Blog

  • BEDD, Ramazan ayında da 3 bin engelli ailesinin yanında

    BEDD, Ramazan ayında da 3 bin engelli ailesinin yanında

    TÜM ortopedik engelli, özellikle engelli çocuk ve gençlere tedavi, yardım ve eğitim imkânı sağlamaya odaklanan Bedensel Engellilerle Dayanışma Derneği (BEDD), Ramazan ayında da maddi ve manevi olarak yaklaşık 3 bin engelli ailesinin yanında yer alıyor. Dernek olarak, Ramazan ayında da ihtiyaç sahibi üyelerine kurumsal veya bireysel bağışçılarımızın desteği ile gıda yardım paketleri giyim ve hasta bezi, tekerlekli sandalye yardımları yapmaya devam ediyoruz. Ayrıca oruç gibi, yardımlaşma gibi ibadetlerin yoğun yaşandığı Ramazan ayı boyunca her cumartesi günü engelli üyelerimize ve bağış sever gönül dostlarımıza derneğimiz bahçesinde iftar yemeği veriyoruz.

    Sosyal hayatımızda önem kazanan ramazan ayını insani, ahlaki erdemlerin arttığı, yardımlaşma ve dayanışma duygusunun zirveye çıktığı bu eşsiz zaman diliminde ve yılın diğer aylarında da maddi ve manevi güzelliklerle yaklaşık 3 bin ihtiyaç sahibi engelli ailesinin hep yanında olduğumuzu vurgulayarak muhtelif yardımlarda bulunuyoruz.

    Bedensel Engellilerle Dayanışma Derneği Genel Başkanımız Kemal Demirel, yaptığı açıklamada, “Ramazan ayının ailemiz, milletimiz, bağışçılarımıza, ülkemiz ve bütün insanlık alemi için hayırlar, huzur ve barış getirmesini, bizleri olgunlaştırmasını, iyi ve güzel davranışların artmasını diliyorum” dedi.

    Bedensel Engellilerle Dayanışma Derneği (BEDD), ailelerin ve genelde toplumun bilinçlendirilmesiyle engelli kişilerin toplumla bütünleşmiş bireyler olmasında öncülük yapmak amacı ile Kemal Demirel tarafından 1993 yılında kuruldu. Öncelikle tüm bedensel engellilere olmak üzere, engellilere tıbbi (ameliyat, tedavi, biyonik kol ve bacak, protez kol ve bacak), tekerlekli sandalye, ekonomik yardımlar (burs, gıda, hasta bezi, ilaç, giyim), yaşamsal ve sosyal sorunların çözümlerine yönelik ulusal ve uluslar arası alanlarda hizmet veriyor. Derneğimiz başarılı çalışmaları nedeniyle 11.07.2003 tarih ve 2003/5912 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla “ Kamu Yararına Çalışan Dernek” statüsünde hizmet veren dernek olarak da onaylanmıştır.

    Saygılarımızla,
    BEDD
    www.bedd.org.tr

    BEDD, Ramazan ayında da 3 bin engelli ailesinin yanında | 1

  • Saç Sorunları Saçla İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar

    Saç Sorunları Saçla İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar

    Saç neden dökülür?

    Her saç dökülmesi aslında bir kayıp değildir çünkü saçın bir ömrü vardır ve her gün belli sayıda saç dökülmesi normaldir. Burada önemli olan nokta saç kaybının nedenidir. Hormonel düzensizlik, kansızlık, tiroit fonksiyonlarının sağlıklı işlememesi, yaşanan yoğun stres, diyette verilen hızlı kilolar saç dökülmesini de beraberinde getirir. Günlük saç kaybı 300-400 telle kadar çıkabilir. Saç derisi sağlıklı ve genel sağlık anlamında her koşul düzgünse dökülen saçlar tekrar geri gelecektir.

    Saçla İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar

    Saç sık yıkanırsa dökülür mü?

    Saç yıkamayla dökülmez. Saç yıkanırken sadece dökülmeyi aşamasına 2-3 ay önce gelmiş olan saçlar atılır.

    Saç her gün yıkanmalı mıdır?

    Eğer saç derisi yağlıysa saçı her gün yıkamak gerekir. Saç derisinin sağlıklı işleyişine destek olmak için deride biriken yağ, kepek, bakteri, günlük toksin, tuzun arındırılması gerekir.

    Jöle ve saç spreyleri saçı döker mi?

    Bunlar saçı dökmezler çünkü sadece saçın yüzeyinde kalan şekillendiricilerdir. İki-üç gün saçta jöleyle dolaşmak tabii doğru değildir.

    Saç boyaları saç için zararlı mıdır?

    Boya işlemleri saçta kimyasal bir yıpranma yaratır. Saç telinde, saçın üst yapısında kuruma- kırılma olabilir. Ama boya saç derisinin yüzeyinde kalan bir ürün olduğu için deri altına inip, saç kökünü zayıflatamaz ve saçın incelmesine, kökten itibaren dökülmesine neden olamaz.

    Sarımsak saç için yararlı mıdır?

    Antiseptik olan sarımsağın deri altına inme özelliği veya saç derisinde herhangi bir şekilde iyileştirici etkisi yoktur. Antiseptiktir ama saçı tedavi edici bir etkiye sahip değildir.

    Şampuan ve saç kremi kullanmak saça zararlı mıdır?

    Saçın yüzeyinin ve saç tellerinin temizlenmesi için kesinlikle şampuan kullanılması gerekir. Kimyasal işlem yapan bayanlar saç uçları için mutlaka saç kremi kullanmalı ve saçın dış tabakasını korumalıdır.

    Kepek saçı döker mi?

    Zaman içerisinde deri üzerinde biriken atık maddeler ve kepek saç derisinin gözeneklerini tıkayıp, saçın sağlıklı işleyişin bozabilir ve aksatabilir. Bu nedenle kepek saç derisinde oluşuyorsa arındırılması ve derinin sağlıklı işler hale getirilmesi gerekir.

    Saç için doğru ürün nasıl seçilir?

    Saç dökülme sebebini tam olarak bilmeyen biri kişi doğru ürünü seçip kullanamaz. Rastgele iyi bir ürünün denk gelme şansı çok düşüktür. Tek bir ürün herkesin problemini çözemez. Herkesin saç dökülme problemi de farklıdır. Elbette piyasada iyi ürünler vardır. Ama bu ürünlerin kişiye iyi gelip gelmeyeceği kişinin direk saç dökülmesi sebebine bağlıdır. O yüzden kesinlikle bir ürün kullanmadan önce uzmana danışmakta fayda vardır. Özelikle saç konusunda uzmanlaşmış bir hekim ve ya “ trichologist” lisanslı kişilerden yardım almalısınız.

    Saç ne kadar zamanda iyileşir?

    Ortalama 3 ila 6 aylık süreçte saçtaki gelişmeler gözlemlenebilir. Buradaki koşul uygulamaların düzenli, disiplinli, zamanın da yapılmasıdır.

    Merkezinizde yapılan bir uygulama ne kadar sürüyor?

    Bir uygulama süresi yaklaşık 30 – 45 dk. arasıdır. Öğle arasında uygulama yaptırıp sonra işinize geri dönebilirsiniz. Uygulama günlük yaşantınızı görüntü anlamında etkilemez ve çevrenize rahatsızlık vermez.

    Sağlıklı saç için önerileriniz nelerdir?

    Saçın temiz tutulması çok önemlidir. Çok fazla fön çektirmek, çok sık boya yaptırmak doğru değildir. Çünkü bunlar saçı yıpratan işlemlerdir. Saç her zaman kişinin görüntüsü için çok önemli bir aksesuarıdır. Bu nedenle saça çok iyi bakmak gerekir. Uzun süre saç olmayan bir alandan saç bir daha geri gelmez. Saçta bir problem hissedildiğinde zaman kaybetmeden bir uzmana danışmak ve profesyonel destek almak, yapılması gereken uygulamalar varsa bunlara biran önce başlamak çok önemlidir.

  • Vajinismusun iğnesi, ilacı yok; hipnozu, EFT’si var…

    Vajinismusun iğnesi, ilacı yok; hipnozu, EFT’si var…

    Vajinismusun iğnesi, ilacı yok; hipnozu, EFT’si var… | 310 Kadından birinde görülen ve gittikçe daha büyük oranda boşanma sebebi olarak ortaya çıkan vajinismus tedavisinde, hipnoz ve EFT ile başarılı sonuçlar elde etmek mümkün.

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Ayşe Duman, “ tedavide amaç sadece cinsel birleşmeyi sağlamak değildir. Birleşmeyi engelleyen zihinsel sorunlar çözülmedikçe, vajinismus ile başlayan ve boşanma sebepleri arasında büyük bir oran teşkil eden cinsel sorunları atlamış oluruz.” dedi. “Vaginismus zihnin cinselliği algılaması biçimiyle ortaya çıkan ve kadının erkeği kendi içine alamaması olarak şekillenen bir sorundur “ şeklinde konuşan Dr. Ayşe Duman, genç kızlar üzerindeki baskının hastalığın görülme sıklığını arttırdığını da ifade etti.

    Genç kızlar üzerindeki ilk gece baskısı vajinismusu arttırıyor…

    Dr. Ayşe Duman, “Çoğu genç kız evlilik hazırlığı heyecanına ilk gece korkularını katar. Çünkü duyduğu ilk gece hikayeleri hep acılı ve kanlıdır. Cinsel kimliği ile barışık ve bilinçsel düzeyde cinselliğin ne olduğunu bilen, kendi istek ve arzularına kulak veren genç bayanlar bu korkulara pek de pabuç bırakmaz. Asıl sorun kadın cinsel kimliği ile barışık olmayan bayanlarda ortaya çıkar. Maalesef halen bazı aileler, kız çocuklarını kız olmanın ezikliğini hissettirerek, kız olmayı utanılacak bir durummuş gibi anlatarak büyütüyor. Genel kanı, kızların cinsellikten bir beklentisi olmadığı, erkek için mübah olan her şeyin, kız için yasak ayıp ve günah olduğudur. ‘Kadının evlilikten beklentisi kocasına eş, çocuklarına anne olmanın ötesine geçmemelidir’ yönlendirmesiyle büyütülen kızlar, cinselliği mutluluk kaynağı değil, acı ve ıstırap merkezi gibi görmeye başlıyor. İlk gece vajinismus ile ortaya çıkan sorunlar evlilikle birlikte büyüyor, içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Öyle acıklı, öyle yürek burkan hikayelerle karşılaşıyoruz ki, bir doktor olarak, çözümü bu kadar basit bir sorun için bunca yaşananları görünce çok üzülüyorum”dedi.

    Kadınlar tedaviyi kocaları için istiyor…

    Dr Ayşe Duman “Vaginismus şikayeti ile gelen hastaya sorunu niçin çözmek istediğini sorduğumda aldığım cevapların yüzde 95’i ‘eşimi mutlu etmek için, eşime karşı vazifelerimi yapmak için, anne olmak için…’ şeklinde oluyor. Kadınlar çözüm noktasında bile kendi mutluluğunu yakalamak, cinsel doyuma ulaşmak gibi cevaplar vermiyor, veremiyor. Üstelik sağlıklı cinsel ilişki kuramıyor olmasına rağmen, sorunu görmezden gelip, tüp bebek yöntemi ile anne olmak isteyenlerle bile karşılaşıyorum” derken, “Vaginismus veya farklı cinsel sorunları olan kadına benim tavsiyem, cinsel sorunlarını çözmeden gebelik planlamamasıdır. Zira bu sorunlarıyla kendi çocuklarına ( kız ya da erkek) doğru model olamayacağı için, sorunlar nesilden nesile aktarılacaktır” diye konuştu.

    Vajinismusun iğnesi, ilacı yok; hipnozu, EFT’si var… | 4Bu işin iğnesi ilacı yok…

    Vajinismus tedavi edilmediği zaman evlilik için bir yıkıma dönüşüyor. Önce sadece cinselliği paylaşamayan karı-koca arasında zaman içinde, kaçınılmaz olarak bir uçurum doğuyor, iletişim kurulamıyor ve problemler birbirini izliyor. Dr. Ayşe Duman “Zihindeki algıları, duyguların bedene yansımalarını değiştirecek bir iğne-ilaç yok ama zihinsel iyileşme teknikleri dediğimiz EFT Oto Hipnoz, İmajinasyon, Dua gibi tekniklerle, eğer danışan samimiyetle zihinsel değişimi istiyor ve adım atıyorsa hak ettiği cinselliğe ulaşması mümkün oluyor. Sonuçta, evlilik bir evcilik oyunu değil, kardeş kardeş yaşama alanı hiç değil. Kadın ve erkeğin yaradılıştan var olan, temel ihtiyaçlarından birini, cinselliği meşru dairede tatmin etme alanı. Bunun içindir ki boşanmaların önemli bir yüzdesini cinsel sorunlar kapsamaktadır.” dedi

    Negatif yüklerden kurtulun cinsel sağlığa kavuşun…

    Dr. Ayşe Duman “Cinsel kimlik rollerimizin yazılımlarındaki yanlışları temizleyerek sağlıklı cinsellik yaşanabilir. Bunun için cinsel kimlik farkındalığınızı arttırma, geçmişten gelen inançlarınızın bedende oluşturduğu negatif yüklerden kurtulma çalışmaları ile hakkınız olan cinsel sağlığa kavuşabilirsiniz” şeklinde konuştu.

    Peki cinsel kimlikle barışık olmak çok mu önemli? Dr. Ayşe Duman “ Evet çok önemli” diyerek devam ediyor “Ekolojik dengeyi bozmanın bedellerini tüm canlılar tarafından nasıl ödüyorsa, beden ve ruh dengesinin bozulmasının bedelleri de ödenecektir, ödeniyor da. İnsan bedeninin sağlıklı olması, insanın huzurlu ve mutlu olması için doğasında var olan programlarının işlemesi, ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. İstediğiniz kadar suya ihtiyacınız olmadığını söyleyin, susuzluk bir şekilde kendini hissettirecektir. Kadın ve erkeğin cinsel kimliği ile barışık olup onun güzelliklerini yaşayabilmesi sağlıklı evlilik, mutlu aile yaşamı, kendileri ile barışık çocuklar yetiştirme imkanı sağlar. Geçmişte ne olduysa oldu; aileniz sizi nasıl yetiştirdiyse yetiştirdi. Sonuç olarak benim genç bayanlara tavsiyem kadınlık farkındalığını arttırarak doğal ihtiyaçlarını kendisi için isteyebilir ve ifade edebilir hale gelmesidir” dedi.

  • Tekrarlayan Tüp Bebek denemeleri…

    Tekrarlayan Tüp Bebek denemeleri…

    Tekrarlayan Tüp Bebek denemeleri... | 735 yılda tüp bebek tedavileri ile gebelik oranları yüzde 60’a çıktıö Tekrarlayan tüp bebek tedavilerinde alternatif yöntemler var…

    Tüp bebek isteyen çiftlere:
    “Denemekten vazgeçmeyin!”

    Kısırlık tedavisinde, son 15 yılda gelişen teşhis ve tedavi protokolleri ile laboratuvar teknikleri sayesinde gebelik oranları % 20’lerden, % 60’lara çıktı. Bazı çiftlerin tekrarlanan tüp bebek denemelerine rağmen gebelik elde edememesi sonucunda daha ayrıntılı incelemeler gerektiğini söyleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Latif Küpelioğlu, “Rahim ile ilgili anatomik problemlerden başka bağışıklık ve pıhtılaşma sistemi ile ilgili problemler, embriyonun kendisi ile ilgili problemler de gebeliği engelliyor. Bunlar için farklı tedavi metotları uyguluyoruz” diyor.

    Günümüzde doğal yollardan gebelik elde edemeyen çiftler için uygulanan tüp bebek yöntemleri yüksek başarı oranları ile yüz güldürüyor. Dünyada tüp bebek teknikleri ile ilk gebelik elde edildiğinden günümüze, yaklaşık 35 yıl içinde gebelik oranlarının hatırı sayılır bir şekilde arttığına dikkat çekiliyor. 2000’li yılların başlarından itibaren tüp bebek yöntemleri ile gebelik oranlarının % 60’lar seviyesine ulaştığını vurgulayan Doç. Dr. Küpelioğlu, fakat bazı çiftlerin tekrarlayan denemelere rağmen gebelik elde edemediğine dikkat çekerek, bunun için uyguladıkları alternatif tedavi metotlarını anlatıyor:

    Hem hasta, hem bizim için stres!

    “Tıbbi olarak 2 ya da daha fazla sayıda tüp bebek denemesine rağmen gebelik elde edilmemesine ‘tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı’ diyoruz. Bu durum hem hasta hem de bizim açımızdan stres oluşturuyor. Hasta kendini suçluyor ve sorular soruyor. ‘Neden gebe kalamıyorum, yanlış bir şey mi yaptım, yediklerimin ya da yaptığım hareketlerin herhangi bir zararı olmuş olabilir mi, neden vücudum bebeği reddediyor?’ gibi sorular onu daha da strese sokuyor. Bu da daha sonraki denemelerde yeni bir engeli ortaya çıkarıyor. Biz de, tedavide gözden kaçmış herhangi bir bulguyu ortaya çıkarmaya çalışıyoruz ve çiftimize alternatif tedaviler öneriyoruz. Bazı ülkelerde transfer edilen embriyo sayılarını artırarak hastanın şansı artırılmaya çalışılıyor ancak ülkemizde de olduğu gibi transfer edilen embriyo sayısının kısıtlandığı ülkelerde daha objektif hedefler ortaya koymak gerekiyor.”

    Tüplerin kapalı olması önemli değil!

    “Tekrarlayan tüp bebek başarısızlığının bilinen nedenleri arasında rahim ile ilgili problemler en kolay ortaya konanlardır” diyen Doç. Dr. Küpelioğlu, rahim içinde var olan miyom ve polipler, rahim içi yapışıklıkları, rahmin doğuştan bozuklukları (rahim ortasında perde, çift rahim vb.) gibi nedenlerin de gebelik oranlarını azalttığına dikkat çekiyor. Ultrasonografi ve histeroskopi (rahim içinin kamera ile gözlenmesi) ile bu problemlerin hem ortaya konduğunu hem de tedavi edildiğini belirten Doç. Dr. Küpelioğlu, şöyle devam ediyor:

    “ Tüplerin açık ya da kapalı olması tüp bebek tedavilerinde önemli değildir. Ancak tüplerin tıkalı olmasının yanında içinde sıvı toplanması mevcutsa bu durum gebelik şansını azaltmaktadır. Eğer daha önceki denemelerde bu durum gözden kaçmışsa tüplerin cerrahi olarak çıkarılması hastanın gebelik şansını artıracaktır. Kolaylıkla ortaya konabilen bu tür anatomik problemlerden başka bağışıklık ve pıhtılaşma sistemi ile ilgili problemler, rahimin iç tabakasının tutunmayı etkileyen özellikleri ile ilgili problemler, embriyonun kendisi ile ilgili problemler de, hem tanınmaları hem de tedavi edilmeleri anlamında daha fazla güçlük ortaya çıkarıyor. Çoğu zaman bu durumlarda tanı net olarak ortaya konmasa da, ihtimali olarak bu nedenleri düşünüyor ve alternatif tedavi metotları uyguluyoruz.”

    Pıhtılaşmaya, düşük doz aspirin!

    Pıhtılaşma sistemindeki bazı anormalliklerin embriyoların rahimin iç tabakası olan endometriuma tutunmayı etkilediğine dikkat çeken Doç. Dr. Latif Küpelioğlu, “Bu gibi durumlarda tedavilerde düşük doz aspirin ya da kan sulandırıcı iğneler kullanarak gebelik oranlarını artırmaya çalışıyoruz” diyor.

    Kötü kalitede embriyo gelişiminin tedavilerde başarıyı en fazla etkileyen faktörlerin başında geldiği belirtiliyor. Bu durum, kimi zaman embriyolardaki genetik kusurlardan ya da embriyoların laboratuvar koşullarından etkilenmesi nedeniyle oluşuyor. Ancak iyi kalitede embriyo görüntüsü olmakla beraber genetik olarak kusurlu da olabiliyor. İyi kalitede embriyolar transfer edilmesine rağmen gebelik elde edilemeyen hastalarda, embriyoların transfer edilmesinden önce genetik inceleme yapılıyor; en doğru, en sağlıklı embriyolar seçiliyor. Preimplantasyon Genetik Tanı (PGT) adı verilen bu metot sayesinde tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı olan çiftlerde daha yüksek gebelik oranları elde ediliyor.

    Anne rahmi gibi!

    Bazı hastalarda ise elde edilen embriyolarda kalite sorunu olduğunu, bu hastalarda daha düşük gebelik oranları gözlendiğini anlatan Doç. Dr. Küpelioğlu, “Tüp bebek tedavileri esnasında kadından toplanan yumurtaları, erkekten alınan spermleri ve bunlardan oluşan embriyoları, laboratuvar ortamlarında vücut sıvılarını taklit eden sıvılar içinde barındırıyoruz. Ancak, ‘Endometrial ko-kültür yöntemi’ adı verilen metotla embriyolar anne adayının rahiminin içinden alınan dokudan salgılanan sıvılar içinde daha iyi kalitede gelişim gösteriyor. Tedavi öncesindeki adetin 21. günü anne adayının rahiminin içinden alınan doku örneği embriyoloji laboratuvarında kültür edilerek çoğaltılıyor ve buradan salgılanan sıvılarda embriyolar geliştiriliyor, daha kaliteli embriyolar elde etmek mümkün oluyor. Rahim içi doku kültürü de denen bu metotla, tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı hastalarında daha iyi gebelik oranları elde edebiliyoruz” diyor.

    Preimplantasyon Genetik Tanı ve Endometrial Ko-Kültür gibi alternatif yöntemlerin yanında embriyo tutunmasını artırabilmek için ‘embriyo kabuğuna lazer’ ile delik açılabiliyor ya da en iyi embriyoyu seçebilmek için ‘Blastokist Transferi’ gibi metotlar uygulanıyor. Tutunma ihtimali en yüksek embriyoları tanımaya çalışan tekniklerin üzerinde çalışmalar devam ediyor.

  • Mükemmel Yüzler için Saç Stilleri

    Mükemmel Yüzler için Saç Stilleri

    Mükemmel Yüzler için Saç Stilleri | 9Botoksu ya da plastik cerrahiyi unutun. Yüzünüzde hızlı bir değişim yaratmak istiyorsanız, yüz şeklinize uygun yeni bir saç kesimini deneyin.

    “Müşterilerime her zaman perçemin botokstan daha ucuz olduğunu söylerim. Bir saç stili sizi tamamen yeni bir ruh haline sokabilir” diyor New York City Valery Joseph Salon’un baş stilisti Maria De Los Angeles. “Saç kesimi ile yapılabilecek çok fazla şey vardır.”

    Elbette görünümünüzde köklü bir değişiklik yaparken, doğru seç kesimini seçmek hayati önem taşır. En önemli noktalardan biri de, yüzünüze uygun saç kesimini seçmektir. İşte De Los Angeles’in farklı yüz şekilleri için önerileri.

    Yuvarlak (Cameron Diaz, Charlize Theron)

    “Yuvarlak yüz, klasik bir yüz şekli olarak değerlendirilir,” diyor De Los Angeles. “1940’larda, bu yüz tipi için popüler görünüm, yumuşak ve doğal dalgalardı. Artık daha çok deniz dalgaları duygusu yaratan kıvrımlar yapıyoruz.” İşin püf noktası kıvrım uzunluğunu yanakların altına kadar uzatmaktır; stilistinize katları çok kısa yapmamasını söyleyin.

    Köşeli (Angelina Jolie, Jennifer Garner)

    “Böyle bir yüz şekliniz varsa, birçok saç stili size yakışacaktır. Ama yüz hatlarınız büyükse, saçınızın uzunluğu ve dokusu konusunda kendinizi ne kadar rahat hissedeceğinizi de göz önünde bulundurmanız gerekir” diyor De Los Angeles. “Angelina Jolie bunu doğru yapıyor: Uzun saçı tercih ediyor ve yüz hatlarını dengeliyor. Saçları kısa olsaydı, sadece dudaklarını görürdünüz.”

    Kalp (Reese Witherspoon)

    “Bu tip yüzlere en çok yana atılmış bukleler güzel durur; çünkü genellikle alın genişliği yanak genişliğinden fazladır,” diyor De Los Angeles. “Saçların elmacık kemiği çizgisine doğru daha dolgun görünmesini sağlayacak katları severim. Çok düz saçı sevmem; yanak noktasını çok fazla gösteren bir perdeye benzer düz saç.”

    Uzun (Lisa Rinna, Joy Behar)

    “Yapmak istediğiniz şey, yüzün uzunluğunu kısaltmaktır; bu nedenle, perçemlerin gerçekten işe yaradığını düşünüyorum,” diyor De Los Angeles. “Yüzün çevresinde daha kısa katların olması da işe yarayacaktır. Saç, göğüs bölümünü aşacak kadar uzun olmalıdır. Ayrıca ben uzun hatlardan da uzak dururdum.” Zaten uzun olan bir yüzü daha da uzun gösterecek çok uzun saçların tercih edilmemesini de öneriyor. Bunun yerine, kafanın üst kısımlarında katlar olmasını ve saçların bu bölümde daha dolgun durmasını tercih edebilirsiniz.

    Herkes için: Perçemler

    Her yüz şekline uyan ve yüzünüzü canlandıracak bir başka görünüm: perçemler! “Özellikle kaş uzunluğundaysa, perçemler yüzünüzün tüm görünümünü yenileyebilir,” diyor De Los Angeles. “Biraz kat ve yana atılmış perçem birçok kadında harikalar yaratır. Perçem, sizi çok daha harika ve modern gösterir.”

    Perçem kullanmayı tercih ederseniz, muhteşem bir görünümden berbat bir görünüme geçmemek için bu perçemlerin sık sık düzeltilmesi gerektiğini unutmayın. “Düz perçemler hoş görünebilir, ama onları taşımak zor olabilir ve perçemin bakımı gerçekten zordur,” hatırlatmasını yapıyor De Los Angeles.

  • Ebru Şallı “Ebruli” markası için Finspor’u seçti

    Ebru Şallı “Ebruli” markası için Finspor’u seçti

    Ebru Şallı “Ebruli” markası için Finspor’u seçti | 11Pilates’le dolu bir sezona merhaba!

    Sporla yakından ya da uzaktan ilgiliyseniz, Finspor’u mutlaka duymuşsunuzdur. Koşu bantlarından vücut geliştirme cihazlarına, kondisyon bisikletlerinden egzersiz bilgisayarlarına dünyaca ünlü spor markalarını 37 yıldır sporseverlerle buluşturan Finspor, Türkiye’de sportif yaşamın ve sporun öncüsü olmaya devam ediyor.

    Türkiye’de Pilates denince akla gelen ilk isim olan Ebru Şallı da, kendi Pilates markası olan “Ebruli”yi sporseverlere ulaştırmak için Finspor’u tercih etti. “Ebruli” ürünleri, kısa sürede Finspor mağazalarının en çok ilgi gören ürünleri arasına girdi.

    Finspor’da “Ebruli” markası altında yer alan minder, lateks band, mini Pilates topu ve gym ball ürünlerinin çok talep görmesi nedeniyle Pilates fitness set, pedometre (adım sayar), toning ball, çember ve balance bileklik ürünleri de ürün gamına eklendi. Böylece artık keyifle Pilates yapmak için ihtiyaç duyduğunuz tüm malzemeleri Finspor mağazalarında bulabilirsiniz

    Ebru Şallı ile Pilates ve Finspor’da satışa sunduğu “Ebruli” markası üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

    – Sizce Türk kadınları yeterince spor yapıyor mu?

    Türk kadınlarının artık yeterince spor yapmaya başladığını söyleyebiliriz sanırım. Bunu da Pilates’le tanışmalarına bağlıyorum. Pilates önceleri Türk insanına uzak ve zengin sporu olarak algılanıyordu. Ancak artık bu anlayış değişti. Herkes evinde TV karşısında ve DVD’lerle Pilates yapma lüksüne sahip. Beni takip edip, güzel sonuçlar alan insanların sayısının çığ gibi büyüdüğünü duydukça inanın çok mutlu oluyorum.

    – Sadece spor değil, sağlıklı yaşamın her alanıyla ilgilisiniz. Yemek kitabınız bile çıktı. Bu merak ne zaman başladı?

    Sağlıklı yaşam tarzına ve yemek yapmaya olan ilgim çok küçük yaşlarda başladı. Çocuk yaşlardan beri mutfağa ilgim vardı ve yemek yapmayı hep çok sevdim. Sağlıklı gıdaları birbirine karıştırıp yeni lezzetler keşfetmeyi seviyorum. Bu yüzden yemek üzerine iki kitap hazırladım. Birincisi bebek mamaları ve çocuk yemekleri kitabım, şu anda yeni çıkan ise Ebru’nun mutfağından 30 dakikada hazırlanabilen hafif, lezzetli ve pratik tarifler kitabı. Bu ikinci kitabım, zamanla yarışan ve çalışan hanımlara çok hitap ediyor. Şimdiden büyük ilgi var. Sanırım kitapların devamı gelecek.

    – Türkiye’de isminiz Pilates ile adeta özdeşleşti. Neden başka bir spor alanı değil de Pilates?

    Pilates’le ilk tanıştığımda, ilk çocuğuma hamileydim ve ilk andan itibaren Pilates’i çok sevdim. Bedenime, ruhuma ve bana çok hitap etti. Hayata bakış açımı değiştirdi. Adeta Pilates’le erdim diyebilirim. Sonrasında gerekli eğitimleri alıp Pilates eğitmeni olmaya karar verdim. Stott Pilates’ten Advanced eğitimlerine kadar hepsini tamamlayıp kendi DVD’lerimi hazırlamaya başladım. Sonrasında ise TV programı projesini geliştirip TV kanalına sundum ve hemen programa başladım. Şu an 4 DVD’m var ve 3 yıldır da her gün canlı yayında Pilates programımla Pilates severlerle buluşuyorum.

    Ebru Şallı “Ebruli” markası için Finspor’u seçti | 12

    – Kendi markanız olan “Ebruli” nasıl ortaya çıktı?

    Ebruli markasına şöyle karar verdim: Pilates programına başladıktan sonra Pilates topu, lastiği, mat ve çeşitli Pilates malzemelerine ihtiyaç duyulduğunu gördüm. Çok talep vardı. Herkes bana bu ürünleri soruyordu. Sonunda karar verdim ve harekete geçtim. Finspor’la ortak bir çalışma yaparak işe başladık ve işte sonuç ortada…

    – Evde kullanılan “Ebruli” Pilates ürünleri sayesinde herkes artık evinde Pilates yapabilecek mi?

    Ebruli ürünlerini kullanarak ve beni DVD’lerimden ya da TV’den izleyerek, herkes rahatlıkla Pilates yapabilir. Bu ürünlerin renklerinin seçimine, kaliteli ve özellikli olmalarına çok önem verdim. Topların kaliteli olması çok önemli. Ayrıca benim Ebruli markalı bütün ürünlerimde kalpler mevcut. Çünkü ben sevginin her kapıyı açtığını düşünüyorum.

    Ebru Şallı “Ebruli” markası için Finspor’u seçti | 13

    – Ebruli ürünlerine nereden ulaşabiliriz?

    Ebruli ürünlerine büyük zincir marketlerden, YKM’lerden ve tabi ki Finspor mağazalarından kolayca ulaşabilirsiniz.

    Ebru Şallı “Ebruli” markası için Finspor’u seçti | 14

    – Markanızı tüketiciyle buluşturmak için neden Finspor’u seçtiniz?

    Çünkü Finspor güvenilir bir marka. Yüksek kaliteyi yakalayarak kendini ispat etmiş ve iyi markaları bünyesinde barındırıyor. Açıkçası bu ürünleri çıkartırken birçok markadan teklif aldım ama Finspor’da karar kıldım.

    – Türkiye’de Pilates’i yaygınlaştırmak için yeni projeleriniz var mı?

    Türkiye’de Pilates’i tanıtmaya devam edeceğim. Çünkü Pilates bir şifadır, sonu olmayan bir güçtür. Ben TV karşısında her gün canlı yayında Pilates yapmaya Pilates severler için devam edeceğim. Ayrıca yeni DVD’ler hazırlayıp daha da geniş kitlelere ulaşmayı hedefliyorum.

    Ebru Şallı “Ebruli” markası için Finspor’u seçti | 15

  • NIVEA Sun’ın uzmanlarından güneş koruma ürünleriyle ilgili bilgiler…

    NIVEA Sun’ın uzmanlarından güneş koruma ürünleriyle ilgili bilgiler…

    NIVEA Sun'ın uzmanlarından güneş koruma ürünleriyle ilgili bilgiler... | 211) Son dönemde piyasada farklı tip güneş kremleri olduğu konuşuluyor. Böyle bir şey var mı?

    İki farklı krem değil ama, güneş ürünlerinde iki farklı filtre kullanıldığı doğru. Ancak piyasadaki lider birçok firma tam ve sağlıklı bir güneş koruması için, ürünlerinde iki filtreyi de barındırıyor.

    2) Bu iki filtre tipi nedir? Ne işe yarar?

    Bunlardan birincisi Nanopigmentler adı verilen, fiziksel/mineral UV filtreleridir. Diğeri de kimyasal UV filtreleridir.

    3) Nanopigmentler nedir?

    Nanopigmentler, doğal minerallere dayalıdır. 100 nanometreden, yani bir kum tanesinden 1 milyon kat daha küçüktür. Nano materyaller, kozmetik sektörünün yanı sıra, ilaç, elektronik mühendisliği ve araçlar için yüzey malzemeleri geliştirilmesinde de kullanılır. İlk patenti 1980’lerin ortalarında alınan bazı nanopigmentlerden, uzun bir süredir yararlanılmaktadır.

    Güneş ürünlerinde kullanılan nanopigmentler, titanyum dioksit ve çinko oksit nanopigmentleridir. Bu iki nanopigment UV ışınlarını çok iyi yansıtır ve böylece güneş yanıkları, cilt kanseri ve erken yaşlanmadan korunmaya önemli bir katkıda bulunur. Birçok insan, iki nanopigmenti çok iyi bir şekilde tolere edebilir. Hatta, çocukların hassas cildi için de oldukça uygundur.

    4) Kimyasal UV filtresi nedir?

    Kimyasal filtreler, UV ışınlarının ışık enerjisini, insanlar için tamamen zararsız olan ısı enerjisine dönüştürerek, cilde ve dışarıya yayar. Sektörün lider firmaları, güneş koruma ürünlerinin çoğunda olduğu gibi yüz ve el kremlerinde de kimyasal UV filtrelerini kullanmaktadır. Krem, yalnızca güneşlenmeden önce uygulandığında değil, günlük yaşamda da cildi korumaktadır.

    5) Peki hangi tip filtreyi içeren kremleri kullanmalıyız?

    Uzmanlar, güneşten optimum korunmayı sağlamak için, birini tercih etmek yerine iki tip filtrenin beraber kullanılmasını öneriyor. Bu sebeple güneş koruma ürünü seçerken, içinde hem kimyasal, hem de fiziksel filtreler bulunan ürünleri tercih etmeliyiz. Yüksek düzeyde bir güneş koruması, sadece bu şekilde elde edilebilir. Fiziksel filtreler (nanopigmentler) ciltte koruyucu bir kalkan oluşturur ve kimyasal filtreler gibi UV ışınlarını yansıtır. Fiziksel filtreler, tek başlarına UV ışınlarına karşı yeterli koruma sağlayamaz. Kimyasal filtrelere kıyasla cilde kolayca yayılamayan fiziksel filtreler, sürüldükten sonra ciltte beyaz bir tabaka bırakır.

    6) Kimyasal ve fiziksel (nanopigment) filtrelerin sağlığa zararı var mı?

    Birçok kullanıcının cildi, iki tip filtreyi de oldukça iyi tolere eder, kısa ve uzun vadede bir sıkıntı yaşamazlar.

    7) Kimyasal filtrelerin insan vücudunda biriktiği ve hormonal etkilere sahip olduğunu duydum. Doğru mu?

    Avrupa Birliği, tüketici haklarını ve insan sağlığını korumak için, kozmetik ürünlerinde hangi UV filtrelerinin ne miktarlarda kullanılabileceğini belirlemiştir. Bilim Kurulu tarafından yapılan risk ve güvenlik değerlendirmesi testlerinden sonra, yasal yönetmeliklerle hangi UV filtrelerinin güvenle kullanılabileceği tespit edilmiştir. Dünyanın ve Türkiye’nin önde gelen cilt bakım markaları bu kriterlere uygun, insan sağlığına zarar vermesi söz konusu olmayan ürünleri tüketicilerle buluşturmaktadır.

    8) Fiziksel (nanopigment) filtrelerin insan sağlığına zararlı olduğunu duydum. Doğru mu?

    Nano materyaller, sağlığa zararlı oldukları düşünülerek tüketici koruma dernekleri ve medya tarafından sürekli eleştirilmektedir. Küçük partiküllerin vücuda nüfuz ettiği ve zarar verdiği iddia edilmekle birlikte, bu zararın kapsamı henüz bilinmemektedir. Bu iddialar, sektör lideri markaların ürünlerinde kullandığı iki nanopigment, titanyum oksit ve çinko oksit için geçerli değildir.

    Titanyum oksit ve çinko oksit, en kapsamlı şekilde araştırılan içerik maddelerinden ikisidir ve 1980’lerden beri kullanılmaktadır. Bağımsız bilim adamları ve Almanya Federal Risk Değerlendirmesi Enstitüsü gibi sağlık otoriteleri, bu maddelerin sağlığa zararlı olmadığını birçok kez onaylamıştır. Yapılan çeşitli çalışmalar; cildin zarar gördüğü ya da mevcut bir hastalığı olduğu durumlarda bile, titanyum oksit ve çinko oksidin cilde nüfuz edemeyeceğini ve insan vücuduna giremeyeceğini göstermiştir. Toksik olmadığı kanıtlanan her iki nanopigment, çevre için herhangi bir risk teşkil etmemektedir.

    9) Güneş koruma kremlerinin çocuklarda D vitamini eksikliğine neden olduğunu duydum. Çocuğum tehdit altında mı?

    Sadece çocuklar için değil, sağlıklı bir yaşam için D vitaminine herkes ihtiyaç duyar. Her gün yüz veya ellerden alınan birkaç dakikalık güneş ışını, vücuda önerilen D vitamini sentezi için yeterlidir. D vitamini sentezi için saatlerce güneşin altında kalmak veya güneşlenmek gerekmez. Özellikle güneş ışınlarına karşı doğal korunma sistemi henüz gelişmemiş bebekler ve çocuklar, güneş ışınlarından yetişkinlere göre çok daha fazla etkilenir. Uzun vadede cilt hasarlarına ve kanserine yol açan bu olumsuz durumun temelleri, ne yazık ki çocukluk döneminde atılmaktadır.

    10) Peki bebek ve çocuklar için güneş koruma ürünleri seçerken nerelere dikkat etmeliyiz?

    Çocukların birçoğu 18 yaşına geldiğinde, ömrü boyunca alacağı güneş ışınlarının %50 ila %80’ine maruz kalmış olur. Bu yüzden, 20 yaşındaki kişilerde bile cilt kanseri görülebilir. Özellikle güneş ışınlarına karşı doğal korunma sistemi henüz gelişmemiş ve yetişkinlere oranla daha hassas cilde sahip bebek ve çocuklar, ışınlardan daha fazla etkilenir.

    11) Bebeklerde güneş korucusu kullanılmaması öneriliyor. Bu doğru bir yaklaşım mı?

    Bebeklerin cildi yetişkinlere oranla daha az geliştiği ve bağışıklık sistemi henüz olgunlaşmadığı için, güneşe karşı daha hassas olur. Bu sebeple bebek cildinin güneşten korunması daha da önem taşır. Ancak koruyucuların bebek vücuduna penetrasyonu, zaman zaman alerjik durumların ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu nedenle, bebekler için geliştirilen güneş koruma ürünlerinin ciltle uyumluluğunun yüksek seviyede olması, önem kazanır. Örneğin, bebek cildi, parfümlü katkı maddeleri içeren ürünler ve ultraviyole ışınlarıyla birleştiğinde ters tepki verebilir. Alkol ve benzeri bileşenlerin, bebek ürünlerinde bulunmaması gerekir. Bebekler ve yeni yürümeye başlayan çocuklar için geliştirilen ürünlerin, ciltle uyum açısından dermatolojik olarak test edilmesi önemlidir.

  • Küçük Bir Dokunuşla ‘GRİBE KARŞI ETKİLİ KORUMA’

    Grip aşısı mevsimi geldi çattı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da grip aşısıyla ilgili çelişkili söylentiler çıkmadan konunun uzmanı iki kişi açıklamayı yaptı. Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Kurulu Üyesi-İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Viroloji ve İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Badur ile aynı bölümde görevli ve Ulusal İnfluenza Referans Laboratuarı Koordinatörü-Europan Scientists Working on Influenza (ESWI)Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Meral Akçay Ciblak; ‘Grip salgını başlamadan -özellikle riskli gruplar-Ağustos ayı sonlarında grip aşınızı mutlaka yaptırın. Aşıdan korkmayın, gripten korkun’ dedi.
    ——————————————
    Yaz mevsimi ‘ne zaman gelecek’ derken bir de baktık ki Ağustos ayı geldi bile yani sonbahara girdik. Ayın ilk yarısından sonra değişecek iklimle birlikte salgın hastalıklarda hafif hafif sinsi yüzünü gösterdiğinde ‘Grip mi oldum, nezle mi?’ ‘Aşı olayım mı, olmayayım mı?’ ikilemleri tekrar gündeme gelecek. Tartışmalar başlamadan önce, bu konuda uzman Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Kurulu Üyesi-İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Viroloji ve İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Badur ile aynı bölümde görevli ve Ulusal İnfluenza Referans Laboratuarı Koordinatörü-Europan Scientists Working on Influenza (ESWI)Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Meral Akçay Ciblak’a ‘Grip, grip aşısı ve grip aşısındaki son gelişmeleri’ sorduk. İşte en çok merak edilen sorular ve uzmanlarımızın cevapları…

    ‘Ağustos Ayı Sonlarında Grip Aşınızı Olun’

    -Ne zaman grip aşısı olmalıyız?

    Burada dikkat edilecek nokta grip salgınlığının ne zaman başladığıdır. Son 7-8 yıldır grip izlem ağı sayesinde ‘gribin ne zaman başladığını ve ne zaman bittiğini’ görebiliyoruz. ‘Eylül ayında grip aşısı olmadım. Sonrasında aşı olunmaz’ düşüncesi doğru değildir; çünkü grip aşısı sezonu kasım ayının başlangıcından nisan ayının sonlarına kadar uzayabiliyor. Önerilen ‘sezon’ başlamadan aşı olunmasıdır yani Ağustos ayı sonlarıdır. Çünkü grip aşısı etkinliğini gösterebilmesi için 10—15 gün kadar bir süre geçmesi gerekir. Salgın döneminde aşı olduğunda bu süreç geçmezse bağışıklık oluşamadığı için gribe yakalanma riski olabilir. Bu durumda da ‘Aşı oldum gribe yakalandım’ söylemini duyarız.

    – Aşı nasıl seçilmelidir?

    Aşıyı aslında siz seçmiyorsunuz. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) her yıl toplanır ve bir sonraki sezon dolaşımda-salgına neden olabilecek virüsler konusunda tahminler yapar. Bu tahmin ve veriler bütün ilaç firmalarına aynı şekilde gönderilir. İlaç firmaları bu bilgiler ışığında aşı üretir. Hemen hemen aynı teknolojiler kullanılır. Aşı seçiminde önemli olan nokta; uygulama aşamasıdır. Yeni geliştirilen mikro-injeksiyon sistem intradermal aşı ‘iğneden korkanlar için’ çok iyi bir yöntem ve konfor sağlamaktadır.

    – Aşılarda yenilikler var mı?

    Yenilik olarak deri içi yoldan intradermal bir aşı geliştirilmiştir. Yeni aşı uygulama sistemi ile intradermal bölgeye daha az miktarda aşı daha fazla etki sağlayacak şekilde verilmekte, aşılanma daha az hissedilmektedir. Bu deri içi uygulama hem iğneden korkan insanların korkularını yenmesinde etkili hem de deri içi uygulamasıyla daha az miktarda antijenle daha fazla bağışıklık kazanılmaktadır.

    Küçük Bir Dokunuşla ‘GRİBE KARŞI ETKİLİ KORUMA’

    – Neden grip aşısında deri-içi uygulama sistemi geliştirildi?

    Deri bağışıklıkta önemli bir rol oynar. Aslında deri, aşıları uygulamak için hedeflenmesi gereken en doğru yerdir. Daha güçlü ve kolay bağışıklık sağlamak için önemli bir enfeksiyon hastalığı olan gribe karşı deri-içi aşı geliştirilmiştir. Mevsimsel Grip Aşısı uygulama oranları, bazı yaş gruplarında hala beklenenden düşük düzeyde kalmaktadır; yeni, kullanımı kolay ve iğnesi yok denecek kadar küçük bir grip aşısı kullanımının daha yüksek aşılanma oranları için destek sağlayabilmesi olası bir yeniliktir. Bu açıdan yeni deri-içi grip aşısı geliştirilmiştir. Sadece küçük bir dokunuşla gripten korunmak artık mümkündür.

    – Kimler mutlaka aşı olmalı? Sağlık Bakanlığı bu kişilere ücretsiz mi aşı yaptırıyor?

    DSÖ’nün sağlık otoriteleri kendi ülkelerinde ‘gribe yakalandığı zaman risk oluşturacak grupları’ belirler. Diabet, astım, kalp, tansiyon ve kronik hastalığı olan, 65 yaş üstü kişiler gripten sağlıklı kişilere oranla daha fazla etkilenecek riskli gruplar arasındadır. İşte bu kesimleri aşılanması hem Türkiye’de hem Avrupa ülkelerinde ücretsiz uygulanmaktadır. Ancak bu konuda 2004 yılından bu yana yeterli başarı elde edilememiştir. Yapılan anket çalışmalarında bu insanların ancak %10’nun aşılandığı saptanmıştır. Özellikle risk gruplarından 100 kişiden 10‘u ‘kendisine ücretsiz aşı olanağı sağlandığını bilmemekte ya da önemsememektedir. Böyle bir imkanın Sağlık Bakanlığı tarafından kendilerine sunulduğunun farkında bile değiller. Hekimler de yeterince önemsememektedir. ‘Abartılıyor bu konu, yaptırmanıza gerek yok’ söylemlerini sıkça duymaktayız. Hekimlerin grip konusunda eğitilmesi, bu konunun öneminin anlatılması gerekmektedir. Daha sonra risk gruplarına ‘Bakın sizin diyabet, kap, tansiyon gibi ciddi bir hastalığınız var bir de gribe yakalanırsanız sağlığınız ile ilgili büyük sorunlar yaşayabilirsiniz. Bu nedenle aşılanmanız gerekiyor.’ söylemleriyle kişilerin hekimlerden aşı talep etmeleri artırmalıdır.

    -Aşıların bilmediğimiz yan etkisi var mı?

    Genel olarak baktığınızda grip aşıları oldukça etkili ve ciddi yan etkileri çok düşük oranda görülen aşılardır. Zaman zaman aşılanan yerde bir kızarıklık-şişlik olabilir. Fakat, bu yan etkilerin çoğu 1-2 gün içerisinde kendiliğinden geçer.

    Bu Yıl ki Grip Aşı Geçen Yılla Aynı

    -Bu yılki aşılar geçen yılki aşılardan farklı mı?

    Grip aşısının işlevi her yıl değişmekte daha doğrusu her sezon o yıl hangi virüs dolaşıma girecekse DSÖ bunu belirler ve bütün aşı üreticileri aynı formülde aşı üretir. ‘Benim aşım seninkinden daha iyidir’ söylemi grip aşısı için söz konusu olamaz. Bu yıl ilginç bir şekilde geçen yıl ki virüslerin hemen hemen aynısı dolaşımda olacağı varsayılarak geçen yıl ki aşının tamamen aynı içerikli aşı üretildi. Tabii, bu durumda, geçen yılki aşının aynısı ise ‘bu yıl tekrar aşılanmalı mıyım?’ sorusu akla gelebilir. Evet, bu yıl da aşılama gerekmektedir. Çünkü grip aşısının koruyuculuğu maksimum 1 yıl civarındadır.

    Antiviraller İlk 48 Saat İçinde Kullanılmalıdır

    -Gribe karşı anında etkili olacak bir tedavi yöntemi var mı? Böyle bir tedavi neden bulunamıyor?

    Gribe karşı mucizevi tedavi yok. Grip salgını olduğu dönemlerde diğer solunum yolları enfeksiyonları da gündeme geliyor. Grip semptomları başladıktan sonraki ilk 48 saat içinde tedavide antivirallerin ilaçların kullanılması gerekiyor. Antiviraller oldukça kısıtlı ve karşı direnç gelişimi hızlıdır. Dünyanın herhangi bir yerinde antiviral ilaçlara karşı direnç kazanmış bir virüs bütün dünyada yaygın hala gelebilir. Bu durumda elimizde olan antiviraller etkinliğini yitirdiği için çok dikkatli olmak gerekiyor. Bunun içinde DSÖ antivirallerin ancak hastaneye yatan ağır vakalarda riskli bireylerde uygulanmasını uygun görüyor.

    -Aşı olduğu halde grip geçirenler olabilir mi?

    Solunum yollarında 200’den fazla mikroorganizma var. Bunlar grip benzeri solunum yolu enfeksiyonu oluşturur. Gripten ne farkı var ya da grip aşısı onlara da karşı korur mu? Hayır, grip aşısı onlara karşı korumaz onların aşısı yok. Onların içerisinden sadece influenza etkenine karşı aşı bulunmaktadır. Bu aşı bizi sadece gribe karşı korur. Diğer enfeksiyon etkenlere karşı açığız. Bu nedenle grip aşısı olmuş ve gribe karşı korunmakta olan bir birey diğer solunum etkenleri ile temas ederse yine burun akıntısı ateş, nezle hali, ateş, gibi bir tablo ortaya çıkıyor. ‘Ben aşı oldum yine de gribe yakalandım’ ‘bu ne biçim-etkisiz aşıymış, güvenmiyorum ya da sevmiyorum’ söylemlerinin yayılmasının bir sebebi de budur. Aslında bu tablo grip değil. Nezle, soğuk alınlığı ya da diğer virüs veya mikroorganizmaların oluşturduğu tablolardır. Soğukalgınlığı ve benzeri durumlarda başta dolgunluk hissi, kulak ağrısı gibi komplikasyonlar gelişirken, gripte zatürre, sinüzit, ensefalit, bronşit gibi daha ciddi komplikasyonlar gelişir. Ayrıca grip altta yatan kronik hastalığı olanların hastalıklarını daha kötü hale getirerek (örn. Diyabet, kroner arter hastalığı) ölümlere neden olabilir.

    Anı Halsizlik&Yüksek Ateş= Grip

    -Gribin farkı nedir?

    Gribin nezleden ve soğukalgınlığından klinik bağlamda farklı iki önemli özelliği var. Bir yüksek ateş. 39 dereceye kadar yüksek ateş ile seyreden hastalık büyük olasılıkla griptir, nezle değildir. İkincisi; grip çok ani başlar ve aşırı halsizlik yapar. Halka arasında ‘paçavra’ denilen hakikaten insanı aniden yatağa düşüren solunum yolu enfeksiyonlarının grip olma olasılığı çok yüksektir. Elbette ateşi düşük seyreden grip olguları da var. Ama ateşin çok yükseldiği nezle ya da soğuk algınlığı vakaları yok.

    -Grip başlangıcında vitamin desteği yararlı mıdır?

    Sağlıklı yaşam elbette vücut direncini artırır. ‘Ben her mevsim portakal suyu içerim, sihirli formülüm var.’ Bu uygulamaların hiçbir zararı yoktur. Ama bunların bilimsel olarak yararları da kanıtlanmamıştır. Yapılan deneylerde c vitaminin grip virüsü üzerinde bir etkisi olmayacağını göstermiştir.

    -Grip kadar ciddi hatta ölümlere neden olabilen bu hastalık için tek bir mesaj vermek gerekseydi ne derdiniz?

    Ciddi sonuçlara hatta ölümlere neden olan grip hastalığından korunmanın en etkili yolu; aşı olmaktır.

  • Stres hamile kalma şansını azaltıyor…

    Uzmanlar anne olmak istediği halde hamile kalamayan, yapılan tetkiklerde hiçbir fiziksel probleme rastlanmayan kadınlara, stresten uzaklaşmasını tavsiye ediyor…

    Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Dr Bülent Uran, zihinsel iyileşme tekniklerini kullanarak kısırlığa neden olan stresi azaltmayı ve hamile kalmayı kolaylaştırmayı hedeflediklerini söyledi. Türkiye’de her yüz çiftten 15’inde görülen sebebi belli olmayan kısırlık tedavisinden de stresten arınmak başarı şansını arttırıyor.

    ERKEK ÇOCUK BEKLENTİSİ KISIRLIĞA YOL AÇIYOR…

    Dr Bülent Uran “Üremeyle ilgili olarak bilinçaltında yerleşmiş çoğu engelin kaynakları üç aşağı beş yukarı bellidir. Yetersizlik duygusu, kendi bedenine karşı olumsuz bakış, mükemmeliyetçilik, bozuk aile ilişkileri, düşükler, erkek çocuk beklentisi, taciz gibi kadınlığın reddine neden olmuş travmatik olaylar üreme düzenini bozan bilinçaltı engeller duyguların birikmesine yol açar. Birikmiş duygu yükü azaltıldıkça kadın kendini yeniden iyi hissetmeye başlar. Bu yeniden doğuş, üreme eylemini tıkanıklıktan kurtarmaya ve normal beden işlevlerinin geri dönmesini sağlamaya yardım eder” şeklinde konuştu.

    BAŞARI ORANI YÜKSEK

    Dr. Uran, Amerika’da yapılan benzer programlara katılan ve kısır olduğu iddia edilen kadınlarda çocuk sahibi olma onanının yüzde 55 olduğunun altını çizdi. “Özellikle nedeni açıklanamayan infertilite tanısı almış kadınlar bu çalışmalar sonunda hamile kalabilmektedir. İlginç olan çoğu kadın başka bir tedaviye de gerek duymamaktadır. Bu oran en iyi tüp bebek merkezlerinde bile yüzde 24 civarındadır” dedi.

    STRES VE ÜREME FONKSİYONLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ…

    Hiçbir sebep yokken ortaya çıkan kısırlık, genelde stres kaynaklı olarak tanımlanıyor. Dr. Bülent Uran “Sürekli stres kandaki kortizol hormonunu yükselterek yumurtlama ve üreme işlevlerini düzenleyen GnRH isimli hormonun etkisini bozmaktadır. Bu olumsuzluğu aşmak için öncelikle stresi aşmak gerekir. Zihinsel düzeyde yapılan self-hipnoz, EFT, NLP, relaksasyon, meditasyon, nefes teknikleri ve olumlu imgeleme çalışmalarının sinir sistemi aracılığıyla beden fonksiyonlarını düzenleyen hormon ve nöro-transmitterleri etkilediği gösterilmiştir” şeklinde konuşurken “Fertilite güçlendirme programları strese neden olan duygusal yükü bedenden kaldırmayı ve beden enerjisini dengelemeyi hedeflemektedir. Ayrıca bilinçaltında hamile kalmayı engelleyen inançlar ortadan kaldırılması tek başına hamile kalmayı sağlayıcı bir etki yaratacaktır” dedi

    BAŞ AĞRISI, UYKU BOZUKLUĞU, YORGUNLUK DA GİDİYOR…

    Dr Bülen Uran, “Zihin beden bütünlüğünü hedefleyen grup çalışmalarının kadın sağlığına son derece olumlu etki yaptığını görüyoruz. Bu çalışmalarla kadınlar baş ağrısı, uyku bozukluğu, yorgunluk, karın ağrısı gibi stresin yol açtığı diğer rahatsızlıklardan da kurtuluyorlar” diye konuştu.

    TÜP BEBEK TEDAVİ SÜRECİ BİLE BAŞLI BAŞINA BİR STRES KAYNAĞI

    Tüp bebek yöntemiyle bebek sahibi olmaya çalışan anne babaların büyük bir stres altına girdiğini ifade eden Dr. Bülent Uran, “Tüp bebek tedavisindeki çiftlerin zihinsel iyileşme programlarına katılması, teknikleri öğrenerek sürekli uygulamaları zorlu ve hayal kırıklıklarıyla dolu bu süreci daha katlanabilir hale getirecektir. Yine bilimsel çalışmalar basit oto-hipnoz tekniklerini öğrenmiş kadınların tüp bebek uygulamaları sonucunda hamile kalma şansının iki kat arttığını göstermiştir” şeklinde konuştu.

    ANNE ADAYLARINA TAVSİYELER…

    Dr. Bülent Uran, hamile kalmaya çalışan kadınlara basit bazı tekniklerle kendilerini rahatlatmalarını önerirken “Anne adaylarına, gevşetici bir müzik eşliğinde bebek sahibi olduğunu sürekli hayal etmesini, basit gevşeme müziği eşliğinde her gün 10 -15 dak meditasyonla zihninin dinlendirerek, basit EFT tekniklerini, kendilerine göre bebek olmasını engelleyen hangi olası nedenler varsa o nedenler üzerine EFT yapmasını tavsiye ederim. Mesela anne, çocuk sahibi olmaktan, onu büyütmekten korkuyorsa, her ne kadar çocuk sahibi olmaktan korkan bir tarafım varsa da ben yinede çocuk sahibi olmayı seçiyorum cümlesini kendi kendine söyleyerek rahatlayabilir” diye konuştu.

  • DEBORAH MILANO : Shine&Volume Light Creator

    DEBORAH MILANO : Shine&Volume Light Creator

    DEBORAH MILANO “Shine&Volume Light Creator” ile
    DAHA DOLGUN VE IŞILTILI DUDAKLAR…

    Güzellikte 100 yıllık bir İtalyan tutkusu olan Deborah Milano’nun özel formüllü Shine&Volume Light Creator rujlarıyla dudaklar artık daha dolgun, daha sağlıklı ve daha ışıltılı…

    Kosan Kozmetik’in Türk kadınlarına armağanı, güzellikte 100 yıllık İtalyan tutkusu Deborah Milano, rujlardaki iddasını “Shine&Volume Light Creator” serisi ile devam ettiriyor.

    “Shine&Volume Light Creator” rujları yapılarında yer alan ışık yansıtıcı partiküller sayesinde dudaklara yoğun parlaklık ve gün boyu etkili ıslak görünüm kazandırıyor.

    İçeriğindeki “Hilurlip” formülü ise dudaklara dolgun bir görünüm verirken, formülün içinde yer alan Hyalorunik asit ve tri-peptide bileşenleri dudakların nem seviyesini arttırıyor, koruyor ve gün boyu bakım sağlıyor.

    Hem dolgunluk etkisini, hem ıslak ve ışıltılı görünümü tek bir formülde buluşturarak kendi kategorisinde büyük yankı uyandıran “Shine&Volume Light Creator” ruj serisinde birbirinden ilgili çekici 7 farklı renk alternatifi bulunuyor.

    Ünlü İtalyan Tasarımcı Mario Trimarchi Dokunuşları…

    “Shine&Volume Light Creator” ruj serisi ünlü İtalyan tasarımcı Mario Trimarchi’nin ayrıcalıklı ve yenilikçi çizgilerini taşıyor. Degrade ve parlak pembe ambalaj ilgi uyandıran bir görünüm sergilerken, formunda yer alan kavisli hatlar ise rujların kolay sürülmesini sağlıyor.

    DEBORAH MILANO : Shine&Volume Light Creator | 23

    Deborah Milano “Yeni Shine&Volume Light Creator” ruj serisi; 23,90 .-TL.