Blog

  • Aşkta Yaşın İlişkiye Etkisi Var mı?

    Aşkta Yaşın İlişkiye Etkisi Var mı?

    Aşk sizi sardığında hayatınızda kelebekler uçuşmaya başlar. Bir süre sonra ise gerçeklerle yüzleşirsiniz. Acaba aşkta yaşın ilişkiye etkisi var mı? Yaş farkı aşkın kalitesini ve zamanını değiştiriyor mu? Tüm merak ettiklerinizi yazımızda yer vermeye çalıştık.

    Aşk güzel bir duygu, birde üstüne doğru kişiyle yaşanıyorsa yemeyin de yanında yatın bir ömür :) Her ilişkide zaman içerisinde belli başlı sorunlar yaşanmaya başlar. Önemli olan sevginizin ve aşkınızın gücüyle üstesinden gelebilmek. Her yolu denediniz ama yine de sorunlarınızın üstesinden gelemediyseniz sorun yaş farkınız olabilir.

    Aşkta Yaşın İlişkiye Etkisi Var mı? | 1

    Aşkta yaşın ilişkiye etkisi var mı?

    İngiltere’de bu konuyla ilgili yapılan bir ankete göre, erkeğin kadından 4-5 yaş büyük olması ilişkinin daha sağlam olmasına ve daha uzun ömürlü olmasına zemin hazırlıyor. Yine araştırma detayına göre kadınlar hayatlarında olgun erkek olsun istiyor. Sadece %1’lik kısım kendisinden küçük erkekleri istemiyor. Çünkü terk edilme duyguları ağır basıyor. Erkeklerin ise genç partnerine ayak uyduramama gibi problemleri var.

    Gördüğünüz gibi aşkta yaşın etkisi var hanımlar! :) İlişki yaşamayı ya da evlenmeyi düşünenler daha dikkat eder artık..

  • D vitamini ve kadın sağlığı

    D vitamini ve kadın sağlığı

    Vitamin D yetmezliği toplumda çok sık görülmektedir. Yaklaşık batı toplumlarının %20 ile %100 ünde vitamin D eksikliği saptanmıştır. Vitamin D kalsiyum, fosfor ve kemik metaboliizmasında önemli bir rol oynadığı için eksikliğinde kemik minrelaizasyonunun yetersiz olmasına bağlı kemik deformiteleri, rikets, osteoporoz gibi kemik hastalıkları meydana gelir. Güneş ışığı en önemli vitamin D kaynağıdır. Ancak son yıllarda güneşin zararlı etkilerinden korunmak amacı ile kullanılan koruyucular derinin güneş ışığından vitamin D sentezlemesini azaltarak, vitamin D eksikliğine sebep olmaktadır.

    Vitamin D eksikliğinin iskelet sistemi, özellikle de kemik metabolizması üzerine etkileri olmasına rağmen, son yıllarda yapılan araştırmalar sayesinde dieğr sistemler ve hastalıklar üzerine de birçok olumlu etkisi olduğu bulunmuştur.

    Vitamin D yetersizliği ve obezite birbiri ile yakından ilişkilidir. Vitamin D, vücut ağırlığını düzenleyen besin maddeleri üzerinde önemli bir rolü vardır. Vitamin D alımının 1.5-3.5 kg kadar kilo vermeye sebep olduğu bazı bilimsel çalışmalarda gösterilmiştir.

    Vitamin D nin en önemli etkilerinden biri Tip II Diabet Mellitusa iyi gelmesidir. Yaşın ilerlemesi ile birlikte sıklıkla görülen vücuttaki insülin direnci sonucunda insülinin dokulara etki edememesi sonucunda şekerin kullanılamaması ndan ortaya çıkan Tip II Diabetde vitamin D bu durumu önlemekte, diabetin ortaya çıkmasını ve ilerlemesini engellemektedir. Vitamin D kanda 25 ng/ml üzerinde olduğunda diabet riski %43 azalmaktadır. Bunun içinde günde 500 ünite vitamin D alımı önerilmektedir.

    Vitamin D eksikliğinin gebelik ve emzirme dönemlerinde önemli sonuçları olabilir. Gebe kadının kalsiyum ve vitamin D ihtiyacı artmıştır. Özellikle gebeliğin son 3 ayında hem anne hem bebek kemik gelişimi için vitamin D alımı son derece önemlidir. Gebede vitamin kan seviyesi 32 ng/ml olmalıdır. Gebe kadınların %50, süt emen bebeklerin ise %56 sında vitamin D eksikliği görülmüştür. Gebelikte ve emzirme döneminde görülen bazı hastalıklar örneğin preeklampsi, düşük doğum tartılı bebek, yenidoğan tetanisi, doğum sonrası iyi gelişmeyen bebek sendromları, bebeklerde kemiklerin kolay kırılganlığının artması, ve bazı otoimmün hastalıkların görülme olasılığındaki artış vitamin D eksikliğinde sıklıkla görülen durumlardır. Ayrıca bebek beyin fonksiyonlarının gelişmesinde de vitamin D nin son derece önemli işlevi olduğu son yıllarda yapılan çalışmalar ile keşfedilmiştir. Vitamin D yeterli alan bebeklerde ilerinde nöropsikolojik gelişimlerinin mükemmel oldukları bildirilmiştir.
    Vitamin D nin en önemli etkilerinden birisi de damar cidarı üzerindeki kireçlenmeler üzerinedir. Bazı karışık mekanizmalar sonucunda vitamin D damar cidarlarındaki bu kalsifikasyonları önleyebildikleri ileri sürülmüştür. Buna bağlı meydana gelen özellikle kronik böbrek hastalıklarında kullanılmaktadır. Benzer biçimde vitamin D koroner kalp hastalıklarında kireçlenmeyi önlediği ileri sürülmekte, kalp fonksiyonları üzerine olumlu etkilerinin olduğu, hipertansiyonlu hastalarda regülasyonu sağladığı çeşitli bilimsel makalelerde iddia edilmiştir.

    Vitamin D kadınlaraın korkulu rüyası olan meme kanseri gelişimi üzerine de olumlu etkisi vardır. Meme kanserli kadınlarda vitamin D reseptörleri hücrelerde az bulunmuştur. Bu reseptörleri olan kadınlarda vitamin D bağlanarak etki etmekte ve bazı metabolitleri tümör hücrelerinin geişimini baskılayarak kadınları meme kanserinden koruduğu gösterilmiştir.

    Özellikle Vitamin D ve Omega-3 birlikte kullanımının antikanser etkisinin çok güçlü olduğu bilimsel olarak gösterilmiştir. İki ajan birlikte anti-inflamatuar, pro-apoptotik, anti-angiogenik ve anti-proliferatif etkileri olması nedeni ile kanserden koruyucu oldukları gösterilmiştir.
    Cildimizdeki keratonosit hücrelerinde bulunan vitamin D reseptörleri vasıtası ile etki eden vitamin D, epidermisin proliferasyonunu ( derinin kalınlaşması), saç foliküllerinin kaybolmasına bağlı saç dökülmesi ve kelliğe sebep olabilir. Vitamin D yine deri tümörlerinin oluşumunu engeller.

    Vitamin D eksikliğinde erken yaşlarda şifzofreni , ileri yaşlarda ise Alzheimer, Parkinson hastalığı, deppresyon ve bilişsel fonksiyonlarda azalmanın olduğu gösterilmiştir. Vitamin D önemli beyin fonksiyonlarını sağlayan nörotransmitterlerin yapım ve salınımını idare eder. Bunlardan en önemli ve bilineni de Dopamin dir. Vitamin D eksikliğinde beyinde Dopamin azalır.
    Son olarak Vitamin D nin hücrelerdeki etki mekanizması, kadınlardaki östrojen hormonunun etki yolu ile ortak özellikler göstermesinden dolayı, menopoz sonrası görülebilen bazı şikayetlerin iyileştirilmesinde veya tedavi edilmesinde, tek başına veya estrojen tedavisi ile birlikte kullanımı daha da yaygınlaşmaktadır.

    Vitamin D yetmezliği veya eksikliği teşhisi için birçok tanı metodu vardır. Kanda en güvenilir olarak 25 hidroksivitamin D bakılmalıdır. Bu değer 20 ng/ml altında olmamalıdır. Tercihan 30 ng/ml üstünde olmalıdır.

    Vitamin D eksikliğine karşı Amerikan Endokrinoloji ve Metabolizma Cemiyetinin bazı önerileri vardır. Sıfır ile 1 yaş arasındaki bebekler için günde 400 ünite vitamin D almalıdır. 1-18 yaş arasında günde 400-600 ünite vitamin D alınmalıdır. 19-50 yaş arasında 600 ünite ve 50-70 yaş arasında 600-800 ünite vitamin D alınmalıdır. Gebe ve emziren kadınlar ise günde 1500-2000 ünite vitamin D almalıdır.

    Prof.Dr.C.Tamer Erel

  • Evinize en uygun kanepeyi seçerken bunlara dikkat edin!

    Evinize en uygun kanepeyi seçerken bunlara dikkat edin!

    Ne yazık ki yeni evlerin mimarisi eskiler kadar büyük olmayabiliyor. Bu da dekorasyon ürünleri seçerken bizi zorluyor. Peki, evinizde en çok vakit geçirdiğiniz salon için en doğru kanepe modeli hangisi biliyor musunuz?  İşte cevabı..

    Kapladıkları alan ve dekorasyona etkileri ile yaşam alanlarınızın en önemli parçalardan biri olan kanepelerin seçimleri her zaman daha uzun sürer ve seçim yaparken akıllarda Kanepeyi hangi oda için alacağız ve ne tür bir kanepe almak istiyoruz? Kanepelerin başlıca malzemeleri nelerdir?” gibi bir sürü soru dolaşıp durur. Bu uzun seçim sürecinde kanepenin iç malzemesi ve neden yapıldığı da dış görüntüsü kadar büyük önem taşır.

    Farklı tarz ve estetik zevklere hitap eden geniş bir yelpazeden oluşan kanepe modelleri ile Crate and Barrel’ın sizler için hazırladığı bu kılavuz sayesinde, yaşam alanlarınız için en ideal ikili, L, üçlü kanepeyi veya yataklı kanepeyi bulmak çok keyifli ve kolay olacak!

    Evinize en uygun kanepeyi seçerken bunlara dikkat edin! | 3

    ODANIZ NE KADAR BÜYÜK?

    Herhangi bir kanepeye göz atmadan önce, ne kadar bir alanınız olduğuna bakmanız büyük önem taşıyor. Eğer yardımı olacağını düşünüyorsanız, odanızın bir krokisini çizebilir ve krokinizi göz önünde bulundurarak büyük odalar için bir köşe kanepe, küçük odalar için de ikili bir kanepe tercih edebilirsiniz.

    DEKORASYON STİLİNİZ NEDİR?

    Çocuklar evden ayrıldığına göre, salonunuza sınıf atlatmak mı istiyorsunuz? Ya da rahat ve aile tipi bir kanepe arayan, küçük çocuklara sahip genç bir çift misiniz? Sonuç olarak hayat tarzınız ve kişisel tercihleriniz, alacağınız kanepeyi belirleyecektir. Örneğin; kıvrımlı, kolçaklı ve şişkin minderli kanepeler daha geleneksel bir tarz sevenleri memnun edebilecekken; muntazam hatlı, minimalist tarza sahip kanepeler ise salonunuza daha modern bir görünüm katacaktır.

    UZUN ÖMÜRLÜ BİR KULLANIM İÇİN TEKNİK ÖZELLİKLERİ DE UNUTMAMALI…

    Seçeceğiniz kanepenin keyifli anlara uzun zaman boyunca eşlik edebilmesi için iskeleti, yay sistemi, minder ve döşemesi oldukça büyük önem taşıyor.

    Her kanepenin minderleri destekleyen, ağ veya bağlardan oluşan alt sistemleri vardır. Bir kanepenin süspansiyon sistemini tam olarak hissetmek için eğer çıkarabiliyorsanız, minderleri yerlerinden çıkartın ve elinizi alt zeminin üzerinde gezdirin. S şeklinde burgulu sarmallar birbirlerine daha yakın yerleştirilmiş olup, ağırlığı daha eşit olarak dağıtırlar. Böylece daha rahat bir oturma imkanı sağlarlar.

    PEKİ, OTURMA ŞEKLİNİZ İÇİN EN UYGUN MİNDERİ NASIL BULABİLİRSİNİZ?

    Kanepenin içine gömülmek mi istiyorsunuz, yoksa size sağlam bir destek sunmasını mı? Bunun için birçok minder deneyebilirsiniz. Minderin içinin, hangi malzemeden yapıldığını ve kılıfını iyice incelemenizi öneririz. İşte size kolay bir test yöntemi: Minderi dikine tutup iki elinizi iki yandan birbirlerine doğru bastırın. Elleriniz birbirlerine ne kadar çok yaklaşıyorlarsa, minderin iç malzemesi o kadar kaliteli demektir. En ideal minder sizi rahat hissettirecek kadar yumuşak, fakat aynı zamanda alt zemini hissettirmeyecek kadar sert olandır.

    Evinize en uygun kanepeyi seçerken bunlara dikkat edin! | 4

    KANEPE ÇEŞİTLERİNDEN “DOĞRU” OLANI SEÇMEK İÇİN…

    Seçiminizi yaparken tarzınızı ve yüzeyden nasıl bir performans beklediğinizi göz önünde bulundurmanız önemli. Eğer bakım derdi olmasın istiyorsanız polyester, naylon, akrilik gibi malzemelerden üretilmiş sentetik kumaşlara ya da lekeyi emip içeriye geçirmektense, yüzeyde tutan karışım kumaşlara yönelebilirsiniz. Dış mekan kumaşları leke tutmadıkları, aynı zamanda kolayca temizlendikleri için çocuklu aileler için idealdir. Eğer daha yumuşak ve eskimiş bir görüntü istiyorsanız yani kırışıklarla aranız iyiyse, pamuk veya keten tam da size göre! Doğal deriden yapılan kanepeler de zamanla eskimiş bir görünüm alacak ve yumuşayacaklardır.

    Kaynak: Posta.com.tr

  • İdeal koca ‘nın sahip olması gereken 10 özellik

    İdeal koca ‘nın sahip olması gereken 10 özellik

    Evlendiğiniz ya da evleneceğiniz kişinin doğru insan olduğuna ne kadar eminsiniz? İşte hayalleri süsleyen bir koca adayında “mutlaka” olması gereken O 10 özellik..

    Bu dünyada kimse mükemmel değildir. Ama bir kere aşık olduğun zaman nasıl oluyorsa tüm kusurlar bir anda yok oluyor. Ardından da karşınızdaki kişinin “doğru insan” olup olmadığına dair şüpheler başlıyor.

    İdeal bir kocanın sahip olması gereken 10 özellik

    O yüzden gelin ideal bir kocada hayal edilen ve kesinlikle olması gereken özelliklere birlikte göz atalım. Bakalım sizin kocanız ya da koca adayınız iyi bir karar mı?

    GÜÇLÜ VE KORKUSUZDUR

    Sevgilinizin ya da eşinizin yanında, kendinizi güvende hissediyor musunuz? Korkusuz ve cesur erkekler her zaman kadınlara çok çekici gelmiştir. Bir de böyle bir erkeğin kocanız olduğunu düşünsenize…

    MUTFAKTA DA USTADIR

    Bir erkek mutfağa  o kadar yakışıyor ki. Özellikle de elinin hamuruyla size yemekler pişiriyorsa. Kadın olarak hiçbir erkekten 3 ayrı menü çıkarmasını falan beklemiyoruz. Sadece mutfakta “biraz” yardımcı olsunlar yeter.

    AKILLI AYNI ZAMANDA DA PRATİK ZEKADIR

    Bilmediğiniz şeyler konusunda sizi aydınlatabilecek bir kişiyi hayatınızda istemez miydiniz? Özellikle de stresli zamanlarda pratik zekasıyla tüm sorunlara hızlı çözüm üreten birini?

    EV İŞLERİNE YARDIM EDER

    Eğer sevgiliniz ya da eşiniz ev işlerine yardımcı oluyorsa o erkeği tutun!

    İş yerinde ne kadar yorulduğunuzu anlar ve ona sorarsanız evin eksiklerini almadan eve gelmez. Dahası, ev işlerini birlikte yapmak; bir çift olarak zaman geçirmek için mükemmel bir yoldur.

    SİZİN GÖRÜŞÜNÜZE ÖNEM VERİYORSA

    Karı koca arasındaki ilişki yalnızca birlikte yaşamakla kalmamalı – aynı zamanda birbirleriyle arkadaş olmayı da getirmeli.

    Ancak bu, bir erkeğin eşinin her dediğini yapması anlamına gelmesin. Kararları nasıl birlikte alacağınızı öğrenmek, mutlu bir evlilik için çok önemli bir unsurdur

    HATALARINIZA RAĞMEN SİZİ SEVİYORSA

    Hepimiz hata yaparız, ve o zaman en çok değer verdiğiniz kişi daima yanınızda olmalı (Yanılıyorsan bile). Her durumda, kocanız sizi suçlamak yerine size destek olmalı.

    SORUNLARINIZI DİNLİYOR VE ÇÖZÜM ARIYORSA…

    Erkekler genellikle aynı anda birden fazla göreve odaklanmakta zorlanırlar. Ama sevecen bir kişi daima sorunlarınızı ön planda tutar ve hiçbir zaman problemlerinizi görmezden gelmez.

    UZLAŞMAYI VE PAZARLIK YAPMAYI İYİ BİLİYORSA

    İdeal bir erkek; polis memurlarından tutun tesisatçıya kadar herkesle iş bitirici bir dilde konuşuyor olması lazım.

    SİZİ NASIL NEŞELENDİRECEĞİNİ BİLİYORSA

    Kendinizi kötü hissettiğiniz zaman, eşiniz de sizin moralinizi nasıl yerine getireceğini bilmeli.

    HER AN HER YERDE DUDAĞINIZA ÖPÜCÜK KONDURUYORSA

    Hayata bir kere geliyoruz. Sevgimizi harcamak için de zamanımız çok kısıtlı. Bu yüzden her kadına mutlaka kadın ruhundan anlayan bir erkek gerekir.

    Hiç beklemediğiniz bir anda bir öpücükle ya da bir sarılmayla size sevgisini göstermeli.

     

     

    Kaynak: Posta.com.tr

  • Boyun kırışıklığından kurtulmanın 10 yolu

    Boyun kırışıklığından kurtulmanın 10 yolu

    Birçok insan akıp giden yıllara rağmen fiziksel güzelliğini korumak için çeşitli yollara başvursa da, birtakım deformelerin önüne geçmek sanıldığı kadar kolay olmuyor. Bu deformeler arasında boyun kırışıklığı ve cilt sarkması da ilk sırada yer alıyor.

    Ciltteki bazı bölgeler daha erken deforme olarak yaşlılığı iyice ortaya çıkartıyor. Özellikle boyun bölgesi, göz kapağından sonra en ince deriye sahip bölge olması nedeniyle daha erken deforme oluyor. Buna karşın aynı oranda da ihmal edilen bölge yine boyun.

    Gıdının belirginleşmesi, deride ince kırışıklıklar, tavuk derisi görünümü, sağa sola dönerken abartılı kırışık görüntü, yatay çizgilerin derinleşmesi, hatta çift çene sorunu cilt ile ilgili en sık karşılaşılan şikayetleri oluşturuyor. Bu şikayetlerden kurtulmak için doğru zamanda tedaviye başlayarak düzenli aralıklarla tekrar etmek gerekiyor. Teknolojik gelişmelere paralel olarak bu tür sorunlardan kurtulmanın artık daha kolay olduğunu belirten Dermatoloji Uzmanı Dr. Hülya Sağlam, boyun kırışıklığı ve sarkmasına karşı yapılacak uygulamaları şöyle aktarıyor:

    Botoks: Acısız ve basit bir yöntem olan botoks; kaş arası, göz çevresi ve alın çizgilerinin ortadan kaldırılmasında etkili oluyor. Botoks ile boyun yatay çizgilerine 2 cm ara ile enjeksiyonlar yapılarak kırışıklıklar azaltılabiliyor. Uygulama, 10 dakika yapılabiliyor. Aynı işlemin 4-6 ayda bir tekrarlanması daha etkili sonuçlar alınmasını sağlıyor.

    Mezoterapi: Boyun ve dekolte bölgesine yapılan mezoterapi, cildin kırışıklıklarının azaltılması, nem kazandırma ve lifting (yüz ve boyun kaldırma) amacıyla uygulanıyor. Mezoterapi, içeriğinde hyalüronik asit, vitamin ve proteinler barındırıyor. İnce iğne ile deri içine verilerek uygulanan mezoterapinin, haftada 1 kez ortalama 6 seans yapılması öneriliyor.

    Fraksiyonel lazer uygulaması: Fraksiyonel lazer uygulaması deri altındaki hücrelerin yenilenmesini sağlayarak, daha gergin ve kırışıksız bir cilde kavuşturuyor. Fraksiyonel lazer ile deriye kaybettiği elastikiyet geri kazandırılabiliyor. Aynı zamanda boyundaki kahverengi, kırmızımsı lekeler azaltılabiliyor. Ablatif (soyucu) uygulamalarla boyundaki et benleri de iz kalmayacak şekilde tedavi edilebiliyor.

    İğneli radyofrekans: İğneli radyofrekans, derinin üst tabakasında hasar oluşturmadan, dermis tabakasında kolajen ve elastik dokunun artışını sağlıyor. Böylece kırışıklıklar ve mevcut izler azalıyor, cilt uzun süreli sıkılaşıyor. İğnelerin uzunluğu, istenen derinliğe göre ayarlanabiliyor. Uygulama genellikle bir ay aralıklar ile 2-4 seans yapılıyor.

    Cilt bakımı ve kimyasal peelingler: Cilt bakımı ve kimyasal peelinglerin genellikle ayda bir sıklıkta yapılması öneriliyor. Ancak kullanılan ürünlerin güvenilir olmasına özellikle dikkat edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde fayda yerine kalıcı zararlar yaşanabiliyor. Bu uygulamalar yüz bölgesine yapılırken boyun bölgesinin de ihmal edilmemesi gerekiyor. Meyve asitleri kullanılarak yapılan kimyasal peelingler ile ölü hücreler atılarak cildin yenilenmesi ve lekelerden kurtarılması mümkün olabiliyor.

    PRP uygulaması: RP uygulaması, kişinin kendi kanından elde edilen plazmanın problemli alana enjeksiyonu ile yapılıyor. Yüz, boyun ve saç bölgelerine uygulanan PRP yöntemi, fraksiyonel lazer veya dermapen ile birlikte kullanılabiliyor. Uygulamanın genellikle ayda bir olmak üzere 3-4 seans yapılması yeterli görülüyor.

    Lipoliz: Lipoliz, yağın parçalanmasını sağlayan maddenin yağ içerisine enjeksiyonu ile uygulanıyor. Çene altındaki yağlanmanın azaltılabildiği lipoliz uygulaması, üç hafta aralıklarla 4 seans yapılıyor.

    Örümcek ağı ve iple asma: Çok sayıda ince ipin ağ gibi cilt altına yerleştirilmesi olarak bilinen ”örümcek ağı” yöntemi ile cildin gerilmesi ve kırışıklıkların giderilmesi sağlanabiliyor. İpler vücutta yaklaşık 240-300 gün içinde eriyor, olumlu etkileri 2 yıla kadar sürüyor. Yüz ve boyun için yaklaşık 20 dakikalık sürede kırışıklıkları açmak, sarkmaları düzeltmek mümkün olabiliyor.

    Odaklı ultrason (Ameliyatsız yüz germe): Odaklı ultrason ile odaklanmış ses dalgaları kullanılarak cildin alt katmanlarındaki taşıyıcı dokularda kolajen üretimi uyarılıyor, böylelikle ciltte sıkılaşma ve gerginlik sağlanıyor. Ameliyatsız bir cilt sıkılaştırma yöntemi olan odaklanmış ultrason ile gevşeme ve sarkmalar, 30-60 dakikalık tek bir seans ardından elde edilen cilt altı bağ dokusu yenilenmesi ve güçlenmesi ile tedavi ediliyor. Yılda 1 kez öneriliyor.

    Dolgu uygulaması: Yüzde ve boyunda yatay derin çizgilerin altına yapılan hyalüronik asit molekülü olan dolgu uygulaması ile uygulama yapılan bölgede dolgunluk sağlanıyor, cilt nemleniyor, sıkılaşıyor. Burun kenarından aşağıya inen çizgilerin, dudak üzeri çizgilerin ve dudağın dolgunlaştırılmasında, göz çevresi ile alın çizgileri ile gözaltı çukurlarının düzeltilmesinde kullanılan uygulamanın yılda bir kez tekrarlanması öneriliyor.

    BOYUN KIRIŞIKLIĞINI ÖNLEMENİN İPUÇLARI

    • Sırt üstü ve kabarık olmayan bir yastıkla yatmak boyun kırışıklığının oluşumunu azaltmada etkili oluyor.
    • Otururken veya hareket halindeyken boynun dik tutulması gerekiyor.
    • Egzersiz olarak gün içerisinde boynunuzu mümkün olduğunca geriye alıp 5 saniye bekleyin, dik pozisyona alıp birkaç saniye dinlenin. Bu çalışmayı 10 kez tekrarlayın. Bu egzersizin yanı sıra göğüs kaslarını kuvvetlendiren hareketler de boyna iyi geliyor.
    • Boyun kasları için en etkili spor yüzme. Yüzme, hem sağlığa hem de gençleşmeye yarıyor.

    • Masajın toparlayıcı etkisi var. Sert bir lifle banyoda boyun derisi pembeleşinceye kadar ovalama yaptıktan sonra besleyici bir yağ ile masaj yapın. Yukarı doğru ve enseye doğru hareketler önem taşıyor. Sağ elle boyun sol tarafı, sol elle de sağ tarafından enseye doğru çekilmeli. Baş ve orta parmaklar arasında boyun derisini hafif kaldırıp bırakın. Elinizin tersi ile hafifçe vurarak çene altında masajı tamamlayın.
    • Yüzünüzle birlikte mutlaka boynunuzu da günlük temizleyici jel veya sütlerle temizleyin. Boynunuzu aşağıdan yukarı doğru masaj uygulayarak nemlendirin. Güneşe çıkarken güneş koruyucuyu ihmal etmeyin.

  • Bebeklere şeker ve tuz ne zaman verilmeli?

    Bebeklere şeker ve tuz ne zaman verilmeli?

    Bazı anne-babalar, ek gıdaya geçtikten sonra bebeklerinin besinlerine tuz ve şeker ilave ediyor. Peki gerçekten bebeklerin tuz ve şekere ihtiyacı var mı, eksiklikleri bebek vücudunu etkiler mi ve bebeğin ek gıdaları tüketmesini sağlamak için tuz veya şeker ile tatlandırılması doğru mu? HABER: TÜLAY KARABAĞ

    Bebeklere şeker ve tuz ne zaman verilmeli?

    Bebek beslenmesinde tuz ve şekerin yeri olmadığını belirten, bebek gıdalarına tuz ve şeker eklenmesinin de son derece sakıncalı olduğunu dile getiren Diyetisyen Ayşe Tuğba Şengel, ntv.com.tr’ye yaptığı açıklamada, bebeğin ilk 6 ayında sadece anne sütü ile beslenmesinin çok önemli olduğunu söyledi.

    6 aydan önce hiçbir ek besine başlanmaması gerektiğini aktaran Şengel, anne sütünün 6 aya kadar bebeğin tüm ihtiyaçlarını karşıladığına dikkat çekti, “6 aydan sonra ek gıdalara geçilebilir. Ancak bebeğin tüketmesini sağlamak için hiçbir ek gıda tuz veya şeker ile tatlandırılmamalıdır” uyarısında bulundu.

    TUZ BEBEĞİN KALP VE BÖBREKLERİNİ BOZABİLİR

    “Bebeklerin 1 yaşından önce tuza ihtiyaçları yoktur” diyen Şengel’in verdiği bilgiye göre, tuz tüketimi bebeğin hassas olan böbrek işlevini bozabilir, kan basıncını yükseltebilir. Fazla oranda salça ve tuz içeren besinlere özellikle dikkat edilmeli. Bisküvi, pizza ve şarküteri ürünleri fazla tuz içerdiğinden bebeğin böbrek ve kalp sağlığını tehlikeye atabilir.

    BEBEĞE NE ZAMAN, NE KADAR TUZ VERİLMELİ?

    Bebeklerin 1 yaşından önce doğal yolla besinlerin içerdiği tuzdan aldığını, ilave tuza ihtiyaç kalmadığını dile getiren Diyetisyen Şengel, “1 yaşından itibaren bebeklere en az miktarda tuz verilmelidir. Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği oranlarda iyotlu tuz tüketimi troit hormonunun oluşması için gereklidir. 1 yaşından küçük bebekler 1 gramdan az, 1-3 yaş arası çocuklar ise 1,5 gramdan az tuz tüketebilir. Sıfır tuz tüketimi yetişkinlerde ve çocuklarda troit hastalıklarına yol açacağı için önerilmez” ifadesini kullandı.

    BEBEĞİNİZİ NEDEN ŞEKERDEN UZAK TUTMALISINIZ?

    0-3 yaş arasının hem çocuğun beslenme tarzının hem de vücut yapısının oluşacağı en önemli dönem olduğunu kaydeden Şengel, bu yaşlarda kazanılan alışkanlıkların bebeğin ileride karşılaşacağı hastalıklar hakkında bilgi verdiğini söyledi ve şöyle devam etti:

    ŞEKERİN BEBEĞİN GELİŞİMİNDE HİÇBİR ETKİSİ YOK

    “Basit şeker bebeğinizin gelişimi için hiçbir etkiye sahip olmayan bir besindir. Sadece enerji içerir ve lezzetli bir tat olması nedeniyle bağımlılık yapabilir.

    Şeker, diyabet başta olmak üzere birçok hastalığın oluşumunda rol oynar. Bebeğinizin böyle bir besini bilmemesi kesinlikle hiçbir soruna yol açmayacaktır ancak 1 yaşından sonra az da olsa tuz tüketimi gereklidir.”

    Bebekken şekerin tadını öğrenmeyen çocuğun yapay şeker içeren bisküvi, çikolata, kek gibi besinlerden okul çağı yaşına kadar uzak tutulabileceğini aktaran Şengel, “Evde pekmez, bal ile yapılmış kek, kurabiye gibi besinler ile çocuğun karbonhidrat ihtiyacını karşılayabilirsiniz. Okul çağında diğer çocuklarla bir arada olduğu için istemeden de olsa basit şeker içeren yiyeceklere maruz kalacaktır. Ama siz çocuğunuzun beslenme tarzınızı o yaşa kadar çoktan oluşturmuş olmalısınız” dedi.

    “NE YAPALIM, ÇOCUK İSTİYOR” DEMEYİN

    Bazı ailelerin, “Ne yapalım, çocuğun canı istiyor veya başka bir şey yemiyor” gibi gerekçeler ürettiklerini belirten Şengel, sözlerini, çocuğu şekerli gıdalardan uzak tutmak isteyen ailelere önerileriyle tamamladı:

    Çocuk ilk beslenme alışkanlıklarını aile içinde kazanır. Aile bireyleri ve çevresindekiler çocuğa şekerli besinler vermezlerse çocuk bu tadı bilmeyecektir. Yani aile rol modeldir. Çocuk evde şeker tüketme alışkanlığı kazanmazsa, hiç tüketmediği bir besini tüketme eğilimine girmez, alışkanlığı oluşan çocuk reklam veya okul çevresinden de etkilenmez.

    YAPAY ŞEKERE ALIŞAN ÇOCUK MEYVEYİ BEĞENMİYOR

    Şeker ihtiyacı taze veya kuru meyveden karşılanmalıdır. Evde doğal şeker içeren bal, pekmez gibi besinler ile alternatif tatlılar yapılabilir ama her gün bu tür besinler tüketmek alışkanlık haline getirilmemelidir. Son bir araştırmada yapay şeker tüketen çocukların doğal meyvenin şekerini beğenmedikleri ortaya çıkmıştır. Her gün mutlaka meyve ara öğünü yapılmalıdır.”

  • Erikli İncik Tarifi

    Erikli İncik Tarifi

    Erikli İncik
    Malzemeler:
    1 yemek kaşığı zeytinyağı
    4 adet kuzu incik
    20 – 25 adet arpacık soğanı
    7-8 diş sarımsak
    8 – 10 adet kuru erik
    1 adet çubuk tarçın
    Tuz
    Karabiber
    1 dal biberiye
    2 dal taze kekik

    Erikli İncik Tarifi
    Erikli İncik Tarifi

    Hazırlanışı:
    Tavayı ocakta ısıtın zeytinyağını ekleyin ve ısıtın. Ardından inciklerin her tarafını renk alana kadar mühürleyin.
    Fırın torbasını açın, içine arpacık soğan, sarımsak, erik, biberiye, kekik ve çubuk tarçını koyun üzerlerine inciklerini yerleştirin tuz, karabiber serpip fırın poşetinin ağzını iyice kapatın, poşetin üst kısmına birkaç delik açın ve 180 derece önceden ısıtılmış fırında 1 saat 15 dakika pişirin. Pişen incikleri servis tabağına alıp sıcak servis edin.

    Ardanın Mutfağı Facebook

  • Hamileyken o bitkilerden uzak durun!

    Hamileyken o bitkilerden uzak durun!

    Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, “Sadece hamilelerin değil, hamile kalmayı düşünenlerin de bazı bitkilerden kesinlikle uzak durmaları gerekli. Hamile olanların doğal ve bitkisel denilerek önerilen her ürünü kullanmaması gerekli. Bu anneye olduğu kadar bebeğe de zarar verebilir” dedi.

    Op. Dr. Seval Taşdemir “Bitkilerin hiçbir yan etkisi yok, tamamen doğal ve masum şeklinde düşünmeyin. Özellikle de hamilelik döneminde ambalajlı, hijyeninden emin olduğunuz çayları veya bitkileri birbirleriyle karıştırmadan ve dozunu abartmadan kullanın” diyerek anne adaylarını uyardı.

    İşte Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, hamileler veya hamile kalmayı planlayanlar için önemli uyarılar:

    GÜNDE 1 BARDAK VE AÇIK
    “Anne adayları, açık olması şartıyla gün içinde birkaç bardak çay içebilir. Kahveyi ise özellikle ilk 12 haftada önermiyoruz. Sonrasında nadir olarak kafeinsiz şekilde içilebilir.

    Hamilelik döneminde anne adayları bitki çaylarından; nane-limon, zencefil, ıhlamur, tarçın ve elmayı tercih edebilir. Bulantıların yoğun olduğu ilk aylarda zencefil, limon, tarçın ve elma birlikte kaynatılıp içilebilir.

    KARIŞIK BİTKİ ÇAYI TÜKETMEYİN!
    Form çayları gibi karışık bitki çaylarını anne adaylarına kesinlikle önermiyoruz. Karışık bitki çaylarının içinde hamilelere zarar verebilecek bitkiler olabilir.

    Hamileler fesleğen, kekik gibi mutfaklarda baharat olarak kullandığımız bitkileri çay şeklinde fazla dozlarda (1-2 tatlı kaşığı gibi) kullanmamalı.

    Aloe vera, sinameki, akdiken (geyik dikeni) ve topalak gibi bitkiler kabızlık sorunlarında kullanılan bitkilerdir. Dışkı yumuşatıcı etkiye sahip olan bu bitkiler, rahim dahil düz kasların kasılmasını uyararak düşüğe neden olabileceği için kullanılmamalı.

    RAHİM KASILMALARINA YOL AÇIYOR
    Adaçayı, meyan kökü, akdiken, Cezayir menekşesi, ökse otu, pelin otu, ravent (ışgın) ve rezene gibi bitkiler, rahimde kasılmalara yol açıyor ve kanı sulandırıp kanamaya neden olduğu için anne adaylarına kesinlikle önerilmiyor.

    Bitkilerin çayları kadar yağlarına da dikkat edilmeli. Esansiyel bitki yağlarından anne-bebek arasındaki veya anne rahmindeki ceninin fonksiyonlarını etkileyebileceği için uzak durulmalı.

    Hamilelik döneminde; rezene, adaçayı, ardıç, kekik, lavanta, biberiye, civanperçemi ve mercanköşk gibi bitkilerin yağlarının ağız yoluyla alınması da sakıncalı.”

  • Evi hızlıca temizlemenin 14 pratik yolu

    Evi hızlıca temizlemenin 14 pratik yolu

    “Her gün temizlik mi yapacağız” diyen hanımlara müjde: İşte hayatınızı kolaylaştıracak evin her alanı için 14 pratik tüyo..

    İster çalışan kadın olun isterseniz de ev hanımı… Temizlik yapmak kadınlara “huzur” verse de temizliğe başlamak bir de ertesi gün yine temizlik yapmak zorunda kalmak biraz yorucu olabilir.

    Ancak şimdi öğreneceğiniz bilgiler sayesinde evinizi daha pratik ve etkili şekilde temizleyeceksiniz.

    Evi hızlıca temizlemenin 14 pratik yolu | 7

    LAVOBO DELİĞİ

    Lavabonuzun içini karbonat ve diş fırçası yardımıyla temizleyin. Daha sonra lavabonun deliğine birkaç dilim limon koyun ve suyu akıtın. Lavabonuz temizlenecektir.

    KIYAFETLERDEKİ İNATÇI LEKELER

    Kıyafetlerinizdeki zorlu lekeleri beyaz tebeşirle temizleyin. Lekeleri üstünü beyaz tebeşirle sürtün. Daha sonra da kıyafetlerinizi normal bir şekilde yıkayın.

    DOĞRAMA TAHTASI

    Biraz tuz ve limon yardımıyla ahşap doğrama tahtalarındaki istenmeyen kokuları giderebilirsiniz. Önce tahtanın üzerine tuz serpin. Daha sonra da tuzu üstünü limon ile sürtün. Son olarak da tahtayı suyla iyice yıkayın.

    MUSLUK

    Musluklarınızın parlamasını mı istiyorsunuz? Yağlı kâğıt ile musluğunuzu fotoğraftaki gibi ovalayın. Musluğunuzun parladığını göreceksiniz.

    PENCERELER

    Pencerelerinizi her zamanki gibi temizleyin. Ancak bu sefer pencereleri gazete ile sürtün. Tertemiz olacaklar ve lekeler gidecektir.

    İFLAH OLMAYAN TAVALAR

    Tavaları temizlemenin en iyi yolu tuzdan geçiyor. Tuz, tavadaki yağı emiyor ve yapışkan yanıkları çıkarıyor. Tavanızın içine önce tuz ekleyin sonra da su. Daha sonra sürtmeye başlayın.

    KİM DEMİŞ HALI TEMİZLİĞİ ZOR DİYE?

    1/3 su bardağı beyaz sirkeyle 2/3 su bardağı suyu bir sprey şişesinde karıştırın. Kirli ve kokan halınızın üstüne serpin ve halının üzerine ıslak bir örtü örtün. Ütünüzü buhar moduna alarak 30 saniye boyunca üzerine örtü varken halıyı ütüleyin. İşte bu kadar!

    STOR PERDELER

    Storların temizliği can sıkıcı ve uğraştırıcı olabiliyor. Hemen elinize temiz ve kullanılmayan bir çorap geçirin ve ucuna beyaz sirke dökün. Hızlı ve etkili bir şekilde storlarınızı temizleyeceksiniz.

    BULAŞIK SÜNGERİ

    Bulaşık süngerleriniz zamanla kötü kokar. Hemen süngerinize bulaşık deterjanı ekleyin ve suyla biraz köpürtün. Daha sonra mikro dalgada 1-2 dakika bekletin. Süngeriniz yeni alınmış gibi olacak ve kokmayacaktır.

    GÜMÜŞ EŞYALAR

    Geniş bir kabın içini alüminyum folyo ile döşeyin. Daha sonra folyonun üstüne 300 gram kaba tuz ekleyin. Şimdi de kabınızı ağzına kadar sıcak suyla doldurun, gümüşlerinizi kabın içine koyun ve 20 dakika bekleyin. Beklemenin ardından gümüşlerinizi soğuk suyla durulayın. Tuz ve alüminyum arasındaki kimyasal reaksiyon sayesinde gümüşleriniz parlayacak.

    EVDEKİ KÖTÜ KOKU

    Bir çay kaşığı vanilyayı uygun bir kâseye yerleştirin ve fırınınızda 300 derecede bir saat boyunca ısıtın. Evinizin içini harika bir koku saracaktır.

    YATAĞINIZIN HİJYENİNDEN EMİN MİSİNİZ?

    Yataklar zamanla kirlenir. Ancak buna da çözüm var. Yatağınızın üzerine karbonat serpin ve birkaç saat bekleyin. Beklemenin ardından süpürgenizle karbonatları temizleyin. Kir ve koku gidecektir. Aynı yöntem koltuklarda da kullanılabilir.

    ÜTÜ

    Ütü masanızın üzerine yumuşak bir örtü koyun. Örtünün üzerine de tuz serpin. Şimdi ütünüzü en yüksek sıcaklığa getirin ve buhar ayarı açıksa kapatın. Üzeri tuz kaplı örtünün üzerine ütünüzü birkaç kez gezdirin. Ancak çok baskı yapmayın. Birkaç dakika sonra ütünüzün tabanı yepyeni görünecek.

    EKMEK KIZARTMA MAKİNESİ

    Hiç kullanılmamış bir diş fırçası gerekiyor. Aksi halde tost makinenize bakteri bulaştırabilirsiniz. Yeni diş fırçasıyla tost makinenizin içini rahatlıkla temizleyebilirsiniz.

    Kaynak: posta.com.tr

  • Aşk her zaman mutlu eder mi?

    Aşk her zaman mutlu eder mi?

    Aşk her zaman mutlu eder mi? Aşk, yaşam enerjisi üzerinde çok önemli etkiye sahip en güçlü duygulardan biri. Yüzyıllardır insanlığı meşgul eden konular arasında. Peki aşk neden bu kadar etkili, vücutta neleri değiştiriyor, “ayakları yerden kesen aşk” nasıl oluyor da patolojik bir hal alıyor ve şiddete dönüşüyor?
    “AŞK GEÇİCİ BİR GÖRME KUSURUDUR”

    14 Şubat Sevgililer Gününde aşkın abc’sini ntv.com.tr’ye anlatan İstanbul Florence Nightingale Hastanesinden Uzman Psikolog Gizem Ünveren, “geçici bir görme kusuru” olarak nitelendirdiği aşkı, “insanın sevebilme ve üretme kapasitesinin psikolojik yatırımı” olarak tanımlıyor ve devam ediyor..

    “Çünkü insan sevgi üreterek, sevilmek gereksinimini doyurmak ister. İşte bu süreçte; yaşarken sıkıntı verse de yüreğimizi titreten, aklımızı meşgul eden ve sürekli yaşamak isteyeceğimiz duygu olarak karşımıza çıkan aşk, geçici bir görme kusurudur. Hayal edilenle gerçek arasındaki fark anlaşılıncaya kadar geçen süreyi kapsar. Aynı zamanda olağanüstü bir kaynaşma halidir.”

    AŞK VÜCUDUMUZA NELER YAPIYOR?

    Aşk sadece duygusal değil aynı zamanda fizyolojik bir süreç. Araştırmalara göre, aşık olan kişinin beynindeki kan akışı değişiyor. Ellerde titreme, terleme, kalp çarpıntısı, nefes alışverişinde artma, tükürük salgısının azalması, yüzün soluklaşması veya kızarması gibi bedensel tepkimeler gözleniyor. İnsan beyni için bir çeşit haz kaynağı, haz, mutluluk ve keyif veren dopamin, oksitosin, prolaktin, noradrenalin ve feniletilamin maddelerinin salgıları artıyor.

    SAĞLIKLI AŞK MUTLU EDER, BAĞIMLI AŞK DEPRESİF

    Psikolog Ünveren’in anlattıklarına göre, aşık olan kişi öğrenmeye daha açık ve coşkulu oluyor, çalışmaktan keyif alıyor, agresifliği azalıyor, hoşgörüyü artırıyor. Ancak bu olumlu etkilerin görülmesindeki anahtar nokta aşkın sağlıklı olması. Çünkü sağlıklı aşk kişiyi mutlu ederken, bağımlı aşk depresif yapıyor.

    AŞK NEDEN ACI VERİYOR?

    Yani aşk, her zaman mutluluk vermiyor, bazen kişinin depresif hissetmesine ve acı çekmesine de neden oluyor. Ünveren aşkın acı veren bir duyguya dönüşmesini; “İlişki istendiği gibi gitmediğinde hayat kabusa dönebiliyor. Özellikle geçmişinde büyük kayıplar yaşamış kişiler ayrılığa karşı daha duyarlı ve savunmasız olabiliyor. Kişide umutsuzluk, öfke gibi duygular oluşuyor. Yalnızlık korkusu, karamsarlık, hayatın anlamsızlığı düşünülüyor. Derin bir acı yaşanıyor, ölüm düşüncesi, intihara eğilime kadar giden depresyon görülebiliyor” şeklinde açıklıyor.

    KADIN CİNAYETLERİNİN BİR SEBEBİ DE HASTALIKLI AŞKLAR MI?

    Ancak bir de patolojik yani hastalıklı aşklar var ki, onların verdiği acı ve yıkım çok daha büyük oluyor, aşkla başlayan birliktelikler trajedi ile sonlanıyor. “hastalıklı aşk” kadınlarda da erkeklerde de görülebiliyor ancak olayı şiddete çeviren taraf tamamen erkekler oluyor.

    Hastalıklı aşkın; takıntılı aşk, patolojik aşk veya narsisistik (bencil) aşk diye de adlandırıldığını söyleyen Uzman Psikolog Gizem Ünveren, bu durumda kişinin ilişkiyi bir benlik mücadelesine dönüştürdüğünü söylüyor:

    PATOLOJİK AŞKIN NEDENİ BEBEKLİK DÖNEMİNE KADAR UZANABİLİYOR

    “Sevgi sanılan şeyin altında bağımlılık ve yetersizlik duygularını barındıran saplanıp kalma, yapışıp kalma olabilir. Sağlıklı ruh yapısına sahip olmayan bireylerde bu duygu durumu görülebilir. Aşk sanılan duygu, bebeklik döneminde bağlanma ilişkisinin sağlıklı gelişmemesinden dolayı, kişide hastalık boyutuna varan bir durumu ortaya çıkartabilir. Aşk cinayetleri de bu ruh hali ile gerçekleşir.

    “SEVDİĞİN İÇİN ÖL-ÖLDÜR ÖĞRETİSİ YERLEŞİK HALE GETİRİLİYOR”

    Kişi kendini, o olmazsa yaşayamaz, mutlu olamaz, güçlü olamaz halde hisseder. Karşısındaki için çok şey yaptığını zanneder ama asıl gayesi benliğini kurtarmaktır. Kişinin ileri giden tavırlarına hoşgörülü olunduğunda, “sevdiğin için öl-öldür” öğretisinin yerleşik hale gelmesi, aşkın patolojik boyuta taşınmasının yolunu açar. Takıntı hastalığı, aşk takıntısı şeklinde ortaya çıkabilir. Bağımlı, takıntılı, narsisistik, sınır kişilikler de takıntılı aşk yaşamaya meyillidir.”

    AŞK ACISI ÇEKENLER NE ZAMAN YARDIM ALMALI?

    Biten aşkın ardından üzüntü, sıkıntı ve özlemin yaşanması normal ama Ünveren, bu durumun makul bir sürede geçmesi gerektiğini söylüyor. Yaklaşık 6 ayın sonunda acınız hala aynı yoğunlukta ise bir uzmandan yardım almalısınız. Aşk acısı bedene de yansıyabiliyor. Mide kasılmaları, sürekli baş ağrıları, uyku düzeninde bozulmalar ve iştah kesilmesi görülebiliyor.

    KADIN SEVGİ, ERKEK CİNSELLİK İSTİYOR

    Kadın ve erkeğin aşka yükledikleri anlamlar ve aşktan beklentileri farklılık gösteriyor. Ünveren, kadınların ilişkiden isteklerini kısaca; sevgi, güven, farkedilmek, arzulanmak, takdir görmek olarak özetliyor, erkeklerin cinsel odaklı yaklaşımına vurgu yapıyor:

    “Erkekler genellikle kariyerleri, partnerleri üzerindeki etkileri, cinsel başarıları, çekicilikleri ile alakalı tatmin olmayı yani övgü ve onay almayı istiyor. Erkekler için ilişkideki kilit noktalardan biri cinselliktir. Erkeklerin ilişkiye bağlılığı cinsellikle pekişirken, kadınların bağlığı ise iletişim ile gerçekleşir.”

    CİNSELLİK PARTNERLERİN HORMONAL BAĞ KURMASINI SAĞLIYOR

    Aşkı ateşleyen ve sürdüren en önemli etkenin cinsel enerji olduğunu söylemek doğru olur mu, cinsel enerji bitince aşk da bitiyor mu? Ünveren’in yorumu şöyle:

    “İlişkide bağlılık ve süreklilik sağlayan önemli etkenlerden biri cinselliktir, biyolojik olarak partnerler arasında hormonal bir bağ da kurulmasına neden olur. Burada etkili olan hormonlar oksitosin, dopamin ve serotonindir. Bu hormonal uyarı ile haz alma mutlu hissetme bağlılık ve ait hissetme gibi duygular ortaya çıkar.”

    AŞKIN ÖMRÜ NE KADAR?

    Aşkın ömrü ile bilimsel araştırmalara işaret eden Psikolog Ünveren, “Aşkın ömrünün 2-3 yıl olduğu araştırmalarla saptanmıştır. Aşk için gerekli olan dopamin, noradrenalin ve feniletamin gittikçe azalıyor. İlişki devam ederse endorfinler devreye giriyor ve huzur, güven gibi duygular ilişkiye ekleniyor. Seksle beraber oksitosinin salınması ile doyum ve bağlanma gerçekleşiyor” diyor.

    Yani, ömrü 3 yıl olsa da sevgiye evrilebilen sağlıklı aşklar, bedeni ve ruhu beslemeye devam ediyor.

     

     

    Kaynak: Ntv.com.tr