İstanbul Antlaşmasıyla birlikte Pargalı İbrahim Paşa, Avusturya İmparatoruna denk bir konuma gelmişti. Venedikli diplomatlar, Padişahın Muhteşem unvanına atıfta bulunarak, Sadrazama Muhteşem İbrahim diyorlar ve bu İbrahim Paşanın çok hoşuna gidiyordu. Bu kadar itibarı ve güveni kim taşıyabilir? Taşınmazı o da taşıyamadı: Serasker Sultan unvanını kullanmaya başladı.
Bu da yetmedi, Kral Ferdinandın elçilerine, Bu büyük devleti idare eden benim dedi, her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir. Memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim, verdiğim verilmiş ve reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan etmek istediği veya ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam gayr-ı vaki gibi kılınır. Çünkü her şey; harb, sulh, servet ve kuvvet bendedir.
Bunlar doğal olarak Padişahın kulağına gidiyordu. Serasker Sultan unvanını kullanmakta ısrar etmesi bir tarafa, orduyu Şehzade Mustafanın etrafında kenetlemeye çalışıyor, bu uğurda ihtilâl yapmak dâhil, her yola girebileceği kanaati dilden dile dolaşıyordu.
Sanatseverlik noktasında da tercihini değiştirmiş, İslâmi sanatlara sırt çevirip Batı sanatlarına yönelmişti. Artık kendisine armağan edilen Kuran-ı Kerimleri, başlangıçta yaptığı gibi, öpüp başına koymuyor, diz çöküp birkaç sayfa okumuyor, anında reddediyor, hatta Başka işiniz yok mu? gibilerden hattatları horluyordu.
Bu da hattatları çok kızdırmış, halk arasında eski dinine döndüğü söylentisini ayyuka çıkartmıştı.
Aslında Paşanın Müslümanlığından kuşku yoktu, ne var ki, şuyuu vukuundan beter (söylentisi olmasından kötü) iddialar tüm şehri kuşatmış, Padişahı rahatsız eder boyutlara varmıştı.
Bunlardan biri de Defterdar İskender Çelebiyi mahkeme kararı olmaksızın idam ettirmesiydi ki, Padişah-ı Cihanı çok rahatsız etmiş, çok da sarsmıştı. Padişah, Ebussuud Efendiden idam fetvası isteyip aldı.
O günlerde İbrahim Paşa, Fransızlara verilecek olan kapitülasyonlarla ilgili çalışmaları yürütüyor ve sadrazamlığının en güçlü dönemini yaşadığını düşünüyordu.
Benim verdiğim verilmiş olur diyordu.
Son damla da düşmüş, bardak artık taşmıştı. Kanuninin daha fazla sabretmeye hakkı yoktu: Devletini yekpare tutma sorumluluğu ağır basıyordu.
1415 Mart gecesi, iftar için saraya davet edildi ve teravihten sonra konağına gitmeye hazırlanırken, Padişah buyruğu olarak sarayda kalması bildirildi. Hiçbir şeyden kuşkulanmamıştı. Herhalde Padişahın danışacakları vardı.
Kendisi için hazırlanan odaya çekildiği sırada, hızla açılan kapıdan dört dilsiz cellât girdi. Daha ne olduğunu anlayamadan üzerine çullandılar ve ustaca attıkları kementlerle Paşayı boğdular
Böylece, kendi hayatıyla birlikte, aralıksız 13 yıl süren başarılı sadrazamlık hayatı da sona ermiş oldu: Makbul İbrahim Paşa bir anda, Maktul İbrahim Paşaya dönüştü.
İlginç olan, geleneksel idam şeklinin dışına çıkılıp başının kesilmemesi ve Hanedan mensuplarına uygulanan bir yöntemle boğdurulması
Bu Kanuninin İbrahim Paşaya saygı ve sevgisini gösteriyor. Ama arkadaşlık başka devlet sorumluluğu başkadır. Padişahlar lüzumu halinde öz evlâtlarını bile devlet uğruna kurban etmekten geri durmamışlar, ama bunu nefretlerinden değil sorumluluklarından yapmışlardır. Aksi takdirde devlet param parça olurdu.
Pargalı İbrahim Paşa ölür ölmez saraydan çıkartıldı ve alelacele defnedildi... Nefret edenleri olduğu kadar sevenleri de vardı kuşkusuz, bir kargaşa çıkması istenmiyordu.
Nerede defnedildiğine dair net bilgimiz yok... Kimine göre Fındıklıdaki Canfeda Tekkesi haziresinde (meşhur tarihçimiz Solakzade, Canfeda Tekkesinin haziresinde başucunda erguvan ağacı dikilmiş makberi vardır diyor), kimine göre Okmeydanı Tekkesine yakın olan Nasuh Paşanın kabri yanına defnedildi...
Kanuni Sultan Süleyman, ne hikmetse, eski arkadaşına bırakınız türbe yaptırmayı, bir mezar taşı bile diktirmedi: Çok öfkelenmiş olmalı.
Hayırsever bir Sadrazamdı: Mekkede, İstanbulda, Selanikte ve Hezergradda (Razgrad) kendi adıyla anılan camiler, Kavalada Cami, Mescid, Mektep, Medrese, hamam ve çeşme yaptırmış, bu eserlerin kıyamete kadar yaşaması için de vakıflar tahsis etmişti.
Alıntıdır..