dini paylaşım alanı

CUMANIN VERDİĞİ BİR HALSİZLİK BİRİKMİŞ YORGUNLUK VAR TABİ İSTER İSTEMEZ..
Aynen durmuyoruzz:) Hangi süre o canım namaz için olan?

namaz için süre yok ..
hatim yapıoruz aylık da ..ortakolarak >..cüzler dağıtıyoruz kim ne kadar isterse :)
 
DUANIN FAZİLETİ
Davut Aydüz

İbadetin özü olan duanın, yeri ve zamanı olmadığı için, her yerde ve her zaman duâ etme.. Sokakta, otomobilde, trende, büroda, okulda, fabrikada, evde, camide, Ka'be'de vs. duâ etme.. Devamlı dua etme ve bunu i'tiyat haline getirme... Fakat duâda mühim olan, kulun kendisine düşen vazifeyi yaptıktan sonra Allah'tan istemesidir. Yani duâ edip birşeyler isterken eli kolu bağlı durmama. Sebeblere mürâcaat etme. Zira Allah, tembele değil, canla başla çalışana, ısrarla isteyene verir. Hz.Peygamber (s.a.v.)'in; "Cennette kendisiyle komşu olmak isteyen kimseye: Çok secde etmekle bana yardımcı ol" demesinde bunu görebiliriz.
Ayrıca, duâ ederken uyanık bir gönül ile duâ etme... Söylenen her kelimenin kalpte yerini bulması... Himmeti âlî tutup Ümmet-i Muhammed (s.a.v.) için de duâ etme... -İnsan, kendi çocuğu suya düştüğü ve boğulmak üzere iken, nasıl heyecan ve hafakanlar içinde kalıyorsa- aynen öyle , dünyanın dört bir tarafında garip, çilekeş ve mazlum Ummet-i Muhammed (s.a.v.) için de öyle duâ etme... duaların kabûlüne vesile olacaktır.
 
DUA İBADETTİR:
Nu'man b. Beşîr'in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Duâ ibâdettir" buyurdular ve sonra da şu âyeti okudular:
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
"Rabbiniz buyurdu ki: Bana duâ edin, duânıza icâbet edeyim. Kibirlerinden Bana ibâdet etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir" (Mü'min, 40/60) (1).
Başka bir rivâyete göre; "Duâ ibâdetin özüdür"'(2), Allah yanında duâdan daha değerli birşey yoktur. Çünkü "duâ, dinin direği, semâvât ve arzın nûru ve mü'minin silâhıdır" (3). "Duâ eden bir kimse helak olmaz" (4). Allah kendisine duâ edilmesi ve duâda ısrar edilmesinden hoşlanır, "Kendisine duâ etmeyene de gazâb eder' (5).
Allah Teâlâ'nın, Yûnus aleyhisselam hakkında Kur'an'da bahsettiği de buna benzemektedir. Yûnus (a.s.), anlatmış olduğu şeyleri kavmi dinlemediği için, kavmine kızarak onların arasından Rabb'inin izni olmadan çıktı ve yüklü bir gemiye bindi. Geminin yükü fazla olduğundan gemi taşıyamamış, yolculardan birini denize atmak gerekmişti. Atılacak kişinin tesbîti için gemidekiler kur'a çektiler. Kur'an'ın ifâdesiyle, "Kur'a çekti, (kur'a kendisine isabet ettiği için) yenilenlerden oldu" (Sâffât, 37/141).
"(Yûnus (a.s.) Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için kendi kendisini) kınayarak (denize atıldı) balık onu yuttu" (Sâffât, 37/142). Cenâb-ı Hak Yûnus (a.s.)'ı, bu izinsiz çıkışından dolayı şiddetli bir gazab ile levmetti (kınadı). Çünkü Yûnus (a.s.)'ın, kavminin ezâlarına karşı sabretmesi gerekiyordu.
Yûnus (a.s.), iç içe üç karanlık içinde Rabbine duâ etti; deniz, gecenin karanlığı ve balığın karnı. Yûnus (a.s.) duâsında;
لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
"Senden başka ilah yoktur. Sen bütün eksiklerden uzaksın, yücesin, ben zâlimlerden oldum" (Enbiyâ, 21/87) diyerek yalvardı. Allah Teâlâ da;
"Biz de onun duâsını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte Biz, inananları böyle kurtarırız" (Enbiyâ, 21/88) diyerek cevap verdi.
Daha sonra Cenâb-ı Hak, Yûnus (a.s.)'ı kurtarmasının sebebini onun rahatlık ve bolluk anında da Allah'ı çok zikretmesi olduğunu bildirdi:
"Eğer (rahatlık ve bolluk anında da) tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) diriltilecekleri güne kadar onun (balığın) karnında kalırdı" (Sâffât, 37/143-144).
Hz. Peygamber (s.a.v.), bir hadislerinde; "Kederli, hüzünlü bir kimse, kardeşim Yûnus gibi duâ ederse, Allah onun duasına cevap verir. O duâ da
لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ duâsıdır" (6).
Öyleyse, "sıkıntılı anında Allah'ın, duâsını kabul etmesi kimin hoşuna gidiyorsa, rahatlık ve bolluk anında Allah'a çok duâ etsin" (7).
"Bir müslüman, istediği şey günah olmamak ve sıla-ı rahmi kesmeyi istememek şartıyla duâ ederse, kendisi için üç haslet meydana gelir; ya Allah onu istediği şeyi hemen verir, veya (mükâfatını) âhirette vermek için saklar, veyahut yaptığı duâ kadarıyla, başına gelecek kötülükten onu muhafaza eder." Sahabe-i kirâm; "O zaman biz de çok duâ ederiz", dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurdular: "Siz isteyebildiğiniz kadar isteyin, çünkü Allah'ın rahmet hazinesi sizin istediklerinizden daha çoktur" (8).
Bir kimse duâ kapısını açar ve duânın tadını alırsa; onun için hayır, rahmet ve icâbet kapısı açılır. Hz.Ömer (r.a.) şöyle demektedir; "Ben duâmın kabul edilip edilmemesinin ızdırabını çekmiyorum, duâya devam edememenin ızdırabını çekiyorum. Çünkü, duâya devam edebilirsem, istediğim bana verilecektir." Bununla ilgili olarak şöyle bir söz söylenmektedir; "Ey insanoğlu! Efendinin kapısını bıkmadan, usanmadan çaldığın için, istediğin sana verilmiştir, hakkında mübârek olsun."
İnsanın, duâsının kabûlünde aceleci olmaması ve kabul olmadı diye duâ etmeyi bırakmaması gerekir. Nitekim, Buharî ve Müslim'in beraberce rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerifte: "Sizden biriniz duânızda acele edip; "Duâ ettim sonra yine duâ ettim, fakat duâma cevap verilmedi" demedikçe duâsı kabul edilir" (9), buyurulmuştur.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: "Birçok defa duâ ediyoruz kabul olmuyor. Halbuki, âyet umûmîdir, her duâya cevap var?" Buna şöyle cevap verilir:
Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her duâ için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem her istenileni vermek Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine tâbidir. Meselâ, hasta bir çocuk feryâd eder: "Ey doktor! Bana bak. Doktor: Buyrun diye cevap verir. Çocuk: Şu ilacı ver bana der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Allah Teâlâ; Hakîm-i mutlak, hâzır, nâzır olduğu için kulun duâsına cevap verir. Yalnızlık ve kimsesizliğini duasının cevabıyla ortadan kaldırır. Fakat, insanın hevâ ve heveslerinin istikâmetinde değil, belki hikmet-i Rabbâniyye'nin iktizâsıyla, ya istediğini veya daha iyisini verir, veya hiç vermez. Hem duâ bir ubûdiyettir. Ubûdiyyetin ise meyveleri âhirette verilir. Dünyevî maksadlar ise, o nevî duâ ve ibâdetin vakitleridir."
İbâdetin en faziletlisi, duâdan sonra tehlikenin, zorluğun gitmesini beklemektir. Hadîs-i şerîfte: “Ya zel celali vel ikram” diyerek "Beklemeye devam edin" buyurulmaktadır (10).
Duâ, meyveli bir ağaç ve kişinin kendisinin sakladığı bir hazîne gibidir. Yani ağacın üzerindeki meyve de, yere düşen meyve de sahibinindir. Gizlediği yerde duran para da, oradan aldığı ve cebindeki para da hazine sahibinindir. Aynen öyle de; duâ edenin istediği şey, kendisine verilse de kendisi için büyük bir mutluluk, istediği şey bu dünyada verilmeyip âhirette verilse de, duâ eden için büyük bir saadettir.
 
DUA KADERİ GERİ ÇEVİRİR Mİ?
Hadîs-i şerife göre duâ; insanın başına gelen belâyı gelmeden önce de, geldikten sonra da defeder (11). Ayrıca diğer bir hadîste Hz.Peygamber (s.a.v.): "Kaderi ancak duâ geriye çevirebilir, ömrü de ancak iyilikler arttırabilir. Kul, işlemiş olduğu günahlarla kendisini rızıktan mahrum eder" (12) buyurmuşlardır.
Peygamberimiz (s.a.v.) Şâfiîlerin okuduğu kunut duâsında: "Ya Rabbi! Bizi koru ve hakkımızda hükmettiğin şeyin şerrini bizden gider" diye duâ etmişlerdir. Eğer duâ, kaza ve kaderin geri çevrilmesinde bir sebep olmasaydı, Peygamberimiz böyle duâ etmez ve ümmetine de öğretmezdi.
Mürsel olarak rivâyet edilen bir diğer hadîs-i şerifte Hz.Peygamber (s.a.v.) şöyle buyururlar: "Mallarınızı zekâtla muhafaza ediniz, hastalıklarınızı sadakayla tedâvî ediniz, üzerinize gelen belâ dalgalarını duâ ve tazarrû ile defediniz" (13).
İbn Abbas'ın rivâyet ettiği bir hadîste de, Peygamber Efendimiz İbn Abbas'a şöyle nasihatta bulunurlar: "Rahat ve bolluk anında Allah'ı bil ki, şiddet ve sıkıntı anında da Allah seni bilsin. Bir şey istediğinde, Allah'tan iste. Yardım talep ettiğinde de Allah'tan yardım talep et" (14).
Kişi bolluk ve mutluluk zamanında Allah'a duâ etmeye devam ederse, daha sonra başına şiddetli belâ ve musîbetler geldiğinde yine Rabbine duâ ettiği zaman melekler; "Ya Rabbi! Bu ses, tanıdık bir kuldan ve tanıdık bir ses. Allahım, onun duâsını kabul et" derler. Bundan dolayı seleften bazıları şöyle duâ etmişlerdir:
"Ya Rabbi! Ben duâ etmekle emrolundum ve bana, duâma cevap verileceği vadedildi. Senin emrettiğin gibi Sana duâ ediyor ve Senden istiyorum. Vadettiğin gibi duâma icâbet et."
Duâ etmenin en makbul şekli, ihsan mertebesidir ki, o da kişinin; Allah'ı görüyor gibi O'na duâ etmesi ve duâsını Allah'ın işittiğine inanmasıdır.
 
DUANIN ADABI
Duâ'nın birçok âdâbı vardır ki, duâ edenin bu âdâba riâyet etmesi gerekir. Çünkü edepten mahrum olan, lutf-u ilâhîden de mahrum olur.
1. Duâ edileceği vakit istiğfar ile manevî temizlenmeli.
2. Duâ'ya başta, Allah'a hamd ü senâ ve peygamber Efendimize salât ü selâm ile başlamalı. Bundan sonra istekleri için duâ etmeli ve sonunda yine makbûl bir duâ olan salavât-ı şerîfeyi şefaatçi gibi zikretmeli. Çünkü, iki makbûl duânın ortasındaki bir duâ makbul olur.
Hz.Peygamber (s.a.v.), Allah'a hamdetmeden ve kendisine salat ü selâm söylemeden duâ eden bir kişiyi işitince: "Şu kişi acele etti" dedi ve onu çağırarak: "Sizden biriniz duâ ettiğinde; Rabbine hamd ü senâ ve Peygamberine salât ü selâm ile başlasın. Ondan sonra da, hâceti için duâ etsin" (15) buyurdular. Çünkü vesileler, istenilen şeylerden önce getirilir. Allah Teâlâ: "Allah'a (yaklaşmaya) vesîle (yol) arayın" (Mâide, 5/35) buyurmaktadır. Duâda, Allah'a hamd ü sena etmek ve Rasûlü'ne salât ü selâmı önce zikretmek en iyi vesiledir. Ancak bu vesilelerle duâ, Allah'a yükselir.
3. Yiyip içtiği şeylerin helâl olmasına dikkat etmek: Peygamberimiz (s.a.v.), uzun bir yolculuk esnasında, saçları dağılmış, toz toprak içinde kalmış ve ellerini semâya kaldırıp: "Ya Rabbi! Ya Rabbi!" diye duâ eden bir adamdan bahsederek: "Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş bir kimsenin duâsı nasıl kabul olunur ki!" (16) buyurdular. Hadîsteki kişi ve benzeri kimseler, kendi elleriyle duâlarının makbul olma yolunu kapatmışlardır.
Rivâyete göre, Sa'd b. Ebî Vakkâs Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Ya Rasûlallah! Allah'a duâ et de duâsı kabul edilenlerden olayım" deyince, Peygamberimiz (s.a.v.): "Ey Sa'd! Helâl ye ki, duâsı kabul edilenlerden olasın" (17) buyurmuşlardır.
5. Duâ'da elleri kaldırmak. Çünkü elleri kaldırmada, kulluğu izhâr etme ve her hâlinde Allah'a ihtiyacı olduğunu ifâde etme vardır. Hadîste şöyle buyurulmaktadır: "Rabbiniz Hayy ve çok ikrâm edicidir, kulu ellerini kaldırıp Kendisine duâ ettiğinde onları boş çevirmekten hayâ eder" (18).
5. Kur'an'da ve hadîslerde geçen me'sûr duâlarla duâ etmek.
6. İhlâs, huşû ve huzûr-u kalp ile duâ etmek.
7. Namazın sonlarında, bilhassa sabah namazından sonra duâ etmek.
8. Mübârek yerlerde, husûsan mescidlerde duâ etmek.
9. Cuma günü, husûsan sâat-i icâbede duâ etmek. Hem şuhûr-u selâsede (üç aylarda), husûsan meşhûr gecelerde, hem Ramazanda, husûsan kadir gecesinde yapılan duâların kabûl olması rahmet-i ilâhiyyeden kuvvetle ümîd edilir.
10. Duâsının kabûl edileceğine kesin bir şekilde inanarak duâ etmek.
11. Secdede duâ etmek. Evet, secdede hârika bir sır vardır. Hadîs-i şerifte: "Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde anıdır. Secdede çok duâ edin. Çünkü, duânın kabûl edilme ihtimâli daha çoktur" (19). Secdede (Kur'an'da ve meşhûr hadîslerde olmak şartıyla) dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlar ve dünya ve âhiretin salâhı için duâ edilebilir.
 
DUANIN FAYDALARI
Duâ eden kimsenin hâli, evlâd u iyâli islah olur, malı da bereketlenir. Kendisi de sâlih amel işlemeye muvaffak olur. Her türlü hâli ve her türlü ihtiyâcı için Allah'a duâ edip yalvaran kimseye, duâda büyük bir haz ve nasîp vardır. Çünkü ona, annesi, babası ve diğer insanlar sâlih amelde bulunması için duâ ederler. Fakat, duâdan nasibi olmayan, münâcât lezzetini tadmayan ve Rabbine duâ ve ibâdet etmekten kaçınan, tekebbür eden kişiler hayırdan, Allah'a yaklaşmaktan ve O'nun sevgisini kazanmaktan mahrum sayılırlar. Böyle kişiler, kendilerine ve duâlarına cevap verilecek rahmet kapılarını kapatmış olurlar. Çünkü, duâ etme lezzetinin kalpten çıkarılması, bir şahsın -kendisi farkında olmadığı halde- cezâlandırıldığı en şiddetli bir cezâdır.
Allah Teâlâ bir âyette şöyle buyurur:
"Kullarım, sana Benden sorarsa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana duâ edince, duâ edenin duâsına icâbet ederim. O halde onlar da Benim da'vetime (itaatle) icâbet ve Bana îman (da devam) etsinler. Tâki (o sayede) doğru yola ulaşmış olalar" (Bakara, 2/186).
Bu âyetin nâzil olmasının sebebi şu hâdisedir: "Birtakım insanlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelerek, Ya Rasûlallah! Rabbimiz bize yakın mı, uzak mı? Yakınsa fısıltı ile, uzaksa yüksek sesle duâ edelim" dediler, bunun üzerine Allah Teâlâ da bu âyeti indirdi (20).
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir seferde ashâbıyla birlikte giderlerken, yüksek yerlere gelince ashâb, yüksek sesle "Allahü Ekber" ve "Lâ ilâhe illallah" dediler. Bunun üzerine Hz.Peygamber: "Ey insanlar! Kendinize acıyın ve seslerinizi böyle yükseltmeyin. Çünkü siz, sağır ve gâib olan Birisine duâ etmiyorsunuz. Siz, sizinle beraber olan, herşeyi işiten ve size yakın olan Birisine duâ ediyorsunuz" (21) buyurur.
 
SONSÖZ
İbadetin özü olan duânın, yeri ve zamanı olmadığı için, her yerde ve her zaman duâ etme.. Sokakta, otomobilde, trende, büroda, okulda, fabrikada, evde, camide, Ka'be'de vs. duâ etme.. Devamlı duâ etme ve bunu i'tiyat haline getirme... Fakat duâda mühim olan, kulun kendisine düşen vazifeyi yaptıktan sonra Allah'tan istemesidir. Yani duâ edip birşeyler isterken eli kolu bağlı durmama. Sebeblere müracaat etme. Zira Allah, tembele değil, canla başla çalışana, ısrarla isteyene verir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in; "Cennette kendisiyle komşu olmak isteyen kimseye: Çok secde etmekle bana yardımcı ol" (22) demesinde bunu görebiliriz.
Ayrıca, duâ ederken uyanık bir gönül ile duâ etme... Söylenen her kelimenin kalpte yerini bulması... Himmeti âlî tutup Ümmet-i Muhammed (s.a.v.) için de duâ etme... -İnsan, kendi çocuğu suya düştüğü ve boğulmak üzere iken, nasıl heyecan ve hafakanlar içinde kalıyorsa- aynen öyle de, dünyanın dört bir tarafında garip, çilekeş ve mazlum Ümmet-i Muhammed (s.a.v.) için de öyle duâ etme.. duâların kabulüne vesile olacaktır.


Dipnotlar:
(l)Tirmizî, Medîne 1978, Daâvât 2; İbnMâce, Beyrut 1975, Duâ 1; Müsned, Beyrut 1985, IV, 267, 271, 276.
(2) Tirmizî Daâvât 1; Kenzu'l-Ummâl, Beyrut 1985, II, 62.
(3) Kenzu'l Ummâl, a.yer. (4)Kenzu'l-Ummâl,II, 66.
(5) Tirmizî, Daâvât 2; Kenzu'l-Ummâl, II, 63.
(6) Tirmizî, Daâvât 82.
(7) Tirmizî, Daâvât 9.
(8) Tirmizî, a. yer; Kenzu'l-Ummâl, II, 70.
(9) Buharı, İstanbul 1897, Daâvât 22; Müslim, 1955, Duâ 25.
(10) Müstedrek, Beyrut tarihsiz, 1,499.
(11) Kenzu'l-Ummâl, 11,63.
(12) Müstedrek, 1,492-493; Kenzu'l-Ummâl, II, 62.
(13) Merâsil-i Ebî Dâvûd, Beyrut 1988, s.128; et-Tergîb ve't-Terhîb, Beyrut 1968,1,520.
(14) Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 59; Müstedrek, 111,541.
(15) Ebû Dâvûd, İstanbul, Daâvât 66.
(16) Müslim, Zekât 65.
(17) İhyâu Ulûmi'd-Dîn, İstanbul 1974, (trc. A.Serdaroğlu) 11,235.
(18) İbn Mâce, Duâ 13; Kenzu'l-Ummâl 11,63.
(19) Müslim, Salât 207,215.
(20) el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1985,11,308. (21)Buhârî, Cihad 131.
(22) Müslim, Salât 226.
 
. DİN KELİMESİ
Arapça kökenli bir kelime olan din sözlükte “örf ve âdet, ceza ve karşı-
lık, mükâfat, itaat, hesap, boyun eğme, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve
mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat” gibi çeşitli anlamlara
gelir.

Kur'ân-ı Kerîm’de din kelimesi doksan iki yerde geçmekte, ayrıca üç
âyette de değişik türevleri yer almaktadır. Kur’an’da bu kelimenin başlıca şu
anlamlarda kullanıldığı görülür: "Yönetme, yönetilme, itaat, hüküm, tapınma,
tevhid, İslâm, şeriat, hudud, âdet, ceza, hesap, millet".

Kur'ân-ı Kerîm’de din kelimesi sadece müslümanların değil, başkalarının
inançlarını da ifade etmek üzere kullanılmış olmakla birlikte, özel anlamda
din kelimesiyle İslâm kastedilmiş (Âl-i İmrân 3/99); İslâm’la din âdeta eş
anlamlı iki kelime telakki edilmiş ve bütün peygamberlerin getirdiği dinin
İslâm olduğu ifade edilmiştir (Âl-i İmrân 3/85; en-Nisâ 4/125; el-Mâide 5/3;
eş-Şûrâ 42/13).
 
DİNİN KAYNAĞI
İslâm inancına göre dini vahiy yoluyla bildiren Allah’tır; bütün gerçek
dinler Allah’tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmıştır.
İlk insan aynı zamanda ilk peygamberdir ve kendisine bildirilen din
de tevhid dinidir. Allah’ın varlığı ve birliği ile nübüvvet ve âhiret inancı bütün
ilâhî dinlerde değişmez ilkeler olarak yer alır. Bundan dolayı Hz. Âdem’den
Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak
adı İslâm’dır. Ancak tarihin akışı içinde insanlar hak dinden uzaklaşmış ve
beşerî zaaf neticesinde yanlış yollara, bâtıl inanç ve yaşayışlara yönelmişler,
dinde meydana gelen bu bozulma ve farklılaşma sebebiyle Allah peygamberler
göndererek insanları ya eski dinlerini aslî şekilde öğrenip uygulamaya
çağırmış veya yeni bir din ve şeriat göndermiştir.
 
dinin önemi
Din tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda daima mevcut olan
evrensel ve köklü bir olgudur. İnsana hitap eden ve insan için söz konusu
olan din, insanla beraber var olmuş ve tarih boyunca varlığını sürdürmüş-
tür. Din insanlığın vazgeçilmez bir gerçeği olması sebebiyle bundan böyle de
varlığını devam ettirecektir. Tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsiz
bir toplum görülmemektedir. İnsanlık tarihinin her döneminde din, canlılı-
ğını korumuş ve insan hayatının ayrılmaz bir vasfı olma karakterini sür-DİN VE MAHİYETİ 7
dürmüştür. Bunun da temel sebebi, insanın dinî bir varlık olması, başka bir
ifadeyle dinî duygunun, fıtrî (doğuştan gelen) bir özellik olarak insanın kendi
öz varlığı hakkındaki şuur ile birlikte ortaya çıkması, bu şuur ile birlikte
gelişmesidir.
Din duygusu insanın doğuştan b
 
Her şeyi var eden bir yüce kudretin mevcudiyetini kabul edip ona bağ-
lanma insanı kuvvetlendirdiği gibi, dua, niyaz ve Allah’a sığınma insanı
yüceltir.
Din fertleri mukaddes duygu ve alışkanlıklarda birleştiren, toplumları
yücelten ve geliştiren bir kurumdur. Din insanlara yön verip, onları iyi ve
faydalı şeyler yapmaya yönelten bir hayat nizamıdır.
Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak insanlara yön veren, en
mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi
içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir.
İnsanın psikolojik yapı ve yaşayışında karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik,
korkular, üzüntü ve sarsıntılar, hastalıklar, musibet ve felâketler karşısında
ona ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınak din olmuştur. Ayrıca 8 İLMİHAL
dinî yaşayışın insanı ruhî bunalımlardan koruduğu; kendisine ve çevresine
karşı daha duyarlı ve dengeli yaptığı bilinmektedir.
Dindeki âhiret inancının hem dünya hayatındaki davranışlarda etkili olduğu
hem de insandaki ebediyet duygusuna cevap verdiği ortadadır.
İnsanlığın mânevî ve zihnî gelişmesinde dinin önemli payı vardır
 
Bugün ilâhî kaynağa dayanan dinler diye kabul edilen Yahudilik, Hıristiyanlık
ve İslâmiyet'in temel özelliklerini ve İslâm dininin diğer ikisinden
farklı olduğu yönleri de şu şekilde tesbit mümkündür:
1. Allah inancı. Yahudilik Tanrı'nın birliği üzerinde ısrarla durmasına
rağmen, en azından tarihlerinin bazı dönemlerinde ona beşerî nitelikler
nisbet etmişler ve âdetâ Tanrı'yı beşerî organ ve duygular taşıyan bir insan
gibi tasvir etmişler, insanlaştırmışlardır. Hıristiyanlar ise Tanrı'nın birliğini
farklı şekilde ele alıp teslîsi savunmuşlar, aşırı bağlılık duygusuyla, Hz.
Îsâ'yı tanrılaştırmışlardır.
Halbuki İslâm, Allah inancı hususunda gerek yahudilerin gerekse
hıristiyanların sonradan düştükleri yanlışlık ve aşırılıkları düzeltmiş, Tanrı'-
nın beşerîleşmesini veya beşerin tanrılaşmasını reddetmiş, bu noktada Hz.
Mûsâ ve Hz. Îsâ'nın hakiki mesajını hatırlatarak Allah'ın bir ve benzersiz
olduğunu vurgulamıştır.
2. Melek inancı. Meleklerin Allah'ın oğulları ve kızları olduğu iddiasını
ve beşerî şekillerdeki tasvirlerini reddederek hem yahudi ve hıristiyanların
düştükleri yanlışı göstermiş hem de Allah'ın yüceliğini vurgulamıştır.
3. Kutsal kitaplar. Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, Allah tarafından Hz.
Mûsâ ve Hz. Îsâ'ya verilmiş kutsal kitapları orijinal şekilleriyle muhafaza
edebilmişler, Tevrat ve İncil zaman içinde ya kaybolmuş ve yeniden yazılmış,
ya da çeşitli ilâve ve eksiltmelere mâruz kalmıştır. Kur'ân-ı Kerîm ise
hem vahyedildiğinde yazıya geçirilmiş olması hem de ezberlenmek suretiyle
muhafaza edilmesi yönüyle orijinal ve aslına uygun şekliyle günümüze
kadar gelmiştir.
4. Peygamberlik. Yahudilik ve Hıristiyanlık sonradan tahrif edildikleri
için örnek ve önder şahsiyetler olan peygamberlerle ilgili çeşitli iddia ve
iftiralarda bulunup sonra gelecek peygamberleri kabul etmezken İslâm, hem
bütün peygamberlere imanı şart koşmuş hem de onları lâyık oldukları güzel
vasıflarla tavsif etmiştir.
5. Dünya-âhiret dengesi. Yahudilik dünya hayatına, Hıristiyanlık da
dünyadan uzaklaşıp mânevî hayata daha çok ağırlık verirken İslâm her ikisi
arasındaki dengeyi kurmuş ve korumuştur: "Allah'ın sana verdiğinden
(O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste, ama dünyadan da nasibini
unutma..." (el-Kasas 28/77). DİN VE MAHİYETİ 13
6. Mükellefiyetlerin azlığı. Madde-mâna, dünya-âhiret dengeleri açısından
en ölçülü ve kolayca yaşanabilir; çeşitli emir ve hükümlerde kolaylığı
öngörmesi açısından en kolay olan din İslâm'dır.
İslâm, diğer ilâhî dinlerde var olan bazı ağır dinî sorumlulukları ortadan
kaldırmış, insanın yaratılışına en uygun ve yaşanabilir kuralları sunmuş,
böylece dini daha da ağırlaştıran ve yaşanmasını zorlaştıran din yorumcularına
da önemli bir uyarıda bulunmuştur. Bu son dinin peygamberi Kur'an'-
da şu şekilde anlatılır: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o
elçiye, o ümmî peygambere uyanlar (var ya) işte o peygamber onlara iyiliği
emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri
haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O peygambere
inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen
nura (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır" (el-A‘râf
7/157).
Bu âyette hem Mûsâ şeriatında mevcut çok sayıdaki kural ve vecîbelere
(temizlik kuralları, yiyeceklerle ilgili esaslar, âdetli kadınla ilgili yasaklar gibi)
hem de İnciller'de ortaya konan öğretinin gerektirdiği aşırı riyâzetçi eğilimlere
işaret edilmektedir.
 
Kime dört şey verilmişse ona dört şey daha verilmiştir.

1- Kime Allah'ı zikretme nasip edilmişse Allah da onu anar. Çünkü Allah Kur'anda "Beni zikredin ki ben de sizi rahmetimle anayım." buyurmuştur. (Bakara suresi 152. ayet)

2- Kime dua etmek nasip edilmişse kendisine cevap verilecektir. Çünkü Allah Kur'anda "Bana dua edin, size cevap vereyim." buyurmuştur. (Mümin suresi 60. ayet)

3- Kime verilen nimetlere şükretme nasip edilmişse fazlası verilecektir. Çünkü Allah Kur'anda "Şükrederseniz, daha çok veririm." buyurmuştur. (İbrahim süresi 7. ayet)

4- Kime istiğfar etmek nasip edilmişse o bağışlanacak demiştir. Çünkü Allah Kur'anda "Rabbinizden af dileyin, çünkü o çok bağışlayıcıdır." buyurmuştur. (Nuh suresi 10. ayet)
 
"Kabul etmeyeceğim duayı, kulumun diline vermem." (Allah C.C.)

"Allah'a ağlayarak için için dua edin." (Hz. Muhammed S.A.V.)

"Allah nasip ettirmeyeceği bir şeyi hayal bile ettirmez." (Hz. Osman r.a.)

"Kişiye dua etme isteği verilmişse kabulü de onunla beraberdir." (Hz. Ömer r.a.)
 
Cenab-ı Hak: “Ey Musa! Bana günah etmediğin, kötü söz söylemediğin bir ağızla dua et, sığın! Yahut da kendi ağzını günahtan, kötü sözlerden arıt, temizle; Ruhunu günah yükünden kurtar, çevik hale getir.” Buyurdu. Hz. Musa; “Benim öyle bir ağzım yok!” Dedi. Cenab-ı Hak da buyurdu ki:

“Öyle ise bize başkalarının ağzı ile dua et!” Çünkü sen, başkasının ağzıyla günah işlemediğin için o ağız senin için temizdir, günahsızdır. Öyle hareket et ki, başkalarının ağzı gece gündüz sana dua etsin. Sen, başka birinin ağzı ile kötü söz söylemediğin, günaha girmediğin için o başka birinin özür dileyen ve dua eden ağzı yok mu, işte o ağız senin için günah etmediğin ağızdır.”

Peygamber Efendimiz: “Günah işlemediğiniz dillerle dua ediniz!” buyurmuştur. Ashabı Kiram: “Bize böyle diller lütfet ey Allah'ın Resulü!” demişler. Peygamberimiz de buyurmuş ki; “Bazınız bazınıza dua etsin. Çünkü sen, onun diliyle kötü söz söylemedin; o da senin dilinle günaha girmedi.” Buyurmuştur.

Kişinin yanında bulunmayan mü'min kardeşine dua etmesi, Allah'ın makbulü olur, başucunda bu işe memur edilmiş melek o kardeşine dua ettikçe; “Âmin!” der. “Sana da dua ettiğin gibi olsun!” ve “Kardeşin kardeşe gıyabında duası reddedilmez!” ve “İki dua vardır ki, reddedilmez; o dua edenlerle Allah arasında bir perde yoktur; Biri, zulüm gören kişinin duası, öbürü de müminin kardeşine gıyabında ettiği dua
 
Ümitsizliğe Kapılanlar OKUYUN!
1. Duayla ilgili ayet ve hadisler 1."Eğer kulum, bana ellerini kaldırır da dua ederse, ben o elleri boş olarak geri çevirmekten hayâ ederim."

2. Ben, kulumun zannı üzereyim. Artık dilediği gibi düşünsün!.." Yani siz dua ederken, o duanızın kesinlikle kabul göreceğini düşünürseniz, biliniz ki mutlaka isteğiniz meydana gelecektir!..

3. " Bir şeyi istemek, ona nâil olmak demektir; Zirâ Allâhu Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez." DUA’nın ısrarla devamına müsaade olunması, o duaya icabet edileceğinin de göstergesidir. Zirâ, Allâh, kabul etmeyeceği DUA’ya ısrarla devam şansı tanımaz. Kişi, bir konudaki DUAsında ısrarlı değilse, o DUA'nın yerine gelme şansı da son derece düşüktür.DUA'da en önemli yardımcı faktörlerden biri de istenilen şey hususunda ısrarlı olmaktır. Herhangi bir konuda bir iki defa dua edip arkasını bırakmak son derece yanlıştır.

4. " Allah istemedikçe siz isteyemezsiniz !." - Peki, biz dua ettiğimiz zaman, kabul olur mu?.. Yani, sizde ortaya çıkan bu istek, gerçekte Allâh istemiş olduğu için sizde ortaya çıkmaktadır!.. Eğer, Allâh istememiş olsaydı, siz dahi o şeyi isteyemezdiniz.

5. Ulu Allah (C.C) söyle buyurur: " Basina bir bela geldigi zaman bana siginan kulun, daha o hic bir istekte bulunmadan, diledigi yerine getirir ve daha yalvarmadan duasini kabul ederim. buna karsilik basina bir bela geldigi zaman bana degilde varliklardan birine siginan kulun yüzüne bütün gökyüzü kapilarini kitlerim." demistir.

6. Dahhak der ki: " her kirk gecede bir basina ya bir bela ya bir keder veya bir musibet gelmeyen kimsenin hesabina, Allah (C.C) katinda hic bir hayir yazilmaz"

7. Hazreti Rasûl aleyhi's-selâm buyuruyor:" Herhangi bir kul, koltuğunun altı görülecek şekilde ellerini kaldırır ve Allâh'dan bir dilekte bulunursa; acele etmediği takdirde kesinlikle duasına icabet edilir.- Acele nasıl olur yâ Resûlallah?..- Dua ettim ettim, kabul olmadı, der"(de vazgeçer)… işte bu yanlıştır; dua yerine gelene kadar ısrar etmek gerekir."Hazreti Rasûl aleyhi's-selâm, "şeksiz - şüphesiz, kabûl olacağından emin olunarak" DUA edilmesini tavsiye etmiştir.

8. Ayrıca, DUA konusunda, ŞEYTAN vasfıyla bilinen CİNLER'in insana çok yanlış fikirler telkini de sözkonusudur; ki, bu da insanı bu çok etkili silâhı kullanmaktan mahrum bırakır.Tam içinizden DUA etmek gelmişken, ŞEYTAN ismiyle, şeytaniyet vasıfları dolayısıyla lâkablanmış olan CİNLER, hemen bir vesvese verirler. "Aman canım niye dua edeyim, nasıl olsa kaderde varsa olur!" DUA etsem de etmesem de iş olacağına varır, ne diye DUA edeyim ." Ve, böylece siz, DUA etmekten vazgeçip; en güçlü SİLAH olan DUAdan mahrum kalırsınız. DUA'dan mahrum kalmak, DUA etmemek suretiyle de nelerden mahrum kaldığınızı asla hayâl bile edemezsiniz.İşte bu yüzdendir ki, Hazret-i Rasûlullah aleyhi's-selâm bakın bize ne tavsiye ediyor: "Nalınınızın tasmasına, koyununuzun otuna kadar her şeyi Allâh'tan isteyiniz.." "Allâh'ın fazlı kereminden isteyiniz, çünki istenilmesinden hoşlanır.' "Şüphesiz ki Allâh, ısrarla DUA eden kullarını çok sever' "Hassas olduğunuz saatlerde DUA etmeyi ganimet biliniz. Çünkü bu hâl rahmet saatinin hâlidir ".

'Alıntıdır'
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…