- Konu Sahibi Ultraviyole
- #1
Batı kültürünün romantik görünümlü evlenme tekliflerinde erkekler diz çökerek evlenme teklif eder. Bu, bir derebeyi ile emrindeki şövalyenin ilişkisini hatırlatan bir duruştur. Evlenme teklif ederken erkeğin diz çökmesi, evlendikten sonra da diz çökeceği anlamına gelmez.
Batı’ya özgü bir başka fantezi ise, erkeklerin balkondaki sevgililerine ilanı aşk etmeleridir. Romeo’lar aşağıdadır Juliet’ler balkonda. Sonuçta, evlilik öncesinde, şöyle ya da böyle, erkek aşağıdadır, kadın yukarıda.
Ancak evlilik sonrasında durum tersine döner, erkek her durumda yukarı çıkar (sedire çıkar, televizyonun karşısında koltuğa çıkar), kadın ise aşağıda, yemek, bulaşık, çocuklar diye koşturup durur.
Bu açıdan baktığımızda erkek-kadın ilişkisinin bir tahterevalliye benzediğini düşünebiliriz. Evlilik öncesinde erkek aşağıda, kadın yukarıdadır; evlendikten sonra tam tersi olur. “Evlendikten sonra seni evimin sultanı yapacağım,” derler ama evlendikten sonra kendileri sultan olurlar.
Eşlerine baskı uygulayan, onları sürekli eleştiren erkeklerin, eşleri hastalanıp yatağa düştüğünde sudan çıkmış balığa döndükleri, sıklıkla tekrarlanan bir mizah konusudur.
Bir evde elli-altmış yaşlarında bir karı koca var, çocukları evlenmişler veya uzaklarda yaşıyorlar, bu çift evlerinde yalnız. Kadın, muhtemelen hayatında ilk kez komşu bir şehre tek başına gidecek, diyelim ki bir akraba düğününe katılacak. İşi olduğu için kocası gidemiyor, evde yalnız kalacak. Genellikle bu üç günlük yalnızlık erkekleri korkutur. Çünkü nice erkek, neredeyse doğduğundan beri evinde yalnız kalmamıştır; annesi onu yalnız bırakmamıştır, eşi yalnız bırakmamıştır. Bu erkek, askerliğini komando olarak yapmış, dağlarda tek başına yaşamayı becermiş olabilir ancak kendi evinde üç gün boyunca tehlike altındadır. Eşi buzdolabını, zeytinyağlılarla, sigara börekleriyle tıka basa doldurmuştur ama buna rağmen yine de aç kalabilir. Üç günde ev tanınmaz hale gelecektir. Babalar genelde yataklarını toplamazlar. Bu davranışlarını da “Akşam yine dağılacak, sabah toplamanın ne gereği var?” diye savunurlar. Babalar çoraplarını ortalığa atıverir, pijamalarını halının üzerinde bırakır; salon dağılır, mutfak, eğer mevsim yazsa suya tutulmamış kirli tabaklar yüzünden kokar. Üç günün sonunda evin hanımı eve döner, evin perişan haline yüreği dayanmaz. Kocası bu arada “Bir daha gitme hanım, ben perişan oldum” der. Kadıncağız ise bir eve bakar, bir kocasına bakar ve esirler evinde çok söylenen o ünlü cümleyi söyler: “Ben olmadan yapamıyor, iyisi mi bir daha gitmeyeyim”.
Üstün Dökmen
Batı’ya özgü bir başka fantezi ise, erkeklerin balkondaki sevgililerine ilanı aşk etmeleridir. Romeo’lar aşağıdadır Juliet’ler balkonda. Sonuçta, evlilik öncesinde, şöyle ya da böyle, erkek aşağıdadır, kadın yukarıda.
Ancak evlilik sonrasında durum tersine döner, erkek her durumda yukarı çıkar (sedire çıkar, televizyonun karşısında koltuğa çıkar), kadın ise aşağıda, yemek, bulaşık, çocuklar diye koşturup durur.
Bu açıdan baktığımızda erkek-kadın ilişkisinin bir tahterevalliye benzediğini düşünebiliriz. Evlilik öncesinde erkek aşağıda, kadın yukarıdadır; evlendikten sonra tam tersi olur. “Evlendikten sonra seni evimin sultanı yapacağım,” derler ama evlendikten sonra kendileri sultan olurlar.
Eşlerine baskı uygulayan, onları sürekli eleştiren erkeklerin, eşleri hastalanıp yatağa düştüğünde sudan çıkmış balığa döndükleri, sıklıkla tekrarlanan bir mizah konusudur.
Bir evde elli-altmış yaşlarında bir karı koca var, çocukları evlenmişler veya uzaklarda yaşıyorlar, bu çift evlerinde yalnız. Kadın, muhtemelen hayatında ilk kez komşu bir şehre tek başına gidecek, diyelim ki bir akraba düğününe katılacak. İşi olduğu için kocası gidemiyor, evde yalnız kalacak. Genellikle bu üç günlük yalnızlık erkekleri korkutur. Çünkü nice erkek, neredeyse doğduğundan beri evinde yalnız kalmamıştır; annesi onu yalnız bırakmamıştır, eşi yalnız bırakmamıştır. Bu erkek, askerliğini komando olarak yapmış, dağlarda tek başına yaşamayı becermiş olabilir ancak kendi evinde üç gün boyunca tehlike altındadır. Eşi buzdolabını, zeytinyağlılarla, sigara börekleriyle tıka basa doldurmuştur ama buna rağmen yine de aç kalabilir. Üç günde ev tanınmaz hale gelecektir. Babalar genelde yataklarını toplamazlar. Bu davranışlarını da “Akşam yine dağılacak, sabah toplamanın ne gereği var?” diye savunurlar. Babalar çoraplarını ortalığa atıverir, pijamalarını halının üzerinde bırakır; salon dağılır, mutfak, eğer mevsim yazsa suya tutulmamış kirli tabaklar yüzünden kokar. Üç günün sonunda evin hanımı eve döner, evin perişan haline yüreği dayanmaz. Kocası bu arada “Bir daha gitme hanım, ben perişan oldum” der. Kadıncağız ise bir eve bakar, bir kocasına bakar ve esirler evinde çok söylenen o ünlü cümleyi söyler: “Ben olmadan yapamıyor, iyisi mi bir daha gitmeyeyim”.
Üstün Dökmen