2010'da evlendik kızlar, peki ya sonrası, hadi paylaşalım... :)

tamam canım ben bazen en son ıhtımal yaparım ama hep rahatlatır mıdemı canımm sanıyroum mıdenı üşütmüşssün senbilmiyorumkismile

üşütecek hiç bişey yapmadım ki ne biliyim üşümedim soguksuda içmem olablir belki hamilelikte olabiliyo:sm_confused:
 
sitede tartışmak yasak..eger biriyle tartışıp uzatırsanız banlanıyorsunuz..
banlamak: siteden bir süre uzaklaştırılmak demek..

bildiğim kadarıyla anlattım
 
Son düzenleme:
Seni SEVMEK


Gittin...

Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gittin. "Ne olur öyle bakma bana" dedin en son...

Daha birkaç dakika önce gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir karanlığı bırakıp gittin... Dolmuştu zamanın.

Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen"den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek gittin.

İçimde, günlerdir yokluğunla zayıflamış, kalbi kupkuru kalmış aşk çocuğunu sevginle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki yüzlerce "an"ı "anı"ya dönüştürerek...

Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları...

Gittin...

İki aşkın arasında şaşkın. Ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, başka bir eve gittin uyumaya. Artık senin değildi evin, "sizin" di. Benim özlediğim o eski evin değildi gittiğin...

O eski ev... Oturup, zamanın o yağmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, güneşin bütün gün sadece yalayıp geçtiği loş pencerelerinde dalgınlığımızı biriktirdiğimiz o ev...

Şaşardık bazen. Ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düşerek... Akıldışı bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çığ gibi ömrümüze yığılan anılardan birin seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ayinle ilgili gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafımızda, umurumuzda olmadan...


Elin çaya uzanırdı.
Tenim dudaklarını özlerdi.
Bir sözüm şiirin olurdu. Demlenirdik.

Gömüldükçe düşlerin o büyülü uykusuna, aşkımın kalbimdeki ilahi melodisi çalınırdı kulaklarına birden. Nasıl da ürkerdin... Karanlıktan korkan bir çocuğun teselli isteği gibi bölerdi sesin suskunluğumuzu.

Ruhlarımızın bir yerlerde buluştuğuna, düşlerimizin bir yerde kesiştiğine inanmak istediğim bu hayattan çalıntı anları, beni bunun aksine inandırmaya çalışan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.

İşte böyle anlarda yüzü daha da netleşirdi dünyaya gözlerinden bakan o yaralı çocuğunun... İşte ben en çok seni içimden doğru sevdiğim böyle anları severdim.


Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak, seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen her şeyi, şu yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek.

Sevmek hayatına tanıklık etmekti benim için...
Sabahları evden çıkmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere boğarken "gitme" diye sayıklayan sesine kıyamayıp, patrona bin bir yalanlar uydurarak, işe gitmemekti seni sevmek...

Sana kahvaltı hazırlamaktı. Senle hazırladığım sofraya iştahla oturup "sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben? Senden daha iyisini mi bulacağım"diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmaktı. İnce ince kıyılmış, tabağa motif gibi işlenerek dizilmiş ve hep sevdiğin gibi üzerinde zeytinyağı ve limon gezdirilmiş domateslere, yaptığım mezelere duyduğun minnete şaşırmaktı. Hayatına eklemekten çılgınca zevk aldığım o şefkatli inceliklere duyduğun minnete şaşırmaktı seni sevmek...

Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldığım mektuplarıma, aynı incelikle, aynı özlemle, aynı hayranlıkla verdiğin cevaplarına inanmaktı. Tüm ısrarlarına rağmen, bu eşsiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı. Sonra ansızın yollara düşüp, çocukluğumda kalbimde filizlenen sevdası senin aşkınla yeşeren bu kentin sokaklarında izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceliğin ve bu derin anlayışın yüzünü", yani o merak ettiğin yüzümü, gözlerine taşımaktı. Buluştuğumuz cafe de, ayların günlerin telaşı ve suskunluğuyla anlattığın şeylerin hiçbirini algılamadan, sadece hayranlıkla seni, o hepimiz gidiliğini seyrederken, masanın altından bir türlü çıkartamadığın o telaşlı, o çocuk ellerinde kendini ele veren heyecanına inanmaktı...

Seni sevmek, o gece rakı içtiğimiz köhne meyhaneden çıkıp yürüdüğümüz sokaklarda, Nisan ayında bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanrı'nın bu aşk için gönderdiği bir işaret olduğuna inanmaktı.


Seni sevmek kadınlığımı, bedenimi ve hazzı ilk defa seninle keşfetmekti. Onyedi yıldır sanki sadece senin için sakladığım bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoşlukla sana sunmaktı. Her dokunuşunda kutsal bir ayinin o sıcak ve tatlı şarabını yudum yudum içer gibi...

Seni sevmek, aşkın uğruna, ama senden izinsiz, başka bir kentteki hayatımı sıfırlayıp, yaşadığın kente, yaşadığın göğün altına, ıslandığın yağmurların altına gelip yerleşmekti. Senden başka, bu koca kentte bir başınalık ve kimsesizlikti seni sevmek... Sokaklarda tek bir tanıdık simaya rastlamamaya alışmaktı güçlükle... Hücrelerimle beraber çoğalan aşkını özgürce ve sınırsızca yaşamak için ailemin şefkatli ve anlayışlı kollarından sıyrılıp kanatlanmak, yıllanmış can dostların sevgisini çok uzaklarda bırakmaktı...

Seni sevmek, yalnızlığın soğuk kollarından biraz olsun sıyrılıp, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek başıma Beyoğlu'nun karanlık sokaklarında kalabalığın soluğuyla ısınmaya çalışmaktı. Hiç tanımadığım insanların yüzünde senin yüzünü aramak, onların kaybolmuş, umutsuz hayatlarında yaralı geçmişinin ve çocuksu düşlerinin izini sürmekti.

Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk ışıkları ruhumu ısırırken, aynı gecenin yıldızları altında seni deliler gibi özlemekti. O geceyi de kollarında geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolaşıp, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüşünü beklemekti. Bazen bu bekleyişlerin sonu, yorgun düşmüş bedenimi sürüklediğim evimde, o gece bir başka kadının yanında uyumana ağlamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir şizofren gibi, hiçbirşey olmamış gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum. Şaşırırdım.

Çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olanı acımasızca yok eden bu kentin hoyratlığına ve senin için artık inanmaktan çoktan vazgeçtiğin, yaşadığın hayal kırıklıklarıyla çok uzun zamandır kaybettiğin o aşk duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya direnmekti. Kalbine inançla aşk tohumları ekmekti seni sevmek. Sevmek o yitirdiğin aşk şarkısı adına sana umut vermekti.

Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı. Koparmamaktı kanatlarını. Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynağından, başka sevgilerin şiirine eklediği mısralardan kıskançlıkla seni mahrum etmeye yeltenmemekti.

Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı olmaktı. Çocuksu bir saflıkla tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma kendimi inandırarak, hayatına boyun eğmekti.

Seni sevmek, bir babayı, bir can yoldaşını hayatının sonuna kadar yanında olduğunu bildiğin güvenilir bir dostu, ilgiye ve şefkate doymayan çaresiz bir küçük çocuğu, ama en çok da tutkulu, kıskanç ve yüreği sonsuz maviliklere akan bir deli aşığı sevmek gibiydi.

Bir gün ansızın, telefonda duyduğun bir sese, ya da yeni tanıştığın bir kadına aşık olduğunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasıl kıskandığımı görmek isteyen abartılı bir heyecanla söylediğinde, telaşa kapılmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduğuna ve asla benden vazgeçemeyeceğine inanmaktı... Yine de içimdeki o kaçınılmaz endişe ister istemez sarardı yüzümü... Sesim soluğum kesilirdi birden... İşte öyle anlarda beni sımsıkı sarıp, tutkulu bir sevişmenin ilk öpücüklerini dudağıma kondururken "Sen küçücük bir kızsın, biliyor musun" diyen şefkatli sesini severdim en çok. Ve aslında ben dâhil, hiç kimseye âşık olamayacağını düşünür hüzünlenirdim.

Rüyalarımın gül kokusu.

Sonra bir gün aşka açıldı yüreğinin sürgüleri
Sonra bir gün şiirlerin başka bir aşkın kokusuna büründü.

Yıkıldı tabuların... Kırıldı zincirlerin... Uzağıma düştün.

Bu defa farklıydı, hissetmiştim. Yalnız bedenini değil, ruhunu da paylaşmaya başlamıştın bir başka kadınla.

Sonra sevmek yavaş yavaş kayışını izlemek oldu avuçlarımdan. Seni sevmek, sen sabaha karşı uyuduğumu sanarak yanımdan kalkıp bir başka yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya çalışmak oldu sessizce.

Habersizce kapını çaldığım o gün, kapında kalıp, içeri girememek oldu. O güne kadar hiç olmazsa bana karşı dürüst olmanla, yaşadıklarını benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum. Ama bir başkasını incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizlediğini, yalanlarla da olsa o nu koruduğunu fark edince bu avuntu da terk etti beni. Yalanlarını bile kıskanır oldum.

Neden dürüst olmak için beni seçmiştin sanki. Gerçeğin acımazız zindanlarında neden beni kilitli bırakmıştın.

Ne çok düşündüm bu soruların cevaplarını.
Ne çok sorguladım kendimi, nerde hata yaptığımı, neyi eksik bıraktığımı.

Kadınca oyunlardan haberim olmadı hiçbir zaman. Seçtiğin yaşam biçiminden koparmak, seni soluksuz bırakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istediğin bu muydu? Seni yanlış mı tanımıştım? Bana hep, ne kadar asil bir yüreğim olduğunu söyler dururdun. İsyanım, kalbimin ezilmiş parçalarının üstünü örtüp, sessizce çekip kapını çıkmak olurdu en fazla.

Yalnız kalmak istediğini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çekip giderdim. Özür diler gibi bir sesle, onun geleceğini söylediğinde, sessizce çıkıp giderdim. Karşında ben otururken, onunla saatlerce telefonda konuştuğunda çıkıp giderdim. Hep giderdim.

Bu onurlu tavrımdı belki de ezen yüreğini. Vazgeçemediğin tek yanım buydu belki.

Sonra, sevmek yaralı kadınlığımı başka yüreklerle avutma yanılgısına kapılmak oldu. Buna hakkım olduğunu söyleyip dursan da, biliyorum aslında içten içe hiç affetmedin beni. Sen çoktan parçalanmıştın zaten. Benim de yüreğimi böldüğümü düşünmek sana bile ağır geldi. Oysa ben, seni değil, kendimi cezalandırıyordum başka bedenlerle... Ruhumu kemiren bu deli aşkı cezalandırıyordum. Bunu anlamadın mı sevgili?

Sevmek seni değil çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu artık. Bana bağlanan masum aşkları seninle aldatmak olmuştu... Kimseye veremedim yüreğimi. Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında kendilerinin değil senin yüzünün aksini gördüler hep... Sessizce çekip gittiler. Fark etmedim bile gittiklerini...

Gittin...

Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır... O çocuk ellerinin, bir başkasının saçlarında gezindiğini, aniden özlemle sarılıp bir başka yüzü öpücüklere boğduğunu, sabahları uykunda bir başka kadına "gitme" diye sayıkladığını düşünmek oldu, seni sevmek... Geceleri kokuna hasret yatağımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu...

Seni yasak bir aşk gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yaşamak oldu, sevmek.Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak, haykırmak, ağlamak, sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu...

Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu seni sevmek.

Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. "Ayazda iki yürek" gibiyiz.

Sen benim şizofren aşkımsın... Ben senin kanayan vicdanınım. Affet beni sevgili... Verdiğim sözleri tutamadım.
 
Hint Mitolojisine göre KADIN VE ERKEK


Kadın;

Tanrı, yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı; Rüzgarın kararsızlığını,tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini,kumrunun sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadın yaptı. Yarattığı kadını erkeğe armağan etti.

Erkek;

Tanrı, kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışlarını, fırtına bulutların kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boğanın dehşetini aldı; sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi. Bunların üzerine ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını kattı ve erkeği yarattı. Yarattığı erkeği, adam etsin diye, kadına verdi.
 
MUTLULUK VE HUZUR


Insan, doğası geregi huzura, rahata ve mutluluğa koşar. Hayat denen yalancı sahtekar, uzman ama tatlı kumarbaz, insanı eninde sonunda kendi çıkarlarını korumaya ve mutlu olmaya yöneltir. Bundandir, özünde insan bir yandan zevkine düskün öbür taraftan da tembeldir. İşine yarayacağını anlasa üşenir yapmaz. Bir çok kişi gözatar, ama işine yarayacağını anlasa bile bu makaleyi sonuna kadar okumaya üşenir. Sonra da ben de onlardan birimiyim diye düşünür.

Herkesin mutluluktan anladığı farklıdır. Nadir olanı mutluluğu yakalar, hemen hemen hiçbiri ise orada kalmayı bilmez. Herkes mutluluğa farklı şekilde koşar.

Mutluluğu çogu insan başkasında arar. Bu diğer insan genelde sevgilidir. Bu ilke üzerinde yaşayan ve sevgilisi olmayanlar mutlu olmak için yana yakıla sevgili ararlar. Aslında seven diğerinin iki dudağının arasına girer. Kimisinde salyası olursun sevdiğinin. Senden sanki kurtulmaya çalışır. Kendini asalak hissetsen de onun asalağı olmak sana mutluluk verir. Ufacık şeylerden dahi mutlu olmaya çalışırsın. Düştüğün durumların ne kadar komik olduğuna çok sonraları farkına varırsın. Kimisinde rujusundur sevgilinin, seni daha güzel görünmek için tasir yaninda. Gözlüğünden, saatinden ya da aksesuarlarindan cok az farkın vardır. Çok azı dudaklara öpücük olarak konar. İki kişi nadiren aynı oranda cok sever. Aslinda asktan daha büyük bir aci varmidir bu hayatta. Sevgi o kadar büyük bir hazdır ki anlatmaya, dinlemeye ömür yetmez ama kim sevgiden mutlu olmuşki sen de olasın. Askin ne zaman huzur getirdigi görülmüşki. Öte yandan evlat sevgisi ise anlatılamayacak bir haz ve mutluluk kaynağıdır. Bu konu o kadar derindirki kitaplar yetmez bu hayatın anlamı ya da mutluluğunu anlatmaya.

Mutluluk arayanların başka bir kaynağı ise yakın arkadaşlarıdır. Bu kişiler mutluluğun bulaşmasını istedikleri için mutlu insanları arar ve onlardan ayrılmazlar. Mutluluk bulaşıcıdır. Mutlu insanlar mutluluklarını gizleyemez kendilerinden taşırır başkalarına da aktarırlar. Bu tür insanlar mutlu etmek icin değil mutlu olmak için çalar kapını. Bu arkadaşlıklar çıkarların örtüşmesi, karşılıklı ihtiyaçların giderilmesi halinde dostluğa dönüşebilir. Mutluluk kadar, mutsuzluk da bulaşıcıdır. Bazen bu insanlar karamsar ve mutsuz insanlara rastlarlar. Dışa bağımlı bu insanlar iç mutluluklarını saglamayı bilmedikleri için hayatlarının o döneminde cehennemi yaşarlar. Aslında insanın kalıcı mutluluğu baskasında bulması mümkün değildir. Dışardan ikame kaynaklar, taşıma suyla dönen değirmenler gibidir. Mutluluk için taşıma su degil, azgın bir akarsu, çağlayan gerekir. Başkası öncelikle kendisi mutlu olmak için yanaşır sana. Başkasının sağladığı mutluluk, gördüğün rüyalarin kadar kalıcı olabilir.

Mutlulugu fakir olanlar para ya da mevkide zannederler. Bunun ne kadar yanlış olduğunu ancak zenginler anlayabilir. Para yokluktan çıkış sırasında geçici bir süre mutluluk verir insana. Azla yetinmez insanoğlu. Belirli bir süre sonra mevcut düzey varolması gereken düzey kabul edilir ve daha fazlası istenir. Doyurulmamış ego gereksiz dahi olsa kendisine bir ihtiyaç yaratır. Karşılanmayan ihtiyaç o kişiye mutsuzluk olarak dönecektir. Mutluluğu para da arayanlar kendilerine dert edecek biseyler illaki bulurlar. Bunun yanında para ve mevki yönetilmesi gereken bir sorumluluktur. Sorumluluğun artması insanı mutlu etmez. Para ve mevki yani artı deger arı kovanı gibi sadece bir dolu gereksiz ve nankör insanı toplar etrafına. Mutlu insanlar sahip olduklarıyla yetinebilen kanaatkar insanlardır. Yetinmeyi bilmeyen ne kadar zengin ya da mevki sahibi olursa olsun mutlu olamaz.

Bazı kisiler mutlulugu zamanda arar. Kendilerine sürekli yeni bir hedef koyarlar. Mutlu olmaları için sürekli birseylerin olması gerekiyordur. O hedefe genelde hiç ulaşılmaz. Ulaşıldığında ise mutlu olunmaz, çünkü yeni bir hedef çoktan konulmustur bile.

Mutlulugu bazisi yasadigi kötü olaylardan kaçarak arar. Sonrakinin kendisini daha mutlu edeceğini zanneder. Sonraki öncekinden genelde farkli degildir. Ayni hastalıklı ve hatalı davranış biçimi her ortamda birbirine yakın sorunlar yaşar ve birbirine yakın karakterleri etrafına toplar. Bundan dolayı, ilişkiler yaşanan hikayeler sanki cok farklıymış gibi başlar ama sonu genelde birbirine cok yakındır.

Bilmek diken gibidir insani sadece mutsuz eder. Bilmek farkındalık düzeyini artırır. Çok sey bilen çok acı çeker, çünkü gerçekler katlanılamayacak kadar çok acıdır. Gerçekleri bilen, ayıkken açık kalp ameliyatı geçirir. Doktor, hastane, hemşire değişir ama ameliyat farklı şekillerde devam eder. Mutlu olabilmek için biraz unutkan, biraz da vurdumduymaz olmak gerekir.

Mutlulugun aslında ön koşulları vardır. Bunlar olmadan mutlu olabilmek mümkün değildir. Mutluluğun en önemli koşulu saglıktır. Sağlıklı dilenci, hasta kraldan daha mutludur. İkinci önemli mutluluk koşulu ise özgürlüktür. Bu uğurda insanlık tarihi birçok savaşa sahne olmuştur.

Ön koşullar sağlandıktan sonra, mutluluğu yakalamak için kişinin uzaklara, başkalarına değil sadece kendi içine bakması gerekir. Kişi mutluluğu sadece kendi içinde yakalayabilir. Mutluluk ancak yakın gözlüğü takılarak görülebilir. Yakın gözlüğünü takmasını bilenler eksikliklerinin, ihtiyaçlarinin, kişilik özelliklerinin farkındadırlar. Kişi sadece kişisel özellikleri sayesinde mutlu olabilir. Insani mutlu kılan kişisel özellikler kişinin derinliği, meşguliyeti, kanaatkar olması, hareket etmesi ve en önemlisi sevebilmesidir.

Derinlik yeteneklerin kullanılmasi ve gizli yeteneklerin keşfedilmesiyle saglanir. Yetenekler kişinin yaratıcılığı ve içsel zenginliğinden beslenir. İnsan yetenekli olduğu alanlarda diğerlerinde olduğundan daha fazla başarılı olur ve bu alanlarda daha hızlı gelişir. Bu alanlar insanın konfor alanıdır. Çoğu zaman bunları yaparken kişi yorulmaz bile. Yeteneklerin keşfi için farklı şeyler denenmelidir.

Yeteneklerin olması ve bulunması kadar kullanılması da mutluluğun olmazsa olmaz koşuludur. Hayat zaman harcından yapılmıştır. Aslında mutluluk zamanın huzurlu bir şekilde kullanılmasıdır. Kişinin yetenekleriyle mesgul olması gerekir. Meşguliyet kişinin ne kadar çalışkan ya da tembel olmasına bağlıdır. Meşguliyet kendi başına mutluluk getirmez ama meşgül olmayan insan kesinlikle mutsuz olur. Mutluluğun formülü, Yetenekleri kullanabilmek ve zenginleştirmek, geri kalan zamanlarda ise önemsiz seylerle mesgul olabilmektir.

Mutluluk bir açıdan kisinin içinde saglanan iç barış, iç dengedir. Gerçek ihtiyaçlarının farkında olan, elindekilerle yetinebilen insan başına ne gelirse gelsin mutsuz olmaz. O kişi her seferinde mutlu olacak birşey bulacaktır. Bu kişinin bir tarafta ihtiyaçları, umutları, öbür tarafta imkanları arasındaki denge her zaman aynı olacaktır. İhtiyaçları ve umutlarını imkanlarına göre değiştiren kişiyi kim üzebilir ki.

Sevebilmek aslinda bir sanattir. Herkes sevemez. Herkesde, gördüğün herşeyin içinde bir güzellik vardir. Sevebilmek için bu güzelliği cımbızla çekip çıkarmak ve görebilmek gerekir. Güzelliği görmek tek başına yetmez güzelliği zenginleştirmek, özgürleştirmek de gerekir. Sen ilgi duyduğuna bir seyler katinca sevmeye başlarsın. Genelde insanlar guzelligi sahiplenmeye çalisir. Hatta bazisi bunun icin fiziki kuvvet bile kullanır. Sahip istesede sevemez, sahip olunan mal senindir, sevmene de gerek yoktur. Öte yandan sahip ne yapsa sevilmez. Bundan dolayı hiçkimseyi ya da hiçbir şeyi sahiplenme. Zaten istesende hiçbirinin sahibi olamazsın. Zenginleştir, güzelleştir, özgürleştir. İşte o zaman, çoğu kendiliğnden kul olmaya gelir.

Son olarak doğa topluca bir mutluluk kaynağıdır. Onu ve içindeki güzelliği gören ve elinden geldiğince ona kaynaşan, onun içinde hareket eden kişi herhangi bir şey yapmasa dahi mutlu olur. En derindeki içgüdüler harekete geçer. Doğada yani denizde, ormanda geçirilen bir günün ardından geçirilen gece kadar huzurlu olanı varmıdır.

Sonuçta mutlu olmayı bilen ve mutlu olan insan mutluluğu saklı tutamaz, kendinden taşırıp diğer insanlara da yansıtır. Mutluluk paylaşılarak azalmaz, artar. Mutluluk çok ucuz bir kaynaktir ama o kadar nadir bulunurki insanlar onu gördükleri yerlere ve kişilere gitmekten kendilerini alamazlar. Hiçbir makyaj onun kadar güzel yakismaz bir insana. Mutluluk başkasına verilebilecek en güzel hediyedir. Ya o hediyeyi alır ya da kendi kısır döngünde devam eder, kaderine lanet edersin.

Param yok, bilgim yok, umudum yok ama ihtiyacım da yok. O zaman benden mutlu insan da yok.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…