- Konu Sahibi yellowdaisyy
-
- #17.481
biraz uzun ama çok güzel bir yazı mutlaka okuyun yorumlarınızı bekliyorum cicişler
Ondokuzuncu yüzyıl ressamlarından Alman Christophe Haitzmann 5 Eylül 1875 tarihinde Meriazel Kilisesi'ne perişan bir halde geldi. Elinde bir kağıt ve karmakarışık korkunç şekillerle çizilmiş birkaç da resim vardı. Telaşlı, bunalımlı bir durumdaydı. Saçı sakalı uzamış, gözleri içine çökmüştü. Kilisenin kapısını açan rahip Antoine'a, titreyen bir sesle:
- Aziz peder Kilian, beni ancak siz kurtarabilirsiniz, dedi. Rahip Antoine, kendisinin kutsal peder Kilian olmadığını söyleyip onu manastırın başrahibine, Kilian'a götürdü.
Ressam Haitzmann, başrahibin önünde diz çöküp haç çıkardı. Ve telaşlı bir sesle şunları söyledi:
- Şeytanla bir anlaşma yaptım. Ruhumu satın aldı. Artık ben şeytanın oğluyum. Beni bir zayıf anımda yakaladı. Dünya nimetlerini vereceğini söyledi. Verdi de. Ancak büyük pişmanlık duyuyorum. Ruhum azap içinde. Şeytanın oğlu olmak istemiyorum artık. Günlerim işkence içinde geçiyor. Yalvarırım kutsal peder. Beni bu durumdan ancak sizin dualarınız ve kutsal Meryem anamız, İsa babamız kurtarabilir.
Peder Kilian:
- Sakin ol çocuğum, kutsal Meryem anamız, İsa babamız ve onların melekleri her zaman bizimle beraberdir. Onlar bizi şeytanın tüm kötülüklerinden korur.
Haitzmann, titreyen elleriyle bir kağıdı uzatıp Peder Kilian'a verdi. Kağıdın üstünde şunlar yazılıydı:
Ben Christophe Haitzmann, vereceği dünya nimetlerine karşılık şeytanın oğlu olmayı ve onun buyruklarını yerine getirmeyi kabul ediyorum.
2 Mart 1874
Ressam Christophe Haitzmann
Bu yazıyı gören peder Kilian, hafifçe ürperip haç çıkardıktan sonra Haitzmann'a:
- Derdini anlıyorum çocuğum. Şimdi birlikte odama gidelim ve bana bütün olup bitenleri anlat, dedi.
Peder Kilian'ın sade odasına geldiler. Burası odadan çok bir hücreyi andırıyordu. Ortada bir masa, masanın üstünde bir sürahi ve bir tek bardak vardı. Duvarın dibindeki tahta divanda ince bir yatak ve üstünde bir battaniye. Bütün bunlardan başka odanın tek mobilyası denebilecek bir de tahta sandalye.
Peder Kilian Haitzmann'ı sandalyeye oturttu. Kendi de divanın bir ucuna ilişip dinlemeye başladı. Haitzmann, başından geçenleri şöyle anlatıyordu:
- Uzun yıllar mutlu bir yaşamım oldu. Tablolarım iyi fiyatlarla satılıyor, bolluk ve refah içinde bir yaşam sürdürüyordum. Derken işlerim ters gitmeye başladı. Tek tablo satamıyordum. Bir gece son Bourbon şarabını da bitirince, belki sarhoşluktan, belki de yoksulluktan, yumruklarımı masaya, duvarlara vurup haykırıyordum:
- Lanet, duygularımızı zorlayan görünüşün göz kamaştırıcılığına,
Lanet, rüyalarımızda bizi aldatan ve bir ömür boyunca kandıran ün ve şan düşlerine,
Lanet, mal ve mülke, uşak ve hizmetçilere,
Lanet, eğlencelere, servete, kadınlara,
Lanet, üzümdeki büyüye,
Lanet, aşkın o derin hazzına,
Lanet, aşkın bunca hazları tattıktan sonra beni bu duruma getiren tanrıya, diyordum. Bu son söz bir kez ağzımdan çıkmıştı, ama sonradan da çok pişman olmuştum. Ne varki birden karşımda bir asilzade gördüm. Üstünde kırmızı işlemeli bir elbise, ipek bir manto vardı. Başındaki şapkası, horoz tüyüyle süsülüydü. Odamda dolaşıp benimle konuşurken belindeki kılıcı da saltanatla sallanıyordu. Kılıcın sapı altındandı. Ve üstünde zümrüt kakmalar vardı. Bana ben senin babanım, çağırdın, işte geldim. Yaşam sıkıntısı içinde olduğunu biliyorum. Senin hizmetine girmek, bir işaretinle durmadan dinlenmek koşmak isterim. Buna karşılık öte dünyada da sen bana aynı şeyi yapacaksın, benim hizmetime gireceksin. dedi. Şu karşılığı verdim:
- Öte dünya umrumda değil, ancak bu dünya yıkıldıktan sonra öteki dünya ortaya çıkabilir. Benim sevinçlerimin kaynağı bu dünyadır. Bu dünyadaki dertlerimden kurtulmak istiyorum.
Haitzmann zihnini yoklar gibi sustu. Bu sessizlik bir dakika kadar sürdü. Sessizliği ilk bozan peder Kilian oldu:
- Evet, Şeytanın ta kendisi karşına çıkmış çocuğum. Seni aldatmak için o uzun kuyruklu haliyle değil, bir centilmen olarak görünmüş. Peki sen ona ne karşılık verdin?
Ressam Haitzmann titrek bir sesle şeytanla konuşmasının devamını anlatmaya başladı:
Ona, bana ne verebileceksin? Lezzetle yenilen ve doyurmayan yemekler, elimde civa gibi kaynayan kırmızı altınlar, hep kazanılan kumarlar, yatağımda güzel kızlar istiyorum. Bunları gerçekleştirebilir misin? dedim. Sorumu şöyle yanıtladı:
- Böyle bir görev beni ürkütmez. Bütün bu isteklerini gerçekleştirebilir, sana hazineler sağlayabilirim.
Gerçekten de verdiği sözü yerine getirdi. Artık tablolarım satılıyor, ben de eski hayatımı, hatta eskisinden de iyi bir hayatı yaşabiliyordum. Bu mutluluk altı ay kadar, daha doğrusu dün geceye kadar sürdü. Dün gece korkunç anlar yaşadım. Odama önce Meryem anamız, sonra da İsa babamız geldi. Sen şeytanla anlaşma yaptın, şeytanın oğlu oldun. Ama bu dünyanın nimetlerine karşılık yaptığın anlaşma yüzünden cehennem ateşlerini unuttun deyip kayboldular. İşte o anda kendimi büyük bir azabın içinde buldum. Bir bataklıktaydım, ağzıma çamurlar giriyordu. Kurtulmak istedikçe aşağıdan birileri beni diplere çekiyordu.
Ressam Haitzmann beş ay manastırda kaldı. Başrahip ve tüm öteki rahipler, Haitzmann'la birlikte Meryem ana ve İsa tasvirlerinin önünde diz çöküp dua ettiler. Şeytanı kovalayan bütün dinsel Latince formülleri okudular, bütün işaretleri yaptılar. Kısacası gereken yerine getirildi. Ve ressam Haitzmann ruhu esenliğe kavuşmuş olarak Mariazel Manastırı'ndan ayrıldı.
Yedi ay kadar sonra, kilise arşivindeki kayıtlara göre, 1876 Nisan'ında, ressam Haitzmann yeniden manastıra geldi. Bu kez durumu eskisinden de kötüydü. Yarı çılgındı, hatta nerdeyse bir deliyi andırıyordu ve eskisi gibi elinde bir kağıt vardı. Kapıyı yine peder Antoine açtı, bu kez hiçbirşey sormadan ressamı başrahip Kilian'a götürdü. Yazıyı okudular:
Ben Haitzmann, verceği dünya nimetlerine karşılık şeytanın oğlu olmayı ve onun buyruklarını yerine getirmeyi kabul ediyorum.
4 Şubat 1876
Ressam Cristophe Haitzmann
Haitzmann şeytanla karşılaştığı sahneyi de resmetmişti. Kutsal peder Kilian, Haitzmann'ın verdiği küçük resimlere dikkatle baktı. Boynuzlu, kafasına yapışık uzun kulaklı, yarasa kanatlarına benzer kanatları olan bir canavar, ressam Haitzmann'a altın dolu bir kese veriyordu. Öteki resimde ise dans eden, eğlenen, birbirleriyle öpüşen insanlar ve önünde Burbon şarabı, bir kadınla kucak kucağa Haitzmann vardı.
Tıpkı eskisi gibi manastırın tüm rahipleri, kutsal peder Kilian, Haitzmann için ilahiler söylediler. Meryem anaya, Tanrının oğlu İsa'ya dua edip ressamın ruhunu şeytandan kurtarmak için gerekli tüm çabaları gösterdiler.
Yazık ki bu kez ne Meryem anası, ne İsa babası Haitzmann'ın elinden tutamamışlardı. Bunalımları ve hezeyanları gittikçe artıyor, bağırıp çağırıyor, tıpkı bir tiyatro oyuncusu gibi yalnız odasında söylevler çekiyordu. Kutsal pederler en sonunda onu bir hastaneye yatırmaktan başka çıkar yol göremediler.
Bu olaya manastır ve kilise arşivlerinde görevli, zamanına göre hayli ileri düşüncede olan R.Bayer Thorn'un bir mektubu üzerine Doktor Fernando el koydu. Belgeleri, ressam Haitzmann'ın kiliseye getirdiği resimleri, peder Kilian'la konuşma raporlarını inceledi. Ressamın anne babası hayatta olmadığı için komşularından dinleyerek onun yaşam öyküsünü öğrendi ve şu sade gerçeği ortaya çıkardı. Annesi bayan Lili Haitzmann bir tiyatro oyuncusuyla evliydi.
Çocuğu Cristopher'a hamile olduğu sıralarda kocası Dumker Haitzmann, Bavyera tiyatrosunda Goethe'nin Faust eserindeki şeytan Mefisto'yu oynuyor, akşam işinden erken çıkan kadıncağız, eve birlikte dönmeleri için pek çok geceler tiyatroda seyirciler arasında oturup oyunun bitmesini bekliyor, Faust'u defalarca izlemek zorunda kalıyordu. Karnıdaki bebeği onunla birlikte bu oyunu ezberlemiş; oyun, kişiliğini değiştirecek kadar bebeği etkilemişti. Yıllarca sonra tablolarının satılmaması yüzünden karşılaştığı bir yoksulluk onu birden anne karnındaki yaşama göndermişti. Tıpkı tiyatroda Mefisto rolünü, yani şeytan rolünü oynayan babası gibi o da kendini şeytanın çocuğu sanmaya başlamıştı. Babası tiyatroda Mefisto'yu oynarken o da bu oyunu defalarca seyreden annesinin karnından, aynı oyunu izliyor, ama bunun bir oyun olduğunu bilmeyip sonradan gerçek yaşamla karıştırıyordu.
Yedi sekiz ay süren bir psikanaliz tedavisinden sonra ressam Haitzmann eski ruh sağlığına kavuştu. Haitzmann'ın Bavyera müzesindeki tablolarına bakanlar, onun, resimlerde bulunan karışık dünyasının ve ikileminin nerden kaynaklandığını bilemiyorlar. Bir yanda uzun kuyruklu, eli uzun çatallı, kulakları asık ve sivri, ağzından yıldırım çıkan şeytanlar, bir yanda sevişen, içki içen, gülen ve eğlenen mutlu insanlar.
Tıpkı yaşamı gibi bu tablolar da Haitzmann'ın biri doğum öncesi anne karnındaki, biri de doğum sonrası gerçek yaşamdaki iki ayrı dönemin aynasıdır.
Ondokuzuncu yüzyıl ressamlarından Alman Christophe Haitzmann 5 Eylül 1875 tarihinde Meriazel Kilisesi'ne perişan bir halde geldi. Elinde bir kağıt ve karmakarışık korkunç şekillerle çizilmiş birkaç da resim vardı. Telaşlı, bunalımlı bir durumdaydı. Saçı sakalı uzamış, gözleri içine çökmüştü. Kilisenin kapısını açan rahip Antoine'a, titreyen bir sesle:
- Aziz peder Kilian, beni ancak siz kurtarabilirsiniz, dedi. Rahip Antoine, kendisinin kutsal peder Kilian olmadığını söyleyip onu manastırın başrahibine, Kilian'a götürdü.
Ressam Haitzmann, başrahibin önünde diz çöküp haç çıkardı. Ve telaşlı bir sesle şunları söyledi:
- Şeytanla bir anlaşma yaptım. Ruhumu satın aldı. Artık ben şeytanın oğluyum. Beni bir zayıf anımda yakaladı. Dünya nimetlerini vereceğini söyledi. Verdi de. Ancak büyük pişmanlık duyuyorum. Ruhum azap içinde. Şeytanın oğlu olmak istemiyorum artık. Günlerim işkence içinde geçiyor. Yalvarırım kutsal peder. Beni bu durumdan ancak sizin dualarınız ve kutsal Meryem anamız, İsa babamız kurtarabilir.
Peder Kilian:
- Sakin ol çocuğum, kutsal Meryem anamız, İsa babamız ve onların melekleri her zaman bizimle beraberdir. Onlar bizi şeytanın tüm kötülüklerinden korur.
Haitzmann, titreyen elleriyle bir kağıdı uzatıp Peder Kilian'a verdi. Kağıdın üstünde şunlar yazılıydı:
Ben Christophe Haitzmann, vereceği dünya nimetlerine karşılık şeytanın oğlu olmayı ve onun buyruklarını yerine getirmeyi kabul ediyorum.
2 Mart 1874
Ressam Christophe Haitzmann
Bu yazıyı gören peder Kilian, hafifçe ürperip haç çıkardıktan sonra Haitzmann'a:
- Derdini anlıyorum çocuğum. Şimdi birlikte odama gidelim ve bana bütün olup bitenleri anlat, dedi.
Peder Kilian'ın sade odasına geldiler. Burası odadan çok bir hücreyi andırıyordu. Ortada bir masa, masanın üstünde bir sürahi ve bir tek bardak vardı. Duvarın dibindeki tahta divanda ince bir yatak ve üstünde bir battaniye. Bütün bunlardan başka odanın tek mobilyası denebilecek bir de tahta sandalye.
Peder Kilian Haitzmann'ı sandalyeye oturttu. Kendi de divanın bir ucuna ilişip dinlemeye başladı. Haitzmann, başından geçenleri şöyle anlatıyordu:
- Uzun yıllar mutlu bir yaşamım oldu. Tablolarım iyi fiyatlarla satılıyor, bolluk ve refah içinde bir yaşam sürdürüyordum. Derken işlerim ters gitmeye başladı. Tek tablo satamıyordum. Bir gece son Bourbon şarabını da bitirince, belki sarhoşluktan, belki de yoksulluktan, yumruklarımı masaya, duvarlara vurup haykırıyordum:
- Lanet, duygularımızı zorlayan görünüşün göz kamaştırıcılığına,
Lanet, rüyalarımızda bizi aldatan ve bir ömür boyunca kandıran ün ve şan düşlerine,
Lanet, mal ve mülke, uşak ve hizmetçilere,
Lanet, eğlencelere, servete, kadınlara,
Lanet, üzümdeki büyüye,
Lanet, aşkın o derin hazzına,
Lanet, aşkın bunca hazları tattıktan sonra beni bu duruma getiren tanrıya, diyordum. Bu son söz bir kez ağzımdan çıkmıştı, ama sonradan da çok pişman olmuştum. Ne varki birden karşımda bir asilzade gördüm. Üstünde kırmızı işlemeli bir elbise, ipek bir manto vardı. Başındaki şapkası, horoz tüyüyle süsülüydü. Odamda dolaşıp benimle konuşurken belindeki kılıcı da saltanatla sallanıyordu. Kılıcın sapı altındandı. Ve üstünde zümrüt kakmalar vardı. Bana ben senin babanım, çağırdın, işte geldim. Yaşam sıkıntısı içinde olduğunu biliyorum. Senin hizmetine girmek, bir işaretinle durmadan dinlenmek koşmak isterim. Buna karşılık öte dünyada da sen bana aynı şeyi yapacaksın, benim hizmetime gireceksin. dedi. Şu karşılığı verdim:
- Öte dünya umrumda değil, ancak bu dünya yıkıldıktan sonra öteki dünya ortaya çıkabilir. Benim sevinçlerimin kaynağı bu dünyadır. Bu dünyadaki dertlerimden kurtulmak istiyorum.
Haitzmann zihnini yoklar gibi sustu. Bu sessizlik bir dakika kadar sürdü. Sessizliği ilk bozan peder Kilian oldu:
- Evet, Şeytanın ta kendisi karşına çıkmış çocuğum. Seni aldatmak için o uzun kuyruklu haliyle değil, bir centilmen olarak görünmüş. Peki sen ona ne karşılık verdin?
Ressam Haitzmann titrek bir sesle şeytanla konuşmasının devamını anlatmaya başladı:
Ona, bana ne verebileceksin? Lezzetle yenilen ve doyurmayan yemekler, elimde civa gibi kaynayan kırmızı altınlar, hep kazanılan kumarlar, yatağımda güzel kızlar istiyorum. Bunları gerçekleştirebilir misin? dedim. Sorumu şöyle yanıtladı:
- Böyle bir görev beni ürkütmez. Bütün bu isteklerini gerçekleştirebilir, sana hazineler sağlayabilirim.
Gerçekten de verdiği sözü yerine getirdi. Artık tablolarım satılıyor, ben de eski hayatımı, hatta eskisinden de iyi bir hayatı yaşabiliyordum. Bu mutluluk altı ay kadar, daha doğrusu dün geceye kadar sürdü. Dün gece korkunç anlar yaşadım. Odama önce Meryem anamız, sonra da İsa babamız geldi. Sen şeytanla anlaşma yaptın, şeytanın oğlu oldun. Ama bu dünyanın nimetlerine karşılık yaptığın anlaşma yüzünden cehennem ateşlerini unuttun deyip kayboldular. İşte o anda kendimi büyük bir azabın içinde buldum. Bir bataklıktaydım, ağzıma çamurlar giriyordu. Kurtulmak istedikçe aşağıdan birileri beni diplere çekiyordu.
Ressam Haitzmann beş ay manastırda kaldı. Başrahip ve tüm öteki rahipler, Haitzmann'la birlikte Meryem ana ve İsa tasvirlerinin önünde diz çöküp dua ettiler. Şeytanı kovalayan bütün dinsel Latince formülleri okudular, bütün işaretleri yaptılar. Kısacası gereken yerine getirildi. Ve ressam Haitzmann ruhu esenliğe kavuşmuş olarak Mariazel Manastırı'ndan ayrıldı.
Yedi ay kadar sonra, kilise arşivindeki kayıtlara göre, 1876 Nisan'ında, ressam Haitzmann yeniden manastıra geldi. Bu kez durumu eskisinden de kötüydü. Yarı çılgındı, hatta nerdeyse bir deliyi andırıyordu ve eskisi gibi elinde bir kağıt vardı. Kapıyı yine peder Antoine açtı, bu kez hiçbirşey sormadan ressamı başrahip Kilian'a götürdü. Yazıyı okudular:
Ben Haitzmann, verceği dünya nimetlerine karşılık şeytanın oğlu olmayı ve onun buyruklarını yerine getirmeyi kabul ediyorum.
4 Şubat 1876
Ressam Cristophe Haitzmann
Haitzmann şeytanla karşılaştığı sahneyi de resmetmişti. Kutsal peder Kilian, Haitzmann'ın verdiği küçük resimlere dikkatle baktı. Boynuzlu, kafasına yapışık uzun kulaklı, yarasa kanatlarına benzer kanatları olan bir canavar, ressam Haitzmann'a altın dolu bir kese veriyordu. Öteki resimde ise dans eden, eğlenen, birbirleriyle öpüşen insanlar ve önünde Burbon şarabı, bir kadınla kucak kucağa Haitzmann vardı.
Tıpkı eskisi gibi manastırın tüm rahipleri, kutsal peder Kilian, Haitzmann için ilahiler söylediler. Meryem anaya, Tanrının oğlu İsa'ya dua edip ressamın ruhunu şeytandan kurtarmak için gerekli tüm çabaları gösterdiler.
Yazık ki bu kez ne Meryem anası, ne İsa babası Haitzmann'ın elinden tutamamışlardı. Bunalımları ve hezeyanları gittikçe artıyor, bağırıp çağırıyor, tıpkı bir tiyatro oyuncusu gibi yalnız odasında söylevler çekiyordu. Kutsal pederler en sonunda onu bir hastaneye yatırmaktan başka çıkar yol göremediler.
Bu olaya manastır ve kilise arşivlerinde görevli, zamanına göre hayli ileri düşüncede olan R.Bayer Thorn'un bir mektubu üzerine Doktor Fernando el koydu. Belgeleri, ressam Haitzmann'ın kiliseye getirdiği resimleri, peder Kilian'la konuşma raporlarını inceledi. Ressamın anne babası hayatta olmadığı için komşularından dinleyerek onun yaşam öyküsünü öğrendi ve şu sade gerçeği ortaya çıkardı. Annesi bayan Lili Haitzmann bir tiyatro oyuncusuyla evliydi.
Çocuğu Cristopher'a hamile olduğu sıralarda kocası Dumker Haitzmann, Bavyera tiyatrosunda Goethe'nin Faust eserindeki şeytan Mefisto'yu oynuyor, akşam işinden erken çıkan kadıncağız, eve birlikte dönmeleri için pek çok geceler tiyatroda seyirciler arasında oturup oyunun bitmesini bekliyor, Faust'u defalarca izlemek zorunda kalıyordu. Karnıdaki bebeği onunla birlikte bu oyunu ezberlemiş; oyun, kişiliğini değiştirecek kadar bebeği etkilemişti. Yıllarca sonra tablolarının satılmaması yüzünden karşılaştığı bir yoksulluk onu birden anne karnındaki yaşama göndermişti. Tıpkı tiyatroda Mefisto rolünü, yani şeytan rolünü oynayan babası gibi o da kendini şeytanın çocuğu sanmaya başlamıştı. Babası tiyatroda Mefisto'yu oynarken o da bu oyunu defalarca seyreden annesinin karnından, aynı oyunu izliyor, ama bunun bir oyun olduğunu bilmeyip sonradan gerçek yaşamla karıştırıyordu.
Yedi sekiz ay süren bir psikanaliz tedavisinden sonra ressam Haitzmann eski ruh sağlığına kavuştu. Haitzmann'ın Bavyera müzesindeki tablolarına bakanlar, onun, resimlerde bulunan karışık dünyasının ve ikileminin nerden kaynaklandığını bilemiyorlar. Bir yanda uzun kuyruklu, eli uzun çatallı, kulakları asık ve sivri, ağzından yıldırım çıkan şeytanlar, bir yanda sevişen, içki içen, gülen ve eğlenen mutlu insanlar.
Tıpkı yaşamı gibi bu tablolar da Haitzmann'ın biri doğum öncesi anne karnındaki, biri de doğum sonrası gerçek yaşamdaki iki ayrı dönemin aynasıdır.