İnsan kendiyle konuşmaktan başka fikirlere kapalı olmaya başlıyor sanırım. Aslında öyle gerçekten, kendini kendin olarak tanıyorsun ve bazen gerçekleri acıtmadan gösteriyorsun ama bu ne kadar yardımcı olabilir ki? İnsan sosyal olduğu kadar yalnız bir canlı türü… Ve korkak! Kendine karşı, topluma karşı, ailesine karşı ama en çok kendisine karşı. Çünkü, iyi anlarda da kötü anlarda da kendimizi en iyi biz biliyoruz.
İşin bir de kendini unutma noktası var tabii. En acısı bence o. Kendinden uzaklaşmak ve başkaları için yaşamaya başlamak, dibine kadar yetmeye çalışmak ve artık sana ihtiyaç bittiğinde ise öylece ortada kalıvermek. Kaybolan zamanı, yitirdiği zamanı geri nasıl getirebilir ki insan? Ve getiremeyeceğini fark ettiğin zaman ki çaresizlik? Sonradan gelen pişmanlık? Ve devamındaki vazgeçiş evresi? İşte bana olan bu. Kaybedilene acıma, kendine acıma ve hala birilerine yetebilme derdi. Bir noktadan sonra güvensizlik ve dipsiz acı çekme başlıyor ve bitmeyecek gibi gelen yalnızlık duygusu… Ha şunu da unutmamak gerek; kendinle sonu gelmeyen bir savaş…
Ne kadar açık fikirli bir ortamda büyürsen büyü, ne kadar açık fikirli olursan ol, işin temelinde sevgi var. Öldürmeyen sevgi. Benim ailem de dışarıdan bakıldığında parmakla gösterilen bir aileydi ama derinlerde büyük çıkmazlar ve sevgisizlik vardı işte… Anne baba arasındaki olan sevgisizlik illaki çocuklara da yansıyordu ve ne acı ki büyük çocuk olarak her zaman ilk harcanan ben oluyordum. Ve bu gittikçe beni daha da dibe çekiyordu. Çocukken anlaşılmıyor ki, masumca hep kendini suçlu görmek, af dilemek ve daha da pasif olma başlangıcı… Hani psikologlar ‘ çocukluğunuza inelim’ derler ya, gerçekten doğru bir yol ve kim ne derse desin bir insanın yapı taşı gerçekten ‘anne’. Benim annem öleli 11 yıl oldu ve ben 32 yaşındayım, annemle bir savaşım olduğunu 30 yaşımda fark ettim ben. Yaşadığım mutsuzluğun, sürekli tekrarlayan depresyonun, sevgisizliğin ve kendini geriye atmışlığın en büyük sebebi annemmiş ve ben bunu fark ettiğimde hissettiğim acının ve kanarmış gibi ağlamamın yaşattığı yıkımı ve yeniden var oluşu bana hiçbir şey yaşatmamıştı. Dışardan bakıldığında annem harika bir insandı evet, dünyaya bir daha gelsem onu tanımak isterdim ama annem olarak değil sadece insan olarak. Çünkü o; içindeki çıkmazları hep bana yükleyen bir insan oldu evet birçok paylaşımımız oldu onunla ama kendinden gelen bir canlıya bu kadar acıyı neden yüklersin ki? O öldükten sonra da devam etti vicdani ve psikolojik baskılar, ‘ sen büyüksün kardeşlerine bakacaksın, ev senden sorulacak, babanın en büyük destekçisi sen olacaksın’… Ee fedakar ben, tüm gençliğimi aileme verdim tabii. Pişman değilim elbette ama bir daha bunu yapacaksın deseler asla derim. Kendimi bu kadar atmam ortalara… O kadar karmaşalar içinde bir de üniversite okudum, kendimi geliştirecek eğitimler aldım ama sonunda ne oldu biliyor musunuz? İçimdeki var olan kadının cesaretinin olmadığını fark ettim.. Toplumsal çıkmazlarda etkili bu durma elbette ama en büyük faktör, en hareketli olmam gereken zamanlarda koca evi idare etmeye çalışmaktan kendimi unuttum. Şimdi babam ne zaman konuşsak bana günah çıkartıyor, önünü açmadığım, seni engellediğim için yüzüm kızarıyor, pişmanım diye. Ben bunları duymak istemiyorum ki! Diğer çocuklarının hayatlarına nasıl engel olmadıysan ki çok da matah yerlerde değiller, herkes sahip olduğunu özgürlük alanını çok yanlış kullanmışken… Ve en kötü şeylerden bir tanesi de; derinlerde bir yerde küçük bir çocuk gibi sevilmek istediğimi fark ettim. Bu beni sevgi dilencisi yapar mı? Şu bir gerçek ki, insanın birçok yüzü var ve ben hangi yüzüm bilmiyorum artık… Yazarken bile ruhum daralıyor gerçekten. Önüme bakmak istiyorum ama içimde bir şeyleri harekete geçiremiyorum bir türlü ve bunun beni daha fazla etkilediğinin de farkındayım. Yine anlatmadığım bir sürü şey var ama gel gör ki o konularda yazmak bile bana iyi gelmeyecek bunu da biliyorum. Çok uzun yazdım evet kim okur bilmem ama paylaşacağımı düşünerek yazmak bile bana iyi geldi.