dini paylaşım alanı

5 Madde İle Günlük Yapılabilecek Faziletli Ameller


Bismillahirrahmanirrahim. Velhamdulilahi rabbil alemin. Vesselatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Esselamu Aleyküm,

Farz ve vacip ibadetlerin dışında Allah’a yakınlaşmamıza, iyi kul olmamıza vesile olacak bir de nafile ibadetler vardır. Bir kudsi hadiste Cenab-ı Allah celle celaluhu şöyle buyurur:

“Kulum nafilelerle bana yaklaşır. Sonunda Ben onu severim ve onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Kulum benden bir şey dileyecek olursa, mutlaka onu veririm. Bana sığınacak olursa, şüphesiz onu himayeme alırım.”

(Buharî, Rikâk 38)

Bu yazımızda sizlere günlük yapılabilecek nafile ibadet ve zikirleri hazırladık.


1- İşrak Namazı




Bu namazın fazîleti konusunda Enes b. Mâlik’in Allah ondan razı olsun,Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ‘den rivâyet ettiği şu hadis gelmiştir:

“Bir kimse sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra (mescitte) oturup güneş doğuncaya kadar zikir ile meşgul olursa, güneş doğduktan sonra da iki rekât (İşrak) namazı kılarsa, bir tam nâfile hac ve umre sevabına nâil olur, bir tam nâfile hac ve umre sevabına nâil olur bir tam nâfile hac ve umre sevabına nâil olur.”

(Tirmizî; hadis no: 586)



2- Duha Namazı




Allah’a yaklaşma da çok büyük önemi olan Duha namazının faziletlerinden bazılarını yazalım inşaAllah.

Ebu Zerr radıyallahu anh ve Ebudderda radıyallahu anh, Peygamber Efendimiz’den sallallahu aleyhi ve sellem rivayet ettikleri bir hadis-i kudside bu hususu şöyle haber verirler:

“Yüce Allah buyurdu ki: ‘Ey Âdemoğlu! Günün evvelinde Benim (rızam) için dört rekât namaz kıl, Ben de günün sonuna kadar seni gözeteyim.”

(Tirmizî, Salât 346; Sahîhu İbn Hibban, XI, 36)

Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh ve Ebu Zer Hazretlerinden radıyallahu anh nakledilen rivayette Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Her kim iki rekat duhâ namazı kılmaya devam ederse, Allah o kimsenin günahlarını denizin köpükleri kadar çok da olsa affeder.”

(Tirmizî, Salât 346).

Ebudderda radıyallahu anh, bu husustaki bir başka fazileti şöyle nakleder:

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Kim kuşluk namazını iki rekât kılarsa, o kimse gafillerden olmaz (yazılmaz). Kim dört rekât kılarsa, âbidlerden (ibadet edenlerden) yazılır. Kim altı rekât kılarsa o gün ona yeter. Kim sekiz rekât kılarsa, Allah onu çok kunut eden (kânitîn) kimselerden yazar. Kim on iki rekât kılarsa, Allah ona Cennet’te bir köşk bina eder.”

(Taberani, el-Mu’cemu’l-evsat, I,182)

Kuşluk vakti geniştir. Doğan güneşin bir miktar yükselmesinden -yani kerahet vaktinin çıkmasından- itibaren başlar, öğle vaktine yaklaşıldığında -yani kerahet vaktinin girmesiyle- sona erer. Bu zaman aralığında duhâ namazı kılınabilir. Ancak efdal olanı; güneş ışıklarının kuvvetli düşmesiyle ortalığın ısındığı vakitten itibaren kılınanıdır. Buna güneşin doğuşundan iki saat sonrası da diyebiliriz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîflerinde efdal olan vakti şöyle bildirmiştir:

“Duha namazı, deve yavrusunun ayaklarının ısınan zeminden yanmaya başladığı zaman kılınmalıdır.”

(Müslim, Salâtu’l-musâfirîn, 143.)

3-Evvabin Namazı




Evvabin kelimesi “evvab” kelimesinin çoğuludur. Evvab, işlediği bir günahtan hemen tövbe ve istiğfar eden demektir. Tövbe ve istiğfar edenlerin namazı demek olan “evvabin namazı” bir çok hadiste çok sevaplı olduğu bildirilip teşvik edilen, altı rekatlık nafile namaz olup, akşam namazından sonra kılınır.

Bu konuda, Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh’den nakledilen bir hadiste, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kim akşam namazından sonra aralarında kötü bir şey konuşaksızın altı rekat namaz kılarsa, (kıldığı bu altı rekatlık namaz) onun için on iki senelik ibadete denk kılınır.”

(Tirmizi, Salat, 431)

Ayrıca Peygamberimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem, akşam namazından sonra altı rekat nafile namaz kıldığı ve

“Her kim akşam namazından sonra altı rekat nafilenamaz kılarsa, denizlerin köpükleri kadar olsa bile günahları affedilir.”

(Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid, II/230; Şevkani, III/64. Her iki kaynakta Taberani’den nakleder.)

dediği nakledilmektedir.

Konuyla ilgili hadis kitaplarında yer alan rivayetlerde bazılarında, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ‘in akşam namazından sonra dört rekat kıldığı ve kılmayı teşvik ettiği de yer almaktadır.

(Heysemi, Mecmeuz Zevaid, II/230; Şevkani, III, 64. Her iki kaynakta Taberani’den nakleder.)

Hanefilerden, evvabin namazı, (akşam namazından sonraki namaz), akşamnamazının iki rekat müekked sünnetiyle birlikte altı rekat olduğunu söyleyenler, bu rivayeti esas almaktadırlar.

4- Zikirler




Ebu’d-Derda radıyallahu anh‘tan rivayetle Rasulullah Sallallahu Teala Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri şöyle buyurdu:

“Her kim yüz kere ‘Lâ ilâhe illallah’ derse, Allah(u Teala) onun yüzünü kıyamet gününde ayın ondördü gibi parlatır ve onu dediği günde, onun kadar veya ondan fazla diyenden başka, ondan daha üstün bir amel hiçbir kimse için yükseltilmez.” (Taberani, Terğibu Terhib 2/449)

Estağfirullah diyerek istiğfar etmek sürekli devam etmemiz gereken bir ameldir. Allahu Teala’nın çokça tevbe edenleri sevdiği Bakara Suresi 222. Ayetinde geçmektedir. Ayrıca Rasulullah aleyhissalatü vesselam Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem şu Hadis-i Şerifleri vardır:

“İstiğfara devam edeni, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Ummadığı yerden rızıklandırır.”

(Nesai)

“İstiğfar eden, günde 70 defa aynı günahı işlese ısrar etmiş sayılmaz.”

(Tirmizi)

“Amel defterinde çok istiğfar bulana müjdeler olsun.”

(İbni Mace, No: 3818)

“Yeryüzünde Allah’ın seyyah melekleri vardır; ümmetimin selâmlarını bana ulaştırırlar.”

(Müstedrek, 2:456, no. 3576.)

Allah-u Teala Hazretleri Celle Celaluhu Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır:

“Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”

(Ahzab, 33/56)

En az günde yüz salavat okuyalım inşallah.

5-100 Defa İhlas Suresi Okumak




İhlas Suresi’ni okumak çok faziletli amellerdendir. Bazı Hadis-i Şerif rivayetleri şöyledir:

“İhlas suresini okumak, Kur’an-ı kerimin üçte birini okumaya denktir.”

(Buhari)

“On kere İhlâs okuyana Cennette bir köşk verilir.”

(İ. Ahmed)

“Yatarken yüz kere İhlâs okuyan Cennete girer.”

(Tirmizi)

“Sabah namazından sonra 11 kere İhlâs okuyana, Cennette bir köşk verilir.”

(Haraiti)

“Cana, mala, ırza dokunmayıp, içkiden de sakınarak, İhlâs sûresini yüz kere okuyan müslümanın elli yıllık günahı affolur.”

(Beyheki)

6- Oruç




Oruç ibadeti de bizi Allah’a yaklaştıran çok önemli ibadetlerden biridir.Kameri ayların 13, 14 ve 15. günlerinde yani “eyyam-i biyz” denilen ayın en parlak günlerinde nafile oruç tutmanın fazileti hakkında pek çok hadis-i şerif vardır.

Hz. Hafsa radıyallahu anha diyor ki;

“Dört şeyi Resûlüllah (asm) Efendimiz hemen hemen hiç terketmedi diyebilirim: Âşûrâ orucu, Zilhicce’nin ilk on gününün orucu, her ayın 13, 14, 15. günlerinde oruç ve bir de sabah farzından önce iki rek’at namaz…”

(Ahmed bin Hanbel, Nesâi)

Hadiste geçen günler, Hicri Takvime göre Kameri ayların 13, 14 ve 15. günleridir. Sabah kılınansünnet ise, sabah namazının sünnetidir.

Hz. Aişe validemiz radıyallahu anha şöyle buyurdu:

“Allah Rasulü, pazartesi ve perşembe günleri oruçtutmaya çokça özen gösterirdi.”

(Tirmizi, Savm,44; Nesai,sıyam, 36; İbn Mace, Sıyam, 42; Ahmed b. Hanbel 6/80.)

Üsame b. Zeyd radıyallah anh Hazretleri şöyle rivayet etmektedir:

Ben Peygamber Efendimizin, pazartesi-perşembe günleri oruç tuttuğunu görünce, O’na bunun sebebini sordum. Bana şu cevabı verdiler:

“Ameller, Cenab-ı Hakk’a pazartesi-perşembe günleri arz olunurlar. Ben istedim ki Cenab-ı Allah’a amelim arz olunurken oruçlu olayım.”

(Tirmizi, Savm, 44; Nesai, Sıyam, 70)

Başka bir rivayette de Rasulullah’a aleyhissalatu vesselam Pazartesi Günü tutulan oruçtan sordular.Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem

“Ben o gün dünyaya geldim ve o gün peygamberlik verildi veya bana vahiy indirilmeye başlandı.”

buyurmuşlardır.

(Müslim, Sıyam, 197.)

Bunların yanında 5 vakit namazı cemmatle kılmaya devam edelim, günlük 100 kere Allah diyelim, en az bir sayfa Kur’an-ı Kerim okuyalım ve gece teheccüd namazına kalkmaya çalışalım,bol bol sadaka verelim, insanların ihtiyaçlarını elimizden geldiğince giderelim inşallah. Bunları ihlas ile yapmaya Allah hepimizi muvaffak etsin ve kabul etsin. Böylece hayatımız bereketlenecek inşaAllah. Bir kere geldiğimiz fani dünyadan kalıcı kazançlarla dönerek Rabbimizin rızasını kazanmaya vesile olur inşaAllah. Sürekli Allah’ı zikrettikçe O’nun celle celaluh huzurunda olduğunu düşündükçe kendimizde de çok güzel değişimler olacaktır inşaAllah. Allah hepinizden razı olsun. Elhamdulillahi rabbil alemin. Vessalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Paylaşmak Sünnettir:
 
Her Müslümanın İmtihanı: Vesvese ve Kurtuluş Yolları


Kıyamete kadar kendini insanları cehenneme sürüklemeye adayan şeytan elbette ki Allah’ın sevdiği güzel kullarını bir türlü rahat bırakmıyor. Vesvese her insanda görülür ve Müslümanlarda daha çok dert olur. Çünkü boş eve hırsız girmez ve şeytanın bir müminin kalbinden çalmak istediği birçok hazine vardır. Bazı insanlarda hastalık derecesinde takıntıya, kaygı bozukluğuna kadar ilerleyebilir. Gelecek korkusuyla dövülmeden ağlayan, ya şu başıma gelirse, ya şöyle yaptıysam, şurası tam temiz olmadı gibi takıntılar artık hayatı bu kardeşlere zindan eder. Vesvese bazı kardeşlerin gerçekten başına büyük bir bela olabilmekle beraber her müminde olduğu için inşallah bu yazıda herkese bir şifa vardır.

1. Vesvese nedir?


Vesvese: şüphe, kuruntu, aslı olmayan boş ihtimallerdir, şeytanın kalbe attığı şüphelerdir.
Evet vesvese musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner.
Ona büyük nazarıyla baksan büyür, küçük görsen küçülür.
Korksan ağırlaşır, hasta eder. Korkmazsan hafif olur, gizli kalır.
Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider.
Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki; cehalet onu davet eder, ilim onu yok eder.
Tanımazsan gelir, tanırsan gider.



2. Eyvah, hayallerim! Rabbime edepsizlik ediyorum!


Şeytan şüpheyi önce kalbe atar. Kalp bunu kabul etmezse şüpheden, kötü sözlere döner. Hayalen de buna benzer edebe ters pis hatıraları ve halleri tasvir eder. Kalp “eyvah!” der, ümitsizliğe düşer. Vesveseli adam zanneder ki; kalbi Rabbine karşı edepsizlikte bulunuyor. Müthiş bir heyecan hatta kalp çarpıntısı hisseder. Bazen bundan kurtulmak için Rabbinin huzurundan kaçar, unutmak için gaflete dalar.
Bu vesvesenin merhemi şudur ki: Bak vesveseli kardeşim. Telaş etme. Senin aklına gelenler sadece hayal. Küfrü, inkâr etmeyi hayal etmek; küfür, inkâr etmek demek olmadığı gibi küfür sözleri hayal etmek de küfür söz değildir. Zira mantıkça hayal hüküm değildir. Sen hayalinde cinayet işlesen, gerçekte hakim seni hapse atar mı? Bu sadece bir hayal! Hayalle hüküm verilmez. Küfür söz söylemek ise hükümdür. O zaman iradenle dilinden çıkmış olur. İman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrar ise o zaman senin dilinden iradenle inkar dökülmedikçe küfür olmaz. Ayrıca o kalbine ve hatırına gelen sözleri kalbin tasdik ediyor da değil. O sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin bu sözlerden üzgün, rahatsız ve kederli. Kalbine ait olmadıklarına bir delil de onları susturmak istediğin halde sustaramayışındır, hatırından kovmak istediğin halde geliyor. Çünkü eğer iradenle olsa, kalbinin sözleri olsa böyle olmazdı. Bu sözler şeytanın senin kalbine fısıldadığı sözlerdir, onun sözleridir. Ve bu vesvesenin zararı onu zararlı zannetmektir. Çünkü sen hükümsüz bir hayali hakikat zannediyorsun ve şeytanın sözünü kalbine mal ediyorsun. Ve şeytan da zaten bunu istiyor.



3. Eyvah! Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu halde Allah'ın huzuruna çıkılır mı?!


Manalar kalpten çıkar ve çıplak olarak hayale girer. Hayal ise sebeplere bağlı olarak sürekli bir nevi suretler diker ve ehemmiyet verdiği suretleri yol üstünde bırakır. Manalar o yoldan geçerken hangi suret varsa ya onu giyer ya ona takılır ya bulaşır. Eğer manalar temiz ve münezzeh ise ve suretler de pis ve rezil ise giymek yoktur ama temas vardır.
Vesveseli adam temas etmeyi, giymek zanneder. “Eyvah! ” der, “Kalbim ne kadar bozulmuş, bu halde Allah’ın huzuruna çıkılır mı! Namaz kılıyorsun şu düşündüklerine bak. Böyle Allah’ın huzuruna çıkacağına hiç çıkma daha iyi!” der. Şeytan onun bu damarından çok istifade eder. Bu vesvesenin merhemi şudur: dinle kardeşim. Nasıl ki senin namazının şartı olan temizliğe karnındaki, bağırsaklarındaki pislik tesir etmez ve bozmaz. Öyle de senin kalbinden namaz kılarken çıkan o temiz manalara hayalindeki kötü şeyin komşuluğu, yakınlığı zarar etmez. Mesela sen bir ayeti tefekkür ediyorsun. Birden tuvaletin geldi veya başka bir ihtiyacın oluştu. Doğal olarak hayalin ona gitti ona münasip suretleri dikti: hayalinde ihtiyacını giderdin. Ve o temiz manalar o suretlerin ortasından geçti. Geçenlere ne zarar var ne kirlenmek. Tek zarar, zararlı zannetmektir ve kalbine mal edip nihayetinde Rabbinin huzurundan kaçıp gaflete dalmaktır.



4. Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde yakınlık sebebidir.


Bazı kelimeler arasında bir ilişki vardır. Mesela siyah deyince akla beyaz gelir. Oysaki ikisi birbirinin tamamen zıddıdır. Temiz güzel bir düşünceyle meşgulsün ama birden aklın tamamen zıddı pis bir şeye gitti. Mesela sen Kâbe’nin karşısında namazdasın, huzur-u İlahi’de âyetleri tefekkür ediyorsun. Birden hayalin gitti hiç olmadık malayani rezil bir şeye. Eğer bu vesveseye müptela isen telaş etme ve bu hali fark edince “hop namazdasın fark et” diye dön. “Aman ben ne kusur ettim” diye aramakla meşgul olup durma. Tâ o zayıf münasebet senin dikkatinle, onunla meşgul olmanla kuvvetlenmesin, o zayıf çağrışım senin ona ehemmiyet verip onunla meşgul olmanla kuvvetlenip alışkanlık haline gelmesin. Özellikle bu tip vesvese, hassas asabî insanlarda daha çok olur. Bu vesvesenin merhemi şudur: bu çağrışımlar senin elinde olmayan, isteyerek yapmadığın, engellemeye gücünün yetmediği şeyler olduğu için sen bundan sorumlu, mesul değilsin. Nasıl ki iyi bir adamla kötü bir adam yolda birbirinin yanından geçse kötü iyiye bir zarar vermez. Öyle de bu çağrışımlarda sadece zıtlıktan gelen bir yakınlık var. Yoksa birbirine bulaşıp zarar vermez.
Ama kasten olursa veya zarar zannıyla onunla meşgul olsa o zaman olay başka olur. İşte zararlı olan bu olur.
Bazen kalp yorulur, fikir kendini eğlendirmek için rasgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulup pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.



5. Acaba namazım sahih oldu mu, acaba abdesti tam oldu mu?


Vesvesenin bir çeşidi de amelin en iyi suretini araştırmaktan doğan vesvesedir ki takva zannıyla bu hal bazen şiddetlenir. Hatta bazen o derece olur ki adam amelin daha iyisini ararken harama düşer. Bazen bir sünneti aramak vacibi ona terk ettirir. “Acaba abdestim tam oldu mu, namazım tam oldu mu” diye tekrar tekrar abdest alıp namaz kılar. Abdesti bozulmuş olmasa bile bozuldu kuruntusuyla sürekli abdest alır. Oysaki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selem: “Sesini veya kokusunu almadığınız şeylerden dolayı abdest almayınız.” [Müslim, Hayz, 99 (362); bk. Buhari, Vudû, 4, 36)] buyurmuştur.
Acaba tam oldu mu diye gusül almak için saatlerce banyodan çıkamaz. Niyeti kalben tam olmuş gibi hissedemediğinden niyet edip bir türlü namaza başlayamaz. “Niyet, niyet, niy, niy…” diye sürekli tekrar eder. Oysaki abdestte niyet farz olmadığı gibi namazda da farz olan niyet kalben yapılan niyettir ve namaz için kıbleye yönelmen senin o niyetini gösterir, dil ile söylemek farz değildir. Namazda ayeti tam doğru olmadı diye tekrar tekrar okur. Bu vesvesenin merhemi şudur: mesela sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini bozacak bir sebep varmış ama senin bundan haberin hiç yok. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, tamdır, hem güzeldir. “Acaba sahih olmuş mu, tam mı” deyip vesvese etme.
Ama sahih olmakla kabul olmak farklı şeyler. Kabul olmuş mu de, gururlanma, ucba düşme. Kabul olması için dua et.
İkinci merhem de şudur ki: Dinde zorluk yoktur. Bu şer’î bir hükümdür. Madem dört mezhep haktır. Ve madem istiğfara, Allah’a tövbe etmeye sürükleyen bir hata; insanı gurura, ucba götürecek kusursuz bir amele göre -hele de vesveseli bir adam için- üstündür. Yani böyle vesveseli adam amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görüp istiğfar etse daha evladır. Madem böyle, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: şu hal bir zorluk. Halimin hakikatinden haberdar olmak güç, dindeki kolaylığa ters ve dinde zorluk yoktur esasına zıttır. Elbette böyle bir amelim dört hak mezhepten birine uygun düşse, yeterlidir. Sonuçta bunların hepsi hak mezheptir ve benim bu vesveseli halim beni zora sokuyor. Benim bu amelim inşallah birinden birine uyar. Hem bu durum, en azından aczimi anlayıp Rabbime itiraf ederek, ibadetimi layıkıyla eda edemediğim için O’na istiğfar edip yalvararak, O’nun merhametine sığınmama; affolunmak ve kusurlu amelimi kabul etmesi için aczimi ve güçsüzlüğümü anlayarak O’na boyun eğip niyaz etmeme vesiledir.



6. Eyvah! İmanım!


İmâni meselelerde şüphe suretinde gelen vesvesedir. Bazen insan hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe sanıp, itikadına zarar gelmiş zanneder. Hem bazen zihninde canlandırdığı bir şüpheyi, aklen tasdik ettiği bir şüphe zanneder. Doğru yoldan sapmak olan dalaletin sebebini anlamak suretinde akıl yürütme gücünün tetkiklerini, tarafsız muhakemesini imana ters zanneder. İşte şeytanın telkinlerinin eseri olan şu zanlardan ürkerek : “ Eyvah kalbim bozulmuş, inancıma zarar gelmiş, ben dinden çıkmışım ” der. Bu halleri elinde olmadığından, engelleyemediğinden ümitsizliğe düşer. Bu vesvesenin merhemi şudur: küfrü hayal etmek, küfür olmadığı gibi; inkâra düşme kuruntusu, inkâra düştüğünü sanmak da küfür değildir. Çünkü hem hayal, hem kuruntu, hem zihninde olayların canlanması, hem düşünmek; aklen tasdik edip kabul etmekten ve kalben iman edip benimsemekten ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttir, insanın iradesini dinlemiyorlar. Dinin yükümlü tutması altına çok girmiyorlar. Kabul edip tasdik etmek ve iman edip benimsemek ise öyle değil, bunlar bir mizana bağlıdır. Hem hayal etme, kuruntu, düşünmek nasıl ki kabul edip iman edip benimsemek değiller. Öyle de şüphe ve tereddüt sayılmazlar.
Fakat lüzumsuz yere tekrar ede ede o vakit hakiki bir nevi şüphe ondan doğabilir. Hem tarafsızca sorgulama adıyla, karşı tarafın görüşünü gerekli göre göre ta öyle bir hale gelir ki elinde olmadan ona tarafgirlik olur, tehlikeye düşer. Düşmanın veya şeytanın sözcüsü olacak bir hâlet zihnine yerleşir.
Bu çeşit vesvesenin en önemlisi budur ki: vesveseli adam bir olayı zatında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen olabilir zanneder. Mesela şimdi Karadenizin zatında yere batması mümkündür. Ama biz yakînen o denizin yerinde olduğuna hükmediyoruz ve şüphesiz biliyoruz. Güneşin yarın sabah doğmaması zatında mümkündür ama biz şüphesiz inanıyoruz ki güneş yarın sabah doğacak. Doğmama ihtimali bize şüphe vermez. İşte bunun gibi iman hakikatlerine dair olan zatında muhtemel ama boş asılsız gerçek dışı düşünceler, kuruntular; şüphesiz, kesin, yakîn bir imana zarar vermez. Hem “Bir delilden doğmayan bir ihtimalin hiç önemi yoktur. ”



7. Bu derece müminlere bela ve sıkıntı verici olan vesvesenin hikmeti nedir?


Aşırılığa varmamak ve yenilmemek şartıyla vesvese mümini uyanık ve teyakkuzda tutar. Araştırmaya sebep olur, ciddiyetine vesile olur. Lakaydlığı, aldırışsızlığı kovar. Onun için her şeyi hikmetle yaratan Allah şu imtihan dünyasında, şu yarış meydanında onu bize bir teşvik kamçısı olarak şeytanın eline vermiş. Eğer çok incitse, o zaman her şeyi hikmetle yaratan ve rahmeti sonsuz olan Rabbimiz’e şikayet edip, O’na dert yanıp “Eûzü billahi mineşşeytanirracim” demeli.

“De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.” (Mü’minûn Sûresi 97-98)
Evet vesvese musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner.
Ona büyük nazarıyla baksan büyür, küçük görsen küçülür.
Korksan ağırlaşır, hasta eder. Korkmazsan hafif olur, gizli kalır.
Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider.
Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki; cehalet onu davet eder, ilim onu yok eder.
Tanımazsan gelir, tanırsan gider.



Bu yazı Risale-i Nur tefsirlerinden Sözler: 21. Söz’den yararlanılarak hazırlanmıştır.

Paylaşmak Sünnettir:
 
Evlilik Manifestosu – 7 Kızın Hikâyesi


Yıllar önceydi..

Yedi kızdık biz.. Birbirimizle, arkadaşlıktan öte can kardeşliğini, dava yoldaşlığını ve gönül dostluğunu paylaşırdık.. Dertlerimiz vardı bizim.. Ümmet adına yığın yığın günahlara ağıtlarımız vardı.. Ve tertemiz ellerimiz, gözyaşlarımız, bir de dualarımız vardı yağmur misali..

Dünya hayatını, ayaklarımız yerden bir karış yukarıda yaşardık.. Bol bol okurduk, konuşurduk, tartışırdık.. Gün olur marşlar söyler, sloganlar atardık.. Öğrencilerimiz olurdu, kurslar açar, kamplar kurardık.. Sabahlara kadar çalışır, birkaç saatlik uykularla günü güne ulardık.. Beş dakikalık teneffüs aralarında imparatorluklar yıkar, devletler kurardık..

Daha on dördünde yıllarla başı belada, en fazla on dokuzunda buralardan kuş olup gitme hayalleri kurardık..Anlamazdı kimseler.. En çok da bizimle aynı yolları adımlayan; “Biz de bir zamanlar sizin gibiydik” sözünün mimarı, 80’lerin gençliği..

“Biz onlar gibi olmayacaktık” sözde.. Fakat henüz denenmemiştik, sınanmamıştık..

Şehirlerde dağlara sabırlar büyütüyorduk.. İmtihanımız silahla olacak, sorular hep o bildik meydandan çıkacak sanıyorduk.. Olmadı..

Şehir imtihanları bir başkadır.. Caddeler ağırlaşır insanın ayağının altında, duvarlar üstüne üstüne gelir.. Hayattır, kendisinden kaçtığımız ve ölüme çaremiz yoktur..

Artık suskun acılar, kaybedişler, tükenişler, tavizler ve kalp ölümleri vardır.. Gençlikteki dosyalar rafa kaldırılmış, sevdaların üstüne kül boşaltılmış, duvarlardan afişler sökülmüş ve dillerde slogan kalmamıştır..

O zamanlar çok düşündüm, “Ne olmuştu bizden öncekilere ve ne olacaktı bize?”.. Ablalara sordum, teyzelere.. Cevaplar genelde tek bir alanda yoğunlaşıyordu: EVLİLİK..

Şehirlerde gençlerin sınav sorusu genelde evlilikten yana çıkıyordu.. Bir dönüm noktası, bir hayat arifesi, hayalle gerçek arasındaki o keskin çizgi.. Hep evlilikle geliyordu..Bizde de öyle oldu.. Kimimiz 19’unda evet derken evliliğe, kimimiz 25’i aştı..

1.Kız:




Çok heyecanlı bir arkadaştı.. Müstakbel eşiyle ilk görüşmesinde uzun uzadıya konuşmuştu.. Evvela Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretleri’ne değinilmişti, ardından gündemdeki Çeçenistan cihadına.. Güncel yazarlar, medya hocaları, manevi liderler, derken halkın cehaleti, mazereti..

Kız; “Falanca kitabı okudun mu?” diye soruyor, çocuk “Evet” diyerek kitap hakkındaki detaylara giriyordu.. Kızın gözleri “İşte bu!” diye parlıyordu..

Madem ki evlenecekti Allah için olmalıydı, İslam için, dava için.. Sormadı başka şey, düşünmedi hiç..

O bizim evliliğe ilk emanet ettiğimizdi.. Aramızdan ilk uğurlanan.. Onun için hepimizde bir endişe ve hüzün vardı..

Aradan birkaç yıl geçtiğinde; “Evliliğin nasıl?” diye sordum. “Kocam tipik bir doğu erkeği çıktı” dedi.. “Okuduklarımızın, düşündüklerimizin evliliğimize hiçbir faydası olmadı maalesef.. Yoldaki İşaretler, kayınvalideme karşı alttan almam gerektiğini, yoksa bunun faturasının kocam tarafından bana ödetileceğini öğretmedi bana.. Fethi Yeken, eşime bir türlü bize karşı merhametli ve anlayışlı olması gerektiğini anlatamadı..

Karşındaki İslam uğruna mücadele eden adamın, normal hayatta sürekli eleştiren, beğenmeyen, geçimsiz ve sinirli biri olacağını düşünemiyorsun.. Fakat İslam devleti teorilerimizin ne mutfakta yeri var, ne de yatak odasında..”

2.Kız:




Temkinli bir arkadaştı, doğruya her daim kalbi açık, hatada ısrar etmeyen samimi bir kardeşti.. İlk arkadaşımızın hikayesinden olacak, talibi olan gence; “Benim için en önemli şey; İslam’ın bünyesinde yeşereceği ailedir.” demişti.. Ve sabrı, fedakarlığı, eşler arasındaki uyumu, akrabalarla münasebetleri, çocuk eğitimindeki ilkeleri uzun uzadıya konuşmuşlardı.. Gencin zaten yumuşak başlı bir duruşu vardı, konuşulan mevzularda mutabakat sağlanmış ve kısa zaman içinde düğünleri olmuştu..

Bu kez daha umutluyduk, dualarımız ‘Bu yuvanın bir cennet bahçesi olması’ yönündeydi..

Nice zaman sonra konuştuk.. “Evlendikten sonra bunalıma girdim” dedi.. “Eşim, Şia inancına çok yakın fanatik bir İrancı.. Namazları cem ediyor, sahabeye dil uzatıyor, hadisleri takmıyor, sünnete burun büküyor..Önceleri “Düzelir” dedim, alttan aldım, gün oldu konuştum, gün oldu yalvardım.. Fikirlerinden hiçbir şekilde vazgeçiremedim.. “Boşansam” dedim ama hamileydim, ona da cesaret edemedim.. O gün bu gündür ne o değişti ne de ben.. Her zaman itiş-kakış aramızda.. Olan da zavallı çocuklara oluyor..”

3.Kız:




Aceleci bir arkadaştı, kendisini sınamadan olaylara dalıvermesi yüzünden her zaman başına iş açardı.. Etraftaki olumsuz Müslüman erkek tiplemelerine bakarak; “Buralar adamı çürütüyor. Cihada gidecek biriyle evlensem de hemen yollasam onu, şehid olsa” diyordu.. Öyle de oldu nitekim.. Evliliklerinin üçüncü ayında cihada giden eşinin çok geçmeden şehit haberi de geldi..

Hepimiz yanında durduk kardeşimizin, ona destek olmaya çalıştık.. Fakat o bambaşka tavırlar sergiliyordu.. Durmadan dövünüyor, oraya buraya düşüp bayılıyordu.. Zaman geçtikçe bunalımları arttı, ne okuduğumuz ayetler onu teskin etti, ne de şehid eşi olmanın müjdeleri..

Yavaş yavaş hepimizle irtibatını kesti.. Yıllar sonra onu bir iş merkezinde daracık kıyafetiyle, makyajlı yüzüyle gördüğümde önce tanıyamadım sonra gözlerime inanamadım.. İş hayatına atılmıştı.. “Cihada gidecek adam evlenir mi hiç? Bak işte ortada kaldım, başımın çaresine bakıyorum.. El-aleme muhtaç olacak halim yok ya!” diyordu..

4.Kız:




Çok yumuşak huylu ve fedakar bir arkadaştı.. Herkesin yardımına koşar, elinden geleni ardına koymazdı.. Akrabadan gelen talibi için anne-babası; “Namaz kılıyor ya gerisini fazla kurcalama. Hem sen ne diye bu güne kadar okudun, ettin? Öyle her şey tastamam olur muymuş? Zamanla sen anlatıp öğretirsin” diyerek evliliğini bir oldu-bittiye getirmişlerdi..

Konuştuğumuzda; “Çok zor” diyordu.. “İnsanın aynı dili konuşmadığı, aynı hassasiyetleri paylaşmadığı bir adamla evlenmesi o kadar zor ki.. Ben oturup Allah’ın ayetlerinden bahsedelim, bize faydası olacak şeylerden konuşalım istiyorum, eşim maç seyrediyor, saçma sapan dizilerin başında uyuyakalıyor.

İlk zamanlar; “Ben de okurum seninle, çok şey bilmiyorum ama sen öğretirsin” falan diyordu. Fakat zaman ilerledikçe; “Çok da aşırı gitmeye gerek yok. Benim de bir gururum var, eşim dostum var” diyerek beni uyarmaya başladı.. Ne zaman bir hayra niyetlensem onu karşımda buluyorum.. İşin en acı yanı ise çocuklarıma sözüm geçmiyor.. Ben; “Haydi çocuklar televizyonu kapatıp biraz kitaplarımızı okuyalım” diyorum. Eşim; “Bırak çocukları, ne zararı var sana, güzel güzel oturuyorlar işte” diyor. Onun bu tavırlarından sonra artık beni kim dinler?..”

5.Kız:




Aramızda ilmi en çok sevendi.. Normal işinde gücünde insanlar ona ‘sıradan ve basit’ geliyordu.. “Tam benim istediğim eş adayı” dediği genç, Şam ve Kahire’de uzun yıllar eğitim almıştı.. Onlarca alimin ilim meclisinde bulunmuş, kütüphaneler dolusu kitabı adeta içercesine okumuştu..

Arkadaşımız bir eşten çok dizinin dibine oturup ilim tahsil edeceği bir hoca bulmanın mutluluğuyla evlendi.. Hepimiz çok umutluyduk, bu evlilikte hayatla birlikte bir şeyler devam ettirilecekti..

Fakat duyduk ki, genç buralarda daha yeni tutunuyor.. İş-meslek namına bir becerisi yok.. Birkaç ay çalıştıktan sonra aylarca işsiz dolaşıyor.. Arkadaş kucağında bebeği ile yardıma muhtaç.. Kardeşlerle ufak-tefek aramızda bir şeyler hazırlayıp ziyaretine gittik..

Bizi duvarları tamamen kitaplıklarla kaplı bir salona aldı arkadaşımız.. Kenara eski, küçük bir dikiş makinası koymuş, konu komşuya dikiş dikmeye başlamıştı.. “İlk başlarda her şey çok iyiydi, beraber okur, düşünür, konuşurduk.. Fakat bir evin, ailenin ayakta durması ilimle değil maddi ihtiyaçların karşılanması ile.. Gün geçtikçe, “Kira günü geldi, su kesildi, yağ bitti” dedikçe aramızda problemler baş göstermeye başladı.. “Allah kerim, o rızkımızı gönderir” deyip odasına çekilen eşimin, onca ilmine rağmen artık gözümde mahallenin en cahil ama evine ekmek götüren adamı kadar bile değeri yok maalesef..

Akrabalardan, eş-dosttan yardım kabul etmek ne kadar ağır bir durum.. Sağolsun bir akrabamız bu dikiş makinasını verdi, ben de gece-gündüz demeden bir şeyler dikmeye çalışıyorum..”Acı acı gülerek; “Artık bunca kitabın, ilmin gözümde hiçbir değeri kalmadı.. Yedi aylık kızımı kucak istediği zaman kucağıma bile alamıyorum çalışmaktan, çocuk makine tıkırtısının arasında ağlaya ağlaya susuyor.. Ama başka çarem de yok” dedi..

6.Kız:




Sevgi dolu bir gönül dünyası vardı.. Duygusal, içli ve dünyaya kalbi ile bakan tertemiz bir kardeşimizdi.. “Sevmeden olmaz” diyordu, ne olacağı baştan belliydi.. Kalbini bir gence kaptırdı ve çok geçmeden evlendi..

Bizim camiada en sert eleştirilen o olmuştu.. Ne davayı satmışlığı kalmıştı, ne basit bir sevdaya tutulmuşluğu ne de iffetsizliği..

Bir bayram günü memlekette karşılaştık.. Gözleri hala pırıl pırıldı.. “Rabbime hamd olsun beni mahcup etmedi..” diyordu. “Nasıl oldu?” diye sordum. Anlattı:

“Beni bilirsin, zeki değilimdir, aklım da pek bir şeye ermez. Fakat dualarım ve gönlüm elhamdülillah beni yanıltmadı.. Sevmek derken öyle körü körüne değil.. Sevdim ama çok istişare ettim ben, eğer eşim uygun biri olmasaydı “Bir kere sevdim” diyerek peşinden gitmeyecektim elbette..

Bir şeyi sevmeden, içime sindirmeden yapamazdım.. Çok dua ettim ben, “En hayırlısını sevdir gönlüme” dedim.. Öyle de oldu.. Evlilikte sorunlar olmaz mı? Elbette bizim de sorunlarımız oldu/oluyor..

Fakat gönlümün eşime karşı sürekli sevgi dolu olması, eşimin de bana aynı ışıkla bakması Allah’ın yardımıyla bu sorunları hep küçültüyor.. Esasen benim pek bi beklentim yoktu; sevgi dolu, uyum içinde yaşasak, Allah’a kul, birbirimize yoldaş olsak yeterdi.. Onun için akşamları eşimi kapıda karşılamayı, ona sevdiği yemekleri hazırlamayı seviyorum ben, ailesinin yanında onun göğsünü kabartmayı, onunla el ele yürümeyi, çocuklarımızla şakalaşırken onu seyretmeyi, beraber kitap okumayı, arkasında namaz kılmayı.. Velhasıl Allah yüzüme güldü, işte altı yıl oldu, beni dualarım, bir de gönlüm kurtardı..”

7.Kız:




Aramızdaki en seviyeli arkadaştı, tam bir hanımefendiydi.. İnsanlarla bütün iletişimini “saygı” çerçevesinde kurardı.. Yaptığı her işe özen göstermesi, en iyisini yapmaya gayret etmesi onun en belirgin özelliklerindendi..

Evlendiği gencin gerek fikri yapısını, gerekse ahlaki yapısını ciddi bir şekilde araştırmıştı.. Aileler arasında da uyum vardı, öyle olunca uzatmadan evlenmişlerdi..

“İyi misiniz?” dedim.. “Elhamdulillah” dedi..

Ona göre saygı, sevginin bekçisiydi.. Saygı olmadan sevgi yıpranmaya, tükenmeye mahkumdu.. Eşine neredeyse “siz” diye hitap edecek kadar saygı duyuyordu.. Yüzüne karşı ona “dünyanın en iyi erkeği” değerini veriyor, gıyabında sürekli onu onurlandırıyordu..

Saygı göstererek kendi saygınlığını korumayı ilke edinmişti..

“Elbette tartışmalarımız oluyor” dedi.. “Tamamen bambaşka ailelerde yetişmiş iki insan, birbirinin tıpatıp aynısı olamaz. Bu sebeple benim doğrum ona yanlış, onun doğrusu da bana yanlış gelebilir. Fakat biz uyumu, saygı ekseninde birbirimizle konuşmak ve birbirimize karşı anlayışlı davranıp zaman tanımakla elde ettik.. Sinirlendiğimiz zaman susmak, daraldığımızda ortam değiştirmek, sorunların üzerine üzerine gitmektense zamana yaymak ve saygıyı hiçbir zaman eksiltmemek.. Evliliğimden öğrendiğim şeyler bunlar oldu..”

Türlü türlü hatalar işledikten ve çokça zayiat verdikten sonra ben de şunları öğrendim;

1-İnsan evliliği için daha bekarlığında yatırım yapmalı.. Ahlaki, imani ve fikri olarak evliliğe hazırlanmalı.. “En hayırlısı için” dualar etmeli.. Rabbinden gönlüne “rıza” dilemeli..

2-Evleneceği adayı sıkı sıkıya araştırmalı, yakınlarını çapraz sorguya almalı. Hocası; “Efendi çocuk” dedi diye sınavı geçti kabul edilmemeli.. Sevene-sevmeyene, okuluna, işine, mahallesine, akrabasına teker teker sorulmalı..

3-Bu sorgu sualler; adayın ahlaki, fikri yapısını, karakterini, dünya görüşünü, tavır ve duruşunu, cemaatini, aile ve akraba münasebetlerini vb. şeyleri kapsamalı..

4-“Ne kadar maaş aldığı” sorulmasa bile, ailesini geçindirmek için gerekirse “simit satmaya” gönlü olup olmadığı geçmişinden geleceğine bakılarak araştırılmalı.. Elbette Allah’a rızık verici olarak tevekkül etmeli fakat bu rızkı celbedecek gayreti gösterip tekellüf[1] ehlinden olmamalı..

5-“Evlendikten sonra namaza başlayacak”, “Düğünden sonra kapanacak”, “Sen onu adam edersin”, “Bildiklerini öğretirsin” şeklinde gelen hüsnü kuruntulara aldanmamalı.. Eşlerin birbirlerine tebliğ yapması, öğretmenlik yapması çok zordur.. Böyle adaylarla evlenme niyeti olan kişi, kendisini en kötüsüne hazırlamalı. Yani; “Bu adam namaz kılmadı bunca zaman, bundan sonra da hiç kılmayabilir”, “Bunca zaman tesettüre riayet etmedi, bundan sonra da etmez” gibi.. İyiye giderse sevinip şükretmeli, fakat gidişat devam ettiğinde ise dövünmemeli.. Çünkü böyle kimselerle evliliği kabul etmek, en başta bu olumsuzlukları kabul etmek anlamına gelir.

6-Evliliği için boyundan büyük imtihanlar temenni etmemeli.. “Şehit hanımı olayım”, “Hasta çocuk bakma sevabı alayım”, “Fakir olsun da darlığa sabredeyim”, “Zengin olsun da infak edeyim” gibi şu haliyle sonucunu kestiremediği imtihanları dilememeli/çağırmamalı..

7-Sevmek, gönül kaptırmak evliliği kimi zaman bir rahmete çevirse de çoğu kez aldatıcı olmuştur.. Onun için görerek evlenenler bir kez düşünecek ise, severek evlenenler üç beş kez daha fazla düşünmeli.. Sevenin gözünün kör, kulağının sağır olduğu hesaba katılırsa yanlışa düşmemek için daha fazla ince eleyip sıkı dokumalı.. Duayı elden bırakmamalı..

8-Evlilik görüşmeleri “temiz” adaylar açısından genelde heyecanlı, çekimser, duygusal ve ‘ne yapacağını bilemez’ bir halde geçer.. Onun için süreci aceleye getirmemeli, özümsemek için akla ve kalbe zaman tanımalı.. En az beş aklı başına kişiyle istişare etmeli.. Bu istişareler kızın sınıf arkadaşları, gencin iş arkadaşlarıyla olmamalı.. Aileden, akrabadan, komşudan, kendisine fikir danışılan bir öğretmenden, hocadan görüş alınmalı..

Evliliğe adım atmak zor değil fakat bitirmek hiç de kolay olmuyor.. Onun için insan elinden gelenin en iyisi için gayret göstermeli, Rabbine ve kendisine mazeretler hazırlamalı.. Yine de olmazsa “takdir” deyip sabretmeli.. Hiç olmayacaksa “boşanmak da helal” deyip uzatmadan geri dönmeli..

Allah, bekarlarımıza salih-saliha eşler, içinde isminin zikredildiği ve şanının yüceltildiği cennet misali yuvalar ve cennete aday çocuklar ihsan etsin..Evlilerimize ise rızası uğrunda güzel hal ve gidişatlar nasip etsin.. (Amin)

Ümmü Reyhane

Paylaşmak Sünnettir:
 
Allah’ın Tevfikini Kazanmanın 10 Yolu


Bir şeye niyet edebilir, planlar yapabilir, dua edebiliriz, ama aynı zamanda o olmadan şu dünyada hiçbir şeyi başaramayacağımız anahtar kavram olan Allah’ın “tevfikine” de ihtiyacımız vardır.

Şuayb aleyhisselam’ın kavmine dediği gibi:

“Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” (Hud 11/88)

Tevfik, kendisiyle amaçlarımıza ulaştığımız, Allah’ın bahşettiği özel bir icabet ve lütuftur. Bu, yalnız O’nun rızasını arzu eden gerçek müminlere, Allah’ın özel yardımıdır.

Geleneksel düşüncenin aksine, Allah’ın tevfiki bizi rastgele bulmaz; bilinçli bir gayretin sonucu “elde edilir”.

Bu yazıda, bize inşallah iyilik ve başarı kapıları açacak olan Allah’ın tevfikine ulaşmaya yardımcı olacak bazı adımlardan bahsedeceğiz.
 
1. O'na muhtaç olduğunuzun farkına varın




Bu konudaki ilk ve en önemli nokta, ancak Allah’ın her şeyi yapmaya muktedir olduğunun kavranmasıdır. Elbette bize doğru yolu seçme ve orada yürüme gayreti gösterme gücü vermiştir, fakat bu tek başımıza her şeyi başarabileceğimiz anlamına gelmez; O’nun yardımına her daim ihtiyacımız vardır.

Demek ki O’na olan ihtiyacımızın farkında olmalı, sadece bir işe başlarken değil, yolun her aşamasında hatta bir şeyi başarıyla tamamladığımızda bile alçakgönüllü ve O’na itaatkar olmalıyız. Bilmeliyiz ki başarımız ancak O’nun yardımı sayesinde gerçekleşti ve dolayısıyla gururla dolmamıza bir sebep yok. En başta seçim yapma gücünü bize O verdiği için, doğru seçimimizde de O’nun tevfikini görmeliyiz.

Allah Teala Kur’an’da buyuruyor ki:

“Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (Tekvir 81/29)
 
2. Niyetlerinizi düzeltin




Allah’ın rızasını hayatın temel amacı haline getirmek için bilinçli bir karar ve samimi bir niyette bulunmanız gerekir. Sonrasında ise, bu niyeti içten bir gayretle ispat etmeniz.

Uygulamalı ipucu:

Günlük rutininizde kendinize sorun:
– Bunu neden yapıyorum? (Yapmaya azmettiğiniz herhangi bir işi)
– Bu iş Allah rızasını gözetiyor mu? Yoksa başka bir rıza söz konusu mu?

Şayet Allah’ın rızası gerçek hedefimizse, o zaman insanların övgüsünü ve dikkatini çekmek için uğraşmaz, eleştirilerinden de kaygılanmayız.
 
4. Kur'an ve hadisle hemhal olun




Kur’an ve hadis çalışmaları, yeme içme gibi hayatınızın bir parçası olsun. Zaten ruhunuzun Allah kelamını dinleyip özümseme ihtiyacı, bedeninizin yiyecek içecek ihtiyacından daha fazladır. Tamamıyla vücudumuzu besleme telaşında olduğumuzda, ruhumuz açlıktan kıvranır. Bu yüzden bu dengeyi sağlamak zorundayız. Kalbiniz besinini aldığında (Kur’an ve hadis çalışarak, üzerine tefekkür ederek), daha güçlü olacak ve Allah’ın rehberliğini benimsemeye ve uygulamaya daha iyi motive olacaktır inşaAllah.
 
5. Başkalarına faydalı olma yolları bulun




Böyle yapmanız çalışmalarınızı kendinizin dışına yöneltiyorsunuz gibi görünse de, aslında başkalarına faydalı olmaya gayret ettiğinizde Allah’ın merhameti üzerinize yağmur gibi yağacak, hayır kapıları daha önce görmediğiniz şekilde size açılacaktır.

Yani karşılık beklemeksizin açık gönüllü, cömert ve affedici olmak, Allah’ın iyi işler yapmanız için gereken özel tevfikini kazanmaya büyük bir adımdır. Ne kadar çok verirseniz, o kadar size verilecektir.

Uygulamalı ipucu:

Kendinize şu hayati soruları sorun:
– Kalbimde başkalarına karşı iyi duygular besliyor muyum, yoksa genellikle bencil biri miyim?
– Başkalarının da başarılı olmasını ister miyim yoksa cenneti bir tek kendim için mi arzu ediyorum?
– Bir şeyi birisiyle (özellikle de sevmediğim biriyle) paylaşmam gerektiğinde bunu Allah rızasını kazanmam için bir fırsat mı görüyorum, yoksa bir yük gibi mi geliyor?
– Bana iyi davrandıkları sürece mi insanlarla iyi geçiniyorum, yoksa onları Allah rızası için seviyor ve önemsiyor muyum?
 
6. Takvanızı geliştirin




Takva, kelime anlamı olarak kişinin kendini Allah’ın hoşnutsuzluğuna karşı koruması demektir. Eğer başarı yolunda mesafe almak istiyorsak, bilinçli bir hayat sürüp Allah’ı memnun etmeyecek davranışlardan daima kaçınmalıyız.

Bazıları, iyi işler yapmanın onları günah işlemeye karşı zaten otomatik olarak koruyacağını düşünebilir. Halbuki işin aslı, her iki gaye için aynı anda çaba sarf etmek gerektiğidir. Kötülükten uzak durmak için gereken gayreti gösterirken, hayırlı amellere de devam etmeliyiz.

Unutulmaması gereken çok önemli bir husus şu tuzağa düşmemektir: Zannedilebilir ki kişi namaz kılıp Kur’an okuduğu müddetçe, bazı bazı günah işlese de Allah ona gazap etmez. Bu büyük bir yanılgıdır. Bilmeliyiz ki ne kadar dindar olsak veya dışarıya öyle görünsek bile, Allah hakikatimizi bilmektedir. Sırf dışarıdan insanlara iyi görünüyoruz diye gizliden işlediğimiz günahları hafife alırsak, hayırlı işlerde devamımızı sağlayacak Allah’ın tevfikini elde edemeyebiliriz. “De ki: “Pis ile temiz bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile.” Ey akıl sahipleri Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 5/100)
 
7. Boş işlerden uzak durun




Eğer gerçekten Allah rızası için üretmeyi kafaya koymuşsak, zamanı dikkatli kullanmamız ve faydası olmayan tüm işlerden uzak durmamız kaçınılmazdır.

Allah, başarılı kimseleri faydasız işten yüz çevirenler olarak niteliyor:
“Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (Muminun 23/3)

Burada bahsedilen faydasız işler, bugünlerde pek çoğumuzu meşgul eden yüzeysel mutluluklar olabilir. Bunlar vaktimizi o kadar kuşatır, kalbimizi o kadar sarar ki onlarsız yaşayamayacağımızı sanarız.

Hayatınızda bunları buluyor musunuz?

Bu bir tercih meselesi. Ya üretken olup tüm vaktinizi ve zekanızı size bu dünyada da ahirette de fayda sağlayacak olumlu işler için kullanacaksınız, veya faydasız geçici zevkler uğruna harcayacaksınız.
 
8. Daha az konuşup daha çok iş yapın!




Toplumumuzda birçok kişinin vaktine mal olan boş işlerden biri, belli bir amacı ve istikameti olmayan laf kalabalığı yapmaktır.

Doğrusu şudur ki, konuşmalarımıza hakim olamazsak, gıybet, iftira, insanları alaya alma, özel meseleleri kurcalama vb. tehlikelere düşeriz. Bir şekilde bu kötülüklerden kendinizi korusanız bile, yine de hiçbir pahaya geri gelmeyecek kıymetli vaktinizi kaybetmiş olursunuz. Bu da, sizinle Allah’ın tevfikini kazanıp hayırlı işler yapma fırsatı arasında bir engel meydana getirir.

O halde, Peygamber Efendimiz’in şu hadisine uygun hareket etmeliyiz:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun.” (Müslim)
 
9. Önünüze gelen fırsatları kaçırmayın




Salih amel yönünden bizi geri bırakan önemli sebeplerden biri de, Allah’ın bize sunduğu fırsatları geri tepmemizdir. Dahası, bir şeyleri erteleyerek güya daha uygun bir zamanda yapacağımızı düşünürüz. Çünkü gerçekçi olmayan hayallerimiz vardır ve vaktimizin tükenmekte olduğunu fark etmiyoruzdur.

Bu nedenle, Allah’ın tevfikini kazanmanın garantili yollarından biri, hayırlı bir iş yapma imkanı olduğunda onu kaçırmamaktır. Bu sayede, olumlu bir şey yapma fırsatı verdiği için Allah’a şükür dolu olduğumuzu ispatlamış oluruz. Allah da şükredersek nimetlerini artıracağını vadetmiştir:

“Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım.” (İbrahim 14/7)
 
10. Çok çalışmaya hazır olun!


Hayallerimizde dağların zirvelerine çıkmak olabilir, ama gerçekte bizi oraya çıkaracak olan şey, devamlı ve sıkı çalışmaktır!

Kim de Allah’ın rızasını kazanmayı, cennetin yüksek derecelerini elde etmeyi arzu ediyorsa, çok çalışmaya hazır olmalıdır.

Peki çoğumuzun Allah rızası için müthiş şeyler yapma isteği olmasına rağmen bunları gerçekleştirmek için harekete geçmeyişi nedendir? Çünkü rahatımızdan ve keyfimizden vazgeçmek istemeyiz. Sonra da Allah’ın neden dualarımıza icabet etmediğini merak ederiz.

Allah, tevfikini, sözleriyle özleri bir olanlara, gerçekten O’nun hoşnutluğunu gözeten, O’nu memnun edecek işler yapmanın fırsatını kollayanlara verir.

“Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.” (Ankebut 29/69)

Bu hayat imtihanında gerçekten ne kadar başarılı olmak istediğimize biz karar vereceğiz. Allah hepimize, ahirette sonsuz başarıya ulaşmamız için, bu kısa ömür yolculuğumuzu en iyi şekilde geçirmemizi sağlayacak hakiki bir heves ve kararlılık nasip etsin. Amin!
 
7 Maddede Modernizmin Köleleştirdiği Eşya Dürtüsü


“Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?..” [Lokman, 20]

Eşya kelimesi Arap dilinde ‘şey’ kelimesinin çoğuludur. Nitekim Türkçede de çok geniş bir anlama mukabil gelmektedir.

Modern dünyanın ürettiği salgın hastalıklardan biri de eşya köleliliğidir. İhtiyaçtan fazla üretim ve sahip olma olanağı, insanın çalışma isteğini engellemiş ve onu doyumsuz varlıklar haline getirmiştir. Asıl olması gereken bu mudur? İnsan ile eşya ilişkisi nasıl vuku bulmalıdır?

1. Eşyanın hakikati sabittir.


Varlık hak, ancak çehreleri farklıdır. İnsan nasıl bakarsa öyle görür. Kişi ilgisine, mizacına, mesleğine odaklı bir bakış açısı geliştirir. Mesela bir marangoz bir ağaca ham madde açısından bakarken, bir fizikçi bu ağacın evrendeki konumuna dikkat çekecek, bir alim ise yaprak hışırtısından zikr duyacaktır.



2. Eşya, insana verilmiş bir emanettir.


Yerde ve gökte ne varsa, her şeyin sahibi muhakkak ki Malik-ül Mülk olan, El-Melik olan Allah’tır. O evrende gördüğümüz her şeyi bize emanet etmiştir. Müslüman ise emanetine ihanet etmeyen, sözüne riayet eden, ahde vefa gösterendir. O halde, ‘Gönlün sevgisi, elin vergisi ile belli olur.’ ilkesi ile emaneti yine Emanetçisinin yolunda harcamak gerekir. O’nun hoşlanacağı yola sarf etmek, emanet edilen üzerine bir mesuliyettir.



3. İnsan eşyanın mahkumu değil hâkimidir.


İnsan emri altına sunulmuş mahlukat aleminde mahkum değil, hakim olmalıdır. Çünkü insan eşyanın memuru değil, amiridir. Eşyaya amir olmaksa, Allah’a kul olmaktan geçer. Nitekim Bediüzzaman “Allah’a abd ve hizmetkar olana her şey hizmetkar olur.” , “Eğer Allah’ı buldunsa bütün eşya senindir, gör.” demiştir.

İşte ahir zaman ümmetinin en büyük imtihanlarının başında gelir bu amansız hastalık. Kişiler şu an eşyanın amirliğinden ziyade, köleliğine tutulmuşlardır. Eşya ihtiyaç görme görevinden çıkmış; tatmin olma, yarış ve hırs faktörü haline getirilmiştir. Eşyaya haddinden fazla anlam yüklenmiştir. Oysa İslam’a göre bu da bir hak ve adaletsizliktir.



4. Eşyayı ne yücelterek kutsallık atfetmeli, ne de alçaltarak nankörlük etmelidir.


İnsan eşyaya iki türlü haksızlık yapar. Birincisi, kutsallaştırır, ilahlaştırır, uğurlu-uğursuz atfedip gereğinden fazla anlam yükler; ikincisi, alçaltır ve hiçbir değer vermeyerek zayi eder. İkisi de zlümdür. Zira kutsallık atfetmek, eşyaya Allah vasıflarından –haşa- pay etmek demektir ki bu şirke girer. Vahiy nazarında bu necis sayılan bir şirktir. Kuran, ehli kitabın şirkini bile necaset/pislik şirk diye isimlendirmezken, eşyanın Allah’a ait alana müdahalesine böyle ağır bir ifade kullanır. (Tevbe, 28)



5. Eşya asli itibariyle güzeldir.


Allah güzeldir, güzelliği sever. (Müslim, 34/57) Güzel olanın elinden de güzel şeyler çıkar. Öyle ya, güzellik ve çirkinlik farazidir, görecelidir, varsayımdır. O nedenle insan her şeye Rabbisinin güzel tesiri ile bakmalı ve kıymet vermelidir. Zira “Allah’tan daha güzel renk veren biri mi vardır?”.



6. Eşya Müslümandır.


Cansız cisim vardır ama hayatsız cisim yoktur. (Bakara, 74) Eşya müslümandır derken, onların kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmaları ele alınmıştır. Onlar kendilerine biçilen rolleri oynarlar. Öyleyse eşyayla münasebetimize dikkat etmeliyiz. Zira onlar bizim din kardeşimizdir. Bazen şuursuz dediğimiz yığınla eşya, gün gelir şuurları geride bırakacak nice eylemlere imza atar.



7. Her eşya bir nimettir, o halde şükrü eda edilmelidir.


Hiçbir şey amaçsız yaratılmamıştır. Her şeyin bir görevi vardır. Öyleyse hayatımıza dahil olan her şeyin, eşyanın da bir görevi olup, hayatımızda erken konumundadır. Bir Müslüman, Allah’tan gelen her şeye teslim olmalıdır, teslim olurken her şeye de eyvallah der. O halde hayatındaki her şeye de şükretmelidir. Bizim gördüğümüz şerler hayır olabilir. Öyleyse insan iyi-kötü, bize göre güzel-çirkin her şeye şükretmelidir.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kıyafetlerini giyerken bile dua edermiş. Bir kıyafetin bile hayrı istenebilir demek ki. Zira nice insanlar üstlerine aldıkları bir üniforma ile değişik hallere bürünebiliyorlar. Şuursuz denilen bir varlık, insanı 360 derece döndürebiliyor demek ki. O halde bir saniyemiz bile meçhul iken, hiçbir şeye garantimiz yok iken, tek sığınağımız dua olmalıdır. Fark ettiğimiz, etmediğimiz her yanımızı saran bu eşyalar içinse ayrı ayrı dualar etmeliyiz ki, onların memuru, kölesi değil, amiri olabilelim.



“Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır.32

O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir. 33

O, İstediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.34” [İbrahim, 32-34]



Kaynak; Muhammed Emin Yıldırım – İnsani İlişkilerde İlahi Ölçü
 
merhaba arkadaşlar yeni salavatı tefriciye listesi başlatıyoruz katılmak isteyen arkadaşlar olursa bekleriz....
 
Sahihuban teheccüd namazı kılmak istiyorum ama gözümü bi açıyorum sabah olmuş sen kılıyor musun ? Destek olsak da en azından haftada bi gün kılsak mı diyorum...
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…