dini paylaşım alanı

Ozel basligjnizi cok sevdim. Size mi ait bu soz

 
Ozel basligjnizi cok sevdim. Size mi ait bu soz

 
Ozel basligjnizi cok sevdim. Size mi ait bu soz

 
TASAVVUF İSLAM'IN ÖZÜ
Tasavvuf: İslam’ın özü ve Peygamberimiz (s.a.v)’in temsil ettiği hususi kişiliğinde; müesseseleşmiş ve günümüze kadar yaygınlaşarak gelmiş olan hayatıdır.
Tasavvuf’un men bağı; Kur’an’ı Azim’ü şan ve sünneti Rasulüllah’tır. Bu iki ölçü ışığından alınmayan ilim tasavvuf olamaz.
Tasavvuf: Nefsi terbiyedir, kalbi tezkiyedir, güzel ahlaktır. Zühttür (yani dünya ve içindeki sevgilerden kalbi arındırmaktır)
Kuran-ı Azim’ü şan ve sünneti seniyyeye sımsıkı sarılmaktır. Allah’a tam teslimiyet ve hakka ulaşmaktır.
Tasavvuf: İlahi sevgi artıkça kulun yükselmesi ve Allah’ı görürcesine onu dinleyip itaat etmesidir.
Tasavvuf: Zahiri hayat ve eşyayı kalpten çıkarıp ruhani hayat nizamına yerleştirmek kalbi bütünü ile Mevla Teala’ya çevirmektir.
Tasavvufun temeli rabıta yolu ile Allah-ı hatırlamak ve Mevla Teâlanın sonsuz kemalatım tefekkürdür. Bu vasıta ile kalp mutmain olur, muhabbet hasıl olur. İbadetin hazzı kemal bulur.
İslami hükümlerin yaşanması kolaylaşır. Kulun Mevlası ile arasında bulunan perdeleri kaldırılır. Netice Taklidi-i iman (sureta iman) hakiki imana dönüşür. Çünkü tasavvuf öyle bir lezzettir ki onu tatmakla ve yaşamakla elde edilen bir ilimdir.
Bu manevi ifadelerle anlaşılması mümkün olmayacağından “tatmayan bilmez” ifadesini kullanmışlardır.
Tasavvuf ehli: Allah ehlidir, Rasûlullah aşıklısı sahabe adamıdır. Allah’ın razı olduğu şeyleri gözeten ve Mevla’nın hoşnutluğunu bekleyen ve ondan başka varlık tanımayan, onun rızasına müştak dünyaya zerre kadar meyletmeyen züht sahibidir.
Mevla’nın cemalini arzulayan ve onu darıltmaktan ateşten sakındığı gibi sakınan Allah’ı görüyormuşcasına ibadet eden “abid” ruhu tatmin, manevi miraçtan haz duyan züht ve takvada Sahabe yolunu izleyen kalp temizliğini her şeyin üstünde tutan, kalbini gafletten sakınan, Allah’ın zikri ile yoğrulmuş bir kalbin sahibi zahitlik ve abitlik yolunu seçendir. En büyük tasavvuf ehli Rasullullah (s.a.v)’dır.
Mevla Teâla ayeti kerimesinde buyuruyor ki; “Rasulullaha sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikir edenler için en mükemmel bir örnek vardır.” (Ahzab suresi 21)
Onun içindir ki sofi denilen tasavvuf ehli Rasulullah (s.a.v)’ın örnek alması icap eder.
Rasulullah Efendimiz (s.a.v) az yer, az uyur çok ibadet ederdi. Dünya’ya zerre kadar meyletmez herşeyini Allah için infak ederdi. Fakir fukarayı gözetir, yetimlere merhamet ederdi. Ashabına bunları nasihat eder, nafile namaz kılmalarını, Allah’ı çok zikir etmelerini tevekkül ile sabır ve tövbe ile Allah’a yaklaşmalarını söylerdi.
Daima Allah’ı ve Ahireti düşünüp mahzun olurlardı. Ne zamanki kendisine şu ayeti kerime geldiğinde; “Rabbini içinden yalvararak ve korkarak hafif bir ses ile sabah akşam zikret ve gafillerden olma” (Araf suresi 105)
Bu yüzden kişinin kamil bir insan olması, yüksek ahlakı yakalaması için tasavvuf terbiyesi alması gerekmektedir.
Allah’ım Resulullah’ın düşüncesini onun şuurunu tam manası ile tüm mümin kardeşlerimize ihsan eylesin. Dünya ve Ahiretimizi mesud ve mamur eylesin. (Amin)
 
TASAVVUFÎ SANAT PORTALI
“Tezhib, ruhun Allah’a doğru akışını “billurlaştırır”
ve Allah Kelamı’nın kutsal varlığından ortaya çıkan
ruhun yeniden bütünleşmesinde bizzat yardımcıdır.
Tezhib, kutsal metnin okunmasından ortaya çıkan
manevî enerjinin görselleşmesini mümkün kılar;
böylelikle o, sayfanın kenarında bulunurken, hat bizzat metni oluşturur.


Tezhib, Kutsal Kelam’ı çevreleyen hâle ve Nur’un Kelam’ı olan

Kelimenin varlığını oluşturan nur gibidir.”

Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr

 
Dr gittim şükür bi sıkıntı yok namazların arkasından duamı ediyorum aksatmamak Salâtı tefriciye de okudum meryem suresini okumadim ama okuma adabı nasıl canım

inan hiç bilmiyorum canım araştırmak lazım ..
inşaallah olur ne kadar süredir istiyorsunuz_?
 
Halvet

HALVET DER ENCÜMEN

” Toplum içinde Yalnızlık “

Mecliste, toplulukta yalnızlık.. Hz. Hâce Bahaeddin Şah-ı Nakşbend’e sormuşlar:

– Sizin tarikatınızın esası nedir? Şah-ı Nakşbend buyurmuşlar:

– Halvet der encümen, toplulukta yalnızlıktır. Zahirde halk, batında Hakk ile olmak..

Ve buyurmuşlar :

Bizim tarikatımızın esası sohbettir. Halktan uzaklaşmakta şöhret, şöhretteyse afet vardır. Hayr cemiyettedir; cemiyet de sohbette.. Elverir ki, her iki tarafın hakkı verilsin ve birinden birine saplanıp kalınmasın..

Hoca Evliya-i Kebir buyurdular :

– Toplulukta yalnızlık şudur : Zikir insanı öyle kaplayacak insan kendisini zikre öyle verecek ki, en kalabalık ve şamatalı yere girse hiç bir şey işitemez olacak..

Hoca Ubeydullah Ahrar :

– İnsan kendisini topyekûn zikre verse, beş altı günde öyle bir mertebeye erişir ki, halkın çağrıştığı ve birbiriyle didiştiği hep zikir görünür. Kendi konuştukları da….

***
 
İnşallah canım bize uzun zaman gibi geliyor yıllarca besleyenler var Rabbim sabır versin


en yakın örneği abimler 5 sene olmadı çocukları sonrası tedavi ve tüp bebekle çocuk sahibi oldular elhemdülillah :)

sonra tekrar istediler ve yine tüp bebekle 7 yıl arayla bebiş sahibi oldular :)

çok şükür bin şükür
 
Dinimiz müslümanları ibadet etmekle yükümlü kılmıştır. Hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da kadın ile erkek arasında bir ayırım yapmamıştır. Çünkü erkeğin olduğu kadar kadının da ibadete ihtiyacı vardır. Erkek, yapmakla yükümlü olduğu ibadet görevini yapmadığı zaman Allah'a karşı sorumlu olduğu gibi kadın da aynı şekilde sorumludur.
Ancak kadınlarda, ayhali (hayz), lohusalık (nifas) ve istihaza (özür akıntısı) denilen, kendilerine özel bazı haller vardır.

Kadınların ayhali dönemlerinde, -temizleninceye kadar,- cinsî ilişkide bulunmaları Kur'an-ı Kerim'de (Bakara, 2/222) yasaklanmış; namaz, oruç ve Kabe'yi tavaf da, sünnetle bu yasak kapsamına alınmıştır. Nitekim, Fatma binti Ebî Hubeyş'in:

-Ben istihazalı bir kadınım; hiç akıntım durmuyor. Namazı bırakayım mı? şeklindeki sorusuna Hz.Peygamber (s.a.):

-"Hayır, o hayız akıntısı değil; damardan gelen hastalık kanıdır. Adet gördüğün günler sayısınca namazı bırak. (Bu sayı dolunca) yıkan ve namaz kıl" (Müslim, Hayz, 14; Ebû Davûd, Taharet, 109; Tirmizi, Taharet, 96; Nesaî, Hayz, 2) buyurmuştur. Bu istihazalı durumda olan kadınlar, taharet yönünden özürlü kimseler gibi, her vakitte abdest alarak namazlarını kılarlar. Nitekim Tirmizi'nin rivayetinde: "vakit gelince her namaz için abdest al" ziyadesi de yer almıştır.(hayz hali demiyor farkıbdaysanız adetliyken namaz abdesti alınmaz )

Kadınların ayhali dönemlerinde namaz kılamayacakları, oruç tutamayacakları ve Kabe'yi tavaf edemeyecekleri ayrıca bu günlerde kılamadıkları namazlarını kaza etmeleri de gerekmediği konusunda İslâm müctehid ve fakihleri arasında icma vardır. Sözüne itibar edilen hiçbir İslâm bilgini bunun aksini söylememiştir. Nitekim:
- Neden, âdet gören bir kadın (temizlendikten sonra âdet günlerinde kılmadığı namazları kaza etmiyor da tutmadığı oruçları kaza ediyor? diye soru soran Muaze adlı hanıma Hz.Aişe:

- Sen (hanımların ay halinden kılamadıkları namazların da kazası gerekeceğini söyliyen) Haruriye'den misin? demiş;
- Hayır, Haruriye değilim, ama (öğrenmek için) soruyorum, cevabı üzerine: Hz.Aişe:
- "Vaktiyle bu iş bizim başımıza geldiğinde, orucu kaza etmekle emrolunduk, namazın kazasıyle emrolunmadık, (Müslim, Hayz, 15) demiştir.

Ayhalinde iken kadınların Kâbe'yi tavaf edemeyecekleri konusunda da Hz.Aişe; veda haccı esnasında yolda Serif denilen yerde âdet görmeye başlaması üzerine, Rasûlüllah (s.a.)'in:
- "Bu Allah Teâlâ'nın, Hz.Adem'in kızları üzerine yazdığı bir şeydir. (senin elinde olan bir şey değildir). Hacıların, hacla ilgili yaptıklarını sen de yap. Ancak âdet gördüğün sürece Kâbeyi tavaf etme, buyurduğunu" (Buharî, Hayz, 1) nakletmiştir.

Nifas (lohusalık) hali de hayız gibidir. Hayız ile ilgili hükümler aynen nifas için de geçerlidir. Nitekim bazı hadis-i şeriflerde "nifas" kelimesi "hayız" anlamında da kullanılmıştır. İbn Hazm diyor ki, Peygamberimizin "nifas" kelimesini "hayız" anlamında da kullanmasından, bunların hükümlerinin aynı olduğu anlaşılır.(El-Muhalla, I, 273) İslam âlimleri, nifasın hükmünün, hayız gibi olduğu hususunda ittifak halindedir.(Neylü'l-evtar, I, 333)

Âdet gören veya lohusa olan kadınların Kur'an-ı Kerim'i okumalarına gelince; bu konuda İslâm âlimlerinin farklı görüşleri vardır.
İmam Mâlik ve Ahmed İbn Hanbel'e göre hayızlı veya lohusa olan kadınların el sürmeyerek ezbere veya yüzünden Kur'an-ı Kerim'i okuyabilirler.(Fethu Babi'l-İnaye, I,217) İmam Mâlik bu durumdaki Kur'an öğretici ve öğrencilerinin Kur'an-ı Kerim'i tutmalarını da öğretme ve öğrenme zaruretine binaen câiz görmüştür. (Fethu Babi'l-İnaye, I, 217-218)

Zahiri mezhebi fakihlerinden İbn Hazm ise hayız ve lohusa olan kadınlarla cünüp olan kimselerin hem Kur'an-ı Kerim'i tutmaları ve hem de okumalarının câiz olduğunu söylemiştir.(el-Muhallâ, I, 94)

Hanefi ve Şafiîler ise Tirmizî, ile İbn Mâce'nin İbn Ömer (r.a.)den rivâyet ettikleri:
"Ayhali olan kadın ve cünüp olan kimse Kur'an'dan hiçbir şey okuyamaz."(Tirmizi, Tahare, 98; İbn Mâce, Tahare, 105) anlamındaki hadis-i şerifini esas alarak, hayız veya lohusa olan kadınların Kur'an-ı Kerim'i okumalarının caiz olmadığını söylemişlerdir.

Görüldüğü üzere, Kur'an-ı Kerim'de yasaklanmadığı için, kadınların âdet günlerinde namazlarını kılıp oruçlarını tutabilecekleri sözü isabetli değildir. Bu iddia, bu konudaki hadis-i şeriflere ve peygamberimizden günümüze kadar ki icma haline gelmiş uygulamaya aykırıdır. Yukarda belirtildiği üzere, sözüne itibar edilen hiç bir İslâm âlimi böyle görüş ileri sürmemiştir. Konuya kadın erkek eşitliği açısından bakmak da yanlıştır. Bunun kadın erkek eşitliğiyle bir ilgisi yoktur. Peygamberimiz hanımların bu halleri devam ettiği sürece namaz kılamıyacaklarını, oruç tutamıyacaklarını ve Kâbeyi tavaf edemiyeceklerini bildirmiştir. Şüphesiz her konu Kur'an-ı Kerim'de detaylı olarak yer almamıştır. Kur'an-ı Kerim'den sonra İslâmî hükümlerin ikinci kaynağı da sünnettir. Kur'an-ı Kerîm'de:
"Kim Peygambere itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiştir. (Nisa, 4/80); "Peygamber size ne verdi ise onu alın ve size neyi yasakladı ise ondan sakının."(Haşr,59/7) buyurulmuş; peygamberimizin emir ve tavsiyelerine uyulması emredilmiştir.

Sünnette yer alan ve tarih boyunca da sünnete uygun olarak uygulanan bir konu hakkında aykırı bir görüşte bulunmanın bir değer taşımıyacağı açıktır.
 
Son düzenleme:
KULLUĞUN ÖZÜ: İHSAN

Kıymetli Kardeşlerim!

Bir gün Resûlullah (s.a.s) Efendimiz, ashabıyla sohbet ederken kimsenin tanımadığı bir şahıs çıkageldi; Allah Resulü’nün yanına oturdu ve “Bana İslâm’dan bahset!” dedi. Resûlullah (s.a.s) şöyle cevap verdi: “İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmen; namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve eğer gücün yetiyorsa hac görevini yerine getirmendir.” Bu cevap üzerine, “Bana imanı anlat.” dedi sahabenin şaşkın bakışlarla takip ettiği sesin sahibi. Peygamberimiz (s.a.s), “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmandır.” buyurdu. O zat, bu sefer “Bana ihsanı anlat.” dedi. Efendimiz de, “İhsan, Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” karşılığını verdi.

Allah Resûlü (s.a.s), bir müddet sonra oradan ayrılıp giden bu şahsın Cebrail (a.s) olduğunu bildirdi.1

Aziz Müminler!

Allah’ın ayetlerini Peygamberimize ulaştıran vahiy meleği Cebrail (a.s), bu defa insan suretinde gelmişti Kutlu Nebî’ye. Ona İslam, iman ve ihsan hakkında sorular sormuştu. Aslında bunlar, kulluğun özünü ve kapsamını teşkil eden sorulardı. Efendimiz, bu sorulara verdiği cevaplarla iman olmadan İslam olmayacağını, ihsansız İslam’ın ise gerçek kulluğu yansıtmayacağını haber veriyordu bizlere. İnancın sadece bir söz, bir amel değil aynı zamanda ihlas ve samimiyetle bezenmiş bir niyet olduğunu ifade ediyordu Rahmet Peygamberi.

Kardeşlerim!
Kendimize, Rabbimize ve birbirimize karşı samimiyetin adı olan ihsan, imanımız ve ibadetlerimizin ruhudur, bir otokontroldür. Kendimize karşı ihsanımız, insan olarak izzet ve haysiyetimizin farkında olmak, elimizdeki nimetlerin değerini bilmektir. İhsan şuuru, imtihan için bahşedilen bedenimizi, en önemli servetimiz olan sağlığımızı, şu kısacık ömrümüzü beyhude tüketmemeyi öğretir.
Rabbimize karşı ihsan, “Biz, insana şah damarından daha yakınız.”2 buyuran Yüce Mevlamızın bize bizden daha yakın olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamaktır. “Her nerede olursanız olun Allah sizinledir. Her ne yaparsanız Allah onu görendir.”3ayetinde ifade edildiği gibi Rabbimizin, yapıp ettiklerimizden haberdar olduğunu bilmektir.


Bu murakabe bilinci her daim bize güç katar, güven aşılar. Biliriz ki, İbrahim (a.s) gibi ateşe atılsak, bizi o ateşten kurtaracak bir sahibimiz vardır. Yusuf (a.s) gibi kör kuyuda mahsur kalsak, bizi o kuyudan çıkaracak bir görenimiz vardır. Yunus (a.s) gibi karanlıklara terk edilsek, bizi bize terk etmeyen, yakarışlarımıza icabet eden bir Rabbimiz vardır. Yeter ki, bizler kulluk yolunda samimiyetten ve gayretten kendimizi mahrum bırakmayalım.

Kıymetli Kardeşlerim!
Birbirimize karşı ihsan, müminler topluluğu olarak gönlümüzü ve zihnimizi birbirimize açmaktır. Kardeşlerimize karşı dargınlık ve kırgınlığı, husumet ve adaveti, kin ve nefreti yüreğimizde barındırmamaktır. “Sakın incitme bir canı, yıkarsın arş-ı Rahman’ı” inceliğidir ihsan; güneş gibi şefkate, toprak gibi tevâzuya, su gibi cömertliğe bürünmektir. Anne ve babamıza, eşimiz ve evladımıza, kardeşimiz ve arkadaşımıza, komşularımız ve yakınlarımıza merhamet, muhabbet ve meveddettir ihsan; bu dünyayı birbirimizin cenneti kılma, birbirimize ebedi cenneti kazandırma çabasıdır. Evimizde, işimizde, ticaretimizde doğruluk ve dürüstlük erdeminin özlü bir adıdır ihsan; dünyadan ahirete uzanan meşakkatli yolun sonunda hep birlikte kurtuluşa erebilme gayretidir.

Kardeşlerim!
Kerim Kitabımız, pek çok ayetinde Rabbimizin murakabesi altında olduğumuzu vurgular. Her halimize şahit olan Allah’a bilinçli bir şekilde kulluk etmemizi ister. Her an bizimle birlikte olan Kirâmen Kâtibin meleklerinden haber verir. Bu melekler, dilimizden dökülen her sözü, elimizden sadır olan her işi, gözümüzden uzanan her bakışı, ayaklarımızın attığı her adımı kaydetmektedir. Bir gün gelecek, amellerin kaydedildiği bu defter bize teslim edilip okutulacaktır. İbadetimiz ve Rabbimizin razı olacağı amellerimiz yazılıysa defterimiz bizim için neşe, sevinç ve huzura açılacaktır. Defteri, günah ve isyanlarla dolu olanların ise onu okudukça yüzlerini karanlık, içlerini nedamet ve hüsran kaplayacaktır.

Kardeşlerim!
Ne mutlu, bu dünyada “Yapıp ettiklerim, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.”4 diyerek yaşayanlara! Ne mutlu Allah’ın gözetiminde olduğu bilinciyle yaşayıp Cemalullah’a kavuşacaklara! Ne mutlu Rabbimizin şu kutsi hadisteki müjdesine mazhar olanlara: “… Beni andığı müddetçe ben kulumla beraberim. O beni kendi başına anarsa, ben de onu kendim anarım. O beni bir topluluk içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım… Kulum bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!”5
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü



1 Buhârî, İmân, 37.

2 Kâf, 50/16.

3 Hadîd, 57/4.

4 En’âm, 6/162.

5 Buhârî, Tevhîd, 15.
 
CENNET KAPILARININ ANAHTARI: YETİMLER


Kardeşlerim!

Peygamberimiz (s.a.s)’in amcası Ebû Tâlib’in oğlu Cafer (r.a), Mûte Şavası’nda düşmanla kahramanca çarpışarak şehit düşmüştü. Bu kutlu sahabi, ardında üç yetim bırakmıştı. Allah Resûlü (s.a.s), “kardeşim” dediği Cafer’in derin bir hüzün çökmüş evine geldi. Kendisi de bir yetim olan Kutlu Nebi, ailenin yürek burkan haline dayanamadı. Bir anneyi, bir babayı, bir eşi, bir dostu kaybetmek, artık onun hatıralarıyla yaşamak kolay mıydı? Ancak, hayat bir imtihandı ve imtihan geride kalanlar için hala devam ediyordu. Resulullah (s.a.s), “Bugünden sonra kardeşime ağlamak yok.” diye söze başladı ve “Getirin bana kardeşimin çocuklarını.” dedi. Cafer’in yetimleri, tıpkı annelerini kaybetmiş kuş yavruları gibi Efendimizin karşısına dizildiler.1 Allah Resulü, onları öpüp kokladı, bağrına bastı, başlarını okşadı, teselli etti; ömrü boyunca Cafer’in yetimlerine kol kanat gerdi ve onlar için her fırsatta dua etti.2 Çünkü yetimlerin halini anlayabilecek, yüreklerini okuyabilecek yegâne şahıstı Allah Resulü.

Kardeşlerim!

Sadece Cafer’in evlatları değildi Rahmet Elçisi’nin tükenmez şefkatinden nasiplenen yetimler. Enes, Beşir, Sehl ve Süheyl, Ebû Ümamenin yetimleri ve daha birçokları. Onlar, belki hayatın yükünü sırtlayan minik bedenli yetimlerdi. Ancak, onların her biri Resulullah’ın baba sıcaklığını, Hz. Aişe’nin anne şefkatini hissettiler.

Peygamberimiz, şefkatle yetimin başını okşayan kimseye, elinin değdiği saçlar sayısınca sevap yazılacağını belirtti;3 yetime kol kanat gerenin de cennette kendisiyle yan yana olacağını müjdeledi.4 Bu bilinçle Efendimiz (s.a.s), her daim yetimlerin üzerine titredi.
Çünkü “Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı?”5 diyerek ona önce yetimliğini hatırlattı Alemlerin Rabbi; ardından “Sakın yetime kötü davranma!” buyurdu. Rabbimiz, yetime sahip çıkmayı kullukta eşiği aşmak olarak nitelendirdi. Yetimin hakkını gasp edip malına el uzatanların da aslında karınlarını ateşle doldurduklarını bildirdi.


Kıymetli Kardeşlerim!


Yetimler, önceliklidir. Çünkü onlar, bizlere Allah’ın birer emanetidir. Bu çocukların bazısı şehit çocuklarıdır, bazısı annesini ya da babasını hastalığa, kazaya kurban vermiştir. Kimileri de daha çocukluklarını yaşayamadan şehirleri yıktığı kadar ruhları ve yarınları da yıkan savaşın soğuk yüzüyle karşılaşmıştır. Yerlerinden, yurtlarından, aile sıcaklığından mahrum kalmışlardır. Anneleri, babaları artık yanlarında değildir… Onlar himaye edilmeyi herkesten çok hak ederler. Onlar Efendimizin yanındaki Enes olmayı arzularlar. Onlar, tıpkı yetim kalan Beşir gibi Allah Resûlü’nden müjde almayı umut ederler.

Yetimler, belki merhametten yoksun bir evde, belki bir yetiştirme yurdunda, belki de bir sokak başında kendilerine uzanacak bir şefkat, bir merhamet eli beklerler. Kendilerini hayata bağlayacak, yarına dair ümitlerini diri tutacak bir ışık gözlerler. Onlar, hepimizin yetimleridir. Her birimiz onlardan sorumluyuz. Kendilerine sahip çıkıp, yüklerini hafifletmekle mükellefiz. Onların, kendileriyle barışık, dinine, milletine ve bütün insanlığa faydalı bireyler olarak yetişmeleri konusunda her birimize düşen görevler var. Hemen yanı başımızda zararlı alışkanlıkların pençesine tutulmuş her bir yetim, kimsesiz, yalnız ve garibin içler acısı hali hepimizin derdi olmalıdır


Aziz Müminler!



Unutulmamalıdır ki, iyilik sadece bir fakirin eline üç beş kuruş para sıkıştırmak değildir. İyilik aynı zamanda yalnıza arkadaş, yorguna dayanak, garibe sığınak, muhtaca imdat olmaktır. Hiçbir çocuk sokakta kalmasın, hiçbir yetim himayesiz kalmasın, hiçbir mülteci, muhacir aç açık kalmasın diyerek başkaları için koşturabilmektir iyilik. “Kardeşimi ne kadar düşünürsem, kendime o kadar iyilik etmiş olurum” bilinciyle dünyayı birbirimize yaşanılır kılmaktır iyilik.

Sözlerimi Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisi ile bitirmek istiyorum: “Kim, Müslümanlar arasında bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse Allah onu mutlaka cennete koyacaktır. Ancak affedilmeyecek bir günah işlemiş ise o başka.”6




1 Nesâî, Zinet, 57.
2 İbn Hanbel, I, 205.

3 İbn Hanbel, V, 250.

4 Buhârî, Talâk, 25.

5 Duhâ, 93/6.
6 Tirmizî, Birr ve Sıla, 14.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…