Muhteşem Yüzyıl Star Tv

Eski Hürrem Sultan Meryem Uzerli diziden ayrılması sizi nasıl etkiledi ?

  • Bir daha bu diziyi izlemem

    OY: 54 23,3%
  • Gelen gideni aratacak gibi ama izlerim

    OY: 45 19,4%
  • Kimse vazgeçilmez değildir. Emeğe, ekibe saygı aynı keyifle izlemeye devam

    OY: 65 28,0%
  • Kararsızım ama eski tadı kalmadı. İzlesem de olur izlemesem de.

    OY: 84 36,2%

  • Ankete Katılan
    232

Onun sakalını kesmek için bahçe makası lazımmmmmm
 
zavalli sah bosa hayal kuruyosun ama kur tabi hayalsiz cekilmez o saray malum tarih yazmis bi kac yil vezirlik hayatindan sonra kocanda sende tipis tipis gidiyorsunuz canim
 
Beraber izlemek çok keyifliydi her zamanki gibi
 
muhteşem yüzyıl kızlarıııııııııı..iyi geceler...haftaya çarşamba görüşürüz minişler....iyiki burda stres atıyorusssss....
 
sıhatinize duacıyım hünkarım diyo yaaa yalaka mahi...noldu..soksana lafları..öldürdün desene...korkak sinsi...hürreme derken iyiydi..yemedi demi...

sıhhatinize duacıyım derken aslında içinden geçen şey, "öl geber defol git de benim aslanım bir an önce geçsin tahta"dır. korkak sinsi beceriksiz mahii..


ya arkadaş bi allahın kulu da çıkıp demiyor ki ibo paşa kendi kibirinin kurbanı oldu. hatice eziği bilmiyor muydu onun kendi sarayına taht yaptırdığını, güç timsali aslan heykelleri koydurttuğunu. ama yookk.. her felakette bir tek günah keçisi var, hürrem. düşüp burnunu kanatsa hürremden biliyor herkes. sinir oluyorum yahu
 
bölüm bitti ...

genel anlamda sevmedim bu bölümü hep ibrahim paşanın ölümü üzerinnden yas muhabbeti.

ancak dikkatimi çeken bir nokta süleymanın heykelleri yıktırmak istemesiydi neden?

her olayın hürreme patlaması ayrı bir olay zaten günah keçisi seçilmiş mübarek.

pargalı ibrahim paşa iktidara ortak görüyordu kendini , elçilerin önünde sarfettiği sözlerle koskoca padişahı ne duruma düşürdü bu hainliktir süleyman en doğru kararı verdi.

mustafanın ölümünde canımız yanacak ama! o devirde öyle imiş hem süleyman hürremin oğlu beyazıtıda boğdurmuş. bunda hürremin parmağı yok bence.

koskoca osmanlı devletinin padişahı olmak 7 cihanı yönetmek kim istemez ki mutlaka sütten çıkmış kaşık mustafada istemiştir.
kanuni 46 yıl hüküm sürmüş şehzadelerin tahta göz koymaları çok normal. mustafa öldürüldüğünde 38 yaşındaymış.
o devrin şartlarına göre değerlendirirsem bence sonuçlar bunlar.


mahidevran yılan dilini tutmayı öğrense çok şey değişecek belkide
 
Sultan Süleyman: Paşanın çektiği acıyı mı tahayyül etmeye çalışıyordunuz hünkarım? Boşuna uğraşmayın edemezsiniz. Çünkü onun çektiği acı bedensel bir acı değil, kalbinin acısıydı. O pişmanlığı da daha çok yaşayacaksınız. Ayrıca, insan münasip bir şekilde haber verdirir değil mi Hatice'ye? Direkt cenazeyi sarayına yollamak çok insafsızca değil mi hünkarım? Sen benim yanıma dimdik gibi gönderdin ama ben sana cenazesini yolladım der gibi... Heykelleri de kırdırmaya kalktınız. Siz söylendiği gibi, iyice rahmetli Sultan Selim'e benzemeye başladınız. Merhametinizi kaybediyorsunuz hünkarım.

Hatice Sultan: Hatice, aramızdaki her şeyi bir kenara bırakıyorum bugün. Başımız sağ olsun. Ne söylesem boş be Hatice... Allah sabırlar versin Hatice... Ha bir şey söyleyeyim, Mahidevran'a pek aldırma. Sorma bir şey, sen dediğimi yap.

Ayas Paşa: Ayas Paşa, o mührü al, münasip bir yere koy. Hürrem'in uşağı oldun artık sen. Bak ilk fırçayı yedin bile. Hele bir menfaatlerine aykırı bir şey yap bakalım. Koskoca sadrazamı dedikoducu kadınlar gibi ispiyon etmeye utanmadın. Cibilliyetsiz. Hiç affetmiyorum seni. Hünkarımızla İbrahim Paşa arasındaki ilişki malum. Hünkarımız ona kıymışken, en ufak bir yanlışında seni kim kurtaracak Ayas Paşa? Hürrem tanımayıverir valla ben söyleyeyim. Rüstem'i de çağırdı bak. Senin zannettiğin gibi onun liyakati falan umursadığı yok, tamamen kendi dümeninin peşinde. Bakma böyle konuştuğuma severim Hürrem'i ama mevzu İbrahim Paşa ise tarafsız olamıyorum pek.

Rüstem Ağa: Rezil, çöplük kargası seni. Asalak !!! Lütfü Paşa bile anladı senin ne kadar iki yüzlü olduğunu be. Yalaka. Makamda gözü yokmuşmuş. Sen onu benim külahıma anlat.

Matrakçı Nasuh Efendi: Matrakçı, insanın eli varmıyor değil mi dağ gibi paşanın üzerine toprak atmaya...Mekanı cennet olsun paşanın... Onun böyle bir akıbeti hak etmediğini hepimiz biliyoruz Nasuh Efendi. Dediğin gibi, ayaklar baş oluyor ya ona yanıyorum. Paşanın toprağı kurumadı daha. Şu olanlara bak. Ya, Nigar'ı götürdün paşanın mezarına, Hatice'yi de götürse miydin acaba...

Esmanur: Yavrum, dedeyle amcaya gidiyorsun annem. Korkacak, üzülecek bir şey yok kuzum.

Ebussuud Efendi: Kadı efendi, kına yak. Daha da bir şey demem.

Şah Sultan: Şahıhuban, tam zamanında araya girdin. İyi oldu bu. En azından Rüstem biraz daha uzak durur. Doğru, hiç benzemiyorsun Hatice'ye.
 
midem iyice bulanmaya başladı figüranlar sanatçı oldu yani ayaklar baş
ibrahimin yerini hiç kimse tutaaz iştehiç biri onun kadar karakterli değill
hani sanatçıların değeri öldükleri zaman aartarmış yaa ibrahim paşanın değerini ben şimdi daha iyi anlıyorum yazık gitti hünkarın ser askeri
can yoldaşı has odabaşısı veziri azamı hele o yağmurun altında o toprakları üstüne atmadılarmıvalla içim acıdı resmen
o çocukların babamız nerde anne demeleri beni yaktı ALLAH RAHMET EYLESİN İBRAHİM PAŞA HAK ETTİĞİN GİBİ ÖLMEDİN VE GÖMÜLMEDİN
 
hürroşa bi rahat yok.firuze ne zman gebercek ya ben hala ordayım:26::26:.hani hançer falan görüyodu ya hayallerde.ayak mıydı onlar acep
 
son iki yoruma katılıyorum....

bu bölümde sevindiğim tek bir şey oldu
esmanur babasını istemişti,istediği oldu da,babasına gitti o çocuk ne bilsin ikizin ne olduğunu pargalının ikizine babası gibi sarılacaktır....rüstem mihrimahı alınca nigarda gider tam olur işte...esmanur adına güzel olur yani...

akşam boyunca hönkür hönkür ağlamamak için zor durdum...ibrahimin dilini kesselerdi,gözlerini dağlasalardı da çocuklarını öksüz komasalardı keşke...çocukları babalarınn mezarına bile gidemiyorlar,ömrü billah bayramları zehir olacak....çok acımasızca bir durum...hatice ne yapsa yeridir,Hürrem öldürmedi evet ama ölmesine sebep oldu...gerçi laf kadı efendinin ağızından çıktı ama....işte ölümün her türlüsü kötü...
 
Tarihçinin görevi teşhis ve tespittir. Yargılamayı Allah yapar. Herhangi bir kişi hakkındaki en yanılmaz hükmü sadece Allah verir...

Bu bakımdan padişahların, sadrazamların, vezirlerin ve hepimizin hesap vermemiz kaçınılmazdır. Günah işleyen padişah bile olsa bunun sonuçlarına katlanacaktır.

Bir nokta daha: Tarihçi, tarihin (ve tarihi şahsiyetlerin) ne avukatı, ne yargıcı, ne de cellâdıdır.

Bu girizgâhtan sonra, diyeceğim şu ki, Şehzade Mustafa’nın katlinde gerçi Hürrem Sultan’la Sadrazam Damat Rüstem Paşa’nın parmağı var, ama Şehzade’nin bazı yanlış davranışlarının da bunda büyük payı olduğu kesin.

Şehzade öyle şeyler yapmış ki, babası (Kanuni), tahtı üvey kardeşlerinden (Bayezid, Cihangir ve Selim) kapmak için, Şehzade Mustafa’nın bir isyan hazırlığında olduğuna, hatta bunun için İran Şahı Tahmasb’la gizli ittifak kurduğuna inanmış.

Sonuçta bu inancını pekiştiren delilleri dönemin Şeyhülislamı Ebussuud Efendi’ye aktardı ve ondan “idam” fetvası istedi. Şehzade Mustafa, bu fetva ile idam edildi. Şehzade Mustafa’nın idamı yüksek mahkeme kararıyla gerçekleştiği için, bundan ne Kanuni’yi ne de Hürrem Sultan’ı sorumlu tutmamak gerekiyor.

Hürrem Sultan elbette kumasının (Şehzade Mustafa’nın annesi Mahidevran Sultan) oğlu yerine kendi oğlu Selim’in padişah olmasını istiyordu. Çünkü Selim ancak padişah olursa hayatta kalabilecekti. Hangi anne evlâdını hayatta tutmak için mücadele etmez?

Şimdi söyler misiniz lütfen: Oğlunu hayatta tutmaya çalıştığı için hangi anne suçlanabilir? Ama Hürrem Sultan insafsızca suçlanmış, Kanuni’yi etkilediği için “Cadı Kadın” ilân edilmiştir.

Oysa her kadın kocasını etkilemeye çalışır. Kuşkusuz o da etkilemeye çalışmıştır. Zaman zaman etkilemiştir de... Ancak bunun bir sınırı vardır: O da “devlet menfaati”dir. Devletin birliği-dirliği uğruna kardeşlerini ve hatta oğullarını feda eden (Fatih Kanunnamesi) Osmanlı padişahları, kadın sözüyle devleti tehlikeye atabilirler mi?

Osmanlı’da devlet “din” gibi algılandığından (devletin zayıflaması dinin zayıflaması olarak değerlendirilirdi), dine “kadın uğruna” zarar verebilirler mi?

Yavuz Padişah’ın sözlerini hatırlayalım:
“Ben bu saltanatı, ümmete hizmet içün pederumun elinden aldum ve ıslâh-ı âlem (insanların ıslahı ile mutluluğu) uğruna birader ve biraderzadelerimi (kardeşlerimi ve çocuklarını) feda eyledum...
“Ben uykularımı, rahat ve huzurumu terk ile din-i mübînin te’yidine uğraşıyorum. Eğer İslâm’ı ihyâ etmek (geliştirmek, hayata geçirmek, yaşamak ve yaşatmak) maksudunuz (isteğiniz, niyetiniz) değilse, benum de nefs-ül emirde (işin gerçeği) saltanata kat’a hevesum yoktur.”

Kardeşlerini, bazen oğullarını katlettirdikleri için onları suçlamak yerine anlamaya çalışmak lâzımdır.

Eğer “Veliaht” gözüyle bakılan Şehzade Mustafa Bey, bundan fazlasıyla etkilenip, “Babam kocadı, dedem Selim Han’ın yaptığı gibi yapıp yerine geçme vakti geldi” türünden, Safevi Şahı Tahmasb’a mektuplar yazmasaydı ve bunlar bir şekilde Kanuni’nin eline geçmeseydi, Hürrem Sultan’ın oğlunu tahta geçirme çabası sonuçsuz kalabilirdi.

Şehzade Mustafa bunları yapmakla da kalmadı, valilik yaptığı Amasya’da kendi adına “tuğra” da çektirdi...

Osmanlı’da yalnızca padişahların tuğrası olur. Tuğra, sadece bir “imza” değil, aynı zamanda gücün, yani saltanatın da sembolüdür.
Bu yüzden hiçbir şehzade ya da sadrazam, kendine tuğra çektiremez...

Bunu göze almak, padişaha rakip olmak anlamına gelir ve ölümü göze almakla eşdeğer sayılır.

Şehzade Mustafa, kim bilir hangi dürtü ile (belki de çevresinin teşviki olmuştur) böyle bir işe girişmiş, Padişah babasına rakip olarak ortaya çıkmıştır.

Bu durumda Kanuni açısından iki yol kalmaktadır: Ya iki başlı, iki parçaya bölünmüş, dolayısıyla zayıf düşmüş bir devlete razı olacak (ki o takdirde de kardeşler birbirlerine saldıracağı için yine iç savaş kaçınılmazdır), ya da saltanat iddia edeni (oğlu bile olsa) “izale” edecektir (öldürecektir).

Bölünme-parçalanma ihtimalini hiçbir padişah göze alamayacağından dolayı, geriye kala kala ikinci şık kalıyor...

Kanuni de çaresizlik içinde ikinci şıkkı seçti ve ağlaya ağlaya oğlunun idam hükmünü imzaladı.

Alıntı..
Yavuz Bahadıroğlu
 
İstanbul Antlaşması’yla birlikte Pargalı İbrahim Paşa, Avusturya İmparatoru’na denk bir konuma gelmişti. Venedikli diplomatlar, Padişah’ın “Muhteşem” unvanına atıfta bulunarak, Sadrazam’a “Muhteşem İbrahim” diyorlar ve bu İbrahim Paşa’nın çok hoşuna gidiyordu. Bu kadar itibarı ve güveni kim taşıyabilir? Taşınmazı o da taşıyamadı: “Serasker Sultan” unvanını kullanmaya başladı.


Bu da yetmedi, Kral Ferdinand’ın elçilerine, “Bu büyük devleti idare eden benim” dedi, “her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir. Memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim, verdiğim verilmiş ve reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan etmek istediği veya ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam gayr-ı vaki gibi kılınır. Çünkü her şey; harb, sulh, servet ve kuvvet bendedir.”

Bunlar doğal olarak Padişah’ın kulağına gidiyordu. “Serasker Sultan” unvanını kullanmakta ısrar etmesi bir tarafa, orduyu Şehzade Mustafa’nın etrafında kenetlemeye çalışıyor, bu uğurda ihtilâl yapmak dâhil, her yola girebileceği kanaati dilden dile dolaşıyordu.

Sanatseverlik noktasında da tercihini değiştirmiş, İslâmi sanatlara sırt çevirip Batı sanatlarına yönelmişti. Artık kendisine armağan edilen Kur’an-ı Kerimleri, başlangıçta yaptığı gibi, öpüp başına koymuyor, diz çöküp birkaç sayfa okumuyor, anında reddediyor, hatta “Başka işiniz yok mu?” gibilerden hattatları horluyordu.
Bu da hattatları çok kızdırmış, halk arasında eski dinine döndüğü söylentisini ayyuka çıkartmıştı.

Aslında Paşa’nın Müslümanlığından kuşku yoktu, ne var ki, “şuyuu vukuundan beter” (söylentisi olmasından kötü) iddialar tüm şehri kuşatmış, Padişah’ı rahatsız eder boyutlara varmıştı.

Bunlardan biri de Defterdar İskender Çelebi’yi mahkeme kararı olmaksızın idam ettirmesiydi ki, Padişah-ı Cihan’ı çok rahatsız etmiş, çok da sarsmıştı. Padişah, Ebussuud Efendi’den “idam” fetvası isteyip aldı.
O günlerde İbrahim Paşa, Fransızlara verilecek olan kapitülasyonlarla ilgili çalışmaları yürütüyor ve sadrazamlığının en güçlü dönemini yaşadığını düşünüyordu.
“Benim verdiğim verilmiş olur” diyordu.

Son damla da düşmüş, bardak artık taşmıştı. Kanuni’nin daha fazla sabretmeye hakkı yoktu: Devletini yekpare tutma sorumluluğu ağır basıyordu.
14–15 Mart gecesi, iftar için saraya davet edildi ve teravihten sonra konağına gitmeye hazırlanırken, “Padişah buyruğu” olarak sarayda kalması bildirildi. Hiçbir şeyden kuşkulanmamıştı. Herhalde Padişah’ın danışacakları vardı.
Kendisi için hazırlanan odaya çekildiği sırada, hızla açılan kapıdan dört dilsiz cellât girdi. Daha ne olduğunu anlayamadan üzerine çullandılar ve ustaca attıkları kementlerle Paşa’yı boğdular…

Böylece, kendi hayatıyla birlikte, aralıksız 13 yıl süren başarılı sadrazamlık hayatı da sona ermiş oldu: “Makbul İbrahim Paşa” bir anda, “Maktul İbrahim Paşa”ya dönüştü.
İlginç olan, geleneksel idam şeklinin dışına çıkılıp başının kesilmemesi ve Hanedan mensuplarına uygulanan bir yöntemle boğdurulması… Bu Kanuni’nin İbrahim Paşa’ya saygı ve sevgisini gösteriyor. Ama arkadaşlık başka devlet sorumluluğu başkadır. Padişahlar lüzumu halinde öz evlâtlarını bile devlet uğruna kurban etmekten geri durmamışlar, ama bunu nefretlerinden değil sorumluluklarından yapmışlardır. Aksi takdirde devlet param parça olurdu.


Pargalı İbrahim Paşa ölür ölmez saraydan çıkartıldı ve alelacele defnedildi... Nefret edenleri olduğu kadar sevenleri de vardı kuşkusuz, bir kargaşa çıkması istenmiyordu.
Nerede defnedildiğine dair net bilgimiz yok... Kimine göre Fındıklı’daki Canfeda Tekkesi haziresinde (meşhur tarihçimiz Solakzade, ‘Canfeda Tekkesi’nin haziresinde başucunda erguvan ağacı dikilmiş makberi vardır’ diyor), kimine göre Okmeydanı Tekkesi’ne yakın olan Nasuh Paşa’nın kabri yanına defnedildi...

Kanuni Sultan Süleyman, ne hikmetse, eski arkadaşına bırakınız türbe yaptırmayı, bir mezar taşı bile diktirmedi: Çok öfkelenmiş olmalı.

Hayırsever bir Sadrazam’dı: Mekke’de, İstanbul’da, Selanik’te ve Hezergrad’da (Razgrad) kendi adıyla anılan camiler, Kavala’da Cami, Mescid, Mektep, Medrese, hamam ve çeşme yaptırmış, bu eserlerin kıyamete kadar yaşaması için de vakıflar tahsis etmişti.


Alıntıdır..
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…