Blog

  • ‘Su’ yerine ‘bitki çayı’ tercih edenler dikkat!

    ‘Su’ yerine ‘bitki çayı’ tercih edenler dikkat!

    Manisa Sekizeylül Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ceyna Uysal, soğuk havalarda su tüketiminin unutulduğunu belirtip vatandaşı uyardı. Uysal, sağlıklı bir insanın günde en az 2 veya 2.5 litre su içmesi gerektiğini söyledi.

    Yeni Asır’da yer alan habere göre Sekizeylül Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Ceyna Uysal, vatandaşlara soğuk havalarda su içmeyi unutmamaları konusunda uyardı. Uysal, suyun dokulara oksijen taşıyarak yağ yakımını hızlandırdığını belirterek, “Soğuk havalarda su tüketimi sıklıkla unutulmaktadır. Vücut ısısını dengede tutabilmek, vücutta oluşan toksinlerin atılması, vücut fonksiyonlarının düzenli çalışması, metabolizma dengesinin sağlanması ve vücutta pek çok biyokimyasal reaksiyonun gerçekleşmesi için bol sıvı alımı gerekmektedir. Aldığımız her bir kalori için bir mililitre suya ihtiyaç vardır. İhtiyaç kişiden kişiye değişse de günde sağlıklı bir insanın en az 2 veya 2.5 litre su içmesi gerekmektedir”dedi.

    BİTKİ ÇAYLARINA 2 FİNCAN SINIRI

    Kış aylarında gereğinden fazla tüketilen bitki çaylarına dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çeken Uysal, “Bitki çaylarının yararları yanında fazla tüketilmesi halinde vücut sağlığı için zararlı olabilecek etkilerinin bulunduğu da unutulmamalıdır. Bu nedenle günlük bitki çayı tüketimi 2 fincanla sınırlandırılmalıdır. Mevsim geçişlerinde enfeksiyonlardan korunmak adına ıhlamur, adaçayı, özellikle C vitamininden zengin kuşburnu çayı, vücut ısısını arttırarak toksin atıcı özelliği olan zencefil gibi bitki çayları belirli miktarlarda tercih edilmelidir” diye konuştu.

  • Temel cilt bakımı nasıl yapılır?

    Temel cilt bakımı nasıl yapılır?

    Aslında cilt bakımını çok basitçe yapmak mümkündür. Yüzünüzü yıkamak 10 adımlı bir süreç değildir ve size çok fazla masraf çıkartmaz. İyi bir cilt bakımının üç temel adımı içermesi gereklidir.

    Temizlik; günlük temizlik ile cilt üzerindeki kir ve kimyasal maddeler uzaklaştırılır.
    Nemlendirme ile cildin nemi ve tazelenmesi sağlanır.
    Güneşten korunmayla UV ışınlarının zararlı etkilerinden korunulur.

    Temizlik

    Çoğumuz cilt bakımında temizliğin ne kadar önemli yer tuttuğunu bilmeyiz. Temizliğin amacı cilt üzerinde bulunan kir, yağ, dökülen hücreler ve bakterilerin uzaklaştırılmasıdır. Ancak bazen de bu temizliği yaparken, temizleyicilerin cilde zararlı etkileri olur.

    Çoğu insanın cildi, normalde kuru değilken, kullandığı temizleyicilerden dolayı kurur. Sıklıkla insanlar cilt temizliğinin ardından, ciltlerini kuru ve gergin hissetmezlerse temiz olduğunu düşünemezler. Bu hislerinin normal olmasına alışmışlardırlar. Bu temizliğin ciltlerine zarar vereceklerini bilmezler. Peki hangi temizleyicinin size uygun olduğunu nasıl bileceksiniz? Bunun için ilk öğrenmeniz gereken şey ne tür cilt temizleyicilerinin olduğudur.
    Sabun şeklindeki temizleyiciler en çok tahriş eden gruptur. Ancak en iyi temizlik yapan da onlardır.
    Sıvı şeklindeki temizleyiciler her cilt için özellikle yağlı ciltler için uygun temizliyicilerdir. Toleransı yüksek ürünlerdir.
    Yüz temizleyicileri en yumuşak şekilde cildi temizleyen gruptur. Fakat yağ ve kirleri tam anlamıyla temizlemeyebilirler.
    Sonuç olarak temiz olduğunuzu hissetmek için cildinizin kuruması gerekmez. Seçebileceğiniz pek çok ürün vardır. Cildinizdeki kir ve yağlardan kurtulabilmenizi sağlayacak en hafif temizlik ürününü kullanmaya çalışın.

    Nemlendirme

    İyi bir cilt bakımı için nemlendirme de önemli bir noktadır. İyi bir nemlendirme ile çatlamış ve kalın bir cildin oluşmasını engelleyebilirsiniz. Etkili bir nemlendirmenin içinde cildin düzgün yapısının devam etmesine yardımcı olacak doğal maddeler bulunmalıdır. Böylece serbest radikallerin zarar verici etkilerini önleyip, hücre fonksiyonlarının normal şekilde devam etmesine yardımcı olunur.

    İyi bir nemlendiricinin içinde neler olması gereklidir?

    Geçmişte nemlendiricilerin içinde bulunan su ve yumuşak yapılı malzemelerle, cildin su tutması için uğraşılırdı. Bu tür nemlendiricilerin üretimindeki tek fark tüketicinin nasıl hissetikleriyle ilgili olurdu. Şimdi ise bu tür ürünlerin üretilmesinde artık oldukça karmaşık bir sanat ve bilim desteği vardır. Günümüzdeki nemlendiricilerin içinde bulunan maddeler şöyledir;

    Gliserol, cildin ihtiyacı olduğu yerdeki su ve diğer içeriklerin hücre içine girmesine yardımcı olur.
    Seramid, cildin doğal yağlarının tazelenmesine yardımcı olur.
    Hidroksi asitler, ölü cilt hücrelerinin atılmasına yardım eder.
    Niyasinamid, cildin doğal yağının üretimine yardım eder ve güneşten dolayı oluşan kahverengi leke ve iz gibi bazı sorunların azaltılmasına katkıda bulunur.

    Nemlendirici nasıl seçilmelidir?

    Her cilt aynı olmadığı gibi her nemlendirici de aynı olmaz. Sizin cildiniz için en uygun nemlendiriciyi seçmedeki en önemli nokta, cildinizin ihtiyaçlarıdır. Bu yüzden nemlendirici seçerken cildinizin durumunu dikkate almanız gerekecektir.

    Aşağıdaki gibi pek çok türde nemlendiricileri piyasada bulabilirsiniz .
    Kuru ciltler için nemlendiriciler
    Yağlı ciltler için nemlendiriciler
    Normal ciltler için nemlendiriciler
    Akneye meyilli ciltler için nemlendiriciler
    Kızıl ciltler için nemlendiriciler
    Hassas ciltler için nemlendiriciler
    Güneş koruyuculu nemlendiriciler gibi pek çok çeşitte nemlendirici bulmak mümkündür.

    Güneş koruyucular

    İyi bir cilt bakımı için son adım güneş koruyucu bir ürün kullanmaktır. Ancak nedense hep ihmal edilir. Cildiniz kirli veya kuru ise bunu tespit edip, yıkamak ve biraz nemlendirici sürmek kolaydır. Bunu kolayca görür veya hissedersiniz. Ancak UV ışınlarından cildinizin nasıl etkilendiğini görmeniz o kadar kolay olmaz. Bu etki çok yavaş ve cilt altından başladığı için farketmeniz oldukça zordur. Çoğu insan UV ışınlarına maruz kalmanın güneş yanıkları, foto yaşlanma ve cilt kanserinde risk artışına neden olduğunu bilmektedir. Ancak bu etkilerin gün içinde evden arabanıza doğru giderken ya da pencerenizin kenarında otururken de devam ettiğini biliyor musunuz? Bu kadar az miktardaki maruziyet bile yıllar içinde kırışıklık, koyu lekeler ve hatta cilt kanserine dahi neden olabilmektedir.

    Güneş koruyucular nasıl seçilmelidir?

    Güneş koruyucunuzu seçerken dikkat edeceğiniz pek çok faktör vardır.

    Güneş koruyucunuz nasıl etki göstermektedir?
    Günlük kullanılan güneş koruyucu mu?
    Sadece güneş koruyucu etkisi mi var yoksa nemlendirici özellikleri de var mı?
    UV koruyuculuk oranı ne kadardır?
    Güneşteyken ne kadar güvenebilirsiniz?

    Sonuçta cildinizin bakımı için temizlik ve nemlendirme işine önem veriyorsunuz. Ancak bunlarla cildinize yaptığınız iyilikleri, güneşten gelen UV ışınlarıyla bozmayın. Kendinize uygun, güzel bir güneş koruyucu bulun ve bunu kullanmayı tıpkı temizlik ve diş fırçalama gibi günlük yaptığınız işlerin arasına alarak ihmal etmeyin.

    Dr. Ayşe Nilhan ATSÜ

  • Çocuklar neden hırsızlık yaparlar

    Çocuklar neden hırsızlık yaparlar

    5 yaşına kadar çocuklarda mülkiyet duygusu tam gelişmediğinden , etraflarındaki hoşlarına giden ya da ihtiyaç duydukları tüm eşyaları kendilerinin zannederek almaya çalışırlar. Eğer aile bireyleri çocuğa mülkiyet kavramını doğru anlatamazsa ve başkalarının haklarına saygı duyması gerektiğini gerek kendi davranışları ile örnek olarak, gerekse hikayeleştirerek anlatmazlarsa çocuk bu kavramı öğrenemeyecektir.

    Bu nedenle 5 yaşına kadar çocuğun çalma davranışı ciddi bir sorun olarak görülmemekte ancak yetersiz eğitim aldığının bir kanıtıdır. Eğer çocuk ihtiyaç duyduğu kendi eşyalarına yeterince sahipse ve ilkokul çağlarında kendi harçlığını düzenli alıyorsa bu davranışı giderek ortadan kalkacaktır.

    8 yaşından itibaren mülkiyet duygusu gelişen çocuklar, gelişim aşamalarında içinde bulundukları sosyal çevreye adapte olmaya çalışırlar. Uyum ve davranış bozukluğu belirtisi olan çalma davranışı , eğer hala devam ediyor ise tehlike çanları çalmaya başlamış ve mutlaka altta yatan sebep araştırılmalı demektir.

    Hırsızlık nedenleri:

    Patolojik olmayan hırsızlık:

    Yarar sağlamayan hırsızlıklar; genelde çocuklar bu şekilde çalarlar

    Cömertlik hırsızlığı ; çaldığı objeyi dağıtır, başkalarının gözünde değerli olmak için yaparlar

    Gereksinim hırsızlığı; yoksul veya evden kaçan çocuklarda görülür. Çocuğun çok istediği ama almadığı bir şeyi almak için yaptığı hırsızlıktır.

    Ancak hırsızlığın kötü bir şey olduğunu içselleştirmiş olan çocuklarda her ne kadar ihtiyaçları olursa olsun çalma davranışı görülmez. Eğer ailelerinden bu davranışı öğrenmişlerse normalleştireceklerdir.

    Patoljik Hırsızlık:

    Saldırgan; başkasına zarar vermek amacıyla yapılan hırsızlıktır.

    Dürtüsel; çalma eğilimi istemsiz, düşünülmeden ve plansızca dürtüsünü kontrol edemediği için gerçekleşir

    Zevk amaçlı ; daha çok ergenlerde ve çeteleşme eğilimi olan gençlerde görülen ve çalmanın yarattığı hazzın ve heyecanın peşinde koşmalarından dolayı gerçekleşir.

    Telafi hırsızlığı; sevgi eksikliği olan, çekingen, aşağılık duygusu içinde çocukların yaptığı davranıştır. Bazen kardeş kıskançlığı, bazen aile içinde yaşanan problemlerin bir yansıması çocuğun dikkat çekme davranışı şeklinde olabilir.

    Çocuk alamadığı sevgiyi ve doyumu kendi olanakları ile gerçekleştirir. İç dünyasında yaşadığı OEDİPUS çatışmasının dışlaştırılmasıdır. Burada babanın yerini jandarma, polis, yargıç alır.

    Çocuklarınıza aidiyet duygusunu ve başkalarının haklarına saygı duyması gerektiğini öğretin. Siz de doğru davranışlar sergileyerek, onlara örnek olun

    İlkokuldan itibaren yeterli harçlık verin ve parayı nasıl yönetmesi gerektiğini öğretin. Hatta biriktirme davranışı için teşvik edin

    Sevginizi koşulsuz şartsız hissettiririn. Ne aşırı serbest ve ilgisiz davranın ne de aşırı katı ve kuralcı.

    Eğer çocuğunuz küçücük de olsa bir şey çalmaya başlamışsa mutlaka konuyu ciddiye alın ve altında yatan başka bir sebep var mı araştırın.

    Tüm doğru yaklaşımlarınıza rağmen hırsızlığa devam ediyor ise mutlaka bir uzmandan yardım alın ( Psikoterapi ile gelişim süreci değerlendirilecek, oyun ve davranış terapileri ile problemin temel sebebi teşhis edilecektir. Çocuğun iç çatışmalarının yüzeye çıkarılması sağlandıktan sonra benlik güçlendirilmesi çalışmaları ile hırsızlık davranışı ortadan kaldırılmaya çalışılacaktır.

    Dr. Psk. Obengül EJDER

  • Evlilikte kıskançlık

    Evlilikte kıskançlık

    Bay S ve Bayan E çifti karşımda oturuyorlardı. Benden eş terapisi için randevu almışlardı. İkisi de oldukça depresif ve çökkün görünüyordu. Onları buraya getiren sebebin ne olduğunu sorduğumda Bayan E tek kelimeyle cevap verdi. KISKANÇLIK! Bu kelime dudaklarından dökülür dökülmez de hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış ve konuşamamıştı. Onu bu hale getiren şey, eşinin bitmek bilmeyen ve sınır tanımayan kıskançlık krizleriydi. Bayan E’nin ifadesine göre Bay S, bana gelmiş olmalarından bile rahatsız olabilecek ve “neden bayan bir psikolog bulmadın?” diye bir kriz çıkarabilecek bir yapıya sahipti. Nitekim Bay S, bu olağanüstü kıskançlığı sayesinde, hem kendisinin hem de eşinin tükenme noktasına gelmesine vesile olmuştu. Kıskançlık denilen şeyin, dozu iyi ayarlanmadığında, insan hayatını nasıl felç edebileceğini bir kez daha müşahede etmiş oldum.

    Peki kıskançlık nedir ve nasıl olur? Bunu insandaki ruhsal olgunlaşma süreçlerine atıfla irdelemek istiyorum. Bir sabah otomobilinize binmek üzere otoparka indiğinizde komşunuzun aldığı son model, pahalı otomobili gördünüz. Sizinkinin yanında oldukça ihtişamlı duran bu otomobil sizde bir duygu tetikleyecektir. İşte bu otomobile hissedilen duygu, insanın ruhsal olgunluk seviyesinin turnusol kağıdıdır.

    Bu duyguları ilkelden olguna bir spektrum üzerinde düşünürsek, en ilkel duygu haset duygusudur. Haset insan, güzelliğin başkasında olmasına tahammül edemez. Hemen oracıkta o otomobili tahrip etmek, çizmek ister.

    Haseti geçip bir basamak olgunlaşan kişinin hissettiği duygu açgözlülüktür. Güzel, ancak ondaysa iyi ve güzeldir. Bu kişi otomobili tahrip etmez ama o otomobili ele geçirmenin yollarını arar.

    Açgözlülüğü de aşan birey, bir basamak daha olgun olan kıskançlık seviyesine gelir. Komşunun otomobili güzeldir fakat daha güzeli onda olmalıdır. Komşunun otomobiline herhangi bir zarar vermez, ele geçirmeye de çalışmaz. Kendini gece gündüz çalışıp daha iyisini almak gibi bir amacın içinde buluverir.

    Kıskançlık duygusunu da aşan birey, en olgun ruhsal gelişim mertebesi olan “şükran” duygusuna ulaşır. O artık “komşum çalışmış, çabalamış, kendine güzel bir otomobil almış, umarım güzel günlerde kullanır” diyebilen, başkalarının mutluluğuyla mutlu olabilen, başkalarının huzurundan huzur bulan bir seviyeye gelmiş demektir. Buraya çok az insan gelebilmektedir.

    Kıskançlığın spektrumdaki yerine dikkat edelim. Aslında kıskançlık haset ve açgözlülük duygusuyla kıyaslanamayacak kadar sağlıklı görünmektedir. Kaldı ki; bugün üzerinde oturduğumuz medeniyet bir yönüyle aslında bir kıskançlığın sonucudur. Çünkü medeniyet dediğimiz şey, hep “daha iyi”yi amaçlamayı öngören bir rekabetin ürünüdür. Rekabet dediğimiz şeyi tetikleyen ise kıskançlıktır. Buna bir de şükran duygusuna çok az insanın ulaşabildiği bilgisini eklersek, aslında optimal bir kıskançlığın medeniyetin devamı için gerekli olduğu bile söylenebilir.

    Rekabet duygusunun insanda oluşması, insanın zihinsel olarak üçlü ilişkiler kurabilmesiyle başlamaktadır. Bebek, hayatla ilk anlamlı ilişkisini kurduğu andan itibaren yaklaşık 3 yaşına kadar hep ikili ilişkiler kurmaktadır. Bebeğin imge dünyasında, “annem ve ben”, “babam ve ben” diye ikili ilişki kalıpları vardır. Zihinsel kapasite yetmediği için “annem, babam ve ben” diye bir üçlü sistemde düşünemez. Üç yaş civarında ise bir zihinsel sıçrama ile adeta bir level üste geçilir ve artık iki kişi ilişki halindeyken zihinsel olarak, bu iki kişinin ilişkisinden bir üçüncünün de etkilenmeye başladığına dair bir tasarım gelişir. İşte rekabet duygusu kökenlerini tam da buradan almaktadır.

    Bizim anladığımız manada kıskançlığa baktığımızda, yukarıda sözünü ettiğimiz bir üçlü ilişki döngüsü karşımıza çıkmaktadır. Bir kıskanan vardır, bir kıskanılan vardır, bir de rakip olarak görülen vardır. Peki acaba ne olmuştur da bu medeniyeti doğuran üçlü ilişki döngüsü, bir canavara dönüşmüş ve patolojik boyutlara gelerek Bay S ve Bayan E’yi perişan halde bizim karşımıza getirmiştir? Şimdi bunun üzerinde biraz daha derinlemesine durmak istiyorum.

    Bizim için bunu irdelememize yardımcı olacak birkaç can alıcı soru vardır. Kıskanan ne hissetmektedir ve neyi kıskanmaktadır? Burada elimizdeki en kesin bilgi, kıskananın kıskandığı şeyi kaybetmekten korkuyor oluşudur. Yani ortada bir rakip vardır ve sevdiğiniz ve değer verdiğiniz bir şeyi ona kaptırma endişeniz vardır. Burada öne çıkan detay şudur: Aşırı kıskançlık problemi olan bireyler, genelde özgüvenleri ve özsaygıları düşük, rekabete dayanamayan kişilerdir. Yani ortada –gerçek veya sanal- bir rakip varsa, en garantili yol, mücadele etmek yerine kıskanmak ve kıskanılan şeye esir muamelesi yapmaktır. Bunun sonucunda da her iki taraf, daha derin içsel çatışmaların tam da içinde bulurlar kendilerini. Tarafların birbirleriyle de çatışmaya başlamaları sonucu, her ikisinde de depresyon, panik bozukluk, takıntılar ve muhtelif kaygı bozuklukları gelişme ihtimali oldukça yüksektir.

    Kıskanan kişinin kıskanma hikayesinin arkasında nesnel bir hikayenin olup olmadığının doğru anlaşılması sorunun çözümünde en çok işimize yarayacak bilgilerden bir tanesidir. Söz gelimi Bay S ve Bayan E’nin hikayesinde hiçbir nesnel durum yaşanmamıştı. Fısıltıyla yapılan bir telefon konuşması, bir çok anlama gelebilecek bir mesaj ya da buna benzer herhangi bir bilgi kırıntısı yoktu. Yani Bay S aslında kafasında yarattığı sanal bir rakibe karşı canhıraş bir şekilde eşini koruyordu. Bu kıskançlığın arkasında hiçbir yaşanmışlığın olmaması, şüphesiz işimizi zorlaştırıyordu. Böyle bir hikayenin varlığı elbette ki bize dedektiflik yapma görevi vermiyor. Ama böyle bir hikaye söz konusu olduğunda, bireylerin hangi yorum hatalarını yaptıklarını, hangi bilgi çarpıtmalarını kullandıklarını görmeleri kolay olmaktadır.

    Arka planda böyle bir hikaye kırıntısının olmaması, bizi sorunun daha derin katmanlarda olduğu bilgisine götürmektedir. Ancak buraya geçmeden bir de kıskanılan kişinin ruh halini irdelemek istiyorum. Böyle bir aşırı kıskanılma durumu, hayatı o kişiye adeta zehir etmektedir. Kendisini sürekli gözetleniyormuş gibi hissetmekte, her türlü ilişkisini “gereksiz” bir dikkatle sürdürmektedir. Sürekli olarak eşini aldatmadığını ona ispat etme gayretkeşliğine düşen kişi; sonunda, tıpkı Bayan E’de olduğu gibi depresyona girmektedir. Bazı durumlarda ise, bu durumdan sıkılan kişi, bir süre sonra mutluluğu ve huzuru dışarıda aramaya başlamakta ve böylece kehanet kendini doğrulamaktadır. Arkasında nesnel bir hikaye olsun veya olmasın, öncelikle kişinin bu duygusuna saygı duyulmalıdır. Kişinin problemi öncelikle bebeklik yaşantılarında, anne ve babayla kurulan ilişkideki (psikolojide buna “ilk nesne ilişkileri” diyoruz) güven eksikliğidir. Kişi içselleştirdiği ilk nesne ilişkilerini hayatın her yerine taşımaktadır. Yapılacak iş öncelikle, geçmişle bugün arasındaki bu duygu linklerini kişiye göstermek ve bu linkleri nasıl kıracağıyla ilgili stratejiler geliştirmektir.

    Bir başka önemli detay da, kişinin yine ilk nesne ilişkilerinden getirdiği sevgi ve onay eksikliğidir. Kişi, ötekilerde var olan bir miktar sevgiyi alabilmek için çılgınca bir çaba sarf etmekte ancak her seferinde aldığı sevgi ona yetersiz gelmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da bu sevgiyi zorla, dayatmayla ve baskıyla alacağına dair bir hatalı tasarım gelişmektedir. Kişi, bu sevgiyi nasıl alabileceğiyle ilgili doğru bir yöntem kullanmaya teşvik edildiğinde bu yöntemi bulabildiği ve kıskançlığın pençesinden kurtulabildiği mükerrer defalar müşahede ettiğimiz bir durumdur.

    Kıskançlıkla ilgili bir çalışma sürdürülürken, yalnızca kıskanan tarafa odaklanılmamalıdır. Kıskanılan kişinin de sağduyulu ve anlayışlı olması son derece önemlidir. Kıskanılan taraf mümkün olduğunca şeffaf ve açık olmalı, eşine güvendiğini her fırsatta göstermelidir. Ancak bu her zaman mümkün olamamaktadır. Çünkü genellikle kıskanılan kişi, bu süreç içerisinde bir tükenmişliğin içine sürüklenmekte ve yaşadığı bu olumsuzluktan dolayı duygularını kontrol etmekte zorlanmaktadır. Bu nedenle kıskançlığa maruz kalan kişide öfke patlamaları sıklıkla karşımıza çıkan bir durumdur. Sonuç olarak kıskançlık, azı karar çoğu zarar olan bir duygudur. Makul ve sağlıklı bir kıskançlık ilişkiyi diri tutmak adına önemli bir görevi yerine getirirken, makul ölçülerde olmayanı bireylerin yaşam kalitesini felç edebilmektedir. Bu nedenle bir kıskançlık makul sınırların dışına çıkmaya başladıysa ve taraflar bunu hissediyorsa, arkasında nesnel bir gerçeklik olsun veya olmasın hayat kalitesini sıfıra düşürmesi beklenmeden mutlaka bir uzman yardımı alınmalıdır.

    Psk. Ali Rıza TUNUR

  • Vücutta detoks etkisi yaratan 15 besin

    Vücutta detoks etkisi yaratan 15 besin

    Detoks Nedir?

    Modern yaşam içerisinde farkında olarak ya da olmayarak bedenimize aşırı yükleniriz, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz işlenmiş gıdalar, yaşadığımız stres vücudumuzda kolay atamayacağımız toksik birikim oluşturur. Hastalıklardan korunmak, gençlik enerjimizi ve görünümümüzü uzun yıllar devam ettirebilmek için bedenimizdeki bu toksik birikimi dışarı atmamız gerekir. Bu toksik maddelerin atımına yardımcı besinler;

    1-Turp Yaprağı

    Antioksidan ve sülfür içermektedir. Bu maddeler de detoksifiye enzimleri harekete geçirir ve düzenler.

    2-Kırmızı Biber;

    Portakaldan 3 kat daha fazla C vitamini içerir, C vitamini, toksinleri sindirilebilir materyallere çevirir.

    3-Turunçgiller;

    Yüksek C vitamini içerikleri vardır.

    4-Soya Fasulyesi;

    Bu kolay sindirilebilir fasulye, bağırsak duvarlarındaki toksin kalıntılarının emilimini sağlar.

    5-Ceviz;

    Detoksa yardımcı olmak amacıyla, omega-3 yağ asitlerinin vücuda nüfuz etmesini sağlar.

    6-Ay çekirdeği;

    Yüksek selenyum ve E vitamini içeriği, karaciğerin detoksifiye olma kapasitesini artırır.Aynı zamanda kolesterol gelişimini önler.

    7-Su Teresi;

    Serbest radikalleri hücrelerden uzak tutar, karaciğerdeki arındırıcı enzimleri harekete geçirir ve doğal bir diüretiktir.

    8-Zerdeçal;

    Arınmayı artırmak için karaciğer fonksiyonlarını teşvik eder.

    9-Tam Tahıllar;

    Çözünemeyen lif bakımından oldukça fazladırlar ve vücudu düzene sokarlar, bu da detoksun en önemli unsurudur.

    10-Enginar;

    Sinarin maddesi ile doludur, bu da safra üretimi ve sindirimin düzgün yapılmasını sağlar.

    11-Mercimek;

    Mercimekler, toksinlerin kolayca elimine olmasını sağlar, kolesterolü düşürür ve kan şekerini düzenler.

    12-Sarımsak;

    En iyi dektoks etkisi için, karaciğerin temizlemesine yardımcı olur.

    13-Brokoli;

    Vücudu toksinlerden arındırıp temizlerken, aynı zamanda bir çok vitamini de beraberinde getirir.

    14-Greyfurt;

    Kolesterolü düşürür, böbrek taşı riskini önler ve sindirim sistemini onarır.

    15-Salatalık;

    % 95’i su içerdiği için, toksinleri vücuttan atar ve vücudu alkalize eder.

    Dyt. Eliza GÖZÜYILMAZ

  • Vajinismus çözümsüz değildir

    Vajinismus çözümsüz değildir

    Vajinismus çözümsüz değildir.Vajinismus yeni evlenen çiftlerde en sık karşılaştığımız cinsel fonksiyon bozukluğudur. Vajinismus öğretmen, hemşire, avukat gibi her meslekten ve her sosyo ekonomik düzeyde görülebilen bir cinsel problemdir.
    Vajinismus sorunu yaşayan çiftlerin her denemelerinin sonucunda başarısızlıkla karşılaşmaları zamanla onları bu sorun sanki hiç çözülmeyecekmiş gibi bir düşünce geliştirmelerine neden olur. Oysa vajinismus bütün cinsel fonksiyon bozuklukları içerisinde en kolay çözülebilenidir.
    Aynı zamanda vajinismus(cinsel ilişkiye girememe) sorunu kadar bir çifti üzen başka cinsel fonksiyon bozukluğu yoktur. Bunun nedeni cinsel ilişkinin gerçekleşmemesi nedeniyle evlilik birliğinin tam sağlanamaması olduğu kadar evliliğin çok önemli bir aşaması olan çiftin ilişki duygusunun gelişeceği sırada yani evlilik başlangıcında ilk cinsel deneyim girişimlerinde ortaya çıkmasıdır. Çift her şey yolunda giderken bunun neden başlarına çıktığını bir türlü anlayamaz. Her şey belki yolundadır. Ama çok önemli bir şey hayatlarında eksiktir.
    Vajinismusla karşılaşan çiftler bunun sadece kendi başlarına geldiğini sanırlar. Kendileri gibi aynı sorunu yaşayan birçok kişinin olduğunu vajinismusun bilinen ve kesinlikle çözülebilen bir problem olduğunu öğrenmeleri onları bir parça olsun rahatlatır.
    Bu sorun hem kadının kendi kadınlığında eksiklik olduğunu düşünmesine hem de eşine karşı bir suçluluk hissetmesine neden olur. Erkekte ise eşine karşı öfke, istenmeme ve reddedilme duyguları oluşturduğu için önce gücenme daha sonra kırgınlık hissetmesine neden olur.
    Vajinismusun cinsel terapisi genellikle çiftin birbirini desteklemesi, terapi sürecine odaklanma ve cinsel terapistin klavuzluğu eşliğinde ilerleme ile tam bir düzelme ile sonlanır.
    Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin terapi için geç değildir. Eşler birbirleri ile iyi iletişim kurabildikleri, birbirlerini destekledikleri ve verilen ev ödevlerine motive olabildikleri sürece terapiden tam olarak yararlanmaktadırlar. Biz vajinismusun sadece bir giriş sorunu olmadığını insan cinsel davranışlarının birçok boyutunu etkilediğini gözlemliyoruz. Bu nedenle vajinismus terapisinde sadece penis girişine odaklanmayıp insan cinsel davranışlarının ve cinselliğinin tüm boyutlarını kapsayan bütüncül bir yaklaşımla yaklaşıyoruz.
    Bu bütüncül yaklaşım insan cinselliğine dahası kadın cinselliğine yaklaşmayı kadınların kaçınma ve korku davranışlarını tehdit edici ağrı, acı algılarının ve bundan korunmak için geliştirdikleri savunma ihtiyaçlarının üzerinde çalışma ve bunları çözümleme fırsatı sağlar. Bu çatışma alanları başarı ile çözüldüğü zaman kadın içinde var olan cinselliğini özgürce keyif alarak yaşayabilir ve bunun sonucunda çift cinsel aktivitelerinde birbirlerinden haz alıp haz verebilirler.

    Kaynaklar:
    1-Basson R,Wierman ME, vn Lankveld J. Summary of the recommendations on sexual dysfunctions in women. J Sex Med. 2010;7:314–26.
    2-Wimons JS, Carey MP. Prevalence of sexual dysfunctions: Results form a decade of research. Arch Sex Behav. 2001;30:177–217.
    3-Gillan. P.”Sex Therapy For Single people” Psycbology today.

    Shu. Güldane KAVGACI
    Aile ve Evlilik Terapisti &Cinsel Terapist

  • Balık Tüketmeniz İçin 5 Neden!

    Balık Tüketmeniz İçin 5 Neden!

    Kış aylarında sofraları süsleyen bilmediğiniz faydalarını duymaya hazır mısınız? Denizden babam çıksa yerim diyenlerdenseniz bu yazı tam size göre. İşte balık yemeniz için 5 önemli neden..

    Balık sağlık deposu olması bakımında sürekli tüketilmesi gereken önemli besin kaynaklarının başında geliyor. Balığın faydalarını bilmeyen yoktur ama bir de bu faydalarına bakın. Balık deniz ürünleri arasında en değerlisidir. İçinde barındırdığı vitaminlerin eşdeğeri yoktur.

    baligin-faydalari-3

    İşte balığın bilmediğiniz 5 önemli faydası:

    Alzheimer rahatsızlıklarına iyi geliyor

    Balıkla ilgili yapılan araştırmalara göre balık beyindeki gri nöronları koruduğu için Alzheimer riskini azaltıyor. Özellikle haşlanmış balık hafıza için büyük önem taşıyor. Kızartılmadan yendiğinde beyindeki hatırlama ve öğrenme merkezini olumlu yönde etkiliyor.

    Kalp hastalarına şifa kaynağı

    Balık içinde barındırdığı omega 3 yağ asitleri sayesinde kalp hastalıklarına yakalanma riskini azaltıyor. Bu nedenle kalp hastalıklardan korunmak için bol bol balık tüketilmelidir. Ayrıca kalp hastalarının da mutlaka balık tüketmesi gerekmektedir.

    baligin-faydalari-2

    Depresyonu yeniyor

    Yapılan araştırmalara göre antidepresan ilaçlarıyla birlikte tüketilen balık depresyondan çıkışı daha da kolaylaştırıyor.

    Saç ve deride gözle görülür güzellik

    Balığın bu yönünü belki hiç duymadınız.  Balık sık tüketildiğinde derinizin iyi beslenmesini ve parlamasını sağlar. Ayrıca balık yağı sedef hastalığı olanlara şifa olmuştur.

    Kemik erimesini önlüyor

    Küçük balıklarda bulunan özel kalsiyum kemiklerin güçlenmesini sağlıyor. Bunun dışında menopoza girmiş kadınları mutlaka tüketmeli.

    Gördüğünüz gibi balığın öyle faydaları var ki say say bitmiyor. Sizler için en önemlilerini derledik. Artık sofralarınızdan balığı eksik etmeyin.

    baligin-faydalari-1

    Balığın faydası kadar lezzeti de önemlidir. Balık her mevsim tüketilebilir ancak öncelik vermeniz gereken zamanlar vardır ve bu zamanlarda balık tüketimi hem daha önemli hem de daha lezzetlidir. Yani mevsimden mevsime balığın lezzeti değişir.

    Nedeni ise balığın yağlanma oranlarındaki değişimdir. Ekim ayında balıklar Karadeniz’den Marmara’ya doğru yolculuğa çıkar. Bu nedenle bu ayda palamut ve lüfer balığı boldur. Kasım ayı ise hamsi ayıdır. Bunların yanında lüfer ve istavriti yemenin zamanıdır. Aralık ayında ise yine palamut, mezgit ve hamsi hiç te fena olmaz.

  • Banyo Temizliği Kolaylaştıracak Yollar

    Banyo Temizliği Kolaylaştıracak Yollar

    Evin en çok hijyen gerektiren bölgesi olan banyoların temizliği, genelde fazlasıyla zaman ve çaba gerektirir. Saçlarla tıkanmış lavabolar, kireçlenen musluklar, kirli duş panelleri ve tuvaletler… Her biri için mükemmel bir hijyen sağlamak mümkün mü? Vereceğimiz ipuçları sayesinde evinizdeki malzemelerle bile banyoyu tertemiz kılabilirsiniz.

    1. Pırıl Pırıl Aynalar, Camlar

    Banyodaki ayna ve cam gibi yüzeylerin temizlikle ışıldamasını kim istemez ki? Parlak yüzeyler elde etmenin yolu ise sandığınızdan çok daha basit. Tek yapmanız gereken, tıraş köpüğünü temizleyeceğiniz yüzeye sıkmak ve nemli bir bezle durulamak. Bu kolay işlem sonrasındaki farka inanamayacaksınız.

    2. Tertemiz Bir Küvet

    Küvetteki su ve sabunun oluşturduğu kalıplaşmış lekeleri çıkarmak her zaman çok zorlayıcı olmuştur. Ancak doğru malzemeleri kullanarak küvet temizliğini çok daha zahmetsiz hale getirebilirsiniz. Yarım ölçek sirke, 1 ölçek tuvalet ispirtosu ve çeyrek ölçek karbonatı 4 ölçek suyla karıştırın. Karışımı lekeli bölgelere uygulayıp 15 dakika bekletin ve suyla durulayın. Lekeler kolayca yok olacak.

    3. Klozette Kusursuz Hijyen

    Evde hijyen konusunun en önemli noktalarından birinde sıra. Klozeti temizlemek şimdi çok daha kolay olacak. Hem de daha önce hiç denemediğinizi tahmin ettiğimiz malzemelerle. Her zaman diş ve diş etlerinizi temizlemek için kullandığınız gargaranızı şimdi de tuvalette kullanacaksınız. Yapmanız gerekenler, gargarayı lekeli bölgeye uygulamak ve yarım saat beklettikten sonra tuvalet fırçasıyla temizleyip sifonu çekmek. Ayrıca klozet temizliğinde mükemmel hijyen sağlayan bir diğer madde de sirke. Ancak kokusu dolayısıyla ağız bakım suyunu tercih etmek isteyebilirsiniz.

    4. Temizlikle Parlayan Fayanslar

    Çamaşırlarınız için kullandığınız leke çıkarıcı etkili deterjanları farklı yüzeylerde de kullanmayı denediniz mi? Deterjan içinde bekleteceğiniz bir makyaj temizleme pamuğu, fayans aralarını temizleyip parlatmak için birebir. Aynı işlem için diş macunu ve eski bir diş fırçasını da kullanabilirsiniz.

    5. Paslı Yüzey Temizliği

    Paslı yüzeyleri temizlemek çoğu zaman büyük uğraşlar gerektirebilir. Tabii, doğru formülü bilmiyorsanız. Şimdi paslanan bölgeye biraz tuz dökün ve bölgeyi çitileyerek temizleyin. Üzerine biraz da limon suyu sıkın. Bir gece böylece bekletin. Sabah bu bölgeyi suyla duruladığınızda kir ve pastan eser kalmamış olduğunu göreceksiniz.

    6. Tertemiz Tavan Döşemeleri

    Bembeyaz tavanlarda tozlanma hiç de istediğimiz bir şey değil. Ancak bunun önüne geçmenin oldukça kolay bir yolu var. İhtiyaçlarınız, bir yüzey temizleyici mop, biraz su ve sirke. Suyun içine sirke ekleyin, karıştırın ve süpürgeyi karışıma daldırıp tavana uygulayın. İşlem sırasında gözlerinizi korumanızda fayda var.

    7. Yeni Gibi Bir Duş Perdesi

    Su ve sabun kalıntıları ile pislenen duş perdesini temizlemenin oldukça kolay bir yolunu biliyoruz. Spreyli bir kabın içine 500 ml. sıvı çamaşır deterjanı, 2 yemek kaşığı da bulaşık deterjanı ekleyin ve karışımı duş perdenize iyice sıkın. Birkaç dakika sonunda suyla durulayın ve yeni duş perdenize “Merhaba!” deyin.

  • Aşk? Şefkat? Şehvet ?

    Aşk? Şefkat? Şehvet ?

    Son zamanlarda eşinin eve geç gelmesinden şikayet eden danışanım; “ artık eşim bana eskisi gibi romantik davranmıyor, uzun saatler işte kalıyor. Benimle sohbet etmek istemiyor, eve geldiğinde hep ,yorgunum , diyerek koltukta uyuya kalıyor. Önceleri oğlumuzla ilgilenirdi, şimdi ilgilenmek bile istemiyor. Anlamıyorum bu adam neden bu kadar değişti ? ” diye soruyordu.

    Eşini dinlediğimiz zaman ise; “ biz birbirimize aşık olarak evlendik, birbirimize sürprizler yapardık. Eve heyecanla gelirdim. Eşim anne olduktan sonra çok değişti. Evde sürekli eşofmanla dolaşıyor, yemek ve temizliğe takmış durumda. Sürekli beni kontrol ediyor. Öğlen yediğim yemekten, giydiğim kıyafete kadar bir çocukmuşum gibi müdahale ediyor. Oğlumuz doğduğundan beri 3 kişi bir yatakta yatıyoruz. Bazen geceleri üzerimizi örtüyor. Evde beni bir eş olarak yok saydığını düşünüyorum, boğulduğumu hissediyorum” diyordu.

    Eşinizi çocuğunuz gibi görmeyin

    Bazen kadınlar anne rolüne öyle kaptırırlar ki kendilerini , eşlerine de tıpkı çocuklarına davrandıkları gibi davranırlar. Onu korur ve kollarlar, her istediklerini anında yapmaya çalışırlar. Aşırı derecede verici ve fedakar olurlar. Kendi fiziksel, duygusal ve cinsel ihtiyaçlarını yok sayarlar.

    Başlangıçta bu ilgi ve alaka erkeklerin hoşuna gidiyor gibi görünse de bir süre sonra eşlerini, hayat arkadaşları, aşık oldukları kadın gibi değil de anneleri gibi görmeye başlarlar. Bu durum çiftin arasındaki sağlıklı iletişimi azalttığı gibi cinsel enerjiyi de azaltır.

    Kendinize bir sorun;

    • Eşinizin, yemek yeme, giyinme tarzı ve diğer konularında bir anne gibi üzerine düşüyor , müdahale ediyor musunuz?

    • Sürekli onu kontrol etme ihtiyacı duyuyor musunuz?

    • Bir anne şefkatinde yaklaşıyor, koruyup kolluyor musunuz?

    • Eşinizin adına, onun iyiliği için ama ondan da habersiz, çeşitli kararlar alıyor musunuz?

    • Yatak odanızda çocuklarınızla uyuyor, eşinizi oturma odasında yatmaya mecbur bırakıyor musunuz?

    Eğer cevabınız “EVET “ ise hemen bu gün bir değişim kararı alın. Çünkü çiftler arasında şefkat, şehvetten baskınsa bir süre sonra ilişkiyi yıpratacaktır.

    Unutmayın ki onun bir annesi zaten var, ikinci bir anne sevgisine değil, hayatı paylaşacak, onu tutkuyla seven bir sevgiliye ihtiyacı var.

    Not: danışan hikayeleri etik ilkeler değeri değiştirilmiştir.

     

    Kaynak: Dr. Psk. Obengül EJDER tarafından yazılmıştır.

  • Anne erkek çocuk iletişimi

    Anne erkek çocuk iletişimi

    Oğlunuzun büyümesine izin verin: Türk aile yapısında erkek çocuklara sorumluluk verilmemesi, gelecekteki yaşamlarında da sorunlara yol açıyor. Büyüyebilmesi için en azından kendisi ile ilgili sorumlulukları alabilmesi gerekir.

    Kendinizle kıyaslamayın: Kıyaslamak oğlunuzun kendisini mutsuz ve yetersiz hissetmesine neden olur. Bunun yerine annenin oğlundaki farklılıkları görüp, bu yönleri geliştirmesine yardımcı olması gerekir.

    Arkadaşça yaklaşan anne olun: Genç erkeklere ‘arkadaş’ gibi davranmak yerine, annesi olduğunuzu, daima ona destek vereceğinizi hissettirin. Çünkü onun anneye ihtiyacı var.

    Onlarla inatlaşmaktan kaçının: Ergenlik çağında erkekliklerini ispatlamak amacıyla anneyle çatışmaya girmek, sık görülen bir durumdur. Genç erkekler bu dönemde annelerinin desteğini isterler. Bu dönemde onlarla inatlaşmak, aşırı ve mantıksız yasaklarda diretmek inatlaşmalarına yol açar. İnatlaşmak da evden kaçma, okulu bırakma gibi sonuçlar doğurur.

    Yeterli zaman ayırın dinleyin: Çatışmalı ergenlik döneminde oğlunuzla iletişimi bırakmayın. Arkadaşlarını küçümseyip ‘saçını beğenmedim, o çocuk tembel, onunla niye arkadaşlık ediyorsun’ gibi cümleler kurarak yaklaşmayın. Bu tür yaklaşımların çocuğunuzu sizden uzaklaştıracak davranışlar olduğunu unutmayın.