Çünkü bilim ilerledikçe imkanlar arttı ve denemenin sabretmekten daha iyi bir seçenek olduğu kanısı hakim oldu. Seçeneklerimiz öyle arttı ve zaman öylesine hızlandı ki, insanlar artık bilinmeyenlerin ardındaki erdemleri kutsamak yerine yaşamın kendisini kutsamaya yöneldiler. Açıkçası ben bunu tek başına daha sağlıklı bir yönelim olarak görüyorum.
Vazgeçmeyi bilmek de bir erdemdir. En azından bir takıntı deneyimlemiş insanlar bunu anlarlar.
Karşılıksızca öylesine tutkulu sevmenin ardındaki nedir? Bunu da soralım öyleyse kendimize. Hırstır, ihtirastır, benliğimize dair bir kavgadır. Bir ispat kavgasıdır, bir sevilme, kabul görme uktesidir. Şimdi bu uğurda ömür geçirmek çok mu saygıdeğerdir?
Bir tutkunun peşinden gitmek, bir yarayı kaşımak kadar zevkli ve zararlıdır. Bir süre kaşırsınız, canınız iyice yandığında kanlar içinde ara verirsiniz. O yangı hissinden sessizce haz alarak uyuşmasını beklersiniz. Bir süre geçer ve yara kendini hatırlatır, tekrar kaşırsınız. Yanlış olduğunu çok iyi bildiğiniz halde kaşımaktan aldığınız haz uğruna, içten içe, yara hiç kapanmasın istersiniz.
Günümüzde insanlar bu takıntılı insan durumuna düşmekten öylesine utanıyorlar ki bu "vazgeçebilme şarkıları"nı ne kadar yüksek sesle söyleseler az geliyor. Hangisi daha acıklı dersiniz?