Bir varmış, bir yokmuş...
Dünya ikiye ayrılırmış: Zayıflar ve şişmanlar.
Zayıflar kendilerine özel saklı bir ülkede yaşarlarmış. Her şeyleri varmış, istedikleri kadar kıyafetleri, gülen yüzleri... Zayıflar Ülkesi, onu çevreleyen birkaç dağın ortasındaki geniş bir ovada kuruluymuş. Ovanın ortasında bir de göl varmış. O kadar zengin bir ülkeymiş ki burası evler altından yapılırmış ve herkes kendi evinde mutlu mesut yaşarmış.
Şişmanların kendilerine özel bir ülkesi yokmuş. Orda burda dağınık halde yaşarlarmış. Ne üstlerine giyecek kıyafetleri, ne de paraları varmış. O kadar mutsuzlarmış ki hiçbir şey yapmak istemezlermiş. Ne etraflarındaki diğer şişman komşularını ziyarete giderlermiş, ne de yaşadıkları dağın ardında ne olduğunu merak ederlermiş. Tüm şişmanların yaptığı tek hareket etraftaki ağaçlarda yetişen lezzetli pasta ve kekleri, börekleri toplamak ve onları yemekmiş. Bu yüzden bütün şişmanlar zamanla hasta olur ve daha saçları ağaramadan ölüp giderlermiş.
Şişmanlar arasında dolaşan kadim bir efsane varmış. Bu efsane insanların mutlu ve sağlıklı yaşadığı Zayıflar Ülkesi denen saklı bir yerden bahsedermiş. Eskiden oraya giden bir sürü yol olduğunu ama şimdi sadece bir tane kaldığını, onun da dağlardan birinin altındaki gizli bir geçit olduğu söylenirmiş. Şişmanların bir çoğu bu efsaneyi adı üstünde bir efsaneden öte görmezlermiş. Efsanenin gerçek olduğuna inanlar da geçiti bulmanın imkansız olduğunu düşündükleri için hiçbir şey yapmaz; sadece yerlerinde oturup yaşadıkları hayattan şikayet etmeye devam ederlermiş.
Derken bir gün, henüz hasta olmamış genç neslin şişmanlarından biri bu Zayıflar Ülkesi'ni bulmayı kafasına koymuş ve yollara düşmüş. Genç şişman efsanede anlatıldığı gibi dağların altında gizli geçitler aramaya başlamış ve bir sürü geçit bulmuş da... Ama hangi geçite girse yol ya bir uçurumla kesilir, ya da önü kayalarla kapalı olurmuş. Genç şişman pes etmemiş, aramış, aramış... Zaman ilerlemeye devam etmiş ve bir gün bir geçit daha bulmuş. Geçitin üzerine gömülü bir taşta şu yazılar kazılıymış:
"Uzun yollardan geçip de hoşgeldin dost!
Zayıflar Ülkesi'ne giden geçide geldin.
Bu yol zorludur, sonu mutluluktur.
Ama bir kere yola girdin mi, geri dönüşü yoktur.
Varsa cesaretin, gözün kararmışsa,
Bir adım at geçitten içeri ve bırak kapı senin için kapansın,
Bildiğin dünya artık arkanda kalsın.
Unutma dost,
Dağların ortasında, serin gölün kıyısında,
Altın evinde bekliyoruz seni"
Genç şişman durmuş, bir süre düşünmüş. Sağ tarafındaki dağın yamacında kalan fındıklı çikolata ağaçları ona göz kırpıyormuş. Geçite doğru yürümüş, daha önce gördüğü diğer geçitlerin aksine, bu geçit karanlıkmış, bir metre içersi bile görünmüyormuş. Bir an tereddüte düşmüş. Sonra durup artık iyice büyümüş olan göbeğine ve yorgun tombul bacaklarına bakmış. O an orada kararını vermiş ve fındıklı çikolata ağaçlarıyla vedalaşma gereği bile duymadan geçitten içeri adımını atmış. O adımını atar atmaz da arkasında bir gümbürtü kopmuş. Şişman dönüp bakmış ve içeri girdiği aralığın artık kapanmış olduğunu görmüş. Derin bir iç çekmiş ve yola koyulmak için hazırlanıp bir adım daha atmış. Sonra etrafı biraz aydınlanmış. Bir adım, bir adım daha derken; geçidin içi her adımda daha da aydınlanmış ve sonunda içeriye gün ışığı girmiş gibi olmuş.
Günler geçmiş, genç şişman yürümüş. Aylar geçmiş, genç şişman yürümeye devam etmiş. Bu geçitte de ağaçlar varmış. Tıpkı geldiği yerdeki ağaçlara benziyormuş bunlar. Ama bu ağaçların meyveleri daha farklıymış; daha küçük boyda, daha az şekerli, daha az yağlıymış. İlk başta alışması kolay olmamış ama zamanla bu meyvelerin kek ve pastalardan daha lezzetli olduğunun farkına varmış ve onları severek yemeye başlamış. Yol kimi zaman yokuş halini almış, kimi zaman derin suların içinden yüzüp geçmesi gerekmiş. Kimi zaman önünü kapatan küçük kayaları kaldırıp atmış. Bu zaman içerisinde göbeğinin eridiğini, tombul bacaklarının inceldiğini pek fark etmemiş.
Çoooook uzun zaman, çoooook uzun aylar sonra bir gün yürüdüğü yolun ilerisinde tuhaf bir görüntü görmüş, altın ışıltısını andıran bir şey... Hem korkmuş, hem heyecanlanmış; adımlarını daha da hızlandırmış. Sonra anlamış ki ilerde geçit bitiyor, bir açıklığa varıyormuş. Bu açıklığın ortasında bir göl ve gölün çevresine dağılmış bir sürü altından ev varmış. Genç koşmaya başlamış, koşmuş, koşmuş... O koştukça altın evlerinin çevresinde neşeyle konuşup eğlenen kalabalık onu fark etmiş ve karşılamak için geçitin çıkış kapısı etrafında toplanmışlar. Genç, yolun sonuna gelmiş. Önündeki neşeli yüzlere bakmış, tam çıkmasına bir adım kala durmuş, geçitin içindeki son derin nefesini almış ve sonra onu bekleyen yeni dünyasına ilk adımını atmış.
İşte bu okuyacağınız günlük, o gencin geçitte neler yaşadığını anlatıyor.
Yaş ortalarda ama ruh hala gençken ikinci ve öyle ya da böyle sonuncu başlangıç:
28 Ağustos 2020 : 94
4 Eylül 2020: 91,6
11 Eylül 2020: 90.8
18 Eylül 2020: 90.1
25 Eylül 2020: 89.9
2 Ekim 2020: 90.6 (Tartılma saati değişikliği yüzünden)
9 Ekim 2020: 90.1
16 Ekim 2020: 89.7
23 Ekim 2020: 89.2
Dünya ikiye ayrılırmış: Zayıflar ve şişmanlar.
Zayıflar kendilerine özel saklı bir ülkede yaşarlarmış. Her şeyleri varmış, istedikleri kadar kıyafetleri, gülen yüzleri... Zayıflar Ülkesi, onu çevreleyen birkaç dağın ortasındaki geniş bir ovada kuruluymuş. Ovanın ortasında bir de göl varmış. O kadar zengin bir ülkeymiş ki burası evler altından yapılırmış ve herkes kendi evinde mutlu mesut yaşarmış.
Şişmanların kendilerine özel bir ülkesi yokmuş. Orda burda dağınık halde yaşarlarmış. Ne üstlerine giyecek kıyafetleri, ne de paraları varmış. O kadar mutsuzlarmış ki hiçbir şey yapmak istemezlermiş. Ne etraflarındaki diğer şişman komşularını ziyarete giderlermiş, ne de yaşadıkları dağın ardında ne olduğunu merak ederlermiş. Tüm şişmanların yaptığı tek hareket etraftaki ağaçlarda yetişen lezzetli pasta ve kekleri, börekleri toplamak ve onları yemekmiş. Bu yüzden bütün şişmanlar zamanla hasta olur ve daha saçları ağaramadan ölüp giderlermiş.
Şişmanlar arasında dolaşan kadim bir efsane varmış. Bu efsane insanların mutlu ve sağlıklı yaşadığı Zayıflar Ülkesi denen saklı bir yerden bahsedermiş. Eskiden oraya giden bir sürü yol olduğunu ama şimdi sadece bir tane kaldığını, onun da dağlardan birinin altındaki gizli bir geçit olduğu söylenirmiş. Şişmanların bir çoğu bu efsaneyi adı üstünde bir efsaneden öte görmezlermiş. Efsanenin gerçek olduğuna inanlar da geçiti bulmanın imkansız olduğunu düşündükleri için hiçbir şey yapmaz; sadece yerlerinde oturup yaşadıkları hayattan şikayet etmeye devam ederlermiş.
Derken bir gün, henüz hasta olmamış genç neslin şişmanlarından biri bu Zayıflar Ülkesi'ni bulmayı kafasına koymuş ve yollara düşmüş. Genç şişman efsanede anlatıldığı gibi dağların altında gizli geçitler aramaya başlamış ve bir sürü geçit bulmuş da... Ama hangi geçite girse yol ya bir uçurumla kesilir, ya da önü kayalarla kapalı olurmuş. Genç şişman pes etmemiş, aramış, aramış... Zaman ilerlemeye devam etmiş ve bir gün bir geçit daha bulmuş. Geçitin üzerine gömülü bir taşta şu yazılar kazılıymış:
"Uzun yollardan geçip de hoşgeldin dost!
Zayıflar Ülkesi'ne giden geçide geldin.
Bu yol zorludur, sonu mutluluktur.
Ama bir kere yola girdin mi, geri dönüşü yoktur.
Varsa cesaretin, gözün kararmışsa,
Bir adım at geçitten içeri ve bırak kapı senin için kapansın,
Bildiğin dünya artık arkanda kalsın.
Unutma dost,
Dağların ortasında, serin gölün kıyısında,
Altın evinde bekliyoruz seni"
Genç şişman durmuş, bir süre düşünmüş. Sağ tarafındaki dağın yamacında kalan fındıklı çikolata ağaçları ona göz kırpıyormuş. Geçite doğru yürümüş, daha önce gördüğü diğer geçitlerin aksine, bu geçit karanlıkmış, bir metre içersi bile görünmüyormuş. Bir an tereddüte düşmüş. Sonra durup artık iyice büyümüş olan göbeğine ve yorgun tombul bacaklarına bakmış. O an orada kararını vermiş ve fındıklı çikolata ağaçlarıyla vedalaşma gereği bile duymadan geçitten içeri adımını atmış. O adımını atar atmaz da arkasında bir gümbürtü kopmuş. Şişman dönüp bakmış ve içeri girdiği aralığın artık kapanmış olduğunu görmüş. Derin bir iç çekmiş ve yola koyulmak için hazırlanıp bir adım daha atmış. Sonra etrafı biraz aydınlanmış. Bir adım, bir adım daha derken; geçidin içi her adımda daha da aydınlanmış ve sonunda içeriye gün ışığı girmiş gibi olmuş.
Günler geçmiş, genç şişman yürümüş. Aylar geçmiş, genç şişman yürümeye devam etmiş. Bu geçitte de ağaçlar varmış. Tıpkı geldiği yerdeki ağaçlara benziyormuş bunlar. Ama bu ağaçların meyveleri daha farklıymış; daha küçük boyda, daha az şekerli, daha az yağlıymış. İlk başta alışması kolay olmamış ama zamanla bu meyvelerin kek ve pastalardan daha lezzetli olduğunun farkına varmış ve onları severek yemeye başlamış. Yol kimi zaman yokuş halini almış, kimi zaman derin suların içinden yüzüp geçmesi gerekmiş. Kimi zaman önünü kapatan küçük kayaları kaldırıp atmış. Bu zaman içerisinde göbeğinin eridiğini, tombul bacaklarının inceldiğini pek fark etmemiş.
Çoooook uzun zaman, çoooook uzun aylar sonra bir gün yürüdüğü yolun ilerisinde tuhaf bir görüntü görmüş, altın ışıltısını andıran bir şey... Hem korkmuş, hem heyecanlanmış; adımlarını daha da hızlandırmış. Sonra anlamış ki ilerde geçit bitiyor, bir açıklığa varıyormuş. Bu açıklığın ortasında bir göl ve gölün çevresine dağılmış bir sürü altından ev varmış. Genç koşmaya başlamış, koşmuş, koşmuş... O koştukça altın evlerinin çevresinde neşeyle konuşup eğlenen kalabalık onu fark etmiş ve karşılamak için geçitin çıkış kapısı etrafında toplanmışlar. Genç, yolun sonuna gelmiş. Önündeki neşeli yüzlere bakmış, tam çıkmasına bir adım kala durmuş, geçitin içindeki son derin nefesini almış ve sonra onu bekleyen yeni dünyasına ilk adımını atmış.
İşte bu okuyacağınız günlük, o gencin geçitte neler yaşadığını anlatıyor.
Yaş ortalarda ama ruh hala gençken ikinci ve öyle ya da böyle sonuncu başlangıç:
28 Ağustos 2020 : 94
4 Eylül 2020: 91,6
11 Eylül 2020: 90.8
18 Eylül 2020: 90.1
25 Eylül 2020: 89.9
2 Ekim 2020: 90.6 (Tartılma saati değişikliği yüzünden)
9 Ekim 2020: 90.1
16 Ekim 2020: 89.7
23 Ekim 2020: 89.2
Son düzenleme: