Blog

  • Zayıflatan kahvaltılıklar

    Zayıflatan kahvaltılıklar

    Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, kahvaltıda kahve, muz, yumurta, yaban mersini, çilek, kepekli tost tüketiminin sağlık için yararlı olacağını söyledi.
    Tutar, zayıflatan kahvaltılıklar şöyle sıraladı;

    Zayıflatan kahvaltılıklar

    “Kahve: İçerisindeki kafein sizi harekete geçirecektir. Eğer sabahları spor yapmayı tercih edenlerdenseniz spordan 45 dakika önce içilen kahve daha çabuk terlemenize neden olur. Bu durum daha fazla yağ yakmanızı sağlayacaktır. Eğer kahve içtikten sonra spor yaparsanız yüzde 15 oranında daha fazla yağ yakımınız gerçekleşir. Bu nedenle kahveyi eğer tansiyon probleminiz yok ise sabahları tercih etmelisiniz.
    Muz: Hem tok tutması hem de keyifle tüketilmesi muzu sabah kahvaltısının alternatif meyvesi yapmaktadır. İçerisindeki zengin potasyum ile kalbinize destek olurken aynı zamanda barsak problemleriniz var ise ona da destek olmaktadır. Ayrıca bağışıklık sisteminizi güçlendiren meyvelerin başında gelmektedir.
    Yumurta: Kahvaltının yıldızı ve vazgeçilmezidir. Temel protein kaynağıdır. Eğer fit bir bedene sahip olmak istiyorsanız veya kilo almaktan korkuyorsanız yumurtayı beslenme programınıza kesinlikle dâhil etmelisiniz. Sabah kahvaltısında omlet, menemen veya haşlanmış olarak tüketilen bir yumurta ile gün içerisinde daha uzun süre tok kaldığınızı göreceksiniz. Ayrıca spor yapıyorsanız beslenme uzmanınıza danışarak daha fazla yumurta beyazı tüketebilirsiniz.
    Yaban Mersini: Barsak metabolizmasını düzenlemesi nedeni ile yaban mersini sabah kahvaltılarında tüketilmesi önemlidir. Ayrıca mide krampları veya ülseri olanlar için yaban mersininin ekstra faydası vardır. Antioksidan özelliğinin olmasının yanı sıra enfeksiyonlara karşı koruyucudur. Bu nedenle bağışıklık sisteminizin en önemli koruyucularından birisidir.
    Çilek: B ve C vitamini içeriği yüksek olan çileğin damar tıkanıklığını önleyici ve kolesterolü düşürücü etkisi olduğu bilinmektedir. Ayrıca fosfor ve demir içeriği yüksektir. Günü daha dinç ve sağlıklı geçirmek istiyorsanız sabahları 8-10 adet çilek tüketebilirsiniz. Çilek antioksidan özelliği sayesinde daha enerjik bir gün geçirmenizi sağlayacaktır.
    Çay: Çayı dünyada en çok içen toplumlardan olmamız bizim için ekstra bir avantaj sağlamaktadır. Çünkü sabah saatlerinde içilen çayın uyarıcı etkisi vardır ve günü daha dinç geçirmenizi sağlar. Fakat çok fazla çay içilmesi uzun vadeli kan seviyenizin düşmesine neden olur bu durumda halsizlik yaratabilir. Bu nedenle mümkün olduğunca açık ve limonlu olarak tüketilebilir.
    Süt: Proteinden zengin olan besinleri fazla tüketirseniz hem uzun süre tokluk sağlar hem de kilo verirsiniz. Bu nedenle sabah saatlerinde sütü beslenme programınızda bulundurmalısınız. Sabah içilen bir bardak süt bir sonraki öğünde daha az besin tüketmenizi sağlayacaktır. Ayrıca içerisindeki zengin kalsiyum kaynağı kemik ve diş sağlığı için önemlidir. Bu nedenle çocuğunuz başta olmak üzere sizde süt içmeyi ihmal etmemelisiniz.
    Kepekli Tost: Eğer sabah kahvaltısı yapacak zamanınız yoksa en pratik çözüm kepekli ekmeğe hazırlanmış tosttur. Hem gün içerisinde enerjiye ihtiyaç duyduğunuz karbonhidratı ekmekten hem de zayıflamak için gerekli olan proteini peynirden vücudunuza almış olacaksınız. Kepekli tost iyi bir alternatif olmasının yanında kan seviyesi düşük olan bireyler için doğru bir seçim olmayabilir çünkü kepek kan seviyesinin düşmesine neden olur.”

  • Sivilce izleri nasıl yok edilir

    Sivilce izleri nasıl yok edilir

    Sivilce izleri nasıl yok edilir ? Sivilce izleri, cilt güzelliğinin en büyük düşmanı. Özellikle ergenlik döneminde sıkça görülen sivilce sorunu, atlatılsa bile geride kalan izleriyle psikolojik sorunlara bile neden olabiliyor. Memorial Hizmet Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Selma Salman, sivilce izlerinin tedavisinde kullanılan yöntemleri anlattı: “Tedavi ne kadar erken başlarsa o kadar iyi.

    Bazen de daha iyi sonuçlar almak için birkaç yöntem birlikte kullanılabiliyor” diyor Salman. Ayrıca tedavide, üst derinin bir kısmının soyularak yenisinin üretilmesini sağlamak amaçlanır ya da alt deri mekanik veya kimyasal yolla yeni destek doku üretmesini sağlamak için uyarılır. İşte bu yöntemler:

    Sivilce izleri nasıl yok edilir ?

    1.PEELİNG ZAMANI
    Cildi yenileyen bazı özel kimyasal maddelerin yüze sürülüp belirli bir süre bekletildikten sonra bol suyla arındırılması işlemidir. Yöntem, bu konuda eğitimli hekim kontrolünde uygulanmalıdır. İşlemde derinin üst tabakasında kontrollü olarak kısmi veya tam hasar oluşturulmaya çalışılır. Bu uygulamanın sonunda ciltte birkaç gün süren soyulma meydana gelebilmektedir. Ardından yenilenmiş alt ve üst deri oluşmaktadır. Esmer tenli kişilerde iz bırakma riski nedeniyle önerilmeyen kimyasal peeling işleminin ardından bol nemlendirici ve güneş koruyucu kullanılması gerekmektedir. Etkin sonuç için 2 haftada bir 4-6 seans uygulanması gereken işlemin güneşin yoğun olduğu aylarda yapılması uygun değildir.

    2. CİLDİ YENİLEYEN YÖNTEM
    Mikro iğneleme sistemi olarak da bilinen “dermaroller” ya da “dermapen” işlemleri de sivilce izlerinden kurtulmak için etkin uygulamalar arasındadır. Üzerinde çok sayıda mikro iğnecik bulunan dermaroller işlemin yapılacağı alana anestezik kremin sürülmesinden 30 dakika sonra uygulanmaktadır. Ciltte gezdirilen cihazın üzerinde bulunan mikro iğneler sayesinde yüzeyde on binlerce mikro kanal açılmaktadır. Bu mikro kanalların oluşturduğu uyarı ile cilt kendini tamir etmek için yeni bağ dokusu elemanları sentezlemektedir. Dermapen ise bu mikro iğnelerin kalem şeklinde bir cihazla deriye uzunlamasına olarak uygulanmasını sağlayan bir alettir. Akne izlerinin azalması için ayda bir 4 seans uygulama önerilmektedir.

    sivilce izleri nasıl yok edilir
    sivilce izleri nasıl yok edilir

    3. HASARLI DERİYİ YOK EDİYOR
    Derinin yüksek basınçla hareket eden alüminyum oksit kristalleriyle soyulması işlemidir. Bu sayede cilt yüzeyindeki hasarlı, uzaklaştırılacak hücrelerin ve cilt atıklarının daha hızlı yok edilmesi sağlanır. Yüzeysel akne tedavisinde etkindir. Genelde tekrarlayan uygulamalar ve diğer tedavi seçenekleri ile kombine uygulamalar fayda sağlamaktadır.

    4. İÇTEN GELEN GÜZELLİK: PRP
    Cilt gençleştirme ve saç dökülmesi durumlarında da uygulanabilen PRP işlemi (Platelet rich plasma) akne izleri tedavisinde de kullanılmaktadır. PRP işleminde uygulama yapılacak kişinin kanı alınır ve özel cihazlarda santrifüj edilerek ayrıştırılır. Bu ayrıştırma sonucunda kanın içindeki trombositten zengin plazma elde edilmiş olur. Elde edilen plazma yaklaşık 1 cm aralarla cilde enjekte edilmektedir. Trombositlerden salınan büyüme faktörleri, kök hücreleri uyararak ciltte yeni hücre sentezi yapmaya yardımcı olmaktadır. Bu sayede sivilce nedeniyle hasarlanmış ve iz oluşmuş derinin yenilenerek düzelmesini amaçlanmaktadır. Uygulama radyofrekans ve dermaroller gibi diğer kozmetik işlemler ile kombine edildiğinde daha başarılı sonuçlar olabilmektedir. 15 gün arayla 3-4 seans PRP yapılması önerilmektedir.

    5. CİLDE ALTIN DOKUNUŞLAR
    Halk arasında altın iğne olarak bilinen fraksiyonel radyo frekans uygulaması son dönemde sıkça kullanılan bir yöntemdir. İletkenliği çok iyi olan ve çevre dokuya zarar vermeden kontrollü iletkenlik sağlayan altın iğneler vasıtasıyla cilt altına radyofrekans verilmektedir. Derinin alt tabakalarında meydana gelen ısı artışı sayesinde kontrollü bir hasar oluşturulmaktadır. Deri bu hasarı onarma yoluna gider ve bağ dokusu sentezini uyararak sivilce izinin onarımını sağlamaktadır. 40-45 dakika süren işlemin ardından kişi 1-2 saat süren kızarıklıktan sonra sosyal yaşantısına devam edebilmektedir. Bu sebeple oldukça etkin ve konforlu bir yöntemdir. Bazen tek seansta bile istenilen sonuç alınabilmektedir.

    6-HER MEVSİM UYGUN OLAN YÖNTEM
    Sivilce izlerinin tedavisi ve gözenek sıkılaştırmada kullanılan karbon peeling uygulaması karbon partiküllerinin yüze uygulanması sonrası Q switched Nd-YAG lazerle yapılan bir işlemdir. Lazer uygulaması öncesi karbon solüsyonu ciltte 10 dakika bekletilir. Cilt tarafından emilen karbon maddesinin fazlası temizlendikten sonra lazer atışı ile tüm yüz taranır. Sürülen karbon maddesi, cilt altında lazerin etkinliğini artırmaktadır. Lazer cilt altında bağ dokusu sentezini uyararak izlerin düzelmesine katkı sağlamaktadır. Her mevsim uygulanabilen karbon peeling yöntemi yüzeysel izlerde etkindir. Ağrısız bir uygulama olan karbon peeling uygulaması kızarıklık ya da morarmaya yol açmadığı için sosyal yaşamı etkilememektedir.

    7. İZLERİ DOLDURMA
    Derin sivilce izlerinde çökük olan kısımların altını dolgu maddeleri ile doldurmak da diğer bir seçenektir. Etkin ve geçici bir uygulamadır ve 8-12 ay sonra tekrarlanması önerilmektedir.

    radikal

  • E-sigara bağışıklık sistemi

    E-sigara bağışıklık sistemi

    E-sigaralar üzerine yapılan son araştırmalar, bağışıklık sisteminin büyük zarar gördüğünü ortaya koydu. E-sigara, vücudu antibiyotiğe dayanıklı bakterilere karşı savunmasız bırakıyor

    E-sigara bağışıklık sistemi

    ABD’de bulunan California Üniversitesi’nde gerçekleştirilen son araştırmanın sonuçlarına göre, E-sigara bağışıklık sistemi zarar vererek vücudu bakterilere ve virüslere karşı daha savunmasız bırakıyor. Molecular Medicine dergisinde yayımlanan araştırma, yedi farklı üretici firma tarafından piyasaya sürülen elektronik sigaraların fareler üzerindeki etkilerini inceleyerek gerçekleştirildi. Dört hafta boyunca, haftada beş gün, günde bir saat elektronik sigara dumanı soluyan fareler ile solumayan farelerin aynı bakterilere dayanıklılığını test eden bilimadamları, elektronik sigara soluyan farelerin bağışıklık sisteminde ciddi bir zayıflama gerçekleştiğini kaydediyor. Araştırmaya göre, bağışıklık sistemindeki bu zayıflama, bakterilerin ve en önemlisi antibiyotiğe dayanıklı olan süper bakterilerin etkisinin ölümcül boyutlara ulaşmasına sebep olabiliyor.

    E-sigara bağışıklık sistemi
    E-sigara bağışıklık sistemi

    Aromalı daha zararlı

    Elektronik sigara ile ilgili yapılan bir diğer araştırmanın sonuçları ise aromalı olan elektronik sigaraların solunum yollarına verdiği zararın diğerlerine oranla daha fazla bile olabiliceğinin altını çiziyor. ABD’deki Roswell Park Kanser Enstitüsü’ndeki bilimadamlarına göre, aromalarda yüksek miktarda bulunan ‘benzaldehyde’ kimyasalı, solunum yollarına zarar veriyor.

  • Kreşlerde el-ayak-ağız hastalığı salgınları

    Kreşlerde el-ayak-ağız hastalığı salgınları

    Anaokulu ve kreşlerde el-ayak-ağız hastalığı salgınlarına dikkat! Genellikle bebek ve 10 yaşın altındaki çocuklarda, nadiren de bağışıklık sistemi güçsüz yetişkinlerde de görülen el-ayak-ağız hastalığına picornaviridae ailesinden bağırsak virüsleri neden oluyor. Hastalığa yol açan virüsün burun ve boğaz salgısından, ciltte oluşan kabarcıklardaki sıvıdan veya katı dışkıdan bulaşarak anaokulu veya kreşlerde küçük salgınlara yol açabildiğini belirten Etkin Eczacılık Derneği, küçük çocukların toplu halde bulunduğu bu gibi yerlerde gerekli korunma önlemlerinin alınması gerektiğini vurguladı.

    El-ayak-ağız hastalığının görünüş itibariyle suçiçeğine çok benzediğini ve bu nedenle karıştırılabildiğini belirten Etkin Eczacılık Derneği, eczanelerin hastalıktan korunma konusunda topluma yol göstermeye her zaman hazır olduğunu vurguladı. Teşhis ve tedavi için ise mutlaka doktora başvurmak gerekiyor.

    El, ayak, ağız hastalığından korunmak için temizliğe dikkat edilmeli!
    El, ayak ve ağız hastalığına yakalanan kişinin bulaştırıcılığı hastalığın ilk haftasında yüksek ve bulaşıcı hastalıklarda alınan genel önlemler bu hastalık için de geçerli. Kişisel hijyene dikkat edilmesi ve ellerin iyice ve sık sık yıkanması hastalığın bulaşmasını önleyebiliyor ancak anaokulu ve kreş gibi toplu bulunulan yerlerde tamamen önlenmesi söz konusu değil. Ayrıca bulaşma riski ortadan kalkana kadar hasta olduğu bilinen kişilerle yakın temastan da kaçınılmalı.

    Suçiçeğiyle karıştırılmamalı!
    Genellikle kış aylarına yaklaşırken ve çoğunlukla okul öncesi yaş grubunda görülen bulaşıcı ve virütik bir hastalık olan el-ayak-ağız hastalığı el ve ayaklarda, yumuşak damakta ve bademcikler çevresinde, uyluk ve kasık çevresinde ve vücudun çeşitli noktalarında kaşıntılı ve sivilce benzeri kabarıklıklar olarak ortaya çıkar. Görüntü itibariyle suçiçeği lezyonlarına çok benzediği için sıklıkla suçiçeği ile karıştırılır. Ayrıca hastalığın seyri esnasında ateş yükselmesi olduğundan, bakteri kökenli hastalıklarla da karıştırılabilir. Bakteri kökenli hastalıkların tersine el-ayak-ağız hastalığı antibiyotiklerle iyileşmez.

    Belirtileri neler?
    Hafif ateş, iştah kaybı, boğaz ağrısı, halsizlik ve ağız içinde ağrılı yaralar görülebilir. Avuç içinde, ayak tabanı ve kalçada döküntüler ayrıca, boğazda şişkinlik ve yutma zorluğu oluşabilir. Bir yandan iştah azalması ve huzursuzluk ortaya çıkarken, diğer taraftan ağızdaki lezyonların yarattığı ağrı sıcak ve katı besinlerin alınmasını zorlaştırabilir.

    Teşhis ve tedavi için mutlaka doktora başvurulmalı!
    Sık görülen başka hastalıklara (suçiçeği, bakteriyel hastalıklar vs.) çok benzeyen belirtileri nedeniyle el-ayak-hastalığının teşhisi kolay değildir. Teşhis için mutlaka doktora başvurulmalıdır. Doğru tedavi edilmediği takdirde el-ayak-ağız hastalığı çeşitli komplikasyonlara neden olabilir. Çok nadir olarak beyin iltihabı, bağışıklık sisteminde zayıflama ve aseptik menenjit; ayrıca dört hafta içinde tırnaklarda geçici düşme görülebilir. Etkin Eczacılık Derneği, çocuğunda bu hastalığın belirtilerini gören ebeveynleri doktora başvurarak gerekli tanı ve tedavi işlemlerinin yapılmasını sağlamasını tavsiye ediyor.

  • Sokak modası 2016 kış

    Sokak modası 2016 kış

    2016 Sokak modasının ruh hali galerimizde sizlerle… Sokak modası 2016 kış Gömleklere bir kazak, kazaklara ise bir gömlek borçlusunuz! Bu kış da kat kat giyinmeden evden çıkarsanız malum üşürsünüz… Günlük kombinlerde tek parça detayı ile her şeyi baştan yazabilirsiniz. Tek ama net bir ayrıntı kombininiz tamamen salaş bir görüntüye de kavuşturabilirsiniz.

    Klasik siyah pantolon başrol oynadığı ofis kombinleri için artık biraz farklılığa şans verin. Örneğin bu kış siyah pantolon yerine laciverti ön planda tutabilir, renkli sigaret pantolonlarla günü daha renkli bir görünümle geçirebilirsiniz.  Gömleklerinizi V yakalı kazaklar yerine balıkçı yakalı kazaklarla kombinleyebilir, bilindik ama bir o kadar farklı seçimleri gündeme taşıyabilirsiniz. Klasik ve şık tarzınızı kaşe paltolar yerine puf kabanlarla noktalandırabilir, desenleri ve renkleri hayatınızın orta yerine yerleştirebilirisiniz. Günler pazartesini gösteriyor olsa bile hemde…

    Sokak modası 2016 kış

    sokak_modasi_2016_kis (1)
    Sokak modası 2016 kış
    sokak_modasi_2016_kis (2)
    Sokak modası 2016 kış

    sokak_modasi_2016_kis (3)

    Trousers / Pantolon, Zara

    Style / Stil, Jana Wind

    sokak_modasi_2016_kis (4) sokak_modasi_2016_kis (5)

    Coat / Kaban, Monki

    Style, Ebba Zingmark

    sokak_modasi_2016_kis (6)

    Coat / Ceket, Romwe
    Jeans, H&M
    Beanie / Bere, Addax

    Style, Melike Gül

    sokak_modasi_2016_kis (7)

    Blouse / Bluz, H&M
    Poncho / Panço, Zara
    Bag / Çanta, Valentino

    Style, Leonie Hanne

    sokak_modasi_2016_kis (8)

    Cape / Pelerin, Quaint
    Bag / Çanta, Chole
    Shoes / Çizme, Stuart Weitzman
    Skirt / Etek, Mango

    Style, Lolita Mas

    sokak_modasi_2016_kis (9)

    Scarf / Şal, Born Pretty
    Sunglasses / Gözlük, Freyrs

    Style, Oksana Orehhova sokak_modasi_2016_kis (10)

    Jacket / Ceket, Vila
    Jeans, Pull&Bear

    Style, Marta Martín

    sokak_modasi_2016_kis (11)

    Dress / Elbise, Zara
    Coat / Kaban, Pull&Bear

    Style / Stil, Amy Ramírez

    sokak_modasi_2016_kis (12) sokak_modasi_2016_kis (13)

  • Bir hatadır oldu demeyin

    Bir hatadır oldu demeyin

    Bir hatadır oldu demeyin İki insanın karşılıklı sevgi, saygı ve güvene dayalı oluşturduğu ilişkilerde zaman zaman hatalar da yapılabiliyor. Kimileri bunları sıcağı sıcağına dile getirirken, kimileri de mutsuz olacağı endişesi ya da ilişkisini bitirmeyi göze alamadığı için görmezden gelebiliyor. Oysa paspas altı edilen bu durumlar ileride daha büyük sorunları da beraberinde getirebiliyor.

    Orhan Gencebay, “Hatasız kul olmaz!” derken doğru söylüyor. Çünkü insan doğası gereği hata yapıyor. Önemli olansa bunu fark etmek, düzeltmek ve hatadan dönebilmek. Günlük yaşamdakiler bir yana, bu tür durumlar ilişkilere daha farklı yansıyor. Kadın ve erkeğin iki ayrı dünyası olduğunu unutmamak gerekiyor. Oysa ilişkilerde yapılan ilk hatanın çatışmasız, kavgasız, mükemmel bir ilişki yaşama arzusu olduğunu belirten Psikolog Banu İkizgül, “Çatışmasız, mükemmel ilişki yoktur. Olması gereken huzurlu, dengeli, her iki tarafın da tatmin olduğu bir ilişkidir. Her iki tarafın da bunu kabullenip, ilişkisine bu perspektifle yaklaşması gerekir” diyor.
    Çiftlerden biri hata yapan partnerini affedebilirken, bir başkası bunu kabullenemiyor, bir kısmı ise görmezden gelebiliyor. Oysa kişilik özellikleriyle yakından ilgili olan hata yapmak nasıl doğalsa, bunu görmezden gelip psikoloji camiasının paspas altı olarak nitelendirdiği, yaşananlar hiç olmamış gibi davranmak da o kadar yanlış. Çünkü kimi zaman küçük hatalar görmezden gelinerek, ileride bambaşka ortamlarda büyük patlamalara yol açabiliyor. Psikolog İkizgül, ilişkilerde karşılaşılan hataların iletişimsel problemler nedeniyle görüldüğünü belirterek, hatanın tanımını şöyle yapıyor: “Örneğin çiftlerden birinin diğerine saygısızlık etmesi önemli bir hata, küfür etmek gibi! Çünkü bu, karşı tarafın da sınırlarına giren, onu aşağılayan bir durum. Şiddet de özellikle evliliklerde sıkça görülen bir hata olarak karşımıza çıkabiliyor. Ama genel olarak boşanmaları incelediğimizde çiftler arası iletişimle ilgili sorunların daha fazla olduğu görülüyor. Anlaşamama, sorun çözememe, orta yolda bir diyalog kuramama gibi…”

    Hatayı kendinizde de arayın
    İlişkilerde yapılan hataları görmezden gelmek, konuşmamak büyük sorunlara neden oluyor. Çiftin arasında yaşanan ve üstü kapatılan sorun, partnerlerden birinin veya her ikisinin de biriktirmesiyle incir çekirdeğini doldurmayacak başka bir nedenle büyük patlamalara yol açabiliyor. Bu da hem o sorunun aslında çözülmemesine, hem de üstüne başka sorunların eklenmesine sebep oluyor. Bu tür durumlarda çiftlere sakin olmaya çalışıp, çok sinirli ve öfkelilerse biraz ara verip, uzaklaşıp, sakinleşmelerini önerdiklerini belirten Psk. İkizgül, “Ardından karşılıklı oturup ‘Burada bir şey gerçekleşti ve biz bir problem yaşadık. Bunda benim payım neydi, senin payın neydi?’ diyerek iletişim kurulması gerekiyor. Çünkü sürekli kızarak, şikayet ederek biz karşımızdaki kişinin değil, kendi mutluluğumuzu da baltalıyoruz. Tüm bunlar olurken peki biz ne yapıyoruz? Sağlıklı bir ilişki için bizim de kendimize bakmamız gerekiyor. Partnerimiz mutlu olmazsa biz de mutlu olamıyoruz. Yani tartışıp, kavga ettiğimizde aslında yine biz üzülüyoruz ve sorun da çözülmemiş oluyor. Aynı durum partnerimiz için de geçerli. Bu nedenle danışanlarımıza ‘Senin mutluluğuna giden yol, onunla alakalıysa sen kendini iyileştirdikçe, o da aynısını yapacak. Orada biraz bencil ol!’ diyoruz. Ama onlar bu noktayı kaçırıyor. Bir problem olduğunda yine kendileri üzülüyor” diyor.
    Hataların sonucunda ilk olarak çiftler arasında iletişimsizlik başlıyor. Bir tarafın yaşadığı birliktelikten kazanım yerine bedel ödemesi o ilişkinin kaybına yol açıyor. Bu nedenle ilişkilerin getirilerinin ve güzelliklerinin çok daha fazla olması gerekiyor. Psk. İkizgül, iletişim dilimizi değiştirmenin de önemini vurguluyor. Örneğin sen yerine, ki bu suçlama içeren bir cümlenin başlangıcı oluyor, ben ya da biz diye başlayan cümleler kurulması gerekiyor: “Etkin iletişim kurmak için sen dili yerine, ben dili düşüncelerinin ve duygularının kullanımı önem taşıyor. Ben dili durum ya da davranışla ilgili yargısız ve yorumsuz mesajlar taşıyor. Bununla beraber karşımızdaki kişinin davranışının bizim üzerimizdeki etkisini içeriyor. ‘Ben bu davranışından dolayı üzüldüm, kendimi kötü hissettim’ dediğimizde bizi dinleyen yargılamaya geçmeyerek, empati kurmaya çalışıyor.”

    ÖZELEŞTİRİ YAPMAK GEREKİYOR
    Yaşadığımız sıkıntılar söz konusu olunca toplum olarak özeleştiriden koşar adım uzaklaşıyoruz. “Biz insanız, yapımız böyle. Göz dışarıya bakıyor, hiçbir zaman kendi içine dönemiyor. Dolayısıyla hep suçlamaya meyilliyiz” diyen Psk. İkizgül, bu durumu şu örnekle açıklıyor: “Çiftler terapiye geldiğinde birbirinizi övün, güzel şeyler söyleyin dediğimizde beş dakika içinde söyleyecek bir söz bulamıyorlar ve buna çok şaşırıyorlar. Ama aynı çifte birbirinizi suçlayın dememiz halinde, bir saat boyunca aralıksız söyleyecek sözleri oluyor. Bu da gösteriyor ki biz aslında kendimizi eleştirmeye çok da açık değiliz. Suçlamak en kolayı, yükü de sorumluluğu da alıyor üstümüzden ama kimse hatasız değil ki… Sürekli suçlayarak da yine kendi mutsuzluğumuzu ve öfkemizi artırıyoruz. ‘O neden böyle olmadı, bu niye böyle’ diyerek bir şeylerden yakınırken, çözüm sürecine odaklanamıyoruz. Bu da sorunların uzamasına ve devam etmesine yol açıyor.”

    Eşinin yaptığı hatalardan şikayetçi olan kişinin özeleştiriyi gönül rızasıyla yapması, ilişkinin gidişatı için büyük önem taşıyor. Çünkü bir taraf sürekli ben yapıyorum, o hiçbir şey yapmıyor diyor. Dolayısıyla iki tarafın da çaba göstermesi gerekiyor. Bazen de yaşanılan tartışmaların, sorunların temelinde aslında çiftle hiç de ilgili olmayan sorunlar yatabiliyor. İkizgül, iki kişinin bir aile oluşturduğunu fakat bundan önce onların da farklı yapıdaki ailelerden geldiğini ve kişilik özellikleri olduğunu belirterek, sorunların çözümü için üç konuyu da incelemek gerektiğini vurguluyor: “Örneğin bir kadın danışanım eşinin sürekli küstüğünü söylüyordu. ‘Ben ne zaman konuşmak istesem küsüyor, sorunu konuşamıyorum. Üç gün benimle konuşmuyor. Kovalıyorum, konuşmaya çalışıyorum ama konuşmuyor’ diyordu. Eşin durumunu inceledikten sonra altında yatan konunun, çocukluk döneminde öğrenilen küsme davranışı olduğunu gördük. Çünkü elde ettiği şeyleri küsme davranışıyla kazanmış. Küçükken annesi neden küsüyorsun oğlum deyip, bir de bunun nedenini anlayıp ona göre davranmış. Fakat bize başvurduklarında kadın, erkeğin davranışını inat olarak nitelendiriyordu. Bunun nedenini fark ettiği zaman kadın partnerini düşman olarak görmemeye başladı. Erkek de ona yaptığı bir şey olarak düşünürken, halbuki bu sorunun geçmişinden gelen bir kalıp davranış olduğunu gördü. Böylece birbirilerini düşman gibi görmektense ilişkilerini iyileştirmeye, problemlerini çözmeye dönük empati yapmaya başladılar.”

    Son damlayı beklemeyin
    Eğer mutsuzsanız, ilişki artık sizi eskisi gibi tatmin etmiyorsa, partnerinizle konuşamıyor ve paylaşımda bulunamıyorsanız, bunları çözmek için çaba harcamanız gerekiyor. Bunu sadece tek bir kişi yapamıyor. İki tarafın da sürece destek olması önem taşıyor. İkizgül, bu konuda bir uzmandan yardım alınması gerekliliğini belirterek, son zamanlarda çiftlerin destek alma konusundaki taleplerinin arttığını söylüyor: “Son damlaya kadar sabredip, bardağın taşmasını beklemeye gerek yok. Daha öncesinde kötü giden bir ilişkinin verdiği sinyalleri algılayıp, bir uzmana başvurmak çözüm sağlayabiliyor. Örneğin güzel bir flörtün ardından evlenen bir çift, nikah defterini imzaladıktan sonra hayatlarının değiştiğinden şikayet ediyor, her iki taraf da diğerinin farklı biri olduğunu söyleyebiliyor. Bu tür durumlarda ilişkiyi bir masaya benzetmek gerekiyor. Çiftin flört dönemi, birbirleriyle olan ilişkisi, mutlu anıları masanın ayaklarını oluşturuyor. Fakat evlilikle beraber, masanın üstüne aile hayatı, çiftlerin kendi aileleri, çocuk, mali sorunlar, yaşam mücadelesi gibi yükler binmeye başlıyor. Bu da ayakların yavaş yavaş aşınmasına yol açıyor. Zaman içinde ayaklar masanın üzerindeki baskıyı kaldırmıyor ve çökmeler başlıyor. Bu nedenle çiftlere ya o ayakların yerine yenilerini koyacaksınız ya da var olanları tamir edeceksiniz önerisinde bulunuyoruz. Örneğin evlenmeden önce sinemaya gidiyorsanız bunu evlendikten sonra da devam ettirmek gerekiyor. Ya da küçük bir tatile çıkarak, evliliğe renk getirilebiliyor. Bu aslında beklenmedik, fark etmediğimiz bir süreç. Bu yükler çoğaldıkça bedeller de artıyor. Bedeller de sıkıntıların çoğalmasına yol açıyor.”

    Sürekli affetmek psikolojinizi bozabilir
    Eşinin, partnerinin yaptığı hataları görmeyerek, mutluluk oyunu oynamanın da bir sınırı olması gerekiyor. Çünkü ilişkide hata denildiğinde yalnızca duygusal ya da psikolojik olanlar kastedilmiyor. Finansal sorunları saklamak, yalan söylemek de başlı başına büyük hatalar sınıfına giriyor. Partnerlerden biri diğerinin yaptığını birden çok kez görür ve tekrarlanmasına rağmen göz ardı ederse, bu kabullenmeye giriyor. Siz bunu kabul ettikçe, diğer taraf da sürekli tekrar ediyor. İçinde bulunulan bu durum bir taraf için çok eziyet verici olabiliyor. Dolayısıyla sürekli tekrar eden ve yenilenen bir şey varsa, ilişkide bir problem olduğu anlamı çıkıyor. Çünkü çiftler evlenirken birbirine karşılıklı olarak dürüstlük, açıklık, sadakat yeminleri ediyor.
    Banu İkizgül, “Hataları yok sayarak dışarıya rol yapsa da aslında kişi yıkılan güvenini tamir etmek için karşısındaki kişiyi sürekli denemeye başlıyor. Bu da onda kaygı ve obsesyon yaratıyor. Sürekli partnerinizin ne yapacağını, nasıl bir yalanla geleceğini düşünmek, dedektifçilik oynamak zorunda kaldığınızı düşünsenize! Bu kişinin bütün enerjisini tüketmenin yanı sıra zihnini de yoruyor. İlerleyen durumlarda anksiyete, depresyon gibi sonuçlar da doğurabiliyor” diyor.
    “Partnerlerden biri diğerinin yaptığını birden çok kez görür ve tekrarlanmasına rağmen göz ardı ederse, bu kabullenmeye giriyor. Siz bunu kabul ettikçe, diğer taraf da sürekli tekrar ediyor. İçinde bulunulan bu durum bir taraf için çok eziyet verici olabiliyor.”

    Formsanté – 2015 Mayıs sayısı

  • Cinsel uyarılma bozukluğunun görülmesi

    Cinsel uyarılma bozukluğunun görülmesi

    Cinsel ilişkiye girileceğini hissettiğinde vücutta bir hareketlenme yaşanıyor. Tepeden tırnağa yaşanan bu başkalaşım hazzın doruklarına ulaşmada en büyük yardımcı oluyor. Cinsel uyarılma bozukluğunun görülmesi halindeyse yaşanan hazdan çok bir görev hatta acı verici bir deneyim halini alıyor.

    Cinsellik insan yaşamının hava gibi, su gibi doğal ihtiyaçlarından biri! Çift ilişkilerinin ise vazgeçilmez öğesi. Ancak fizyolojik ve psikolojik bazı sorunlar, kişilerin cinselliği olması gerektiği gibi yaşamasını imkansız kılıyor.

    Günümüzde cinsel işlev bozukluğuna yol açan birçok hastalığın varlığı biliniyor. Bu rahatsızlıkların temelinde hormonal problemler, kullanılan ilaçlar gibi birçok etken rol oynayabiliyor. Öte yandan yanlış öğretiler, toplumsal baskı ve taciz, tecavüz gibi geçmiş travmalar da bu sorunlara yol açabiliyor. Bunlardan biri de cinsel uyarılma bozukluğu… Toplumda çok fazla bilinmediği için diğer cinsel işlev bozukluklarından ayırt edilmeyen bu sorun çok sayıda kişide görülüyor. Tedavisinde medikal ve terapi yöntemlerinin kullanıldığı cinsel uyarılma bozukluğu hakkındaki sorularımızın yanıtlarını Psikiyatri Uzmanı, Psikoterapist Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Üney’den öğrendik.

    CİNSEL UYARILMA BOZUKLUĞU NEDİR?

    Sürekli ya da tekrarlayıcı biçimde, cinsel uyarılmanın olmaması ya da uyarılmanın cinsel birleşme bitinceye kadar sürdürülememesi “cinsel uyarılma bozukluğu” olarak adlandırılıyor. Bu durum cinsellikle ilgili sıkıntı yaşanmasına yol açıyor. Çünkü beden cinsel ilişkiye seksüel uyarılmayla hazırlanıyor. Cinsel isteğin ortaya çıkmasıyla birlikte vücutta çeşitli değişiklikler oluyor. Uyarılma sırasında erotik duygular yoğunlaşıp, vajinada cinsel birleşmeye hazırlık olarak kayganlaşma oluşuyor. Vajinaya doğru kan akımı artıyor. Cinsel olarak heyecanlanma sonucunda kalp atışı hızlanıp, nefes alıp verme çoğalıyor ve vücutta genel bir sıcaklık hissi meydana geliyor. Göğüsler gerginleşiyor, meme uçları dikleşiyor, klitoris şişerek, vajina uzuyor, genişliyor ve gevşiyor. Böylece cinsel organ birleşme için hazır hale geliyor. Cinsel uyarılma bozukluğunda ise bunlar oluşmuyor. Doğal olarak cinselliğin diğer dönemlerine de geçiş sağlanamıyor. Sonuç olarak cinsellik sona eriyor ya da hazzın olmadığı, hatta bazen acı veren bir cinsel birleşme yaşanıyor.

    KADINLARDA BU SORUNA SIK RASTLANIYOR MU?

    Cinsel uyarılma bozukluğunun kadınlarda ne kadar yaygın olduğu tam olarak bilinmiyor. Ancak yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, evliliğinde mutlu olduğunu söyleyen kadınların bile üçte birinde bu soruna rastlanıyor.

    NEDEN ORTAYA ÇIKIYOR?

    Fazla endişeli, suçluluk duygusu yaşayan, cinsellikle ilgili korkuları olan kişilerde cinsel uyarılma bozukluğu daha fazla görülüyor. Genelde ülkemizde alelacele, hatta çoğunlukla çok az ya da hiç ön sevişme olmadan cinsellik başlatılıyor. Bu da bedenin cinsellik için hazırlanmasını önlüyor. Ayrıca hormonal bozukluklar ile bazı psikiyatrik, tansiyon, idrar söktürücü, alerji, astım ve kolesterol ilaçları da cinsel uyarılmayı engelliyor.

    CİNSEL UYARILMA BOZUKLUĞU BİR KADINI NASIL ETKİLİYOR?
    Cinsellik belli bir rutinde yaşanıyor. Önce kadında cinsel istek ortaya çıkıyor, devamında cinsel uyarılma oluşuyor. Bunu cinsel hazzın yoğun yaşandığı bir birleşme dönemi, sonrasında da orgazm ve rahatlama dönemi takip ediyor.

    Kadınlar pek çok nedenle cinsel uyarılma bozukluğu tedavisinden kaçınıyor. Toplumda genç kızların cinselliğe ilgi göstermesi yoğun tepki alıyor. Cinsellikle ilgili konuşmaların ayıp ve günah denilerek engellenmesi de sorunun bir başka boyutu. Birçok kadın yaşamları boyunca hiç mastürbasyon yapmıyor. Çünkü yine toplumda mastürbasyon sadece erkeklere ait bir cinsel doyum şekli olarak algılanıyor. Kadınların ise sadece eşlerinin cinsel isteklerine yanıt vermesi gerektiği düşünülüyor. Ayrıca kadınlar eşleriyle cinsel konularda konuşmuyor. Vücutlarının neresinden zevk aldığını, cinsellikte nelerden hoşlanmadığını, hangi pozisyonu istediğini söylemiyor. Bu nedenle hem kadınlar hem de erkekler cinselliği arkadaş sohbetlerinden öğrendikleri kadarıyla yaşıyor. Öte yandan kadınların cinsellikle ilgili eşleriyle konuşmaları, cinsel isteklerini söylemeleri ayıp sayılıyor. Hatta cinsel isteği olan kadına kötü gözle bakılıyor. Birçok kadın yeteri kadar uyarılmadığı halde cinsel birleşmeyi reddedemiyor. Yapılan araştırmalar kadınların önemli bir bölümünün ön sevişme sırasında eşlerine bazen hiç, bazen de yok denecek kadar az katıldığını, cinsel birleşme sırasında ise çoğunlukla hareketsiz kaldığını gösteriyor. Evlilikte olan çatışmalar, eşler arasında yakınlık sorunları, duygusal olarak yaşanan eksiklikler de bu sorunu ortaya çıkarabiliyor. Eşini sevmeyen, istemeyen kadınlarda da uyarılma sorununa rastlanıyor.

    EŞİNİZLE ARANIZDAKI DUVARLARI YIKIN
    Cinsellik mahremiyet içeriyor. Ancak bu durum eşler arasında geçerli değil. Cinselliğin olması gerektiği gibi yaşanmasının önündeki en önemli sorun ise çiftler arası iletişimsizlik. Yrd. Doç. Dr. Üney, eğer konuşulursa çiftlerin birçok sorunu kendi aralarında, bilgilenerek çözebileceğini belirterek, “İletişim kurup, konuşmak çiftin var olan sorunlar için bir cinsel terapiste gitmesini sağlayabiliyor. Cinsel sorunların neredeyse tamamının çözümü mümkün. Bu konuda sorun yaşayanların cinsel tedaviye başvurmaktan çekinmemeleri de önem taşıyor” diyor.

    BUNUN TEMELİNDE NE YATIYOR?
    Cinsel uyarılma sorununun en önemli nedeni ön sevişmenin yeteri kadar olmaması. Oysa uyarılma için ön sevişme büyük önem taşıyor. Bu süreç uyarılmayı kolaylaştırıyor. Kısa ön sevişmelerde kadın bedeni cinsel birleşme için hazırlanamıyor. Bazen sadece ön sevişmeyi uzatmak dahi bu sorunu ortadan kaldırabiliyor. Erken boşalma sorunu yaşayan erkekler, bu durumla karşı karşıya gelmemek adına ön sevişmeyi kısa tutmak istiyor. Yani erkeklerin bu durumu da kadının cinsel olarak uyarılamamasına neden olabiliyor.

    Cinselliğin yaşandığı ortam da kadının cinsel olarak uyarılmasını etkileyebiliyor. Temiz olmayan, aşırı ışıklı ve aydınlık ortamlar, yatak odası kapısının anahtarının olmaması, bebeğin ya da çocuğun aynı odada olması gibi nedenler de önem taşıyor. Hamile kalma endişesi ve hamilelik durumunda bebeğe zarar gelir korkusu da diğer sorunlar arasında yer alıyor.

    Bazı kadınlar cinsellikten, penisten ve meniden tiksindiği için cinsel uyarılma engellenebiliyor. Bu durumun da mutlaka tedavi edilmesi gerekiyor.

    Geçmişinde tecavüz ya da taciz yaşayanlarda da cinsel uyarılma önemli bir sorun yaratabiliyor. Eşi tarafından aldatılan kadınların cinsellikle ilgili yoğun sorunları olabiliyor.

    BAŞKA SORUNLARLA KARIŞTIRILABILIYOR MU?
    Birçok cinsel sorunda benzer belirtiler oluyor. Hemen her cinsel problemde cinsellikten uzaklaşma yaşanıyor. Bu nedenle sorunun kaynağının mutlaka araştırılması gerekiyor. Cinsel uyarılma bozukluğu, cinsel istek bozukluğuyla karıştırılıyor. Cinsel istek bozukluğunda genellikle cinselliğe başlamakla ilgili bir sorun yaşanırken, üzerinde durduğumuz konuda vücudun cinselliğe hazırlanmasında problem görülüyor. Öte yandan ağrılı cinsel birleşmeyle de karıştırılabiliyor. Oysa bu sorunun altında da enfeksiyonlar, kist hastalıkları, geçirilmiş ameliyatlar, idrar yolu iltihabı, menopoz ya da hormonal sorunlar yatıyor. Vajinismus da cinsel uyarılma bozukluğu ile karıştırılan bir başka cinsel problem. İstek ve uyarılmada bir sorun olmayan vajinismusta, kadın cinsel ilişki sırasında bacaklarını kasıp, geri çekilerek birleşmeye izni vermiyor.

    NEDEN PSIKOLOJIK MI, YOKSA FIZYOLOJIK MI?
    Bu sorunun küçük bir bölümü fizyolojik yani başka bir hastalığa bağlı olabiliyor. Özellikle hormonal sorun yaşayan kadınlarda ve bazı ilaçların etkisiyle cinsel uyarılma bozukluğu oluşabiliyor. Temel nedense büyük oranda psikolojik kaynaklı. Bazen panik bozukluk, endişe bozukluğu, depresyon, takıntı hastalığı gibi birçok ruhsal hastalık bu soruna yol açabiliyor. Bunların tedavi edilmesi bile sorunu ortadan kaldırabiliyor. Çok endişeli kişiler, özgüven sorunu yaşayanlar, cinsellikle ilgili yanlış bilgileri olanlar, cinsellikle ilgili yoğun korkuları olan, eşiyle çatışma yaşayan kişiler de bu sorunu yaşayabiliyor.

    NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?
    Bu sorunla bir uzmana başvuran kişiler mutlaka altta yatan fiziksel bir sorun olup olmadığının anlaşılması için bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına yönlendiriliyor. Fiziksel sorun varsa, önce o tedavi ediliyor ve sonrasında devreye cinsel terapi giriyor. Aksi halde direkt cinsel terapiye başlanıyor. Bu tedavi sırasında başka bir psikiyatrik sorun yoksa ilaç kullanmadan cinsel terapistin önerileri ve verdiği ödevler, görevler uygulanıyor. Cinsel terapi sırasında çift mutlaka cinsel yönden bilgilendiriliyor. Tedavi ortalama 6-12 seans sürüyor. Bu terapiler eşle beraber yani çift olarak yapılıyor. Tek başına tedavi genelde tercih edilmiyor ancak zorunlu hallerde uygulanabiliyor. Medyada ve internette tek seansta çözüm gibi bazı reklamlar yer alsa da bunların bilimsel bir geçerliliği bulunmuyor. Cinsel terapilerin bu konuda uzman kişiler tarafından yapılması önem taşıyor.

    TEDAVİYLE BU SORUNDAN KURTULMAK MÜMKÜN MÜ?
    Cinsel tedavi oldukça başarılı sonuçlar veriyor. Ancak tedavinin sonucunu etkileyen faktörler bulunuyor. Çiftin tedaviye verdiği önem, verilen görevlerin yerine getirilmesi, eşlerin tedavi isteği ve seansların aksatılmaması tedaviyi olumlu etkiliyor. Eşini istemeyen çiftlerde ise tedavi genelde başarısız oluyor. Eğer tedavinin şartları yerine getirilirse, kadın bu sorundan tamamen kurtulabiliyor.

    BU SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞINDA CİNSEL MİTLERİN ROLÜ VAR MI?
    Cinsel yaşam, kültürden ve toplumdan etkileniyor. Yeni kuşaklar yetişirken toplumun hafızasında olan bilgiler, düşünce kalıpları ve yargılarla karşılaşıyor. Cinsellik alanında da abartılı, yanlışlarla dolu birçok bilgiye maruz kalınıyor. Zaten birçok kişi cinselliği, gençlik döneminde arkadaşlarıyla yaptıkları konuşmalardan öğreniyor. Genelde yeterince cinsel deneyimi olmayan gençler de birbirlerine yanlış bilgiler veriyor. Günümüzde internet, kitap, dergi ve gazete gibi kaynaklara ulaşmanın kolay olması, cinselliğin birçok mecrada daha rahat konuşulabilmesi ise bu yönde önemli ilerlemelere sebep oluyor. Yine de yanlış bilgiler halen çok yaygın.

    Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Üney bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Bu noktada öncelikle orgazmın ne olduğunu açıklamak gerekiyor. Orgazm, Yunanca şehvetli heyecan anlamına geliyor. Kadının cinsel uyarının artışı sonrasında vajina, rahim ve kasık bölgesinde hissettiği ritmik kasılmalar ve buna eşlik eden yoğun zihinsel haz orgazm olarak ifade ediliyor. Bu; havada asılı kalmak, kontrolün kısmen yitirilme duygusu gibi hissediliyor. Her iki tarafın orgazmı arasında fark oluyor. Erkeklerde cinsel birleşme sırasında bir kez yaşanmasına rağmen, kadınlarda aynı cinsel birleşme sırasında bir veya birden fazla orgazm yaşanabiliyor.

    Orgazm bozukluğu ise cinsel birleşmelerin çoğunda (yüzde 75 veya daha fazlasında) kadının orgazm olamama halini ifade ediyor. Bunun yanında, orgazmı düşük haz düzeyinde yaşamak da orgazm bozukluğu olarak nitelendirilebiliyor. Bazen erkeklere ait cinsel sorunlar (sertleşme bozukluğu ve erken boşalma gibi) kadının orgazm olamamasının en önemli nedenleri arasında yer alıyor. Çünkü orgazm olabilmek için cinsel birleşmenin kesintisiz ve belirli bir sürenin üzerinde devam etmesi gerekiyor. Ülkemizde cinsel sorunla bir uzmana başvuran kadınların yarısında orgazm bozukluğu sorunu tespit ediliyor.

    Cinsel uyarılma bozukluğunda, cinselliğin bir ileri evresi olan orgazm yaşamak olanaksız hale geliyor. Bazen kadınlar cinsel uyarılma bozukluğu sorunu olmasına rağmen ‘orgazm olamıyorum’ şikayetiyle cinsel terapistlere başvurabiliyor.”

    Formsanté 2015 – Kasım sayısı

  • Hangi Ekmeği Tüketmelisiniz?

    Hangi Ekmeği Tüketmelisiniz?

    Ekmek, yüzyıllardır insan hayatı için en önemli besin maddelerinden biridir. Her kültürde çeşitli lezzetlerle de olsa, sofrada kendine yer bulmuştur. Hatta dengeli bir beslenme programında size oldukça katkı sağlayabilir, fakat doğru tercih yapıldığı takdirde…

    En doğru ekmeği tercih etmek için size vereceğimiz ekmek kılavuzunu kullanın.

    Beyaz ekmek

    “Bu dünyada 3 beyazdan sakınacaksın” lafındaki 3 beyazdan biri de rafine un. Rafine un gibi tahıl gıdalarında besin maddeleri ve vitamin değeri oldukça azdır. Ayrıca gluten, nişasta ve şeker içerdiğinden sağlığınız için oldukça zararlıdır. Beyaz ekmeğin yüksek miktarda lif içerdiği söylenir, fakat buna siz pek aldanmayın. 8 dilim beyaz ekmeğin içerdiği lif oranının, 1 dilim kepek ekmeğinde bulunan lif oranına eşit olduğunu biliyor muydunuz? Hayır mı? O zaman gelin hep birlikte daha akıllıca seçimler yapalım.

    Kepekli ekmek

    Bol kepekli ekmeklerde vitamin ve protein değerleri oldukça yüksektir. Ayrıca bağırsakları çalıştırma özelliğinden dolayı bağırsak kanseri riskini önemli ölçüde azaltır. İçerdiği yüksek lif oranı nedeniyle hazımsızlığı önler, kabızlığa engel olur.

    Tam Buğday ekmeği

    Tam buğday unundan yapılan ekmek yüksek lif oranı sayesinde sindirimi yavaşlatarak vücuda uzun süreli enerji üretimi sağlar ve kan şekerindeki dalgalanmalara karşı korumuş olur. Ayrıca vitamin, mineral ve diğer besin öğeleri açısından beyaz ekmeğe göre çok daha zengindir.

    Çavdar ekmeği

    Az karbonhidrat alıp yine de ekmek yemek isteyenlerin vazgeçilmez seçimi. Yüksek protein değeriyle ayni zamanda kilo vermenize yardımcı olur. Çünkü uzun süre sizi tok tutar ve enerjinizin yavaş tükenmesini sağlar. Bu da günü çok güçlü geçirmenize yardımcı olur.

  • Son sözü kim söylüyor?

    Son sözü kim söylüyor?

    Son sözü kim söylüyor? İlişkinizde son sözü kimin söylediği aslında çok önemli değil gibi gözükse de bu durum ilişkinin sağlığını ve geleceğini çoğu zaman olumsuz etkiliyor. 

    Yaşanan ilişkide yalnızca bir tarafın baskın olması ne gibi durumlara yol açıyor? Pasif kalan kişi nasıl zorluklarla karşılaşıyor? Bu ilişki türünü düzeltmek için nasıl davranmak gerekiyor? Türkiye Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. G. Bahar Cömert son sözü tek bir tarafın söylediği ilişkileri anlatıyor.

    TEK BİR TARAFİN SÖZ SAHİBİ OLDUĞU BİR KADIN-ERKEK İLİŞKİSİNİ NASIL TANIMLARSINIZ?
    Geçmiş kültürümüzün getirdiği bazı algılar Türk erkeğinin “Ben ne dersem o olur, evin reisi benim!” gibi söylemlerde bulunmasına neden oluyor. Her ne kadar erkek son sözü söylediğini iddia etse de kadının burada gizli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Politikliği, işi fark ettirmeden halletmesi, düşüncesi ve tavrıyla erkeğin “son sözü”ne etkisi olduğu kanısındayım. Erkek her ne kadar son sözü söylediğini düşünüp rahatlasa da bir şeyler ortak paydada buluşmalı. Son sözü sadece birinin söylemesinden çok ortak bir düşüncede buluşmak en mantıklısı. Yalnız bir durum dışında bu tarz ilişkilerde sorun olmuyor, o da görücü usulü… Çünkü zaten bir anlaşmayla, kuralla ve birtakım şeyleri kabul ederek başlanıyor ilişkiye. Öyle de devam ediyor. Fakat erkek bu durumu kötüye kullanıp, zorla kendini kabul ettirmeye çalışıyorsa o ilişkide gelecekten bahsetmek ne yazık ki imkansız oluyor… 

    BAHSİ GEÇEN TARAF NEDEN “YALNIZCA BENİM SÖZÜM GEÇECEK” DER GİBİ DAVRANMA İHTİYACI HİSSEDİYOR? BU DURUMUN KAYNAĞI NEDİR?
    Güçlü insan her zaman sakin, kendine güvenen ve sessiz olandır. Kişi, dayatmalarıyla, zorlayarak uyguladığı yaptırımlarla, benim sözüm geçer, son söz benim olur mesajını veriyorsa, o kişinin kendine güveninin zayıf olduğunu ve başkalarını ezerek bir yerlere gelmek istediğini varsayabiliriz. Aslında bu her ilişki türü için geçerli. Birinin size bağırıp çağırarak düşüncesini savunması aslında onun konu hakkında yetersiz olduğunu gösteriyor. Kişi karakter olarak ne kadar zayıf ve güçsüzse karşısındakine karşı o kadar şiddetli davranıyor. Sakin olmak yerine agresifleşiyor.

    Son sözü kim söylüyor
    Son sözü kim söylüyor

    BU DURUMDA PASİF KALAN TARAF NELER HİSSEDİYOR?
    Söz konusu şartlarda efendi-köle ilişkisini tanımlayabiliriz. Yani birinin “Benim dediğim olacak, bunu böyle yapmayacaksın” gibi cümlelerle zalimleştiği, diğerinin ise ilişkide pek etkisi olmayan, “O ne derse o olur” diyerek etkisiz kaldığı görülüyor. Zalimleşen kişi, etrafından sürekli harikasın, muhteşemsin gibi şişirilmelerle, kendinde başkasına sözlü ya da fiziksel şiddet uygulama hakkı görüyor. Pasif kalan kişi varlığını ve değerini kaybettiğini hissettikçe, kendi çocuğuna ya da başka çocuklara, hayvanlara, bitkilere, kısacası gücünün yettiği her şeye kendisine davranıldığı gibi davranıyor. Son sözü söyleyen kişiye karşı susuldukça durumu kabul etmiş gibi görünüyor ama eninde sonunda bunun patlaması bir şekilde yaşanıyor. Kişi tüm bu süreçten olumsuz yönde etkileniyor ve psikiyatrik hastalıklara yakalanıyor. Depresyon, panik atak, kronik yorgunluklar meydana çıkıyor. Bunlar ortaya çıkmasa bile sürekli hasta olma durumu söz konusu oluyor. Çünkü ancak çok hasta olunduğunda sözle ya da fiziksel olarak baskın olmaya çalışan kişinin duracağı düşünülüyor. Ancak elden ayaktan düşülünce “zalim” karakterin baskı yapmayı bırakacağı kanısına varılıyor. 

    İLİŞKİDE ÇİFTLERİN BİRBİRLERİNİN HAYATINA MÜDAHALE ETMEK İSTEMESİ NE KADAR DOĞRU?
    Aslında bugüne kadar görünen, erkeklerin kadınların hayatına daha çok müdahale ettiği yönünde. Ama durum öyle değil. Kadınlar için de geçerli diyebiliriz. Doğrusunu söylemek gerekirse ilişkide bir şeyi tek taraflı değerlendirmemek gerekiyor. Tabii, işin içinde tecavüz, taciz gibi ciddi şiddet içeren durumlar yoksa… Sevgili ilişkisinde sahiplenmek çok güzel bir şey bence. Aldırmazlıkla saygı arasındaki çok ince çizgi üzerinde gidilmeli. Ne çok umursamaz ne çok üstüne düşmüş gibi gözükmeli. İlişki dediğimiz şey dayatmalardan ibaret olmamalı. Eğer ki olursa orada ziller çalmaya başlar ve bir gelecek vadetmez. 

    BU DURUM EVLILIK ÖNCESINDE VE EVLILIK SONRASINDA NE GIBI FARKLILIKLAR GÖSTERIYOR?
    Türkiye’de ilişkilerde gözlemlediğim bir şey var. Evli erkekler evlilik öncesi halinden koparak başka bir hale bürünüyor. Evlilik öncesinde her şey mükemmel; erkek hediyeler alıyor, her fırsatta aşkını dile getirip sevgi gösterilerinde bulunuyor. Ama evlendikten sonra bir anda başkalaşım geçiriyor. Aile kavramı oluşup, çocuklar olunca kadına karşı özen azalıyor. Sorumluluklar arttığı için eski özeni gösterememeye başlıyor. Bunun için mücadele de etmiyor. Fakat ilişki denen şey emek verilince güzelleşiyor. Ne kadar zaman ayırıp, ne kadar özen gösterirseniz bir şeyler o kadar yolunda gidiyor. Aslında evlilik ilişkiyi öldüren bir şey olmamalı. Ama ne yazık ki hayat mücadelesi, çocuk bakımı, ekonomik şartlar, bu özen gösterme işini biraz ikinci plana atıyor. 

    YALNIZCA ERKEĞİN SÖZ SAHİBİ OLDUĞU BİR İLİŞKİYİ GENEL OLARAK NASIL TANIMLARSINIZ?
    Durumu genellemek gerekirse burada kadının da biraz hatası olabileceği düşüncesindeyim. Çünkü kadın “Ben bilmem beyim bilir” deyip sorumluluk almaktan kaçıp topu erkeğe bırakıyor. Haliyle son sözü söylecek olan erkek olmuş oluyor ve sonraki süreç için de kadının bir söz hakkı yokmuş gibi davranıyor. Ama aslında söz sahibi erkekmiş gibi gözükse de perde arkasında tüm ev yaşantısını çekip çeviren güçlü kadınlar var… 

    ”Genelde erkekler arkadaş grubu arasında “ailenin reisi benim, ben ne dersem o olur” gibi bir tavıra bürünüyor. Toplumun etiketlediği “kılıbık” olma sıfatına yaklaşmamak adına bu cümlelere ihtiyaç duyuyor. Ama sevgilisi ya da eşiyle yalnız kaldığı zaman gayet romantik dakikalar yaşanıyor, ilgi gösteriliyor… Yani durum evin dışından çıkınca bir hayli değişiyor. ”

    SON SÖZÜ BİRİNİN SÖYLEMEDİĞİ BİR İLİŞKİ ORTAMI NASIL OLUŞTURULABİLİR? ORTAK PAYDADA BULUŞMAK İÇİN NE YAPILMALI?
    Öncelikle şunu özümsemek gerekir ki, bugüne kadar son sözü söyleyenin karşınızdakinin olduğu ilişkide, istenmediği sürece bir değişiklik olmayacak. Ben böyleyim, ben bilirim, ben yaparım ya da son söz benim diyen birinin değişmesi pek de mümkün değil. Tabii kendisi istemezse… Çiftler özellikle de evli olanlar bir ilişkide her iki tarafın da birtakım fikirlere ve isteklere sahip olduğunu bilerek hareket etmeli. Kararlar, istekler ya da düşünceler ne kadar farklı olursa olsun, mutlaka ortak bir yolu bulmak için çabalamalı…

    Kaynak: Formsanté

  • Kalorileri yakmak için ne kadar egzersiz yapılmalı?

    Kalorileri yakmak için ne kadar egzersiz yapılmalı?

    Kalorileri yakmak için ne kadar egzersiz yapılmalı? İngiltere Kraliyet Kamu Sağlığı Kurumu (RSPH), yiyecek ve içecek paketlerinin üzerinde, alınan kalorilerin yakılması için yapılması gereken egzersizlerin de yazması gerektiğini savundu.

    Kurum, insanların günlük tükettikleri gıdayla alınan kalorinin yakılması için gereken zamanı hafife aldıklarını ifade ediyor.

    Örneğin, çikolata aromalı sütlü kahvenin kalorisi 260, bu kalorileri yakmak için 53 dakika yürümek gerekiyor. Yaban mersinli bir kekteki kaloriler de 48 dakikalık yürüyüşle yakılıyor.

    Kalorileri yakmak için ne kadar egzersiz yapılmalı?

    RSPH’nin araştırmasına göre obezitenin başlıca nedeni yakılan kaloriden fazlasının tüketilmesi. Araştırma, sık egzersiz yapanların da daha kolay kilo verdiğini ortaya koydu.

    RSPH, paketlerde yer alacak egzersiz sembollerinin, tüketicileri daha sağlıklı tercihlerde bulunmaya veya daha çok egzersiz yapmaya teşvik edeceğini belirtiyor.

    Araştırma, bazı tüketicilerin paketlerin üzerindeki besin değeri tablosunu, çok fazla bilgi olduğu için “kafa karıştırıcı” bulduklarını gösterdi.

    Tüketiciler ayrıca, bir ürünü satın almadan önce yalnızca altı saniye paketine bakıyor.

    Bu nedenle, paketlerin üzerindeki bilgilerin daha anlaşılır ve kalori bilgilerinin de daha net bir şekilde ifade edilmesi gerekiyor.

    Egzersiz ruha ve bedene iyi geliyor

    RSPH, paketlerdeki mevcut bilgilere ek olarak resimli işaretlerin konmasının iyi bir fikir olacağı görüşünde.

    kalori yakmak için
    kalori yakmak için

    Bu resimler, tüketilen gıdadaki kalorilerin yakılması için yapılması gereken egzersizleri gösteriyor.
    Etiketleme yöntemi, halka da fiziksel olarak aktif olmanın da önemini hatırlatabilir. Egzersiz, ruh halini iyileştirip, stresi ve depresyonu da azaltıyor.
    RSPH’nin İngiltere’de yaptığı ankete göre 2000 yetişkinin yüzde 60’tan fazlası, paketlerde ‘kaloriye denk gelen egzersiz’ etiketinin konmasına destek veriyor.
    Ankete katılanların yarısından fazlası da, bu etiketlerin tüketicileri daha sağlıklı ürünlere yönlendireceği, daha küçük porsiyonlar tercih etmeye ve daha fazla fiziksel aktivitede bulunmaya teşvik edeceğine inanıyor.
    Araştırmaya göre sağlıklı bir kiloda kalabilmek için, bir erkeğin günde ortalama 2500, bir kadın da ortalama 2000 kalori tüketmesi gerekir.
    İngiltere’deki yetişkinlerin üçte ikisi aşırı kilolu veya obez.

    Günlük Kalori İhtiyacı Hesaplamak için Tıklayın!