dini paylaşım alanı

Rabbimiz Kimleri Sever

1. Dürüst davrananları sever. (Bakara, 190)

2. Tevbe edenleri ve temizlenenleri sever. (Bakara, 222)

3. Günahtan ve kötülükten sakınarak kendisine hesap vermekten korkanları sever. (Âl-i İmran, 76)

4. İyilik edenleri ve güzel davranışta bulunanları sever. (Maide, 13)

5. Adaletli davrananları sever. (Hucurat, 6)

6. Bela ve musibetlere, haramların cazibesine, farzların nefse yüklediği sorumluluklara/ ağırlıklara sabredenleri sever. (Âl-i İmran, 146)

7. Hades ve necasetten bedenen, küfür, şirk ve nifaktan ruhen çokça temizlenenleri sever. (Tevbe, 108)

8. Kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşan mücahitleri sever ( Saff, 4 )

9. Hz. Muhammed SAV’in sünnetine uyan ve onu canı gönülden sevenleri sever. (Âl-i İmran, 31)
 
Allah C.C. > Hayatın En Kestirme Yolu

Açıkçası Kuran-ı Kerim bizleri Yüce Rabbimize en güzel şekilde kavuşturacak tek sığınağımızdır. Tüm bu hayatımız aslında Yüce Rabbimizin huzurundaki seviyemizin ortaya çıkması için tasarlanmış bir oyundan ibarettir. Yüce Allah kendisini dost kabul edip kitabına sımsıkı sarılanları (Araf 170) Dünya hayatında da ahirette de müjdeler vaad etmektedir. Yüce Allah`ın sözlerinde asla değişme yoktur. (Yunus 64)


Öyle ise hayatın kestirmesi Kuran-ı Kerim’in kılavuzlaması ile mümkündür. Nasıl ki bir baba evladına, senelerce binbir zorlukla edindiği değerli tecrübelerini aktararak evladına kısayol göstermek ister, Yüce Allah’da bizleri zarardan uzak tutacak, doğru ve güzele yönlendirecek tavsiyelerini Kitabı vesilesi ile sunmaktadır. Eğer evlat babaya asi olur, onun tavsiye ve nasihatlarına kulağını kaparsa en büyük zararı kendisi görür ve hüsrana düşer, Yüce Allah’ın tavsiye ve nasihatlarına allerjik reaksiyon gösterip kulak tıkıyan istisnasız herkes, hem bu Dünya’da, hemde ebedi hayat olan ahirette hüsrana düşmekten kendini kurtaramaz.

Dininin veya Yüce Allah’ın hükmünün sadece ahiret ortamı için gerekli olacağı zannında olanlara Yüce Rahman’ın vaad ettiği güzelliklerin hem bu Dünya, hem de ahiret için olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Tavsiye edilen dosdoğru yolu takip edip etmemek ise tamamen bireysel arzumuza = duamıza bağlıdır. Nasıl ki arabanın sürücüsü canı çekse arabasını uçurumdan aşağı sürer, onu engelleyen bir güç yoktur, aynı şekilde El Adl = Gerçek adalet sahibi olan Yüce Allah kaderimizide bizlerin arzu = dua’sına bırakmıştır.

Devamlılık olmazsa olmazdır. Bu gün ruhunu televizyon, gazete ve benzeri materyeller ile besleyip doyurmaya çalışanlar zamanın aleyhlerine işlediklerinden hiç şüphe etmesinler. Bedenin gıdası nasıl temiz olursa sıhhat artar, ruhumuzuda hem düzenli, hemde Kuran-ı Kerim’in ilmi ile beslememiz kaçınılmadır. Yaratılışımız buna göre tasarlanmıştır. Önce gerekli olan temelimizi Kuran-ı Kerim’in mealleri ile oluşturacağız ve daha sonra devamlılık göstererek bu güzel temelin üzerine hayatımızı inşaa etmeye başlayacağız. Neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu dergiden, gazeteden, televizyondaki açık oturumda hocanın söylediklerinden veya takvim yaprağının arkasından değil, bizzat ve şahsen Yüce Rabbimizden öğrenmeye gayret edeceğiz Unutmamalıyızki hiçbir kitap Yüce Allah’ın her asır ve insanına göre tasarlayıp göndermiş olduğu Kuran-ı Kerim gibi bizleri aydınlatıp, yol gösteremez.

Peki, ölçü nedir? Ölçü kulun kendisine bırakılmıştır. “…O halde Kur`an`dan kolayınıza geleni okuyun…” (Müzzemmil 20)

Günümüz Mp3 teknolojisi bizi bu konuda rahatlatıyor ve vaktim yok bahanesini tamamen ortadan kaldırıyor. Yatmadan önce cep telefonu şarjda iken başucunda veya otobüs, dolmuş, araba yolculuklarınızda, hatta buda mümkün değilse biraz televizyondan, biraz gazeteden kısarak Yüce Rabbimizin eşsiz sohbetine ve yol göstermesine ihtiyacımız olan zamanı 24 saatimiz içinde oluşturmak mümkün.
 
Allah’ı Zikretmek En Büyük İbadetir


İman eden bir insan, tüm varlığını Allah ’a adamıştır, Allah için yaşar ve daima Allah ile beraber olduğunun bilincindedir. Allah ’a, O’nun rızasına ve cennetine kavuşmak için sürekli olarak ahiret beklentisi içindedir. Dünyada ise Allah için sabreder, O’na tevekkül eder, her işi düzenleyip denetimi altında tutanın, kendisini de her an görüp bilenin Yüce Rabbimiz olduğunu bilir.

Yaptığı her işte, gördüğü her görüntüde Allah ’ın sonsuz aklını, hayranlık uyandırıcı sanatını ve O’nun yüce kudretini görüp tefekkür eden bir insan için tüm bunları dile getirmek de bir nimet ve büyük bir ibadettir. Allah ’ı anma, insanı tüm kötülüklerden arındıracak, insanın kalbine huzur ve güven indirecek ve ahirette kurtuluşa ermesine vesile olacak en önemli yollardan bir tanesidir. Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır.
“… Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir…” (Ankebut Suresi, 45)
İman edenler, günlük hayatlarının her aşamasında Allah’ı anma ve
dua halinde olmalı, kendilerine verilen nimetlere karşı sürekli olarak için için şükretmeli, bilerek veya bilmeyerek yaptıkları hataları dolayısıyla bağışlanma dilemeli ve sık sık Allah ’ın adını yüceltmelidirler. Mümini, “Allah ’la dost” kılacak, onun Allah ’a yakınlaşmasını sağlayacak ibadetlerden biri Allah ’ı anmaktır.

İnsan, yaşadığı her an, yaptığı her işte Allah ’ın nimetini ve rahmetini hatırladıkça, O’nun ismini yüceltip O’na yöneldikçe, sürekli olarak ibadet halinde olur. Cenab-ı Allah ’a daha da yakınlaşır. Olaylar karşısında gaflete düşmez, paniğe kapılmaz, öfkelenmez. Allah ’ın razı olmayacağını düşündüğü her şeyden uzak durur. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)


İbadetler ve günlük eylemler, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapılırsa,”Salih Amel”dir. Allah anılarak ve Allah ’ın rızası düşünülerek yapılmazsa, karşılıksız birer amel haline gelebilirler. Bu nedenle Kuran’da peygamberlerin vasıfları anlatılırken, Allah ’ı sürekli olarak andıkları bildirilir. Bu ayetlerden bir tanesi şöyledir:
“Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi”. (Sad Suresi, 30)


Müminin yaptığı işin hikmeti, onu Allah ’ın rızası için yapması ile oluşur. Mümin bu nedenle, sürekli olarak Allah ’la bağlantı halindedir. Kuran’da kendisine öğütlenen ahlakı her zaman büyük bir titizlikle korumaya çalışır. İman edenlerin bu vasfı, bir ayette şu şekilde anlatılmıştır:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru
namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Kuran’ın hikmetini sürekli olarak hatırlamak, Allah ’ın ayetlerini akılda tutmak ve her şeyi Allah ’ın yaratmakta olduğu gerçeğini sürekli düşünmek, mümine hem dünyada hem de ahirette en büyük nimetleri kazandıracaktır. Bunu kalpten ve içtenlikle yapanlar ve ancak bununla tatmin olanlar, Allah ’a teslim olmuş müminlerdir.
 
> Allah (C.C.) Her Yerde Hazır ve Nazırdır Kelimesi Ne Demektir

İnsan bir anda iki yöne bakamayan gözlerini, iki ayrı konuyu birlikte düşünemeyen aklını, bir anda iki şey dileyemeyen iradesini, kısacası hepsi noksan ve cüz’î olan kendi sıfatlarını ölçü aldığında, bütün sıfatları sonsuz, küllî ve mutlak olan Allah’ın icraatlarını elbette anlayamaz. Bu noktada hayret etmesi gerekirken nefis ve şeytanın birlikte gayretleriyle bazen inkar yoluna saptığı olur.

Halbuki insan kendini ölçü alacağına Allah’ın yarattığı ve Onun izni ile bir anda sayısız işler yapan mahlukatı düşünse böyle bir soruyu sormasına gerek kalmaz. Bir anda bütün gözlere birlikte giren güneş ışığını, bütün canlıların kanlarını birlikte temizleyen havayı, üzerindeki her varlığı beraber çeken yer çekimini, bir anda bütün kulaklara birlikte giren sesi, bütün yapraklara, meyvelere birlikte rızık gönderen ağaçtaki kanunu, her bedenin her hücresinde birlikte bulunan ruhtaki hayat sıfatını düşünebilse bu mahlukatına bu kabiliyetleri veren Allah, elbette sonsuz işleri birlikte yapabilir ve bilebilir der. Bu konuda hiçbir şüphesi kalmaz.

Bir tek zat çeşitli aynalar vasıtasıyla külliyet kazanabilir. Bütün aynalarda birlikte bulunabilir ve iş görebilir. Bir anda çok yerlerde birlikte iş görmenin çok harika bir misalini Cenab-ı Hak, görüntü kanunuyla bizim nazarımıza sunmuştur.

İnsan binlerce aynada birden görünür. Mesela, kolunu kaldırsa binlerce kol birden kalkar. Mektup yazsa bütün aynalarda da birer mektup yazılır. Aynı insanın televizyondaki görüntüsü aynadakinden çok ileri bir seviyededir. Ekranlarda sadece sureti değil, sesi de görüntülenir. Ve o insan bir anda milyonlara hitap eder. Bu da Allah’ın bu kainatta koyduğu bir kanundan beşerin faydalanabilmesinin bir sonucudur.

Aynalarda görüntülenen varlıkları üç kısma ayırabiliriz. Birincisi, “katı, maddî ve ışıksız” şeylerdir. Bunların görüntüleri bir suretten, bir resim olmaktan öteye geçmez. O şeyin mahiyetini yansıtmaz. Mesela, bir kimse yüz aynalı bir odaya girse, yüz tane görüntü meydana gelir. Fakat o suretler ölüdürler. Görmezler, işitmezler, konuşmazlar, yemezler, içmezler.

İkincisi, güneş gibi “maddî nuranî” varlıklardır. Aynasını güneşe çeviren bin tane adam düşünelim. Güneş, bütün aynalarda görünür. O görüntüler güneşin aynısı değildir, ancak güneşin bazı özelliklerine sahiptir. Aynadaki güneş akisleri de, asıl güneş gibi ışık, ısı ve yedi renk sahibidir. Gökteki güneş şuurlu olsaydı, aynamız vasıtasıyla bizimle konuşabilir, çeşitli işler yapabilirdi. Bir iş başka bir işe engel olmazdı.

Üçüncü kısım, “nuranî ruhlar”dır. Bunların görüntüleri, o ruhanî varlıkların özelliklerine sahiptir. Diridirler, görürler, işitirler, konuşurlar, bilirler. Bu noktada aynaların gösterebilme kabiliyeti önem taşır.

Muteber hadis kitaplarında temessülün birçok misalini görmek mümkündür. Mesela, “Hame” isimli bir cin, ihtiyar bir adam halinde temessül ederek Peygamber Efendimizin (asm) yanına gelmiş, şahadet getirerek İslâm’ı kabul etmiştir. Hazret-i Ömer’in (ra) anlattığı bu hadise, cinlerin temessülüne güzel bir misaldir.

Hazret-i Cebrail (as) ise, Dıhye isimli bir sahabe suretinde Peygamber Efendimizin (asm) huzuruna gelmiş, “İman nedir, İslâm nedir?” diye sorular sormuştur. Sahabelerin huzurunda meydana gelen bu hadise, meleklerin temessülü hakkında meşhur bir misaldir. O büyük melek, aynı anda sayısız yerlerde bulunur, çeşitli işler yapar, bir iş başka bir işe mani olmazdı. Hem ruhu, hem de cesediyle, aynı anda birçok yerde bulunabilen bir kısım evliya da vardır ki, bunlara “abdal” namı verilir. Ruhu gibi, cesedi de nuraniyet kazanan bu zatların hali hakikaten harikadır.

Temessül kanununu gereğince değerlendirebilen bir insan, Allah Teala’nın, “bir” olduğu halde her şeyi aynı anda nasıl bildiğini, nasıl yarattığını, nasıl idare ettiğini, bir işin başka işlere nasıl mani olmadığını hiç bir şüpheye yer kalmayacak şekilde anlar, tasdik eder.
 
Farkında Olmadan Yakalandığımız ve Biz’i Bitiren 10 Hastalık
{total}<\/strong>shares<\/small>"}" style="box-sizing: border-box; -webkit-tap-highlight-color: transparent; -webkit-font-smoothing: subpixel-antialiased; text-align: center; display: inline-block; margin-right: 15px;">226SHARES

Share on TwitterShare on Facebook
MAYIS 11, 20160 LİKE 929
Eûzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.



Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurât Suresi: 10)

Hayatımızda bir kere bile olsa -farkında olalım ya da olmayalım, isteyelim ya da istemeyelim- çoğumuzun yakalandığı ve kardeşliğimize zarar verip, bizi “biz” olmaktan “ben” olmaya iten birçok hastalık var ve biz, onları tevbe ile kendimizden arındırmadığımız taktirde İslam cemaatinin oluşmasına engel olacağımızı bilmeliyiz. Peki bu önemli hastalıklar nelerdir?

Biz, bugün Kur’an’a şöyle bir nazarla baksak ve desek ki “Ey Aziz Kitabımız! Kardeşliği yıkan hastalıklar nedir, onları bize ver” desek bize birçok hastalıkla beraber bu 10 hastalığı verir:
 
1. Ayıplamak ve Aşağılamak
Kardeşinin ayıplarını ortaya koymak ve onu toplum içerisinde onurunu, izzetini ayaklar altına almak kardeşliğimizi yıkan önemli bir hastalıktır. Fussilet Suresi, 34-35. ayetler, bu hastalığa farklı bir çerçeveden yaklaşır; menfi olarak nasıl olması gerektiği konusunda bize güzel bir ipucu verir:

İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.” (Fussilet Suresi: 34-35)

Müslüman bir kardeşimizin yaptığı yanlış davranışı görüp de onu ulu orta rezil edecek şekilde ayıplamak yerine güzel bir hitapla ve baş başa iken uyarmak gerekmektedir. Unutulmamalı ki hepimiz beşeriz ve hata yapabiliriz; bir gün kendimizi ayıpladığımız o hatayı yaparken bulabiliriz.
 
2. Alay Etmek ve Karalamak
İslâm’da her ferdin haysiyet ve şerefinin dokunulmazlığı vardır. Ferdin manevî hayatının temelini oluşturan ırz, şeref, haysiyet ve namus duyguları lekelenemez. Bu sebeple İslam, Müslümanların duygu ve düşüncelerini Kur’an-ı Kerîm vasıtasıyla garanti altına alır ve bizi uyarır:

Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Hucurât Suresi: 11)

Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!” (Hümeze Suresi: 1-2)

 
4. Sû-izanda Bulunmak, Kötü Düşünceler Beslemek
Bir Müslüman diğer Müslüman kardeşleri hakkında iyi niyet (hüsn-üzan) beslemelidir. Zira bu dinimizin gereğidir. Ayrıca fitnenin def’i böyle bir tutumu gerekli kılmaktadır. Birbirimiz hakkında iyi düşünmeli ve birbirimize müminler olarak güvenmeliyiz. Aksi halde, bir kişi hakkında sû-izanda (kötü niyette) bulunduğumuzda günah işlemiş ve fitneye davetiye çıkarmış oluruz.

Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurât Suresi: 12)

Enes b. Mâlik’in rivâyet ettiği sahih bir hadiste ise Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şu nasihatlerde bulunmaktadır:

Birbirinizle kinleşmeyiniz, hasetleşmeyiniz birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz…” (Buhârî, Edeb: 57; Feraiz: 2; Müslim, Birr: 23; Tirmizi, Birr: 24)

 
5. İftira Atmak, Atılmış İftirayı Yaymak
Sadece iftira atmak değil, bizim atmadığımız ama başkalarının attığı ve bizim de onu yayıp, RT’leyip (retweet) ya da beğendiğimiz de iftiradır. Nisâ Suresi’nin 112. ayetinde Rabbimiz, bizi bu konuda ciddi şekilde uyarmıştır:

Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.” (Nisâ Suresi: 112)

Özellikle teknolojinin hızla geliştiği ve iletişimin bir tık’la çok kolay bir şekilde sağlandığı bu çağda, şeytan elinden geleni yapıp atılan bir iftirayı yaymamız için uğraşırken bizler de Nur Suresi 11-16. ayetlerini aklımıza ve kalbimize kazıyıp şeytanın oyunlarına kapılmamalıyız. Hangi konuda olursa olsun attığımız her tweetin, retweetin ya da paylaşıp, beğendiğimiz her gönderinin sorgulanacağını unutmamalıyız..

O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o, sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır. Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, ‘Bu, apaçık bir iftiradır’ deselerdi ya! Onlar (iftiracılar) bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Madem ki şahit getirmediler; işte onlar Allah yanında yalancıların ta kendileridir. Eğer size dünya ve ahirette Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu! Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır. Bu iftirayı işittiğiniz vakit, ‘Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım! Bu, çok büyük bir iftiradır‘ deseydiniz ya!” (Nur Suresi: 11-16)
 
6. Kibirlenmek, Büyüklenmek


Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!” (Lokmân Suresi: 18-19)

 
7. Çirkin Lakaplar Takmak ve İncitmek
Karşıdaki insanın şerefine, izzetine, insan olma onuruna dil uzatacak, toplum içerisinde onu küçük düşürecek ve o söylendiği zaman da rahatsız olacak lakaplarla onu anmak da kardeşliğimizi bitiren en önemli hastalıklardandır.

Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Hucurât Suresi: 11)

 
8. Çirkin Sözler Söylemek ve Sövmek
Günlük stresimizin etkisiyle en ufak bir hatasında bile karşımızdakine çirkin sözler söyleyebiliyorsak bu hastalık da bizi sarmış demektir.. Trafikte, işte, markette, evde ve hayatın birçok alanında kavga, çirkin söz ve davranışlarda bulunanların sayısı oldukça fazla ve bunu önlememizin yolu da kendimizi kontrol altına almamızdır. Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hadis-i şerifi bizlere bir uyarıdır:

“Bir kişiye, Müslüman kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak yeter.” (Müslim, I, 32)

Ayrıca Rabbimiz, sadece Müslümanlara değil kafirlere bile sövmememiz gerektiğini bize bildirmiştir:

Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak Rabblerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir.” (En’âm Suresi: 108)
 
9. Lanet Etmek, Beddua Etmek
Bir Müslüman, karşısındaki günahkâr bir Müslüman da olsa beddua etmekten sakınmalıdır. Zira, Müslümana lanet etmenin boyutunu Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere hadis-i şeriflerinde şöyle bildirmektedir:

“…Mü’mine lânet etmek, onu öldürmek gibidir.” (Buhârî, Cenâiz: 84, Müslim, Îmân: 176, 177)

“Birbirinize Allah’ın lâneti, gazâbı ve cehennem azâbı ile lânet ve beddua etmeyiniz!” (Ebû Dâvûd, Edeb: 45; Tirmizî, Birr: 48)

“Olgun mü’min, yerici, lânetçi, kötü iş ve kötü söz sahibi olamaz.” (Tirmizî, Birr: 48)

Kötü ahlâkın göstergesi olan bu gibi davranışların ve özellikle lânetçiliğin en büyük tehlikesi, o lânetin sonuçta lânetçiye dönmesidir:

Kul, herhangi bir şeye lânet ettiğinde o lânet gökyüzüne çıkar. Semânın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lânet edilen kişiye döner. Eğer gerçekten lânete lâyık ise onda kalır, değilse lânet edene döner.” (Ebû Dâvûd, Edeb: 45; Tirmizî, Birr: 48)
 
Allah’ım! Bizleri büyük-küçük hatalardan, günahlardan ve Senin emirlerine karşı isyan kokan tavır ve davranışlardan arındır. Lisanlarımızı yalandan, gıybetten, Senin sevmediğin, hoşnut olmadığın bütün kirli sözlerden temizle. Kalblerimizi gösterişten ve ikiyüzlülükten muhafaza buyur. Gözlerimizi bakmamaları gereken şeylere bakıp da hıyanet etmekten koru. Yüzlerimizi nurunun ziyasıyla aydınlat ve amellerimizi ıslah buyur. Niyetlerimizi ihlaslı kıl ve bize lütfettiğin bütün şeylerde bereket ihsan eyle.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…