Popüler Konu Sevgili günlük...

Sevgili günlük,

Sesli gergin konusan, sürekli stres yaratan, ufacık şeylere sinirlenen insanlardan nefret ediyorum. Ruhumu emiyor enerjimi tüketiyor. Senden nefret ediyorum! Gençliğimi mahveden mahluk…
Suç bende… kendim ettim kendim buldum
 
Anneler de yorulurlar, uyuyamayabilirler geceleri, üzgün olabilirler, bazı stresleri yönetemeyebilirler, ağlamak isteyebilirler, bazen ağlayamazlar, ödev yaptırırlar çocuklarına, bazen de yaptıramazlar…
 
Umarım yeniden sağlığına kavuştuğun zaman hayatının ve sağlığının kıymetini bil. Rutinler bazen nimettir, bunu unutma
 
Umarım öyle bir iyileşirim ki bu zorlu süreçlerden geçtiğim bile aklımdan çıkar, umarım bol neşeli günler beni bekliyordur. Ama bu süreçte edindiğim tecrübeleri asla unutmamalıyım ve hayatıma hareket etmeyi kalıcı olarak kazandırmalıyım İyileştikten sonra yapmayı düşündüğün şeyleri de unutma.
 
Canım çok acıyor günlük. Tam bir şey yolunda gidiyor gibi derken tepetaklak oldu. Şimdi her zamankinden daha da çok zorlanıyorum. Geçen gün yolun ortasında dayanamayıp ağlarken buldum kendimi. Uzun zamandır o kadar sıkmıştım ki kendimi. Artık patlama noktasını yaşadım. Canım çok acıyor işte. Birde tüm bunların yanı sıra onu da özledim.
 
Geçen hafta bir olay yaşadım. Çok etkilendim. 2-3 gün yataktan çıkamadım, elim işe kalkmadı. Evlatlarımla sınırlı ilgilenebildim. İçim çürüdü resmen. Kendimi toparlayıp yataktan kalkamadım. Çocuklarım için çabalayayım dedim, iyi olmaya çalıştım.

Sonra annem aklıma geldi. Biz çocukken bazı günler hep yatardı, yataktan kalkamazdı canını sıkan bir şey olunca. Biz de suçlu suçlu 'acaba bugün ne yaptık, bize mi kızdı' diye düşünürdük. Çocukluğum suçluluk psikolojisiyle geçti. Büyüdükçe hatam olmadığını, annemin o gün başka şeylere kızdığını üzüldüğünü anladım tabi. Ama hala annem öyle yapsa ruhum sıkılır, suçlu hissederim.

Annemin bu tavırları aklıma gelince, demek ki ne kadar zor şeyler yaşıyordu, ne kadar üzgün oluyordu ki, başını kaldıramıyordu, yataktan kalkamıyordu diye düşündüm. Ve yaşadıklarına tekrar üzüldüm. Yine canım sıkıldı, içim çürüdü. Zaten anne olalı, anneme ağlıyorum. Yaşanmışlıklarına.

Sonra kafama bir şey dank etti ve beynimden vurulmuşa döndüm: Ben de anneme benzemeye başladım! Hiç olmam derken, onun tam tersi olduğumu düşünürken, anneme benzediğimi fark ettim. Ne yaşarsam yaşayayım, onun gibi yataklara düşmem, çocuklarıma hissettirmem derdim. Heyhat! Yine ağladım.

Tabii, bu ruhsal bunalımda eskileri düşündüm ve -sevmediğim bir tabir olsa da- tetiklendim. Zamanında hiç umursamadığım, önemsemediğim şeyleri kafaya takmaya başladım. İçim içimi yiyor; o niye bunu dedi, bu niye böyle yaptı diye. İyi değilim.

Bir arkadaşım demişti ki: Ne kadar güçlüsün, dünya yansa çay demlersin.

Gel de şimdi gör.
 
Sevgili günlük, buraya ilk kez yazıyorum. Ruh halim çok gelgitli. Bazen ne yaptığımı ben de bilmiyorum. Duygularımı kontrol etmekte zorlanıyorum. Akıl ve ruh sağlığımı koruyup sağlamlaştırdığım, duygusallıktan kurtulup gamsız olduğum, gençliğimi doyasıya yaşadığım ve öncelik sırasına kendimi koyup kendime değer verdiğim, kendimi bolca şefkatle sevdiğim bir hayat diliyorum benim gibi hissedenler için de aynı dileği diliyorum.
 
Sevgili Günlük,


Duygularım parça parça… Sevinç, beklenti, sabır, hüzün, şükür…
Bir yandan, uzun zamandır çabaladığım ve tüm kalbimle duymak istediğim o güzel haber — bir bebek…
Diğer yandan hastalık haberleri, iş yerindeki mobbingin baskısı, stres…


Son günlerde en çok yaptığım şey belki de şükretmek. Ama gözyaşlarım, farkında bile olmadan akıyor. Sanırım hormonlar… Bu tedavide bedenime çok yükleme yaptılar. Üstelik oldukça şiştim, ödem doluyum. Ve şimdi antidepresanımı bırakmam gerekiyor. Transfer olacağım, tutarsa içmemem lazım.


Günlük, sanki kocaman bir top geliyor üzerime. Ellerimi açıp onu durdurmaya çalışıyorum. Ama ya onunla birlikte yuvarlanırsam?
Korkuyorum.


Güçlü durmaya çalıştıkça, ruhum koşmaktan yoruluyor.
Yardım istemiyorum.
Sadece… sessizlik istiyorum. Hiçbir şey yapmadan durmak.
Beklentileri karşılamadan… sadece durmak.
 
Hayal kırıklığı yaşıyorum. En kısa zamanda daha derinden yaşayacağımı hissediyorum. Hayata karşı kırgınlık. Sonra babaanemin dediği bir cümle aklıma geliyor. "Bu dünyada en büyük mutluluk, sağlıktır. En büyük zenginlik, kimseye borcunun olmamasıdır. Gerisi boştur." -- Eh, o kadar da boş değil ama... yine de çok doğru cümle. Alıyorum suyumu sokağa atıyorum kendimi. Çimenlerin, ağaçların yanından geçiyorum. O çok yoğun nemli yaprak kokusunu içime çekiyorum, aynı çocukluğumdakı gibi. Koku hiç değişmemiş. Hayat nasıl da olduğu gibi devam ediyor. (anskiyete durur mu, hemen oradan diyor: umarım iklim krizi bu sabitliyi bozmaz.")
Dut ağacına rastlıyorum, taze dut yiyorum. Güzeldi. Bir iki tutam daha yaprak kokusunu nefesime çekiyorum. Taşın kenarında oturup kayaları izliyorum. Sevdiğim birkaç şarkıyı dinliyorum. Hafiften de dans ediyorum tabi.
Sonra geri dönüyorum. Dönerken de şunu düşünüyorum: hala güzel şeyler var, sevinesi, mutlu olası.
(Anksiyete: ama her zaman mı...? umarım her zamandır...)
 
Sevgili günlük, bugün yolda yürürken kestaneci bir genç çocuk bana iki tane kestane uzattı. Al abla canın çekmiştir dedi. Nasıl da canım çekmişti. İşlerimizi hallettik, dönerken kestaneci gence uğradık. Biraz kestanesinden aldık. Hem o mutlu oldu hem de biz mutlu olduk. Herhalde uzun zamandır yediğim en güzel kestaneydi. İyi insanlar varlar

Her gün sahip olduklarıma şükrediyorum. Sağlığıma, huzuruma, evime, aileme ve sahip olduğum diğer her şeye şükürler olsun.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…