- 24 Şubat 2011
- 4.563
- 1.380
- 333
sadıkaya aşık matrakçı hain olduğunu bilmiyor.sadıkaya hançeri veren asker olan boncuk ağa saray içinde hain var işte sülümanda bunları beslii
tipsiz amma tipini yirim kıs ben onun yirim yirim yirmmmmmm kuşsuz kuşum benim o
Ahmed Şahin den alıntı....
Kanuni ve Hürrem'in hayatından örnekler
Soru: Osmanlı'nın en büyük hükümdarı Kanuni, Hürrem'le nasıl evlenmiş? Cariyelikten gelen Hürrem'in sarayda Osmanlı sultanını yönettiği iddiası doğru bulunmuş mu?
Cevap: Bu konuda, çoğu niyet okuyuculuğuna dayanan farklı görüşler ortaya atılmıştır. Ben de kendi görüşümü takdim edip hükmü sizin takdirinize arz etmiş olayım.
Tarihî tespit ve yorumlardan anlaşıldığına göre, ailesi savaşta öldürüldüğü için Kırım Hanı tarafından teslim alınarak Osmanlı sultanına sunulan 16-18 yaşlarındaki genç Hürrem, Osmanlı sarayındaki cariyeler arasında iyi bir eğitim almış, bu eğitimle kendisini çok iyi yetiştirdikten sonra makul ve mantıklı davranışlarıyla saray mensuplarının takdir ve sevgisini kazanmıştır.
Kanuni'nin, bu kabiliyet ve başarısından dolayı kendisine karşı duyduğu derin ilgi sebebiyle evlenme teklifine ilk başta çok da arzulu görünmemiş, azat edilip cariyelikten çıktıktan sonra nikâhlanmayı kabul edebileceği şartını ileri sürmüştür...
Kanuni, bu şartı zorlanmadan kabul edip tarihte benzerine rastlanmayan biçimde Hürrem'i azat ederek nikâhlamış; 40 yıl süren bu evlilikten de dört oğlan bir de kız çocuğu dünyaya getiren Hürrem'in 58 yaşında vefatına kadar Kanuni, yeni bir kadınla ilgilenmeye ihtiyaç duymamış, Hürrem'i kendi inanç ve kültürüyle bir padişah hanımı olarak yetiştirmeye de özel bir gayret göstermiştir.
Nitekim bu özel ilgiyle kendini yetiştiren Hürrem, cihan padişahının zevcesi olma vasfını tam iktisap etmiş, aldığı İslamî eğitim, benimsediği doğru inanç ve tavrıyla da bir padişah zevcesi olma özelliğine sahip olmuştur.
Ne var ki Hürrem Sultan, girdiği saray hayatında karşılaştığı çeşitli siyasi olaylar sebebiyle çok rahat bir ömür de sürmemiştir. Bir müddet sonra en büyük oğlu Şehzade Mehmed'in 23 yaşında Manisa'da vali iken çiçek hastalığından aniden ölmesi, her anne gibi Hürrem'i de iyice sarsmış, ayrıca taht adayı geride kalan kardeşlerin kavgalarının da içinde bulunup halledemeyişi sebebiyle iyice sıkılmış, kendisini hayır hasenat yaparak teselli etmeye yönelmiştir. Bu sebeple bir ömre sığıştırılamayacak kadar çok cami, hastane, imaret gibi hayır kurumları inşa ettirip hatıra olarak o günkü halkın hizmetine sunmuştur.
Aksaray-Topkapı arasında bulunan Haseki Hastanesi'ni de inşa ettirmiş, yanında da kubbeli cami, imaret, medrese gibi kalıcı hayır eserlerini tamamlamaya muvaffak olmuş. Bugün bile halen insanlara hizmet veren Haseki Hastanesi, Hürrem Sultan'ın yöneldiği derin maneviyatına şahitlik etmektedir.
Ayrıca o günlerde devlet yönetiminde önemli yer tutan Edirne'ye de bol miktarda su getirtip şehrin muhtelif çeşmelerinden akıtmış, Uzunköprü'de inşa ettirdiği kervansaray, cami ve imareti de hizmete sunmuştur. Kudüs'te ise yoksulların açlık çektiği yolunda rapor gelmesi üzerine halen binası ayakta duran bir imarethane inşa ettirerek muhtaçların her gün ekmek alıp çorba içmelerini sağlayan aşevini imdada yetiştirmiştir.
Hürrem Sultan'ın bir ömre sığmayacak kadar çok olan bu gibi hayır kurumlarını şahsına ait imkânlarını harcayarak yaptırdığından dolayı o günkü halk kendisine 'Hayırsever Hürrem' adını verme ihtiyacı duymuştur. Sevgili eşi Kanuni de bu hayırsever Hürrem'inin adına vefatından sonra başka hayırlar da yaptırıp vakıflar kurmakla kalmamış, Süleymaniye Camii avlusunda kendisi için hazırladığı türbenin hemen yanı başına ayrıca bir de Hürrem'i için muhteşem bir türbe yaptırmış, böylece hayatı boyunca birlikte olduğu Hürrem'inin ölünce de yakınında olmasını istediği anlaşılmıştır.
Bütün bunlar gösteriyor ki; Kanuni, 40 yıllık evlilik hayatı boyunca sadık bir eşi, vefalı, samimi bir yardımcısı olarak gördüğü Hürrem'inin kendisini yanlışa yönlendirdiği yolunda bir şüphe ve pişmanlığı söz konusu olmamış, tam aksine her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir hanımın bulunduğu düşüncesiyle, kendi başarısına destek gördüğü Hürrem'i ölünce de yakınında yaptırdığı Hürrem Sultan Türbesi'yle de ona olan itimat ve sevgisini tüm dünyaya ilan etmiştir.
yine Ahmet Şahinden Alıntı..
Hürrem aleyhindeki rivayetlerin kaynağı...
Kanuni'nin, Hürrem Sultan'dan önceki hanımı Mâhidevran'dan olan oğlu Şehzâde Mustafa'sı vardı.
Sempatik ve mertliğiyle halkın sevgisini kazanmış bu şehzadenin padişahın ölümünden sonra yerine geçeceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Ancak genç şehzadenin etrafını saran taraftar, kitleler onu erkenden tahrik edip kışkırtmaya başladılar. Şehzade Mustafa da sağda solda, "Ben padişah olsam şöyle yaparım, böyle ederim" diye tedbirsizce konuşmaya başladı. Bu sıralarda gittikçe yaygınlaşan yalanlarla dolu isyan söylentileri Kanuni'yi, oğlunun gizli bir isyan hazırlığı içinde olduğuna inandıracak boyutlara ulaştı... Geçmişteki kardeş kavgasının bir daha tekrar etmesinden endişe eden Padişah, vicdanı sızlayarak isyan hazırlığı içinde olduğuna inandırıldığı öz oğlu Mustafa'nın idamına karar verdi.
İşte bu idam olayını, tahta kendi çocuklarının çıkmasını isteyen Hürrem Sultan'ın teşvik ettiği söylentisi yayıldı. Hatta Hürrem Sultan, bu idamın biricik müsebbibi olmakla da suçlanarak, niyet okuyucuları tarafından, doğruluğu tartışılabilecek birçok rivayetler ortaya atıldı. Halbuki Kanuni gibi hayatında büyük işler başarmış, iradesi kuvvetli bir büyük hükümdarın, Hürrem'in sözüyle kendi ciğerparesini öldürmeye kalkışacağını akıl ve vicdan pek kabul etmemektedir. Çünkü Mustafa, padişahın kendi kanından ve canından olan öz oğludur.
Ancak imparatorluğun taht kavgasıyla bölünüp parçalanması ihtimali söz konusu olunca, şefkatli padişah baba gider, ülkesinin birlik beraberliğini korumaya kararlı bir Hünkar çıkar, imparatorluğunun çökertilmesine sebep olacak bir iç savaşı önlemek için (doğru olmasa da) kendi yavrusuna kıymayı dahi göze almış olur. Hürrem Sultan, bu olaya belki de çok üzülmemiştir; ama bundan onu tek başına sorumlu tutmak da pek makul görünmemektedir. Çünkü Kanuni, Hürrem'in oğlu Şehzade Bayezid'i de kardeş kavgasını önlemek için feda etmekte tereddüt etmemiştir. Şayet Hürrem, Kanuni'ye istediğini yaptıran biri olabilseydi, oğlu Bayezid'i feda etmesine engel olurdu.
Hünkar'la Hürrem'in ruh dünyasını büyük çapta ahirete yönelten önemli bir olay, çok sevdikleri Şehzade Mehmed'in ani ölümü ile gerçekleşmiştir. Henüz kardeş kavgası gibi şaibeli bir davranışın içinde görülmediği bir devrede çok sevdikleri Şehzade Mehmed'in genç yaşta ölümüne çok üzülen Kanuni ve Hürrem Sultan, büyük bir uhrevi duyguya yönelme gereği duymuşlardır ki, "Şehzadeler güzidesi Sultan Mehmed"im diyerek, vefatına tarih düşen Kanuni, onun adına Sinan'a yaptırdığı muhteşem Şehzadebaşı Camii'yle teselli olmaya çalışmıştır. İlk olarak böyle bir evlat acısıyla sarsılmış olan Hürrem Sultan da, hep hayır kurumları inşa ettirmeye yönelerek teselli olmaya çalışmıştır.
Nihayet son kışını, çok sevdiği Hünkarı Kanuni ile Edirne'de geçiren Hürrem Sultan, rahatsızlığı artınca İstanbul'a dönerek içinde bir de hastanenin bulunduğu Eski Saray'a yerleşmiştir. 1558 yılında 58 yaşında iken oğlu Selim'in 8 sene sonraki tahta çıkışını göremeden hayata gözlerini yumduğunda, cenazesini vezirler omuzlarında taşımış, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'nin kıldırdığı namazdan sonra dualarla cami avlusunda yapılacak türbesi yanına defnedilmiş, genç yaşta ölümü bütün İstanbul halkını üzüntüye boğmuştur.
Cihan padişahı Sultan Süleyman, Hürrem'inin ölümünden sonra ona olan sevgi ve saygısını açıkça göstermek istemiş, Süleymaniye Camii avlusunda kendine ayırdığı yerin hemen yanında bir de Hürrem için yaptırdığı türbede günün 24 saatinde 130 hafıza gece gündüz nöbetleşe uzun zaman Kur'an okutarak Hürrem'in Kur'an'a karşı duyduğu derin saygı ve sevgisinin gereğini yerine getirmiştir...
Hürrem'in Rüstem Paşa ile evlendirdiği kızı Mihrimah Sultan ise dindar annesinden aldığı terbiye ile Edirnekapı'daki meşhur Mihrimah Sultan Camii'ni yaptırmakla yetinmeyip bir de Üsküdar'daki 'İskele Camii' denen muhteşem külliyeyi Sinan'a inşa ettirmiştir. Tahtakale'deki Rüstempaşa Camii de bu tarihi eserler dizisinden değerli bir hatıra olarak halen hizmette bulunmaktadır.
İşte bütün bu olaylar kimin kimi yönettiğini ifade etmektedir. Hepsinin de ruhları şâd olsun. Benzeri hizmetler yapmayı Rabb'imiz benzerlerine de nasip etsin. Mahrumiyetleri, kıskançlıklarına sebep olmasın.
Bizim geçmişimize ait zanni konulardaki prensibimiz bellidir:
- Ecdadınıza hüsnüzanla bakın, yanılırsanız vebali yoktur! Suizanla bakmayın, yanılırsanız vebali çoktur!..
Ahmet Şahin Den alıntı...
Kanuni'nin cephede vefatı, oğlu Selim'in göreve çağrılışı, Selimiye'nin inşası
Soru: Kanuni Sultan Süleyman'ın, oğlu Selim için tahta çıkarılması vasiyetinde bulunduğu doğru mu? Doğruysa böyle bir vasiyet geçerli sayılır mı?
Cevap: 46 yıllık hükümdar Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan'daki Zigetvar kalesinin fethinden bir gün önce 71 yaşında kale alınmak üzere iken vefat etmiş, böylece ülkesine son bir zafer daha hediye ederek cephede hayata gözlerini yummuştur. Ancak bu sırada oğlu Selim'in tahta çıkarılması yolunda bir vasiyeti söz konusu olmamıştır.
Nitekim savaş meydanındaki vefattan sonra dirayetli devlet adamı Sokullu Mehmed Paşa, büyük bir basiretle Padişah'ın vefatını kimseye duyurmamış, Kütahya sancak beyliğinde bulunan tahtın tek adayı Şehzade Selim'i durumdan haberdar etmek üzere gönderdiği posta, 23 günde Kütahya'ya ulaşmış, 43 yaşındaki Şehzade ise Kütahya'dan mahmuzladığı atıyla üç günde Üsküdar'daki hemşiresi Mihrimah Sultan'ın köşküne gelerek İstanbul'daki Şeyhülislam ve diğer devlet ricalini durumdan haberdar etmiş, bunun üzerine Şehzade Selim'in padişahlığının başladığını Ebussuud efendi ile devlet ricali ilan etmişlerdir. (1566)
İki günlük bu dinlenmeden sonra genç padişah, yanına aldığı bir süvari alayı ile süratli bir yolculuk daha yaparak 20 günde Belgrad'a ulaştığı sırada Hünkâr'ın cenazesi de tahnit edilmiş olarak Zigetvar'dan Belgrad'a getirilmişti. Tecrübeli devlet adamı Sokullu, tahtın tek adayı Şehzade Selim'in geldiğini anlayınca Cihan Padişahı'nın vefatını saklamaya artık gerek görmemiş, ha.fızlar hep bir ağızdan yüksek sesle Kur'an okumaya başlayınca durumu anlayan tüm asker, paşalar, halk, koca hünkar için gözyaşı dökmeye başlamışlardır..
Bu karşılaşma sırasında 43 yaşındaki genç padişah Selim, huzuruna vardığı tecrübeli devlet adamı Sokullu Meh.med Paşa'nın elini öpme tevazuu göstermiş, ancak So.kullu daha çabuk davranıp kayınpederi de olan Selim'in eteklerine kapanarak asıl eli öpülecek olanın tahtın tek sahibi Şehzade Sultan olduğunu ifade etmek istemiş, böylece askere de itaat mecburiyeti mesajını da vermeyi başarmıştır.
Genç Padişah Selim Han, bu anlayış içindeki Sokullu'yu görevinden hiç ayırmayarak 8 senelik padişahlığı sırasında ona hep vefa duygusuyla bakarak, gölge padişah gibi görevinde ibka etmiştir.
Tahtın tek vârisi şefkatli Selim, bir vefa örneği daha göstermiştir. O da merhum hünkar babasının ilk hanımı, gözden düşmüş olan Mahidevran'ın Bursa'da oğlu Mustafa'nın mezarı yanında yoksul halde yaşamasına son vermek olmuştur. Bunun için hemen emrini vermiştir:
- Hünkâr babamın birinci hanımı Mahidevran annemize, kimseye muhtaç olmayacak miktarda emekli aylığı bağlansın. Ayrıca başucunda beklediği Mustafa'sının mezarı üzerine de büyük bir türbe yapılsın.
Kısa zamanda Mahidevran anneye emekli maaşı bağlanır, merhum Şehzade Mustafa'ya da annesini memnun edecek güzellikte bir türbe yapılır, nihayet sevgili annesi de vefatında o türbeye yavrusunun yanına defnedilir.
Kıbrıs'ı fethetmek gibi değerli cihad hizmetlerinden sonra sıra gelir hayalinde hep canlı tuttuğu Edirne Selimiye Camii'nin inşasına. Düşüncesini çok sevdiği baba yadigarı koca Sinan'a anlatır:
- Hünkar babam der, genç yaşta ölen Şehzade Mehmed ağabeyim için Şehzade Camii'ni yaptırdı. Arkasından kendi adına da Süleymaniye Camii'ni inşa ettirdi. Şimdi sıra benim camime geldi..
Baba yadigârı Koca Sinan, genç padişah Selim Sultan'ın bu arzusuna ümitli cevap verir:
- Şehzadebaşı çıraklık devremin, Süleymaniye ise kalfalık devremin eseridir. Senin camin Selimiye ise inşallah ustalık devremin eseri olacaktır. Hatta Ayasofya'yı dahi geçebilecektir inşallah..
Nitekim geçmiştir de. Selimiye'de kubbe yüksekliği 43 metre, genişlik ise 31 metreyi aşmıştır.
Bu muhteşem eserden dolayı İkinci Selim Han, sekiz buçuk senelik padişahlığından fazla, 6 senede yapılan Selimiye gibi eşsiz bir mabedin sahibi olmasıyla meşhur olmuştur ve halen dünyaya iftiharla ilan ettiğimiz örnek eserlerimizin en başında Edirne Selimiye Camii gelmektedir.
Osmanlı sultanları büyüğüyle de küçüğüyle de ölmez eserler bırakarak gitmişlerdir bu dünyadan. Hizmet eden ecdadımızın hepsine de hürmet ve minnet borçluyuz. Ruhları şad olsun cümlesinin de..
bu ne şimdiive bu forumda yazılanlardan da şunu anladım
kadınlar bile kadınların haksızlığa uğramasına mal gibi alınıp satılmasına,yok sayılmasına ,sadece beden gibi algılanmasına , hırsı uğruna aşkını unutup aşkını satıp tekrar tekrar aşık olmasına yada aşık gibi davranmasına,geleceğini bedenini kullanana bağlamasına ses çıkarmıyor,önemsemiyor,ve hatta hoşuna gidiyor...
hepinize iyi halvetler
bu arada validde sultanda ne çok botoks var
anladım canım teşekkür ederim gülfem, hanımefendi kimseyle işi olmayan biri olduğu için hanımlarından biri olacağı aklıma gelmemişti hürrem ve mahidevran arasındaki kıskançlıkların kavgaların o kadar dışında o kadar kendi halinde ki,ben onu sadece haticenin yardımcısı olduğunu sanıyordum.
tabii diziyi çok sonradan izlemeye başladığım için bazı olayları anlamakta güçlük çekiyorum.
açıklaman için tekrar teşekkürler.
bence hürrem leo yu görmeyecek, leo hürremi görecek.
pargalıyada acaip sinir oluyorum.
gelecek sezon mimar sinan katılıyormuş diziye, kim acaba çok merak ediyorum.
mimar sinan katılacağına göre mihrimah epey büyümüştür.
daghan dir belki seneye yeni bir dizide cok farkli bir rolde karsimiza cikacakmis..
ay o olmasın o olursa bırakırım izlemeyi, o çocuğun yamuk ağzını görmeye tahammülüm yok, hem daha bebe o.
Muhteşem Yüzyıl'ın Muhteşem Süleyman'ı
Halit Ergenç, SHOW TV'nin merakla beklenen dizisi 'Muhteşem Yüzyıl'da Osmanlı İmparatorluğu'nun 10. padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ı canlandırıyor...
Ekranda göründüğünden daha uzun, daha yapılı ve hiç kuşkusuz daha sıcak bir adam Halit Ergenç. Tutkulu bir aşığı canlandırdığı 'Binbir Gece'den sonra bu defa en tutkulu hükümdar Kanuni Sultan Süleyman'ı canlandırmak için kamera karşında. 1970 doğumlu oyuncu için gerçek hayattaki en büyük tutku ise oğlu Ali. Ondan bahsederken gözlerinin nasıl ışıldadığını tarif etmek güç. Tıpatıp annesi Bergüzar Korel'e benzeyen Ali'nin, içindeki sesi dinleyebilen bir insan olması için çalıştıklarını söyleyen Halit Ergenç'le, 'şöhret' yolculuğunun yeni rotası 'Muhteşem Yüzyıl' çerçevesinde söyleştik...
- Büyük bir prodüksiyonda yer alınca heyecan da büyük oluyor mu?
İşin ağır bir yönü var, üstelik yakın dönem değil. 16. yüzyılda geçen bir hikaye anlatacağız. Elbette iş de heyecanı da büyük. Büyük prodüksiyon çok fazla detay çalışılması demektir. Detay da el oyalar, araştırma gerektirir. Bu da bir bakıma büyük bütçe demektir. Bu işte aynı zamanda bir lüksü ve ihtişamı da anlatacağız. Dönemlerle alakalı yazılı metinler bile birbiriyle çelişirken, onların içinden hiç yazılmamışları bulup, nasıl olabileceğini düşünüp, onları da uygulamak zorundayız. Basit bir örnek vereyim; tabaklara meyve konacak ama içine portakal koyamazsınız o devirde yok çünkü. Aynı şekilde yemeğin içinde domates olamaz! Bir paşa girer ve selam verir, çıkarken yine selam verir; peki o selamı nasıl verir?
- Kaynaklarda belirtilmiş mi bütün bu detaylar?
Ne yazık ki hayır; otururlar, kalkarlar deniyor ama nasıl yaparlar? Nasıl yaptıklarıyla alakalı ciddi çalışmalar yaptık. Yazılı olmadığı için herkesin hayal ettiği de farklı olabiliyor. Bazı insanlar yerlere kadar eğilip, yerde sürünerek selam verildiğini hayal ederken, bazıları kafa selamı gibi hayal etmişler belki de. Ama biz bunları nasıl göstereceğiz? Normalde selamın çok büyük önemi var ama bunun bir dizi olduğunu hatırlamakta fayda var; bir selam 20 saniye sürebilir. Her bölümde padişaha 40 kişi selam verse, 800 saniye eder. Dizinin 10-12 dakikası selamla mı geçecek? Öyle çok detay var ki, hesaplanan, hesaplanmak zorunda olan. Gerek dekorda, gerek kostümde, gerekse olaylarda biz sanatsal anlamda bunları yorumladık. Bunlar da ekstra düşünce ve maliyet getirdi. Hala okurken, çekerken fark ettiklerimiz, başa dönerek sorguladıklarımız var.
DİZİ TARİHİ BİR GERÇEKLİK ÜZERİNE
- Araştırmalar hep eksik kalıyor!
Ciddi çalışmalar yapıldı ve şunu da unutmamak gerekir; tarih dersi kitabı değil, daha çok roman gibi düşünmeliyiz. Biz öyle düşündük, aksi takdirde yaptığımız bir belgesel olurdu. Öyle yapsaydık dramatik kurgusu da doğru olmazdı. Yaptığımız işi estetik kılmak ve belli bir dramatik yapı içinde anlatmak durumundaydık.
- Tarih dersi değil dediniz ama seyirci gerçek gibi algılamayacak mı, neresi gerçek neresi hayal ürünü?
Dediğim gibi tarih dersi kitabı değil ama tarihi bir gerçekliğin üzerine oturttuk hikayemizi. Seyirci müthiş keyif alacak, tadını çıkartacak.
- Anlatılan padişah da Kanuni; onun zaafları, kaygıları, acılar da konu edilecek mi?
Büyük aşık bir kere... Sizin gözünüzdeki padişah imajı nedir merak ettim.
Ben onları sadece resimlerindeki gibi düşünüyorum, 3 boyutlu hayal edemiyorum. Sadece Cihan Ünal geliyor aklıma hayal meyal!
Padişah denen insan bizim kafamızda duran bir resimden ibaret, derinliği bile yok. Şunu yapmış, bunu yapmış diye okuyoruz. Savaşmış, fetihler yapmış, esirler almış, haremi varmış, onun kellesini almış, bunun kellesini almış ama duran bir resim. O duran resmi hareketli bir görüntü haline getirdiğiniz zaman bazı şeyler çatırdamaya başlıyor.
- Siz nasıl çalıştınız Kanuni için?
Ben çalıştığım süre içinde bunun çatışmasını kendi içimde çok yaşadım. Yaptığım hareketler bana yetmiyormuş gibi gelmeye başlamıştı, yerini bulmuyormuş gibi geliyordu. Çünkü o kadar büyütmüşüz ki kafamızda çocukluğumuzdan beri ama küçük görmekten bahsetmiyorum yanlış anlamayın; tuhaf olan bir yandan da bizim için 2 boyutlu bir imaj olarak kalmışlar. Halbuki bir insandan bahsediyoruz.
- Öyle ya Kanuni hapşırmaz gibi geliyor bana, insani özellikler oysa.
Hastalanmış ve guttan ölmüş Kanuni. O dönemlerde özellikle salgın hastalıklardan ölmüş çok insan. Dönemin şartlarını bir araya getirerek o dönemin insanlarına ses verdik, duyulur, görülür hale getirdik. Bazı insanların hayallerinde canlandırdıklarına benzemeyebilir, anlattığım gibi kabul edilmesi de seyircinin zevk almasını kolaylaştıracaktır.
- Siz tarihe meraklı mısınız, sever miydiniz tarih okumayı?
Okul çağlarında meraklı değildim, bu iş için ciddi anlamda okumaya başladım. Bir buçuk yıl kadar oluyor ve tarihin zevkine vardım diyebilirim. Ders alınası bir şeydir tarih. Herkesin bildiği gibi, tarih tekrar eder. O zaman olanlar aynen şimdi de yaşanmakta. Gerek kişisel bazda, gerek toplumsal olarak, gerek uluslararası problemler açısından, gerekse siyasi anlamda; fiziksel savaşlardan psikolojik savaşlara geçildi. İç savaşlar var, para savaşları var; aynı stratejilerle gidiyor. Kadın-erkek ilişkileri, entrikalar hep aynı, değişen bir şey yok.
- İnsanlar nedense ders almayı beceremiyor bir türlü!
Doğru, insanlar illa kendileri yaşayıp görmek istiyorlar. Başımıza gelsin, dersimizi öyle alalım diyoruz.
KEÇİBOYNUZUNDAN TAT ALMAYA ÇALIŞTIM
- Kanuni'yi oynamak, Deli İbrahim'i oynamaktan iyi midir?
Yok, hayır öyle değerlendirmeyin. Deli İbrahim de çok enteresandır. Kanuni, işçilik olarak baktığınız zaman çok bilinmeyenli bir denklem. Karakteri ile alakalı fikriniz ancak Osmanlı'ya gelen elçilerin yazdığı mektuplardan ortaya çıkıyor. Fiziksel bazı özelliklerini tarif ediyorlar, şöyle baktı, böyle bir yapısı var gibi. Çeşitli tasvirlerden yola çıkarak çalışıyoruz. Bir oyuncu için 'çok oyuncaklı' bir rol. Deli İbrahim de olsaydı aynı şekilde olacaktı. Sokullu da olabilirdi, Mimar Sinan da olsaydı aynı şekilde olurdu; ki Mimar Sinan dizimizde yer alacak ilerleyen bölümlerde. Baki ve Fuzuli de yer alacaklar, her birini aynı keyifle canlandırabilirdim. O dönem her açıdan çok zengin bir dönemdi.
- Diziye çalışırken en çok nelerden etkilendiniz, özel bir kitap, bir söz oldu mu sizi etkileyen?
Kitaplarda yazanlar aşağı yukarı aynı, bazı tarihçiler kendi yorumlarını katarak ve hikayeleştirerek anlatıyorlar. Okurken kafanızda film gibi canlanabilir, onları okumak daha kolay. Bir anda çok görkemli bir tarih filmi izler gibi olabiliyorsunuz. Doğrudan olayları anlatan, olayları kronolojik olarak anlatan yazarların kitapları da ayrı bir şekilde ilgimi çekti. Tüm bunlardan ortaya çıkardığım şey, keçiboynuzundan tat almaya çalışmak gibiydi.
- Ortaya nasıl bir padişah çıktı?
Benim kafamda canlandırdığım Kanuni de sete gelince değişime uğradı. Okuduklarınızdan sonra hem fiziksel özelliklerinizle hem de geçmişinizle ortaya bir şey çıkartmaya çalışıyorsunuz hem de yönetmen, yazar ve diğer oyuncularla ilişkinizin belirlediği bir yapıyı da ortaya koyuyorsunuz. Bu aynı zamanda bir etkileşim durumu. O ortam içinde var olabilecek en iyi Kanuni'yi ortaya çıkarmaya çalıştım. Olaylarla göreceğiz Kanuni'yi ve tanıyacağız, ilk sahnede tanımak pek mümkün olmayacak. Ayrıca Kanuni'nin farklı dönemleri var ve her döneminde hem fiziği hem kafası farklı. Savaş ortamındayken, devlet kararları verirken farklı, aşıkken farklı, şiir yazarken, mücevher yaparken farklı bir adam.
- Rüyalarınıza girdi mi rolünüz?
Birkaç kere oldu, kendimi o dönemde gördüm. Okuduğum olayların içinde gördüm, etkilendim elbette.
- Kanuni'nin aşkı Hürrem'i Meryem Uzerli canlandırıyor; iyi anlaşabildiniz mi?
Meryem çok disiplinli bir oyuncu, onunla çalışmak çok zevkli, Nebahat Hanım'la da. Bütün takım arkadaşlarımız çok kıymetli ve gerçekten de uyum içinde çalışıyoruz. İşini sevenlerle çalışmak bambaşka...
Bjork de severim Ümmü Gülsüm de...
- Ne zaman 'Ben oyuncu olacağım' dediniz?
Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri'nde okuyordum İTÜ'de; oradan Konservatuar'a Opera Bölümü'ne girdim. Orada Müzikal Bölümü'ne geçtim. O arada dans etmeye, şarkı söylemeye başladım. Derken müzikaller ve tiyatro geldi. Aynı yolda ama döne döne oyunculuk yapıyordum. Sonra kalkıp Amerika'ya gittim. Birçok seçmeye katıldım, müzikallerde de oynadım ve bu sayede ne istediğime karar verdim. Bir buçuk yıl kaldım, sonra buraya bir müzikal için döndüm. Ben Amerika'ya bu işi daha iyi yapabileceğim yerde yapmalıyım fikriyle gitmiştim. O zaman anladım ki daha iyi yapılan yerde olmanın anlamı yok, senin nasıl yaptığının önemi var. Sen işe ne kadar değer veriyorsun ve nasıl yapıyorsun. 2001'den sonra daha farklı bakıp, daha çok çalışıp, daha önce yaptıklarımı da oyunculuğuma katıp ilerledim.
- Evde şarkı söyler misiniz?
Uzun zamandır söylemiyorum. Çok severim şarkı söylemeyi. Müzik dinlemeyi de çok severim. Babamdan kaynaklanır, babam müzisyen ve söz yazarıydı. Kunduracıydı, tüccardı aynı zamanda. Arabesk şarkılara Türkçe söz yazardı, evimize Orhan Gencebay da Müslüm Gürses de gelir gidermiş. Benim müzik zevkimde tüm bu dinlediğim müziklerin etkisi vardır. Çok geniş bir skalam vardır benim. Bjork severim, Leonard Cohen severim, eskiden Bon Jovi dinlerdim ama Ümmü Gülsüm de bilirim.
kızım o walıde botoks da yaptırır:94::94::94::94: silikon da taktırırrrrrsülümana halwet de ayarlarr sana mı soracak sen hürremmisin
kemik torbası mahi.çatla hünkarımız seni koynuna almayacak
ay o olmasın o olursa bırakırım izlemeyi, o çocuğun yamuk ağzını görmeye tahammülüm yok, hem daha bebe o.
bence hürrem leo yu görmeyecek, leo hürremi görecek.
pargalıyada acaip sinir oluyorum.
gelecek sezon mimar sinan katılıyormuş diziye, kim acaba çok merak ediyorum.
mimar sinan katılacağına göre mihrimah epey büyümüştür.
We use cookies and similar technologies for the following purposes:
Do you accept cookies and these technologies?
We use cookies and similar technologies for the following purposes:
Do you accept cookies and these technologies?