dini paylaşım alanı

Kur’an’ın Hz. Muhammed (s.a.v) Tarafından Yazılmamış Olduğunun 10 Kanıtı





Kutsal kitapların çoğunun karşılaştığı bir problem nesiller boyu birden çok yazarının olmasıdır. Eski Ahit yüzyıllarca pek çok kişi tarafından yazılmış 39 kitaptan oluşur. Yeni Ahit ise yaklaşık yarım yüzyıllık bir süreci kapsayan, birçok yazar tarafından yazılmış 27 kitap içerir. İncil’in yazarı ve zaman dilimi hakkındaki şüphe ve belirsizlikler -örneğin kitapların çoğu isimsiz bir şekilde yazılmıştır- insanı onun ilahi bir kelam olduğunu kabul etmekten alıkoyuyor.

Bu, Kur’an’ı etkileyen bir problem değildir. Şüphe yok ki Hz. Muhammed (s.a.v) Kur’an’ı iletmekle sorumlu kişiydi. Bu savı destekleyen birçok tarihi bilgi bulunmaktadır ve Kur’an’ın kendisi de O’na vahyedildiğini tasdik eder. Yine de Hz. Muhammed’in (s.a.v) Kur’an’ı iletmekle sorumlu olmasına rağmen onun yazarıydı diyebilir miyiz ? Hz. Muhammed’in (s.a.v) Kur’an’ı yazmış olmasının imkansız olduğunu kanıtlayan birçok sebepten sadece 10’unu şu şekilde sıralayabiliriz ;

1)- O (s.a.v) Bir Şair Değildi


Birçok gayrimüslim Kur’an’ın ilk dinleyicilerine yazılı olarak bildirilmediğinden habersiz. Kur’an’ın yazı süreci için zamanı çoğu kez yoktu, çünkü birçok ayet inananlar ve inanmayanlar tarafından Peygamberimize yöneltilen soru ve itirazlara cevap olarak hemen oracıkta indirildi. Dahası Kur’an 23 yıllık bir süre boyunca ağır ağır indirilmesine rağmen herhangi bir değişikliğe maruz kalmadı. Bu durum ise sayısız düzeltmeye uğramış Yeni Ahit için söz konusu değildir. Zira el yazmaları bir katipten diğerine geçmiş ve birbirlerinin hatalarını düzeltmeye karar vermişlerdir. Bu sebeple Kur’an’da herhangi bir hata veya kusur olsaydı, Kur’an’ın hızlıca yayıldığı birçok kabile ve ülkeden hataları toplamak ve düzeltmek oldukça zor olurdu.

Bütün bu engeller karşısında doğal olarak Kur’an’ın tutarsızlık, aykırılık, artık ve yanlış bilgi içermesi beklenirdi. Bu kesinlikle gerçek ötesi. Zira Kur’an tartışmasız Arap dili miyarı, edebi bir başyapıttır. Kur’an’ın her sayfası kelime kelime belagat sanatı ve edebi nüanslarla donatılmıştır.

Hz Muhammed (s.a.v) ne yazabiliyordu ne de okuyabiliyordu. Kur’an’ın kendisi bunu doğrulamaktadır;

“Onlar ki ellerindeki Tevrat’ta ve daha sonra da İncil’de, ismini ve sıfatını yazılı bulacakları elçinin, okuması yazması olmayan habercinin, izinden giderler.” (Araf/157)

Üstelik hayatı boyunca, peygamberlikten önce, Hz. Muhammed (s.a.v) şiir ile ünlenmemiştir. Doğrusu tarihten biliyoruz ki şiirden hoşlanmazdı ve yetenekli bir şair de değildi. Şiiri kelime düzmece olarak tanımladığı örnekler vardır;

Bir defasında Hz. Peygamber’in (s.a) konuşmalarında hiç şiir kullanıp kullanmadığı Hz. Aişe’ye (r.a) sorulmuş, o da, “Rasulullah en çok şiir mısralarından nefret eder, bazan Benî Kays’ın bir şairinin bir şiirini okusa bile, farkında olmadan söz dizimini değiştirirdi. Hz. Ebu Bekir düzeltmede bulununca, “Ben şair değilim, amacım şiir düzmek de değil” derdi.” cevabını vermiştir. (1)

Okuma yazma bilmeyen ve şairlikle ilgili herhangi bir ünü olmayan bir insan nasıl olur da Arap edebiyatının tümünde en önemli eser olan Kur’an’ı yazabilir?

2)- Kur’an Eşsizdir


Belki de Kur’an’ın en büyük mucizesi eşsiz oluşudur. Kur’an’ın yazarı birbirimize yardımcı olsak bile insanoğlu ve cinlerin Kur’an’ın bir benzerini hatta bir kısmını dahi meydana getirmelerinin imkansız olduğunu söylüyor.

“De ki, and olsun eğer insan ve cin şu Kur’an’ın benzerini getirmek üzere bir araya toplansa, birbirlerine destek de olsalar, gene de onun benzerini getiremezler.” (İsra/88)

Dikkat çekici olan ise bu düelloyu üstlenecek olan piyonun Arap alfabelerini oluşturan 28 harf ve sınırlı gramer kuralları olmasıdır. Kur’an’ın Hz. Muhammed’in (s.a.v) aklının bir uydurması olduğunu varsayarsak, onunla eşit veya ondan daha büyük bir edebi yeteneğe sahip olan insanlar bir benzerini kolaylıkla yazabilirlerdi. Birçoğu denemiş ve düelloyu kaybetmişlerdir.

Zamanın Arapları kendilerini ( bugünün tarihçileri ve dilbilimcileri hala böyle tanımlıyor ) Arap dilinin efendileri olarak tanımlıyorlardı. Eğer Kur’an Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından yazılsaydı, neden Arap bilginleri ve dilbilimciler ona rakip olamadılar ? Mesleklerinin zirvesinde olanların – Arap dili ustalığı – kendilerine meydan okuyan Kur’an’a rakip olma başarısızlıkları düşündürücü olmalı. Üstelik birçok Arap sadece Kur’an’ı dinleyerek O’nun peygamber olduğunu kabul etti, çünkü Kur’an’ın Onun yazacağı türden değil de ilahi bir şey olması gerektiğini hemen anladılar.

3)- Kur’an Çelişkiden Uzaktır


23 yıl boyunca parça parça indirilmiş olmasına ve birçok ayetin beklenmedik bir şekilde ortaya atılan soru ve itirazlara cevap olarak indirilmesine rağmen Kur’an çelişkiden uzaktır. Kur’an bize eğer bir insanoğlu tarafından yazılsaydı şu hasletin ortaya çıkmış olacağını söylüyor;

“Onlar bu Kur’an’ı gereği gibi düşünmezler mi ? Ve eğer Allah’tan başkasının katında olsaydı, onun içinde mutlaka pek çok ihtilaf bulurlardı.” (Nisa/82)

Buna zıt olarak İncil, insan tahrifatının açık kanıtı olarak büyük küçük sayısız çelişkilerle doludur.

4)- O (s.a.v) Hatasız Olarak Tasvir Edilmiyor


Septikler, İslamiyet’in sıradan bir çöl tarikatı olduğunu ve vahiy iddialarının tek amacının Arabistan’ı fethetmek olduğunu söyleyerek Hz Muhammed’i (s.a.v) gözünü iktidar hırsı bürümüş bir megaloman olarak düşünürler.

Tarihten tarikatları ve megalomanları araştıran biri, tarikat liderlerinin sergilemeye çalıştıkları belirli özellikleri ve imajları olduğunu bilir. Araştırmalar göstermiştir ki, tarikat liderlerinin tanımlayıcı özelliklerinden biri de lideri kutsamaları beklenen müridlerine karşı yanılmazlık imajı çizmeleridir. Bu imaj, gruplarının kontrolünü muhafaza etmelerinde tarikat liderleri için elzemdir.

Farz edelim ki Hz Muhammed (s.a.v) düzmece bir çöl tarikatından fazlasını temsil etmeyen İslam iddialarıyla Kur’an’ı yazsa idi, bahsi geçen yanılmazlık imajının Kur’an genelinde mevcut olması beklenirdi. Fakat Kur’an’da bulduğumuz şey bunun tam tersidir. İşte sadece bir örnek;

“Peygamber kendisine âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve döndü. Sen nerden bileceksin, belki o arınacaktı. Yahut öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacaktı.” (Abese/1-4)

Yukarıdaki ayetler Peygamberimizin (s.a.v) bazı kabile liderleriyle oturup onları İslam’a davet ettiği bir zamanda vuku bulmuş hadiseyi vurguluyor. Müslüman olan âmâ bir adam Rasulullaha İslam ile ilgili bir takım sorular sormaya gelir. Hz Muhammed (s.a.v) kabilelerinin İslam’a gireceği umuduyla kabile liderlerine İslam’ın mesajını tebliğ etmekle meşgulken onu göz ardı eder. Bunun üzerine âmâ adamı göz ardı ettiği için Onu kınayan vahiy gelir. Niçin düzmece bir tarikat lideri kendi hatalarının üzerinde durarak gücünü ve otoritesini sarssın ?

5)- Kur’an’da İsa ve Diğer Peygamberler Daha Çok Zikrediliyor


Megalomanlar ve tarikatlar konusuna tekrar dönersek, bilinen bir özellikleri de otoriter güç yapısına sahip olmaları ve mensuplarının tutumlarını kontrol etmede totaliter tavır takınmalarıdır. Yine Hz. Muhammed’in (s.a.v) düzmece bir çöl tarikatından fazlasını temsil etmeyen İslam iddialarıyla Kur’an’ın yazarı olduğunu varsayarsak, Kur’an’ın her şeyden önce O’na (s.a.v) odaklanması beklenirdi. Fakat yine Kur’an’da karşılaştığımız şey bunun tam tersidir. Muhammed isminden daha fazla kez diğer liderlerin isimleri (İbrahim, Musa, İsa gibi) zikredilir. Kur’an tüm peygamberlere hürmet etmeyi Müslümanlara emreder.

“De ki; Biz Allah’a inanırız ve bize gönderilene ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve onların soyundan gelenlere, Musa’ya, İsa’ya ve Rableri tarafından görevlendirilen diğer tüm peygamberlere iman ederiz. Onların arasında hiçbir ayrım yapmayız. Biz Allah’a teslim olmuş Müslümanlarız.” (Bakara/136)

Ayrıca Hz. Muhammed’in (s.a.v) aksine diğer peygamberlerin hatalarından hiç bahsedilmemiştir. İşi bir adım daha ileriye götürürsek, Kur’an diğer peygamberleri kendi kutsal kitaplarında sahip olduklarından daha yüksek bir mevkiye yükseltir. Çünkü İncil’de onlara atfedilen kötü özellikleri ve günahları reddeder. Neden düzmece bir tarikat lideri kendinden daha çok diğer liderleri zikretmekle kalmayarak bir de onları övüp yüce mevkilerini peygamber olarak tasvip etsin ?

6)- Kur’an Toplumun Normlarına ve Geleneklerine Karşı Geldi


Hz Muhammed (s.a.v) zamanındaki kabile toplumu başta kadınlar olmak üzere toplumdaki güçsüzlere çok az ilgi gösterir veya göz ardı ederlerdi. Kur’an’ın verdiği düstur 7. yüzyıl Arabistan kadınının itibarını önemli ölçüde geliştirdi. Örneğin istenmeyen kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek bir gelenekti ve bu uygulama Kur’an ile yasaklanmıştır;

“Onlardan birisi bir kız çocuk ile müjdelendiği zaman öfkeli olarak yüzü siyahlaşıp gölgelenir. Müjdelendiği şeyin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu zelillikle tutsun mu yoksa onu toprağa mı gömsün ? Verdikleri hüküm ne kötü öyle değil mi ?” (Nahl/58-59)

İslam öncesi devirlerde kadınlara adeta bir köle veya mal mülk gibi davranılırdı. Kendi refahlarını ilgilendiren fikirleri önemsiz sayılır ve evlilik akdinin bir tarafı olarak asla muamele görmezlerdi. Kocalarının mülkü konumundaydılar. Kur’an buna bir son vermiştir;

“Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmanız size helal değildir.” (Nisa/19)

Kadınlar bir tek amaç için kullanılırlardı; cinsel haz ve sonrasında terkedilirlerdi. Pagan Arapların evlenebilecekleri kadın sayısında sınırları yoktu. Kutsal kitabı, adilane ve dürüstçe davranılması koşuluyla, azami eş sayısını sınırlandıran tek semavi dindir İslam;

“Eğer yetim kızların haklarını kendileri ile evlendiğiniz takdirde gözetemeyeceğinizden korkarsanız size helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Ve eğer adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, bir eş seçin…” (Nisa/3)

İslam’dan önce kadınlar bağımsız değildi, mülkiyet hakları yoktu ve miras almalarına izin verilmiyordu. Ve yine Kur’an kadınlara mülkiyetin adil paylaşımını taahhüt etmiştir;

“Ana, baba ve akrabaların miras olarak bıraktıklarında erkeklerin hisseleri, payları vardır. Kadınların da ana, baba ve akrabaların bıraktıklarında hisseleri, payları vardır. Bunlar az veya çok belirlenmiş, meşru kılınmış paylardır.” (Nisa/7)

Bilinmelidir ki İncil’in veraset hükümleri kadınlara hiçbir hak sağlamamaktadır. İncil’de veraset hükümleri 27:8-11’de özetlenmiştir. Bu hükümlere göre bir kız çocuğu sadece erkek varisin bulunmaması koşuluyla miras alabilir. Hatta seküler Batıyla karşılaştırıldığında bile İslam zamanının çok ilerisindeydi. Hatırlayalım ki ekonomik haklar bakımından Avrupa’da 19. yüzyıla kadar kadınların kendi mülkiyetlerini edinme hakkı yoktur. Evlendiklerinde mülkiyetleri ya kocalarına devrediliyor ya da kocalarının izniyle bağışlayabiliyorlardı. Kadına bazı mülkiyet hakları tanıyan belki de ilk ülke olan Britanya’da “Evli Kadının Mülkiyet Yasası” olarak bilinen kanunlar 1860 yılında yürürlüğe girmiştir. 1300 yıldan fazla bir süre önce bu hak İslam hukukunda belirlenmiştir.

Hz Muhammed’in (s.a.v) Arabistan’daki kadınların haklarını ve itibarlarını yükselterek kazanacağı hiçbir şey yoktu. Tam tersine Kur’an’ın bu tutumu güç makamında bulunanları ve mevcut durumun korunmasında menfaati olanları yabancılaştırdı.

7)- Tahrifat Analizlerinin Çokluğu


Farz-ı mahal Hz Muhammed (s.a.v) Arabistan üzerinde mümkün olduğu kadar güç toplama amacı ve vizyonuyla Kur’an’ı yazdı. Peki neden Kur’an birçok tahrifat analizi içermektedir ? Öyle ki onlardan biri dahi Kur’an düşmanları/septikler tarafından kanıtlanabilseydi, bir din olarak İslam büsbütün ortadan kaldırılırdı. İşte bunun birkaç örneği;

“Onlar bu Kur’an’ı gereği gibi düşünmezler mi ? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, onda mutlaka birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.” (Nisa/82)

“De ki, bütün insanlar ve cinler, birbirlerine yardımcı ve destek olsalar, bu Kur’an’ın bir benzerini meydana getirmek için bir araya gelseler, bir benzerini meydana koyamazlar. (İsra/88)

8)- Keşfedilmemiş Bilgiyi Haber Verir


Antik Mısır hiyeroglifleri üzerindeki çalışmalar göstermiştir ki Kur’an’ın bir Mısır terimi olan “Firavun”u kullanımı tarihsel açıdan doğrudur. Ve antik Mısır hiyeroglifleriyle ilgili bilgiler Kur’an’ın vahyolunduğu çağlarda bilinmiyordu.

Eski Mısır hiyeroglifleri Rosetta taşının keşfiyle MS 19. yüzyılda deşifre edilene kadar tamamen unutulmuştu. Dini geçmiş ile ilgili tek bilgi kaynağı tedavüldeki İncil esaslı hikayelerdi. Fakat Hz. Muhammed (s.a.v) İncil’den kopya çekemezdi çünkü İncil Firavun teriminin kullanımıyla ilgili hataya düşmektedir.

Rasulullah (s.a.v) Kur’an’ın yazarı olamaz çünkü onun yazarı tutarlı bir biçimde gaybın bilgisini açıklıyor ki bu insanoğlunun bir özelliği değildir.

9)- Gelecek İle İlgili Kehanetler


Tarih hiçbir zaman kutsal kitaplardan hoşça bahsetmemiştir. İsa’nın İncil’i daha başlangıç aşamasında kaybolmuş ve zamanla yerini isimsiz yazarların çalışmaları almıştır. Fakat Kur’an’ın yazarı onun korunmasıyla ilgili bakın ne buyuruyor:

“Şüphe yok ki Kur’an’ı biz indirdik ve şüphe yok ki, O’nu her türlü bozulmadan biz koruyup muhafaza edeceğiz.” (Hicr/9)

Kur’an’ın bugüne kadar mükemmel bir şekilde korunmuş olmasının hikmetlerinden biri de Kur’an’ın kendi dilidir.

“And olsun ki Kur’an’ı kolaylaştırdık, hakikatin hatırlanması ve tefekkürü için ! Düşünen yok mu ?” (Kamer/17)

Günümüzde Kur’an’ı orijinal Arapçasından ezberleyen en az 10 milyon Müslümanın olduğu tahmin ediliyor. Doğrusu bugün varlığını sürdüren kutsal kitapların her yazılı nüshası bir şekilde tahrif edilseydi, Kur’an yoğun olarak ezberlenmesi sayesinde tekrardan kusursuzca toplanabilecekti.

Eğer Kur’an’ı Hz. Muhammed (s.a.v) yazsaydı bugüne kadar kusursuzca korunacağına kefil olamazdı. Tarih boyunca vahyolmuş diğer tüm kutsal kitapların geçmişi Kur’an’a zıt olarak hasar ve tahrifatın birer örneği olmuşlardır.

10)- Arap Mitlerine ve Batıl İnançlara Ret


Arap toplumunun Peygamberimiz zamanında birçok asılsız batıl inançları vardı. Bunun tek sebebi etrafındaki dünyayı araştıracak teknolojiye sahip olmamaları ve okuma yazma oranının çok düşük olmasaydı. Hicaz bölgesinin merkezinde okur-yazar insanların sayısının 17’yi geçmediği tahmin ediliyor. (2) Tarih Araplara ait çok sayıda batıl inanç ve mite tanıklık etmiş ve Iraklı İslam alimi Seyyid Mahmud Alusi bunların çoğunu derlemiştir. Mesela Araplar ineklerini ve öküzlerini dere kenarına otlatmaya götürürlerdi. Zaman zaman öküzler sudan içerken inekler içmezdi. Bunun üzerine Araplar da öküzlerin boynuzları arasına yerleşmiş kötü ruhların ineklerin su içmesini engellediğini düşünmeye başladılar. İnekleri etkileyen kötü ruhları def etmek için öküzlerin yüzlerine vurdular.

Kur’an böylesi bir batıl inancı reddederek cehaletlerini ifşa eder. Verilen örnek Araplar tarafından tanrı kabul edilip tapınılan güneş ve aydır. Kur’an bu pagan inanışlarını devam ettirmek yerine onları reddeder;

“Gece ve gündüz, Güneş ve Ay, Allah’ın ayetlerindendir. Güneş’e ve Ay’a secde etmeyin. Eğer sadece O’na kul olduysanız, onları yaratan Allah’a secde edin.” (Fussilet/37)

Üstelik Kur’an, modern zamandakiyle çelişmeyen terminoloji ve tanımlar kullanarak evrenden özellikle astronomiden bahseder;

“Öyle bir düzen ki, ne güneşle ay birbiriyle çarpışır, ne de gece ve gündüzün önüne geçebilir. Hepsi uzayda yasalarımız doğrultusunda hareket ederler.” ( Yasin/40)

“Görmez misiniz Allah yedi kat semayı nasıl yarattı ? Ve Ay’ı onların arasında semalarda bir nur kıldı ve Güneş’i de ışık saçan bir lamba kıldı.” (Nuh/15-16)

Ayrıca sahabeleri tarafından kaydedilen ilginç bir olay vardır; Peygamberimizin oğlu İbrahim’in Vefat ettiği gün güneş tutulması vuku buldu. Bundan ötürü insanlar iki olay arasında bir bağ kurdular. Hz. Muhammed (s.a.v) bizzat bu tür inançları kınayarak şöyle demiştir;

“Güneş ile ay hiçbir kimsenin ne ölmesinden ne de hayatından dolayı tutulmamıştır…” (4)

Özellikle atalarının geleneklerine körü körüne bağlı bir kabile toplumundan geldiğini göz önünde bulundurduğumuzda, Hz. Muhammed’in (s.a.v) halkın hurafelerine karşı çıkmasının hiçbir nedeni olamaz.

SONUÇ


Septikler/muhalifler ayrı ayrı bazı hususların var olmadığını tartışmaya yeltenebilirler. Fakat toplu olarak ele aldığımızda bu argümanlar Kur’an’ın Peygamberimizin bir icadı olmadığına dair güçlü ve ikna edici kanıtlar sunmaktadır.

O halde kimdir yazar ? Bu sorunun cevabı Kur’an’ın kendisinde saklı;

“Arkadaşınız Muhammed ne sapıttı, ne azıttı. Ve ne de kendi arzu ve heveslerine göre konuşmaktadır. O’nun size aktardığı sözler, kendisine indirilen ilahi haberden başka bir şey değildir. Ona bu Kur’an’ı üstün bir güç sahibi öğretmiştir.” (Necm/2-5)

Kaynakça
(1)Taberi Tefsiri; Ayrıca bkz. Abdul-Rezzak Tefsiri 3/86, No:2496
(2)Fütuhu’l Büldan, El-Belazuri, s. 458
(3)Bihar’ul Envar, c.2 s.286-369
(4)Sahih Buhari, c.2, Kitap 18, No:1


Kaynak: ilmfeed.com’dan alınarak Mekteb-i Suffa ekibi tarafından Suffagâh.com için çevrilmiştir.
 
Genç Yaşta Evlilik Üzerine Sorular ve Endişeler

1) Aileler yeni evli gençleri, ekonomik olarak ve yaşam alanı açısından nasıl desteklemeli?



Henüz mezun olan veya lisede halen okurken evlenenler için ekonomik destek mühimdir. Bazı çözümler, bu süre boyunca veya en azından kendi kendilerine yetebildikleri zamana dek aylık burs desteği sağlarken kocanın uygun bir iş bulmasına yardım etme yönünde olabilir.

Yaşam alanı söz konusu olduğunda, her iki aile de bir daire kiralayarak destek olabilir yahut çiftler ailelerden birisinin yanında kalacak şekilde kendilerini ayarlayabilir.

Henüz lisede okumakta olan daha genç çiftler kendi ayakları üzerinde durabilecekleri zamana dek, ayrı olarak kendi aileleriyle kalmaya devam edebilirler.
 
2) Genç çiftler hemen çocuk sahibi olmaya başlamalı mıdır veya bir süre daha beklemeli midir?




Evlilik bir hayli olgunluk, bir o kadar da ebeveynlik gerektirir. Her iki taraf da kabul ettiği sürece, İslami kabul edilen bir aile olmaya başlamadan önce hala okuyor olan genç çiftler, belirlenen bir süreye kadar beklemeyi kabul etmelidir. Ebeveynliğin ciddi sorumluluğunu yüklenmeden önce, evliğin kendisine adapte olabilmeleri gerekir.

İslam’ın evli çiftleri çocuk sahibi olmaya teşvik etmesine ve deliller genç yaşta çocuk sahibi olmanın daha sağlıklı olduğunu göstermesine rağmen, ebeveynlik çoğu genç yetişkinin ciddiye almadığı büyük bir sorumluluk getiriyor. Gençlerin evliliğe balıklama atlamadan önce kendilerini evlilik konusunda eğitilmeleri gerektiği gibi, ebeveynlik ve ebeveynlikten ne beklemek gerektiği üzerine de eğitilmeliler. Ebeveynliğin ciddiyet ve sorumluluğunu tam olarak anlamaları zaruridir.

Ne yazık ki pek çok hevesli genç çift evliliğin hemen ardından çocuk sahibi oluyor ve kendilerinden beklenen öğrenme eğrisiyle başa çıkamıyor. Bilhassa kendi ilişkilerinde sorun yaşayan çiftler, çocuklarını böylesi zor bir ortama sokarak durumu daha da kötü bir hale getiriyor.
 
3)Genç çiftler evliliğin hemen öncesinde veya hemen sonrasında âşık olmalı mıdır? Aşkın ne olduğunu nasıl bilebilirler?




Genç evlilikler söz konusu olduğunda iki durum yaygındır. İlk senaryoda çiftler zaten tanışmış ve etkilenmişlerdir (Sıklıkla okulda veya üniversitede) ve zaten âşık olduklarına inanırlar; herhangi bir günaha düşmemek için evlenmek niyetindedirler. İkincisi ise, genç henüz kimseyle tanışmamıştır ancak iffetini korumak için evlenmek istemektedir.

İlk durum için konuyla ilgili uygulanabilir bir hadis vardır: İbni Mace naklediyor:
(1847),“Birbirlerini sevenler için nikah kadar güzel bir şey görülmemiştir”

(bu hadis Nâsırüddin El-Elbani tarafından Sahîhu Süneni İbn Mâce’de sahih olarak sınıflandırılmıştır.)

İkinci durumda, her iki taraf da, doğru tercihte bulundukları sürece (samimiyetle,anlayışla ve olgunlukla) birbirlerini günbegün tanıdıkça, aşk ve arzunun ortaya çıkacağının farkında olmalılar.

Her iki durumda da gençler aşkın gerçek manası hakkında farkındalık sahibi olmalılar. “Âşık olma” deneyimi/duygusu uzun süreli ilişkilerde (ör.evlilik) söz konusu olan aşktan çok farklı. O iç gıdıklayıcı aşk hissinin sürüp gideceğini umarak sağlıklı veya uzun süreli bir evlilik ümit edemezler. Aslında, olgunluğun, sorumluluğun ve evliliğe olan bağlılığın sınandığı bir noktadır ki, çiftler aşk duygusunun çok çabuk uçup gideceğinden emin olabilirler.

Gerçek sevgi/aşk kendisini göstermesi uzun süren bir şeydir ama bir kez yerleşti mi onu söküp atmak zordur. Gençler ilk başta hissettiklerine inandıkları “aşk” hissinin derin bir sevgiden daha çok şehvet olduğunu anlamalıdır.
 
4) Aileler genç yetişkinlerin evlilik için yeterli duygusal olgunluğa ulaştıklarını nasıl bilebilirler? Eğer bir aile gençlerinin evliliği kaldırabilecek kadar olgun olmadığını bildiği halde onu erken evlilik konusunda desteklerse ne olur?




Hadi gerçekçi olalım: Günümüzde ailelerin çoğu çocuklarının olgunluğu konusunda ipuçlarından yoksun. Çoğu anne çocuklarını, başka bir insanla nasıl ilgileneceğini bilen sorumluluk sahibi genç yetişkinler olarak büyütmek yerine, sanki dünya onların etrafında dönüyormuşçasına yetiştiriyor.

Eğer duygusal olgunluğa ermemiş bir genç, evlilik arayışına girer de ailesi fark ederse, ona evliliğin oyuncak olmadığını açık bir dille anlatmalıdır. Evliliğin sorumlulukları, mükellefiyetleri vardır. Bunlar sadece kendileri için değil, evlenecek diğer kişi için de geçerlidir. Bir kez nikâh kıyıldıktan sonra, ertesi gün öylece karar verip bekârlığı, sorumlulukların olmadığı bir hayatı tercih edemezsiniz.

Eğer gençler evlilik konusunda diretiyor ve hala pek çok sorumsuzluk örneği sergiliyorsa, öğrenecekleri daha ne kadar şey olduğunu göstermek yoluyla onları test edin. Evlilikte neyin beklediğine dair sınav olarak onlara ciddi sorumluluklar verin. Mesela, bir iş bulup idame ettirmek, yaşlı dede ve nine ile ilgilenmek, evi idare etmeyi öğrenmek, davranışlarının duygusal sonuçlarıyla yüzleştirilmek, vb.
 
5) Erken yaşta evlenmek Batı’da mı yoksa Müslüman ülkelerde mi daha kolay?




Genç evlilikler Müslümanlar için Batı’da olduğu kadar Müslüman ülkelerde de, kanuni ve toplumsal noktalardan zordur.

Batı ülkeleri, evlilik ile veya evlilik dışı ebeveynlik için bir yasal yaş sınırına sahiptirler. Bir çok durumda bu yasal yaş her iki cinsiyet için de 16’dır.

Toplumsal olarak genç evlilikler ebeveynler ve akranlar tarafından, gençlerin kaldıramayacağı büyük bir sorumluluk olarak görülerek caydırılır. Toplum onları böylesi bir sorumluluğa uygun görmez. Güçlü bir destek yapısı olmadan, gençler için yalnız evlenmek değil, evliliği yüzleşecekleri kaçınılmaz engeller karşısında ayakta tutmaları da oldukça zordur.

Pek çok ülke yasal evlilik yaşını 18’e çıkarma savaşı verirken Müslüman memleketler bu konuda biraz daha rahattır. Müslüman memleketlerde gençler için erken yaşta evlenmek, toplumun ve ailelerin desteğini almak hala biraz daha kolaydır.

Ne yazık ki, medya sadece gençlerin (özellikle genç kadınların) erken yaşta evlilikten çıkar sağladığı veya haklarının suistimal edildiği olumsuz durumları rapor etmektedir.

Evlenmek isteyen gençlerin karşılaşacağı temel sorunlar toplumsal engellerdir. Mehir olarak çok yüksek meblağların talep edilmesi gibi. Dahası çoğu genç (özellikle erkekler) duygusal olgunluğa erişecek şekilde büyütülmüyor. Bu sebeple erken yaşta evlenen gençler bile problem çözmeyi, anlaşmazlıklarla başa çıkmayı, taviz vermeyi ve şefkat göstermeyi bilmediği için pek çok zorlukla yüzleşirler.

Genç yaşta evlilik gözden geçirilmesi gereken bir sünnettir ki, günümüzde Batı’da ve Müslüman memleketlerde yer almaya başlayan toplumsal hastalıklarla mücadele eder. Günümüzde, yaygınlaşan cinselliğe dayalı küresel kültür, Müslüman gençlerin uygunsuz görüntülere daha fazla maruz kalmasına yol açıyor ve bu da fiziksel arzuların ateşlenmesi anlamına geliyor. Ne yazık ki, duygusal ve zihinsel olgunluk aynı derece düşünülmüyor ve teşvik edilmiyor. Bu durum Müslüman aileleri ve gençleri mücadele edilmesi gereken ciddi bir bela ile baş başa bırakıyor.

Erken evlenmek isteyen Müslüman gençlerin doğru hareket edebilmesi için İslami evliliği bütüncül anlayabilecek gayreti göstermesi zarurîdir. Onlar ve aileleri, duygusal olgunluk, uzun soluklu bir ilişki için gerekli birikim kadar evliliğin getirdiği İslami sorumlulukların da farkında olmalılar. Erken evlenmek isteyen Müslüman gençler, toplumsal baskı, ekonomik zorluklar ve kişisel gelişim sancıları gibi pek çok meydan okuma ve imtihanlarla yüzleşecektir.

Ayrıca, genç yaşta evliliğin herkes için uygun olmadığı ve toplumun problemlerini örtecek bir battaniye olarak düşünülmemesi gerektiği bilinmelidir. Her ne kadar genç Müslümanlara evliliği şiddetle tavsiye ediyor olsak da, dikkatli hareket edilmelidir.

Son olarak, her başarının Allah’ın (c.c.) takdiri olduğu hatırlanmalıdır. Namazlarda tövbe ve niyaz ile O’na yönelmeli, dünyada ve ahirette sizin için en hayırlısına yöneltmesi için O’na güvenmelisiniz. Sadece tam bir tevvekkül ile bir tek ona yönelen Müslüman gençler, inşaAllah, ahirette yüzünü güldürecek başarılı bir evliliğe sahip olacaktır.

Bütün genç Müslümanların Allah rızası için haramdan uzak durmaları, helale yönelmeleri, kendilerinde aşkı, sükûneti ve cennete giden yolda arkadaşlığını bulacakları eşlere sahip olmaları için Allah’tan (c.c.) niyaz ederiz.



muslimmarriageguide.com’dan alınarak Mekteb-i Suffa ekibi tarafından Suffagah.com için çevrilmiştir.
 
30 Adımda Doğal Hayata Geçiş Rehberi

1. Eşinizle birlikte yeni bir hayat için kararlar alın. İşe evinizden başlayın. Küçük çocuklar da dâhil olmak üzere tüm ev halkını toplayın, toplantı yapın. Hayatınızı neden sadeleştirmek istediğinizi anlatın. Çocuklarınızın modern hayata göre daha sıkıcı bulacağı bu süreci içselleştirmeleri için onlara zaman tanıyın ve onlara baskı yapmak yerine kararlarınızı uygulamayı zamana yayın.



 
2. Aile büyükleriyle birlikte ya da aynı binada yaşıyorsanız, geniş bir aileniz varsa onların tecrübelerinden faydalanın ve aile büyükleriyle ağız birliği yapıp çocuklara aynı çerçevede yaklaşın.


 
3. Evdeki herkese zamanla işlevini kaybetmiş ve gözden çıkarılmış eşyalarını evde belirlediğiniz herhangi bir yerine bırakmasını söyleyin. Ne kadar çok eşya çıktığına siz de şaşıracaksınız. Bunu hayata geçirirken ‘Belki bir gün işime yarar.’ fısıltılarına kulak asmayın. Topladığınız eşyaları yardım kuruluşlarına verin, ihtiyacı olanlara yollayın, ikinci el eşyalar alan bir yere satın. Eviniz nefes alsın.





4. Evi kullanılmayan eşyalardan temizlerken vitrininizde örümcek ağı bağlamış yemek/bardak takımlarınızı unutmayın. Koltuklarınızın altına yığdığınız, bodrum katlarda beklettiğiniz, balkona attığınız eşyaları ‘kullanma umuduyla’ saklamaktan vazgeçin. Çünkü büyük olasılıkla bodrumdaki eşyalar bir daha kullanılamayacak derecede kirlenecek, balkondakiler küflenecek.


 
5. Kütüphanenizi de gözden geçirin. Okuduğunuz ve bir daha kaynak olarak kullanmayacağınız kitaplarınızı bir başkasına verin, kütüphaneye hediye edin. Zaman kaybı olduğunu tecrübe ettiğiniz kitaplara bir iyilik yapın, onları yakın, ısınırsınız.


 
6. Evinizdeki her odayı yaşanır kılın. Misafir gelecek umuduyla adım atılmayan odalarla yaşam alanınızı daraltmayın. Misafirin sizin düzenli evinizi teftişe gelmediğini kabullenin. Eviniz, siz içinde yaşayasınız diye vardır.


 
7. Ailece zaman geçirin. Kaloriferli evlerin her odada ayrı bir hayat sunmasıyla zaten akşam olunca bir araya gelebilen aile üyeleri maalesef toplanamıyor. Bununla mücadele edin. En azından akşam yemeklerini sohbet meclisine çevirin. Namazlarınızı cemaatle kılın, namazdan sonra hemen dağılmayın.


 
9. Sık aralıklarla ailece akraba ziyaretleri yapın, misafir kabul edin. Çocukların ders çalışma bahanelerine ve gelmeme/odaya kaçma isteklerine kanmayın. Ziyaretlerinizde ve misafir kabul ettiğinizde çocuklarınızla birlikte olun.


 
10. Haftada en az bir kez kendinize izin verin, doğal bir ortam arayın. Yazın piknik yapabilir, bir göl/baraj/deniz kıyısına gidebilir, yakın bir köyü keşfedebilir, uzun yürüyüşlere çıkabilirsiniz. Bu zaman zarfında cep telefonundan, sosyal medyada, haberlerden, gazetelerden vazgeçin.


 
11. Telefonunuzu mümkün olduğunca az kullanın. Sevdiklerinizi önlemeyi deneyin. Aklınıza gelen şeyleri biriktirin, aklınıza her gelen şey için elinizi telefona uzatmayın.


 
12. Telefonunuzu kapattığınız, uçak moduna aldığınız, sesini kıstığınız zamanlarınız olsun. Telefonunuzu kapattığınızda dünyanın duracağı fikrinden vazgeçin, inanın durmuyor.


 
13. Telefonunuza gelen her aramayı cevaplamama ve meşgule alma lüksünüz olsun. Yoğunlaştığınız bir işin başında, misafirlerinizle sohbet anında, toplantı sırasında, kendinizle baş başa kaldığınız zamanlarda zır zır çalan münasebetsiz telefona ‘hayır’ demeyi öğrenin.
 
14. Gün içinde sessiz geçirdiğiniz en az 15 dakikanız olsun. İster nafile namazı kılın, ister dua edin, ister düşünün, ister camdan bakın, isterseniz mekanik sesler arasında doğanın seslerini duymaya çalışın ama ruhunuzun nefes almasına izin verin.


 
15. Zamanınızı planlayın. Dikkatinizi toplamakta güçlük çekiyor ve planınızı uygulamakta zorlanıyorsanız haftalık ya da aylık programlar yerine günlük hatta saatlik planlar yapın. Planınızı mutlaka yazın, hedefinize ulaşınca o maddenin üzerini çizmek kadar keyifli bir şey yok.


 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…