Evlendikten sonra “keşke böyle olmasaydı” dememek için nişanlılık dönemi çok iyi değerlendirilmeli, eşler birbirini gerçek manada tanımalı, telafisi imkansız durumların ortaya çıkması daha işin başında engellenmelidir.
Genç kız telefonda nişanlısına sinirlendi:
“Neden dediklerime kulak asmıyorsun? Ben filan gelinliği istiyorum. Filan eşyaları ve kuyumcuda gördüğümüz seti almak istiyorum. Sen beni sevsen dediklerimi yaparsın. Beni sevmiyorsun ki?”
Delikanlı sakin olmaya çalışarak cevap verdi:
“Sevgiyle bu konunun ne alakası var. Benim maddi gücüm dediklerini yapmaya yetmiyor.”
“Alakası var. Sevsen ne eder ne eder dediklerimi yaparsın. Annene babana söyle, onlar yardım etsinler.”
“Onların durumlarını da biliyorsun. İmkanları yok.”
“Ben anlamam!”
Delikanlıda sinir kat sayısı hızla arttı:
“Sen laftan anlamıyor musun? Beni eşya için mi seviyorsun? İsteklerin yerine gelmeyince hep böyle mi yapacaksın? Seni tanıyamıyorum. Her geçen gün karşıma yeni bir problem getiriyorsun. Problemi çözüyorum. Tamam, bitti derken karşıma bir başka problemle çıkıyorsun.”
“Sen beni geçimsizlikle mi suçluyorsun?”
Çat diye telefonu nişanlısının suratına kapattı.
Konuşmalara şahit olan delikanlının annesi:
“Evladım, nişanlılık böyle olmaz. Sonradan daha çok üzülmemek için iyi düşün! Bir genç kız nişanlıyken böyle kavga ederse evlenince ne olur?”
“Hele bir evlenelim. Ben ona dünyanın kaç köşe olduğunu gösteririm.”
Evlendiler.
Ne var ki, nişanlıyken yürütemedikleri beraberliklerini evliliklerinde hiç yürütemediler. İkinci yılın sonunda şiddetli geçimsizlikten tek celsede boşandılar.
Aslında nişanlılık gençlerin birbirilerinin huy, ahlak, davranış, hal ve tavırlarını tanıma devresi olmalıyken; gençler daha çok beraber hoş vakit geçirme, gezme, tozma devresi olarak görüyorlar.
Nişanlılık zamanlarını birbirlerini tanımak yerine gelinlikti, ev eşyasıydı oydu buyduyla geçiriyorlar. Birbirlerini tanımayı akıllarına bile getiremiyorlar.
Çünkü genç kız, “Evlenince ben onu muma çevirmesini bilirim,” delikanlı ise “Ben onu hizaya getiririm” diye düşünüyor.
Evlenip problemler ortaya çıkınca da başlıyorlar:
“Ben senin ne olduğunu nişanlıyken anlamıştım ama değişirsin sanmıştım.”
“Keşke nişanlıyken o asabi tavrını gördüğümde nişanı atsaydım!”
“Aaah Ah! Bu ilişki daha nişanlıyken yürümüyordu. Ama gözüm ondan başkasını görmüyordu ki!”
“Ne bileydim böyle olacağını, onu kendi yoluma getiririm sanmıştım” vb. keşkeler devam edip gidiyor.
Nişanlılığın pembe düşleri hataları gizliyor. Küçük yanlışlar hep göz ardı ediliyor. En önemlisi değiştirme planları yapılıyor.
Oysa kim kimi değiştirebilir? Senelerce elde edilen davranışlar değiştirilebilir mi? Benliklere işlenen huylardan vazgeçilebilir mi? Aileden alınan eğitimin yerini başka bir eğitim alabilir mi?
Hem sonra bir eş, eşinin annesi-babası ya da eğitimcisi değil ki; onu eğitmeye kalkışsın?
Evet, evlendikten sonra keşke dememek için yapılması gereken şey ta ilk başta başlamalıdır.
“Aman canım” deyip geçmeyin
Genç kız ve delikanlı nişanlanmadan eş adayını ararken önce kendilerini tanımalı ve kendilerine şu soruyu sormalıdır:
“Ben nasıl birisiyim? Nelerden hoşlanıyorum nelerden hoşlanmıyorum? Huyum ve ahlakım nasıl? Asabi miyim, sakin miyim?”
Bu sorulara cevap verdikten sonra kendi huy, ahlak, zevk, dini inanç ve kültür anlayışına uygun adayı tercih etmelidir.
Çünkü bazen de gençler dini konularda ayrı dünyaların insanı oluyorlar. Biri ateist olurken diğerinin alnı secdeden kalkmıyor. Tabii ki, böyle çiftlerin beraberlikleri ne kadar sağlam olur ve ne kadar sürer? Biri namaz kılarken diğerinin kadeh kaldırmasıyla devam eden bir evlilikteki mutluluk tartışılabilir.
Uzmanlar, dini inançlarda, kültürde, gelenek-görenek ve hatta aynı memleket içindeki aynı yörenin insanı olan gençlerin evliliklerinde daha mutlu olduklarını söylüyorlar.
Din, dil ve kültür birliği içinde olan ve iki beyinden tek düşüncenin ortaya çıkması mutluluğun adresini gösteriyor.
Bütün bunları irdeleyerek nişanlanmak ve nişanlıyken ortaya çıkan pürüzlere “aman canım” deyip geçmeyerek üzerinde titizlikle durmak gerekir.
Çünkü evlilik çocuk oyuncağı değil, hele çocuk olduktan sonra boşanmak hiç kolay değil ve kolay da olmamalıdır.
Ne yazık ki, bunlar göz ardı ediliyor ve ta baştan yanlış yapılıyor. Genç kızın fiziki cazibesi, erkeğin kariyer veya zenginliği bütün kötü huyları, ahlakları örtebiliyor.
Esasen bazen bakıyorsunuz ikisi de ayrı ayrı insan olarak mükemmel insanlar fakat birbirleriyle uyuşamıyor ve anlaşamıyorlar. Kapı, altından da olsa ona uymayan anahtar olursa açılmaz. Veya anahtar altından olsa kapıyla uyumlu değilse yine o kapı açılmaz.
Ayet-i Kerimede “Sizler birbiriniz için elbisesiniz “buyuruluyor. Önemli olan elbisenin altın ya da pırlanta işlemeli olması değil, kişinin vücuduna uygun olması ve kişinin kendisini o elbisenin içinde rahat hissetmesidir. Eğer kişi kendini içinde rahat hissetmiyorsa elbisenin pahalı olması bir mana ifade etmez.
Bazen gençlerin ruh bedenlerine seçtikleri eş elbiseleri uymuyor. Genç bu elbiseyle bu işin yürümeyeceğini anlıyor ama o zaman da devreye aileler giriyor.
“Aman kızım, ufak tefek hatalara bakma, bundan daha iyi koca mı bulacaksın! Hem sonra nişanı atan kıza iyi gözle bakılmaz. Yastık değiştirilmekle kader değişmez.”
“Aman oğlum, dünyalar güzeli kız, daha Allah’tan ne istiyorsun! Boş ver basit şeyleri. O evlenince düzelir. Sen onu istediğin gibi yaparsın.”
Ve böylece aileler, kendilerine görünen yüzü yaldızlı olduğundan gençleri etki altında bırakıyorlar.
Evet, çok basit şeyler için de nişan atılmamalıdır ama gençler birbirleriyle anlaşamayacaklarını anlarsa, hiçbir konuda uyum içinde değillerse, seneler geçse de bir gün ayrılacakları bir durumdaysalar daha evlenmeden çoluk çocuğa karışmadan ayrılmaları ve kendilerine mutlu olup, anlaşabilecekleri biriyle evlenmeleri daha doğrudur.
Evlendikten sonra “keşke böyle olmasaydı” dememek için nişanlılık dönemi çok iyi değerlendirilmeli, eşler birbirini gerçek manada tanımalı, telafisi imkansız durumların ortaya çıkması daha işin başında engellenmelidir…
Gülay Atasoy
Kaynak : Moral Dünyası