dini paylaşım alanı

TASAVVUF:
Sözlükte “yün giymek, saf olmak” anlamına gelir. Tasavvufun pek çok tanımı yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Kötü huyları terk edip güzel huylar edinmektir”, “Hakk ile birlikte ve O’nun huzurunda olma halidir”, “tasavvuf, baştan başa edebtir”, “nefisten fani, Hak ile baki olmaktır”, “Hakk’ın seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesidir”, “temiz bir kalp, pak bir gönül sahibi olmaktır”, “herkesin yükünü çekmek, kimseye yük olmamaktır”, “kimseden incinmemek, kimseyi incitmemektir.” Tasavvufu her sufi içinde bulunduğu hale göre tanımlamıştır. Tasavvufu kısaca şöyle tanımlamak mümkündür: “Kişiye Allah’ı görürmüşcesine ibadet etme hazzına erişmesinin yolunu gösteren ilim.” Tasaavvufu bir hayat tarzı olarak benimseyen kimselere de sufi veya mutasavvıf denir
 
GAFLET:
Sözlükte “önemsememek, kasıtlı veya kasıtsız terk etmek, farkına varmamak, kayıtsız kalmak, ihmal etmek, boş bulunmak ve aldanmak; dalgınlık, yanılgı ve dikkatsizlik” anlamlarına gelen “gaflet” kavramı, din ıstılahında bilim dallarına göre farklı manalarda kullanılmıştır. Bir hukuk terimi olarak bir kimsenin hukuki işlemlerde kolayca aldanabilecek derecede saf, dikkatsiz ve tecrübesiz oluşunu; fıkıh usulünde, çocuk, unutkan, sarhoş vb. kimselerin ilahi hitabı anlamayışını; hadis usulünde; hadis ravisinin ezberleyerek veya yazarak hocasından aldığı hadisi dikkatsizlik veya dalgınlık sebebiyle hatalı rivayet edişini; dini hayatta, mü’minin Allah ve Peygamberin emir ve yasakları yerine nefsinin ve şeytanın arzusuna uymasını, işlediği günahları ve ahirette vereceği hesabı düşünmemesini, Allah’ı zikretmeyi ve günahlara tevbe etmeyi terk etmesini, ibadetlerde kurallara riayet etmemesini, kalbin kasvet içinde oluşunu ve zamanını boşa geçirmesini ifade eder.

“Gaflet” kavramı Kur’an’da Allah ve insanların fiil ve davranışlarını anlatmada kullanılmıştır: 12 ayette Allah’ın insanların yaptıklarından gafil olmadığı bildirilmiştir (Bakara, 2/74, 85, 140, 149. Al-i İmran, 3/99).

Allah’ın gafil olmaması; insanların gizli-aşikar, az-çok, iyi-kötü bütün yaptıklarından ve söylediklerinden haberdar olması, bütün fiil ve davranışlarını görmesi, bilmesi ve şahit olması, hiçbir şeyin ondan gizli kalmamasıdır.

İnsanlar açısından gaflet, Kur’an’da genellikle yerme ifade etmektedir. Ancak kınamayı gerektirmeyen gaflet de söz konusudur. Kınamayı gerektirmeyen gaflet; habersiz olmak, bir şeyi bilmemek, unutmak, aklına gelmemek ve bilgisi olmamak anlamına gelir (Yusuf, 12/13; En’am, 6/156; Yunus, 10/29). Kınamayı gerektiren gaflet ise; insanın yaratılış gayesini, kulluk görevini ve sorumluluğunu, Allah’ı ve ayetlerini, ahireti ve hesabı unutması, ayetlerden yüz çevirmesi, dini görevlerini terk etmesi, aklını, gözünü, dilini ve kulağını gerçekleri bilmede, anlamada, görmede ve duymada kullanmaması ve dünyaya dalıp ahireti bırakması demektir. Bu bağlamda “gaflet” kavramı daha çok kafirleri nitelemede kullanılmıştır (A’raf, 7/179, 205; Rum, 30/7).
 
GIYBET:
Sözlükte uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak gibi anlamlara gelen “gayb” kökünden türeyen gıybet, dini bir kavram olarak, bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek demektir. Kur’an’da gıybet yasaklanmış, gıybet yapmak ölmüş bir din kardeşinin etini yemeye benzetilerek bu davranıştan sakındırılmıştır (Hucurat, 49/12). İslam’da insan haklarının en önemlilerinden kişinin dokunulmazlığı ilkesine büyük değer verilmiştir. Bu itibarla bir kimsenin gıyabında gerek onun şahsıyla ilgili maddi ve manevi, ruhi ve ahlaki veya dini kusurlarından söz edilmesi, gerekse çocukları, annesi, babası ve diğer yakınlarının kusurlarından bahsedilmesi gıybet sayılmıştır.


Gıybet, sözle olabileceği gibi yazı, ima, işaretle ve taklit gibi davranışlarla da olabilir. Bu tür söz ve davranışlar gerçeği ifade ediyorsa gıybet, etmiyorsa iftira sayılır (Müslim, Birr, 70; Tirmizi, Birr, 23). İslam alimleri gıybetin haram ve büyük günah olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak bir söz veya davranışın gıybet sayılıp sayılmaması niyetle yakından ilgilidir. Buna göre bir kimsenin yanlışlarının sırf onu küçük düşürmek amacıyla söylenmesi gıybet sayılırken, yanlışlarının düzeltilmesi maksadıyla söylenmesi gıybet sayılmaz. Herhangi bir kişi veya zümreyi kastetmeden genel olarak insanların kötülüğünden söz etmek de gıybet olmaz.

Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır. Bir zarar doğurma ihtimali yoksa sözle veya fiili olarak gıybete engel olunması, bu mümkün olmazsa gıybet edilen yerin terk edilmesi, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde bulunulması gerekir. Gıybetin sebepleri kin ve öfke, başkasını kötüleyerek kendi itibarını yükseltme düşüncesi, kıskançlık vb. hususlardır. Tedavisi de bunlardan kurtulmaktır.

Haksızlık yapanı ilgili mercilere şikayet etmek, fetva sormak, insanları kötülüklerden korumak, kötülüğe engel olmak için destek aramak, lakabıyla şöhret bulmuş birini lakapla tanıtmak, zulüm ve ahlaksızlığı hayat tarzı haline getirenleri kınamak amacıyla aleyhinde konuşmak gıybet sayılmaz. Gıybetten dolayı tevbe etmek farzdır.
 
Âl-i imrân Suresi 200. Ayet/4. Cüz

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Ey iman edenler! Sabredin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz.
 
Kişi, ailesi ve dostlarıyla labirenttedir ve diğer tüm insanlar da labirentin farklı yerlerindedir. Bu labirentin haritası da Kur'an'dır. Harita bizde varsa sadece kendimizi kurtarmamız yeterli olmaz. Arkadaşlarımızı, çevremizi de kurtarmamız gerekir.

| Hamza Andreas Tzortzis
 
Kişi, ailesi ve dostlarıyla labirenttedir ve diğer tüm insanlar da labirentin farklı yerlerindedir. Bu labirentin haritası da Kur'an'dır. Harita bizde varsa sadece kendimizi kurtarmamız yeterli olmaz. Arkadaşlarımızı, çevremizi de kurtarmamız gerekir.

| Hamza Andreas Tzortzis
 
Dine Nasıl Fitne Sokulur? | Bir Kıssa Bin Hİsse

Hristiyanlığın ilk yıllarında inananlar dinlerini gizliyor ve dini görevlerini gizli yapıyorlardı. Birbirleriyle gizlice buluşuyor büyük bir gizlilik içinde dinlerini yayıyorlardı. Gizli olmasına rağmen her geçen gün inananların sayısı artıyordu.

Yahudi bir kral vardı, insanlar nasıl oluyor da benden izinsiz Hristiyan oluyorlar diye çok kızıyordu. İnananların sayısı arttıkça kralın da öfkesi artıyordu. İnsanlara engel olabilmek için arkalarına hafiyeler takıyor, takip ettiriyor ve tehdit ediyordu. Yaptığı uyarı ve tehditlerin faydasının olmadığını görünce her gün inananların onlarcasını, yüzlercesini öldürmeye başladı. Bu öldürmelerin de bir faydası olmadı, inananların sayısı her türlü zulme rağmen artıyordu. Kral neticede ülkede ne kadar inanan insan varsa hepsini bir vadiye toplayıp onlara dinlerini terk etmesini söylemeye, dönmezlerse hepsini öldürmeye karar verdi. Bu kararını vezirine açtığında vezir, bu tedbirlerin hiçbir faydasının olmayacağını söyledi. Ayrıca:

“Kralım ben bir oyun kurdum, eğer uygun görürseniz anlatayım” dedi. Kral anlat deyince o, kurduğu oyunu anlattı.:

‘Önce benim Hristiyan olduğumu topluma yayacaksınız. Sonra beni yakalatıp zindana attıracak ve bunu her kese duyuracaksınız. Her kesin önünde bana işkenceler yaptır, kulağımı ve burnumu kestir. Sonra kulaksız ve burunsuz olarak zindandan kaçmama göz yum. Zindandan kaçarak o hıristiyanların arasına sığınırsam beni bir aziz gibi karşılar, sahiplenir ve saygı duyarlar. İçlerine girdikten sonra onların arasına fitne sokmak ve parçalamak kolay olur. Onları öyle birbirine düşüreyim ki dinimiz selamet bulsun.’ Kral, vezirin kurduğu oyunu beğendi ve hemen uygulamaya koydu. Kral vezirin kulağını ve burnunu keserek işkence yaptıktan sonra kaçmasına göz yumdu.
Vezirin hristiyanların arasına katılmasından sonra yıllar geçti. Bu arada vezirle kral gizlice haberleşiyorlardı. Vezir artık inananlarca aziz kabul ediliyordu. O çok ibadete düşkün biriydi. Herkes yapacağı işi ona danışıyor o ne derse öyle yapıyordu. O zamanlar hristiyan kavminin on iki emiri vardı. Bu emirler de vezire kul köle olmuşlardı, o ne derse öyle yapıyorlardı, hatta senin için ölürüz, öldürürüz diyorlardı.

Vezir son zamanlarda bu emirlerle gizlice tek tek görüşüyordu. Her birine ayrı şeyler anlatıyordu. Birine anlattığının tam tersini diğerine anlatıyordu. Mesela birisine tevekkülü anlatırken diğerine kendinden başka kimseye güvenmemesi gerektiğini söylüyordu. Birisine zahitliği(dünyadan uzaklaşmayı) aç kalmayı tavsiye ediyor, diğerine hristiyanlık dünyadan uzak kalmak değildir diyordu. Birisine kendine rehber ara yoksa gerçek yolu bulamazsın diyor, diğerine rehbere ne gerek var sen her şeyi halleder yolunu bulursun diyordu.
Vezir ani bir kararla bir mağarada inzivaya çekildi, emirlere vermek üzere on iki tomar yazdı. Emirleri tek tek mağaraya çağırarak her birine bir tomar verdi ve sen benim vekilimsin dedi. Ben öldükten sonra bu topluluğun lideri sen olacaksın, eğer bunun aksini iddia eden olursa, onunla savaşmalısın ki dinimiz bozulmasın, inananlarımız yanlış yollara sürüklenmesin. Bu işlemi yaptıktan kısa bir müddet sonra kendi hayatına son verdi. İnsanlar bir süre yas tuttular çokça ağladılar. Aradan bir süre geçtikten sonra bize bir lider gerekir dediler.

Eline tomarını alan emir topluluğa geliyor ve Aziz Pavlos’un kendisini vekil bıraktığını iddia ediyordu. İnananlar on iki parçaya bölündü ve birbirleriyle savaşarak ölmeye ve öldürmeye başladı. Kral ve vezirin kurduğu oyun neticesinde fitne yayılmış, insanlar düşman olmuş ve dinin safiyeti de bozulmuştu. Bir grubun din dediğine diğer grup küfür diyordu…

Kaynak: Hz. Mevlana(k.s)-Mesnevi
 


Anne olmak, Nesibe gibi evini medrese, evladını talebe, müfredatını Kur'an olarak belirlemekle olur. Evin sofralarının Suffa'nın şubeleri olduğunu unutma ki, Sahabe hasbiliğinde evlatların anası olabilesin.

| Muhammed Emin Yıldırım
 
*Akıllar arasındaki farklılık bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır.

*Akıl vardır ki güneş kadar parlaktır akıl vardır ki zühre yıldızından da aşağıdadır yıldız akmasından da.

*Akıl vardır ki sarhoş kandili gibidir yine akıl vardır ki ateşten sıçrayan kıvılcıma benzer.

*Zira gaflet bulutu önünden sıyrılınca Allah'ı gören - yani onun vahdet ve kudretini idrak eyleyen- akıllar meyve verirler.

Hz. Mevlana / Mesnevi c, V
Çev,Süleyman Nahifi Derleyen: Prof. Dr. Amil Çelebioğlu

Görsel: Gervasio Gallardo

Paylaşım: Elvan
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…