onu 17 yıl önce tanımıştım. liseye kayıt yaptırdığım o sene. okulun bahçesi liseyi hazmetmiş genç kızlar ve çocuklukla gençliğin arasında kalmış, kah çocuklar gibi hoplayıp, zıplayan ,kah genç kızlar gibi süzülüp gerdan kıran yeni yetmelerle doluydu. ayşe'de genç kızlıktan esser yoktu. vücudu gürleşmişti ve hareketlerinin kıvraklığına ayak uyduramıyordu. ama bu onun umrunda bile değildi.
ilk dönem sınıftan kimseyle iletişime geçmedim. neden bilmem içimde onlara karşı acayip bi kızgınlık vardı. hep sustum. ağzımı bıçak açmıyordu. öğretmenim benim için endişeleniyor fakat arkadaşlarım umursamıyordu bile. hepsinden intikam almak geçiyordu içimden. bir gün bu düşünceyle Ayşe'yi ders sırasında zorda bile bırakmıştım.
ikinci dönem farklılaştım.sınıftaki kızlara ayak uydurmaya aralarına girmeye başladım.
ikinci sınıfta ise bambaşka bi ben vardı. hepsi ile çpk güzel anlaşmaya başlamıştık. sınıfımz 16 kişiydi. tek bir grup gibi ortak haraket eder, birlikte gülüşür birlikte gezerdik. ama illaki yinede küçük gruplar oluşuyordu aramızda. ben gülçin ve ayşeyle taklıyodum. zamınında gıcık olduğum ayşe biricik dostum olmuştu. çok olgun ama bi okadar çocuksu, kendisiyle barışık, aklıyla güzelliğiyle zehir gibi bir kızdı ayşe. içimden ona gıpta eder, satrançta beni yendiği zamanlar gıcıkta olurdum ama ondan vazgeçemezdim.
okulun tatil olduğu günlerde dahi okul bahçesinde buluşur pin pon oynardık. azcık öğrenci harçlığıyla iki dilim kadayıf alıp herkezlerden kaçarak kuytu köşelerde paylaşırdık.okul sıralarında namaz kılar birbirimize şeytanlık yapıp güldürmeye çalışırdık. ama nadense hep ben gülerdim. lise yıllarımız unutulmayacak güzellikte geçti. sayesinde bir sınıf öyle güzel alışkanlıklar edeinmiştiki. (ve hala bu güzel güzel alışkanlıklarımız devam ediyor. ve her seferinde ona dua ediyoruz. )
son sınıfta ayşe kendisinden beklenmeyecek bi karar alıp sınava girmedi. evlenmyi tercih etmişti. üzgündüm. onun çok şeyler başaracak birisi olduğundan emin olmamıza rağmen ikna etmeye dahi uğraşmamıştık. öyle mutlu görünüyordu ki çünkü.
evlendi. yurt dışına gelin gitmişti. çok mesuttu. evliliğnin meyvesi oğluşu mutluluğunu taçlandırmıştı. bi kaç yıl sonra üzücü bir haber aldık ondan. oğlu hastaydı. yatağa mahkumdu ve gelişme gsteremiyordu. binde bir rastlanacak bir hastalık. belkide akraba evliliğinden kaynaklanan. bu hastalık başka bir anneyi belki hayattan soğutur. ama o ayşe anneydi. hayata dahada güzel bakıyor.mutluluğunu kaybetmiyordu. etrafına gülücükler saçıp insanları espirileriyle kahkaya boğuyordu. bu vurdumduymazlık dğildi. bu teslimiyet, bu farkındalıktı. yıllar sonra ayşe yine anne olmuştu. neşesinden birşey kaybetmeden. sonra bir annelik daha. hepimizi hayretler içerisinde bırakarak. fakat öğrendimki üçüncü meleğide abisiyle aynı kaderi paylaşmış. aynı hastalık onda da tezahür etmiş. beynim zonkluyordu ayşe ile konuşurken. kaldıramamıştım bu haberi ama o yine ayşeliğini yapmış bana yine muhteşem bi ders vermişti. gülümsüyor Allah bana bunu layık görmüş ne yapabilirim başım gözüm üstüne deyip, meleklerinin hastalığı ile dalga geçiyordu.
anne olan bilir. bir anne kalbini yavrsunun gözleri önünde tükenişinden başka hiç birşey hançerlemyemez. ama ayşe bu hançeri yüreğinin ortasına saplasada gözünü kırpmıyor. takdiri ilahi diyordu.
gözlerim hangi anda doldu biliyor musunuz. oğlu H1N1 olmuş ve doktorlar hayatından ümidi kesmişler. sizde kesin demişler onlara. lakin iyileşmiş yavrucak. atlatmış o bitaplığına rağmen. ve ayşe öyle mutluyduki bunu anlatırken. allaha şükürler ediyordu defalarca.
hey allahım dedim anne işte. başka söze ne hacet.