,şefkatle muamele ederdi..Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara dahi onu yedirir ve onu giydirir idi..
Yemede, giymede yoksulluk derecesinde ile yetinir ve fazlasından çekinirdi..Kürek kemikleri arasında Peygamberlik beni (mührü) var idi..Hızlı adımlarla yürürdü..Sanki dünya ayaklarının altında dürülürdü..

Yürürken; kuvvetli adımlarla yürür,ayaklarını yerden biraz kaldırıp önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla birlikte sukunet ve vekar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümünü arzederdi. Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücudları ile birlikte dönerlerdi. Rastgele sağa sola bakmazlardı. Yere bakışları, göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakarlardı. Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkada yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selam verirdi..

O, insanların en cömert gönüllüsü idi..O, insanların en doğru sözlüsü idi..O, insanların en yumuşak tabiatlısı idi..O, insanların en arkadaş canlısı idi..Kendilerini ansızın görenler,O'nun heybeti karşısında çok şiddetli heyecanlanır, sevgiyle ürperir, konuşunca hayran olurlardı..Herkesin aklına göre söz söyler, herkese güler yüz gösterirdi.Kimsenin sözünü yarıda kesmez, haşin davranmaz, mütevazi yaşardı.. üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu herşeyden çok severlerdi..
Resülullah Efendimiz,yaradılıştan heybetli ve muhteşemdi..

Kainatın Efendisi, Allah'ın sevgilisi, mü'minlerin baş tacı, hasta gönüllerin ilacı, çaresizlerin yardımcısı, mazlumların koruyucusu, Sevgili Peygamberim.Seviyorum,Seviyoruz seni
 
: Kıyamam O Yalnızlığına ::...



Kıyamam o yalnızlığına, elinde hurma ağacından koparılmış bir dal ve sen gölgeleniyorsun bir ağacın altında,
ve o hurma dalıyla toprağa şekiller veriyorsun,
belki de doyamadığın anneni,hiç görmediğin babanı özlüyor düşünüyorsun,
başını kaldırsan sana sabahtan beri gölgelik eden,
gözcülük eden ve de serinlik veren bulutu farkedeceksin ama farkında değilsin, sadece rahip bahira farkında,
seni kervanda yalnız bırakanların aksine o seni çağırıyor, senin ne kadar farklı olduğunu gözleriyle görüyor ve abdülmüttalip'e diyor
"onu geri götür " diyor, " o geleceğin rahmeti "...

Anam babam sana feda olsun ya Muhammed (s.a.v),
Duha suresini her okuyuşumda ağlarım sana,ağlarım çokca,
" seni yetim bulup da barındırmadık mı,rabbin sana ne darıldı ne de yüz çevirdi,ahiret yurdu senin için daha hayırlı olacaktır,
o halde rabbini bolca an..." der yüce Allah (c.c), ve ben okur okur ağlarım senin sevdana ve benim sana olan sevdama...

Nefsimi elinde bulunduran Rabbime yemin olsun ki sana beyat ettim ya Muhammed (s.a.v),
ey sevgililer sevgilisi altmış üç yıl nefes aldığın bu imtihan dünyasına öyle bir şeref verdin ki hala feyz alıyoruz ve özlüyoruz gül kokunu,
seninle konuşamasak da, yüzünü göremesek de, sesini duyamasak da senin yolunda yürüyoruz,
" Eşhedü en la ilahe ill ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu " diyoruz...

Ey bizleri yaratan, yaşatan, rızıklandıran şanı yüce rabbim !
Sana şükürler olsun ki bizleri sana kul, Muhammed 'e (s.a.v) ümmet eyledin,
Ey iki cihana server, Allah'a (c.c) resul olan peygamber ! şefaatini bizden esirgeme,bizlere havzından sular nasip eyle... Amin...



Alıntıdır.
 
Sevgili!
Sen gitmiştin...
Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi.
Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda...
Sen gitmiştin...
Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.
Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.

Sevgili!
Nasıl iltica edelim sana;
huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.
Ve duyurabilsin mi sesini!?.
Efendim, duyar mısın sesimizi?..

Sevgili!
Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde
hilal.
Biz bir bakışının dilencisi,
biz dolunay tutkunları,
biz bayramı gözleyen oruçlar.
Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.
Sen imrenme, biz ayıplanma.
Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.
Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.
Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,
kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.
Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,
düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.
İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim?..

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.
Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı.
Sen gitmiştin...
Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara;
ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi.
Sen gitmiştin...
Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.
Hasretinden akıllar yitirildi efendim,
gönüller gölgelere düştü.
Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,
dudak dudağa denizlerimiz kurudu
ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin...
Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.
Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;
kanlarımız sahralar doldurdu.
Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,
kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına...
Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,
hiç kâr elde edemedik.
Aldandık, hep aldandık.
Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.
Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.
Bize sevmeyi unutturdular ilkin;
sonra sevginin ne olduğunu...
Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.
Vurgunlar yedik pes pese efendim...
Ve sen gitmiştin.

Sevgili!
Sen gitmiştin...
Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.
Hayırları söyleyip gitmiştin,
biz ser işler olduk.
Uzun uzun emellere kapıldık,
kapılanıp kaldık umutların kapısında.
Yolunda yürümekten üzerimize düşen,
baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim.
Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;
böğrümüzde kaldı ellerimiz.
Hanım idik halayık olduk;
bay idik köle edildik.
Sen gitmiştin...
Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.
Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,
dönüşlerinin ahengini kırdılar.
Bölük bölük kadınlarımız,
grup grup erlerimiz,
demet demet çocuklarımız,
kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.
Ve sen gitmiştin efendim...
Sevgili!
Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği
prizmada.
Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;
aşkın o aynanın cilası idi hani.
Güzelliğin olmasa efendim,
aşkı hiç bilmeyecekti cihan;
aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.
Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına
durmuştu efendim...
Ve sen gitmiştin...
Sevgili!
Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..
Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.
Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.
Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,
"Lâ" ile "İlla"yı i'câz ile sen dillendirmiştin.
Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;
Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.
Artık düşmanlarımız dostlar arasında;
dostumuz düşman içinde.
Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.
Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...
Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...

Sana en fazla muhtacız...

İskender PALA___
 
YA NEBİ...

Sen geliyorsun Ya Nebi…
Medine sokakları senin gelmenle bayramı yaşıyorlardı adeta…
Sokakların her başında bir gül seni bekliyordu, sen kokularıyla…
Çocukların feryadı figan hallerle ve ayrı bir sevinçle;
“Efendimiz geliyor, Allah’ın Rasûl’u geliyor” demeleri geliyor dört bir yandan…

Sen geliyorsun Ya Nebi…
Herkes sana susamış ve sana hasret…
Herkes sana meftun ve sana hayran…
Öylece sükûnet içinde beklenensin ya Rasul....
Sana âşık olan ümmetinden biri, ayak seslerini duymuş olacak ki bağırarak;
“Allah’ın Rasûl’u geliyor, âlemlerin efendisi geliyor” dediği anda kurbanlar kesiliyor .
Her yan sana akıtılmış kurban kanlarıyla bürülü…

Sen geliyorsun Ya Nebi…
Sen yere basıyorsun, toprak “Allah” diyor.
Sen göğe bakıyorsun, gökyüzü “Allah” diyor.
Sen ümmetine bakıyorsun, sana âşıklar aynı ağızdan “Allah” diyor.
Sen ümmetine tebessümle Allah’ın selamını veriyorsun….
Bir tek sözüne canlarını feda eden ümmetin gözyaşlarıyla, Allah’ın selamıyla karşılık veriyor.

Sen geliyorsun Ya Nebi…
Ben ise sana hasret ve sana mahçup…
Gözlerimin içine bakıyorsun, saçımı okşuyorsun…
Ben ise “seni bekliyordum, Ya Rasul…Seni bekliyordum Ya Nebi”
“Beni şefaatine nail eyle” diyerek, nurlu elini ve yüzünü öpüp, o mübarek kokunu içime çekerek…

Sen geliyorsun Ya Nebi…
Hani bu fani olan dünyaya değil de, benim hayal dünyama…
Keşke bunlar gerçek olsa, senin o nur cemalini bir kere olsun görüp, öpüp ve kokunu içime çekebilsem.
Bir kere olsun seninle konuşabilsem, ne olurdu Ya Nebi…
Ben böyle aslı olmayan hayaller kuruyorum diye,
Bana kızıyor musun?
Biliyorum bu anlattıklarımın ne aslı, nede sureti yok…
Ama inan efendim, senin zamanında olup,
Ah! O an Medine’de olup, seni bir kere de olsa uzaktan görseydim.
“İşte bakın, bu benim Nebim” deseydim…
Sonra da gözyaşları içinde;
“Ya Rabbim, sana şükürler olsun ki senin Rasul’unu bana gösterdin”

Sen geliyorsun Ya Nebi…
Diyerek söze başlayıp, gerçek olanı anlatsaydım ne olurdu…
Ya Rabbim burada efendimiz ile karşılaşamadık belki ama…
Sen cennet de olsun komşu eyle bizi…
Burada diyemedim ama cennet de olsun diyeyim…
Sen geliyorsun Ya Nebi…
 
Selam sana nazlı Nebi
Selam sana gözbebeği
Mevla'nın kudretiyle selam.

Selam sana nur-i dilara
Selam sana Hakk habibi
Rahman'ın kudretiyle selam.

Selam sana Andelib_i Zişan
Selam sana Muhammedi
Cebrail'in yüreğiyle selam
İbrahimce selam sana
Rahimce selam sana
Gafurca selam.

Selam sana ey yetimler padişahı
Selam sana Ahmedi nefesli yar
Eyyupça selam sana
Selam sana ya HabibAllah
Selam sana ya NebiAllah
Selam sana ya ResulAllah.

Ya ResulAllah
Sen, sevmek için istenen
Can, dudakta istenen
Sevda ikliminin en güzel mevsiminin
En güzel çiçeğisin.

Cemre gibi düştün kainatın kışına
Bahar, senin elinde doğdu
Senin elinle indi toprağa
Öyle bir sevildin ki
Candan aziz bilerek
Uğruna can verildi
Ama bu, ölüm değildi
Adını bir kez anan
Bir kez gönülden anan
Rahmetin nur kaynağı gözlerinde dirildi
Şimdi biz de seni anıyoruz
Mevla'mızın yeminleriyle anıyoruz seni
Ey Faran Dağları'nda açan sevgili

Fecre
On geceye
Her şeyin çiftine ve tekine
Akşamın alacakaranlığına
Kararıp bürüdüğü zaman geceye
Açılıp aydınlattığı zaman
Gündüze and olsun ki
Sen olunca sitem yok
Serzeniş yok
Eyvah yok
Alemlere ambersin
O'ndan başka ilah yok
Sen, en son peygambersin.

Beni ilk öksüz oluşun vurdu
Yetim kalışın yaraladı önce
Elden ele dolaşmıştın
Herkesin gözbebeğiydin

Ama mahzun
Ama kederli
Bir yanın arşa kadar azamet
Bir yanın ürkek

Mekke akşamları yanar
Verdiğin her nefeste
Ve gökten inen bir sesle
Allah korumasına alır.

Senin derdin Allah'tı
Hüznün kederin Allah
Senin dostun Allah'tı
Sana en yakın Allah.

Biz seni göremedik ya ResulAllah
Uhud Dağı'nı seyrettik
Okçular tepesinden bir sabah
Bir Medine sabahında
Uhud'u seyrettik
Seni göremedik
Ebu Ubeyde bin Cerrah sanki ordaydı
Sanki mübarek yüzüne batan miğfer halkalarını
Dişleriyle sökmek için nefes nefeseydi
Kalbi yerinden fırlayacakmış gibiydi
Seni öyle seviyordu ki
Tenine bir dikenin batması bile
O kalbi durdururdu.

Biz seni göremedik ya ResulAllah
Uhud'u gördük bir sabah
Malik bin Sinan olamadık
Mübarek kanının, kanına karıştığı
Malik bin Sinan sanki oradaydı
Ve inemedik okçular tepesinden
Sanki sen inin demeden inersek
Uhud tekrar cehenneme dönerdi.

Ey Faran Dağları'nda açan sevgili
Güneşe ve onun ışığına
Ardından gelmekte olan aya
Onu ortaya koyan gündüze
Onu bürüyen geceye
Göğe ve onu meydana koyana
Yere ve onu yayana and olsun ki
Sen olunca sitem yok
Serzeniş yok
Eyvah yok
Alemlere ambersin
O'ndan başka ilah yok
Sen, en son peygambersin

Vazgeçtim seni hep ötelerde aramaktan
Seni yüzyıllar öncesine hapsetmekten vazgeçtim
Mesafelerden usandım ya ResulAllah
Sana sesleniyorum

Alemlere rahmetsin
Seslenince yanımdasın
Burdasın
Günahkarım

Ama sen günahkarların umudusun
Temizle beni ya ResulAllah!
Temizle beni ya ResulAllah!
Temizle beni ya ResulAllah!

Mescid-i Nebevi'de gördüm
Mübarek sözlerinden birini süsleyip duvara asmışlar:
"Benim şefaatim, ümmetimden büyük günahları olanlar için."
Buyurmuşsun
İçimde her şey üşür
Rüzgar üşür
Yağmur üşür
Dua üşür
Melekler üşür
Isıtırsan bir sen ısıtırsın
Medine'ye akan nur gibi ak kalbime
Ey ban u cihan
Yorgunum
Güçsüzüm
Çaresizim
Sen çaresizlerin yardımcısısın

Yüreğimi koşturdum
Sana doğru
Çatlarcasına koşturdum
Kimseye hakkım yok
Huzurunda sana ait varlıkları dava etmem
Ben bir davalıyım
Tükendim ya ResulAllah
Hicretimi kabul et ya ResulAllah!
Hicretimi kabul et ya ResulAllah!
Hicretimi kabul et...
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…