Mustafa Kemal Atatürk Hayranlarının Kulübü

Atatürk vefat edeli 30 sene olmuştur. Bu müddet zarfında birçok şey değişmiştir. Ondan bugün Atatürk sağ olsaydı ne düşünürdü, nasıl kararlar alırdı diye bir mütalâa serd etmek güçtür. Yalnız Atatürk'ün pek iyi bildiğim bazı prensip ve düşünceleri vardır ki, bunların hiçbir zaman değişmeyeceğine eminim.

Bu prensiplerin ışığında bazı tahminler yürütebilirim.

Atatürk her şeyden evvel milliyetçi idi. Vatanına sonsuz bir sevgisi ve güveni vardı. Türk Milleti'nin her sahada başarı göstereceğine emindi.

Türk Milleti'ni Garb Medeniyeti'nin en yüksek seviyesine ulaştırmak en büyük gayelerinden biriydi.

Bu gayeye ulaşabilmek için, bilhassa Türk gençliğine güvenir, ilim ve irfan yolunda yürümesini, en yüksek fikir ve idealleri benimsemesini isterdi.

Uluslararası münasebetlerde, her millet için istiklâl ve hürriyetin esas olduğuna, bunun her milletçe korunması lüzmuna kaniydi. Saldırgan bir politikayı asla tasvip etmezdi. (Yurtta Sulh, Cihanda Sulh) vecizesi en samimi düşüncelerinden biriydi.

Şimdi gelelim suallerimize:

1- Eğer Atatürk sağ olsaydı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki bloklaşmada, şüphesiz batı hürriyet cephesini seçerdi. Yalnız diğer komşu devletlerle de, hiçbir taviz vermeden, iyi münasebetler idame ettirirdi.

2- İkinci sualimize gelince:

Atatürk, memleketin müdafaası için kendi milletinden başka kimseye güvenmezdi. İstiklâl Savaşı'nı yaptığı zaman, pek üstün kuvvetlere karşı, yalnız öz vatanının gücüyle savaştı ve muvaffak oldu. Rusya'nın bizden Boğazlarda üs ve üç vilayetimizi geri istemesini en kat'i bir şekilde derhal red ederdi. Amerika'nın dostluğunu ve yardımını herhalde kabul ederdi; yalnız buna karşılık en ufak bir tavizde bulunmazdı.

3- İç politikada, Atatürk demokrasiye taraftardı. Memlekette demokratik rejimin yerleşmesini çok arzu ederdi. Nitekim, hayatında birkaç deneme yapmıştı. Fakat henüz erken olduğunu görmüş, zamanını beklemeye karar vermişti. Şimdi hayatta olsaydı iç politikası herhalde çok partili demokratik rejim olacaktır.

Atatürk'ün iç politikada çok önem verdiği ve üstünde hassasiyetle durduğu bir nokta da gericilikti. Türk Milleti'ni medeniyet, ilim ve terakki yollarında engelleyecek her türlü gerici hareketlere şiddetle muhalifti.

Asım GÜNDÜZ
Genelkurmay II. Başkanı

Türk Milleti'nin millî şeref ve haysiyetini ayaklar altına alınmasını isteyen betbahtların, bu arzularını ayaklar altına alıp ezen, milletinin yüce millî şeref ve haysiyetini baştacı yapar Kemal Atatürk'tür.
 
Dimdik, erkek yapılı bir vücut, şaşmaz bir vakar, geniş alnında birkaç keskin çizgi, çoğu defa ciddî ve sert; insanı teslim alıcı bir çift çelik mavisi gözün; sarı, mavi yeşil ışıklarla aydınlattığı yüz...

Sakin durmayan gür âhenkli kaşlar, bir heykel güzelliği taşıyan narin eller, fikirler kaynağı efsanevi bir baş ki yanardağlar zirvesi gibi taşıdığı ateşe lâkayt....

Derisi açık renkli ve güneşten yanmış... elmacık kemikleri tunç sertliği ile çıkkın... vücudu kurulmuş yay gibi her an harekete hazır, ağzının temiz kesilmiş çizgisi ve çenesi kararlarının kesinliğini göstermekte.

Saçının rengine uygun ve aynı madendenmiş gibi çınlayan altın sesiyle konuşurdu. Konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalâde güzeldi.

Saçının rengine uygun ve aynı madendenmiş gibi çınlayan altın sesiyle konuşurdu. Konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalâde güzeldi.

Hissiyatı konuşurken değil, susarken kendini gösterirdi. Berrak bir hâfıza, müthiş bir dikkat melekesine sahipti. Muhteşem iradesi, temkinli bir cesaretle süslüydü.

Kapalı bir gök altında, tamamen kapalı bir gecede, bir yıldırım ışığında nasıl birdenbire bir denizin enginliğini seyretmek mümkün olursa, hiddet anında da onun ruhundaki enginliği seyretmek mümkündü.

Millî mücadelenin en sıkışık zamanlarında, bu mücadele ruhunda şahlanmış Birinci Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bazı soysuzları kasdederek "Efendiler! İçinizde namussuzlar var!" diye kükrediği ve yine İkinci Meclis'de Saltanat ilgası görüşülürken, ileri geri konuşanlar karşısında sabrı tükenerek kürsüye çıkıp tabiat kuvvetleri gibi önüne geçilmez bir heybetle".... yoksa bunu anlamıyanların kafası kesilir!.... dediği zaman sararmış yüzünde bu hiddet anı görülebilirdi.

Türkiye aleyhinde dünyanın en uzak bir köşesinden akseden bir söze, çizgilenen bir harekete; yahut yurt içinde en hafif bir huzursuzluğa karşı kendisini öylece tetikte tutup hücuma hazırlanır ve tam zamanında pençesini atmak fırsatını kaçırmazdı. Onun, normal zamanlarda insanı okşamak arzusunu veren ipek gibi sarışın saçları birdenbire yelelenir, lacivert gözlerine bir madenî parıltı gelir, yüzünün çizgileri sertleşir ve ağzı bir hançer misali keskinleşirdi.

Derin, mütekâsif düşünceli olup hayali değildi. İstediğini bilir, bildiğini yapar, yapamıyacağı birşeyi de istemezdi.

Kibirsizdi. Gösterişi sevmez, övünmesini bilmezdi.

Hatipti; mevzuuna kolayca intibak eder, çoğu defa irticalen konuşurdu. Madenî büyülü sesi, ruha görünmez bir kanat füsunu ile girerek insanı içinden yukarılara kaldırır, cümlelerini bitirdikten sonra da gözleri ile sesini devam ettirirdi. Fazla jest yapmazdı, yalnız bir parmağını uzattığı zaman şimşekli bir satır konuşuyor sanılırdı.

Ansızın ilmî ve siyasî dolaşık mevzular karşısında kalınca, emniyet ve hâkimiyetle konuşmak onun sanatıydı.

Tarihten söz açılıp izahat verirken sesi çelikleşir, bir tunç külçesinin granite çarpışını andıran tok bir seda çıkarırdı.

Türk Milletine mensup olmak ve ona hizmet etmekle iftihar eder, en büyük saygıyı milletine ve meclisine gösterir, alev gibi parlayan vatan sevgisiyle "Ne Mutlu Türküm Diyene" dediği anda sesi gök gürültüsünü andırırdı.

Bir konuşmasında, fena ruhlu ve geri kafalı adamların atabilecekleri menfi bir adamı kasdederek "Benim ve benimle hemfikir arkadaşların yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim; farzumuhâl bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle menfi adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben yalnız kalsam onları yine tepeler ve yine öldürürüm!" Bu anlarda o, artık bir hatip değil, bir infilâktı.

Millî menfaatleri sınıf, din ve şahıs kaprislerine kaptırmak için otoriterdi. Kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmederdi."

Kemal ARIBURNU
 
Atatürk, görünüşte, narin, ince yapılı olduğu halde çok kuvvetli ve dayanıklı bir bünyeye sahipti. Gerek muharebetler esnasında, gerek bunun haricinde uzviyeti, ağır yüklere maruz kalmıştı. Çanakkale harbinden sonra böbreklerinden, İstiklâl Savaşı'ndan sonra kalbinden rahatsızlaşmış, fakat bilâhare bu uzuvlarından şikayet edecek bir hali görülmemişti. Ölümünü intac eden siroz hastalığı esnasında kalbinin kuvveti bu hastalığa mukavemetini uzatmıştır. Maddi ve uzvî acılara tahammülünün bir misâli, Sakarya muharebesi esnasında attan düşüp kaburga kemikleri kırıldığı halde muharebe meydanını terk etmemesinde görülür. Uzun saatler konuşması, münakaşayı sevdiği için yorulmadan fikir teatisinde bulunabilmesi uzviyetinin, bilhassa sinir sisteminin ve dimağının kuvvetine delâlet eder.

Şeklen güzel ve çehresi çok mânalı olan Atatürk, psikoloji bakımından bariz vasfını, hür ve müstakil bir karakterde oluşunda gösterir. Çocukluğundan ölümü anına kadar bu istiklâl meylini bir an terk etmemiştir. Bu itibarla müstakil Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunda, kurucusunun şahsi karakterine Türk Milleti'nin minneti ve borcu büyüktür. Pek çok fertlerde İstiklâl meyli, onları bencil ve çekingen yaptığı, hatta münzevi bir hayata sürüklediği halde Atatürk'ün diğer bir vasfı olan cemiyet ve kalabalık sevgisi; kendisini halkçı, milliyetçi ve insaniyetçi yapmıştır. Türk oluşunu ve Türk cemiyetine bütün mazisi, hali ve istikbaliyle bağlanışını kendisi için büyük bir saadet kaynağı bilmesi; bu duygunun zeval bulmaz bir eseridir. Atatürk'ün bütün müstakbel Türk nesillerine kalacak en kuvvetli nasihat ve vasiyeti şu sözde toplanır:

"Ne mutlu Türk'üm diyene!.."

Atatürk, Türklerin millî kahramanıdır. Omuzlarında taşıdığı askerlik işaretlerinin en küçük rütbesinden başlıyarak ve derece derece baş olup yükselerek, Trablusgarp'ta, İstanbul'un kapısı Çanakkale'de, Filistin ve Doğu cephelerinde, nihayet kendisinin önderi olduğu İstiklâl Mücadelesi'nde, daima muzaffer bir kumandan sıfatıyla düşmanla döğüşmüştür. Atatürk, küçük rütbeli subaylığından başlıyarak Türk ordularının başkumandanlığında bulunduğu zamanlar dahil olmak üzere, bütün askerlik hayatında daima komuta ettiği kuvvetleri başarıya götürecek ihtimallerin en kesinini, her tehlikeyi göze alarak ve herşeye rağmen ihtiyar etmekte tereddüt etmemiştir. Başkaları için başarısızlıklar doğuracağı zannını veren bu cüretli kararlara teşebbüste çok kere en büyük mesûliyeti tek başına üzerine almaktan çekinmemiştir. Fakat bunda harikulâde bir cesaretle, itinalı bir düşme, hesaplama ve ihtiyatın hissesi büyüktür. O'nun askerlik dehâsı bu iki zıt kabiliyeti birleştirmesindendir.

Kahramanlığını, şahsi ihtiraslardan kurtaran sıfatı ise, vatanseverliğidir. En büyük hizmetler ve gayretlerle haklı olarak kazanmış olduğu rütbeleri söküp bir "ferd-i millet" sıfatıyla İstiklâl Mücadelesine girişmesi; ondaki vatan ve millet sevgisinin üstünlüğü, bu uğurda fedâ etmiyeceği hiçbir şeyin bulunmadığını isbat etmiştir. Hayatının son yıllarında Hatay meselesinde aldığı iradeli ve hareketli durum, bu vasfın onda ölümüne kadar devam ettiğini gösterir.

Onun kahramanlığını ve yurtseverliğini, yalnız muharebe meydanlarında değil, millet kürsülerinde de gördük. En sıkıntılı ve çapraşık zamanlarda halk arasına karışmaktan çekinmeyen, millet kürsüsüne atılmaktan kendini alamıyan Atatürk; hareketleri kadar sözleri ile de, Türk tarihinin şerefli kahramanlarından biri olmuştur.

Atatürk, en geniş mânasında bir cemiyet değiştirici, islâhatçı ve inkılâpçıdır. Gerçekçi bir görüş ve düşünüş kudretine gereği gibi sahip olan Atatürk; içinde çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği Osmanlı Cemiyeti'nin ne olduğunu çok iyi görmüştür. Müstakil Türkiye Devleti'nin kuruluşundan sonra medeniyette ilerlememize asırlarca engel olan bu kurumlar ve kıymetlere, ruhundaki engin mücadele kudret ile taarruz etmiştir. Saltanatın ilgası, hilâfetin kaldırılması, medenî kanunun kabulü, medrese ve tekkelerin kapatılması, harf inkılâbı, serpuş değişmesi ve kisve meselesi, kadın erkek eşitliği; içine girdiğimiz büyük reform hareketinin birer önemli ve ünlü safhasıdır. Teferruatı üstünde durulmayarak esasıyla mütalâ edilmesi gereken, millî dil ve millî tarih hareketleri ise "Yeniden doğma" Renaisance hareketlerimizin başlangıç safhalarıdır. Millî karekterimizi daima mahfuz tutarak Garplı bir cemiyet olmamızda toplanan bu inkılâpçılık ruhunun ülküsü; Atatürk'ün vicdan ve idrâkında şu düsturla kendisini ifade etmiştir:

"Cemiyetimizi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız."

Atatürk, bütün bu vasıfları ve hareketleri ile ülküsünü gerçekleştirme yolunda dünya tarihinde benzeri nadir görülebilen diplomatlardan biri olmuştur. Ondaki inandırma kuvveti, şahsiyetinin çekici tesiri, yalnız dostlarını değil, düşmanlarını bile, kendine hayran etmesinde, hattâ bağlıyabilmesinde açık olarak görülür. Karar aldıktan sonraki hareketlerinde iradeli ve azimli görünüşüne rağmen neticeyi elde etmekte gösterdiği zekâ ve intibak kabiliyeti, onun diplomatlıktaki başarısının ve üstünlüğünün delilidir. Muharebede maharetli bir komutanın taktiklerini, Atatürk'ün dış ve iç siyaset meselelerini halletmesinde bütün inceliğiyle görmemek kabil değildir. Bu mücadeleci ve harb meydanlarının döğüşçü insanından "Yurtta sulh, cihanda sulh...." düsturunu işitebilmek için, onun ruhuna ne kadar asil ve anlayışlı bir duygu, zekâsında ne kadar uzağı gören bir kudret bulunmalıdır?

Atatürk, her şeyiyle büyük bir insandı. Tarih onu, Türk Milleti'nin en ünlü evlâtlarından ve insanlığın en haklı şereflerinden biri sayacaktır.

İslam Ansiklopedisi, "Atatürk"
Özel Sayısı
 
-------------♥♥♥♥♥♥♥♥♥
-------♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥
---♥♥♥♥♥♥♥---------------♥♥♥-- -------♥
-♥♥♥♥♥♥♥---------------------♥ ------♥♥♥
♥♥♥♥♥♥♥----------------------- ------♥♥♥♥♥♥♥
♥♥♥♥♥♥♥----------------------- ---♥♥♥♥♥♥♥♥
♥♥♥♥♥♥♥----------------------- ♥♥♥♥♥♥♥♥♥
-♥♥♥♥♥♥♥---------------------- -----♥♥♥♥♥♥
---♥♥♥♥♥♥♥-------------------- -♥----♥♥♥♥♥♥
-----♥♥♥♥♥♥♥--------------♥♥♥- ----♥♥♥---♥♥
---------♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥------ ♥♥
-------------♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥
 
Sevgili Husel, inan 6 cm'e hiç takılmadım. fikirlerinin büyüklüğünü daha çok önemsiyorum.
 
Sevgili Husel, inan 6 cm'e hiç takılmadım. fikirlerinin büyüklüğünü daha çok önemsiyorum.

sanırım yanlış ifade etmişim
seni kastetmemiştim takılma hususunda
sadece gözüme çarptı hata onu düzeltirkende öyle yazdım işte bu konuyu da epey çıkmıştıda haberlerde falan a.s.a.s.a.s.
 
Son düzenleme:
SAVARONA



İsmini Hint okyanusundaki bir deniz kuşundan alan Savarona yatı, Golden Gate ve Brooklyn köprülerini imal ederek servet sahibi olmuş olan John Roebling isimli mühendisin torunu, Richard M. Cadwallader’in dul eşi Bayan Emily Roebling Cadwallader tarafından Almanya’nın Hamburg şehrinde, Blohm und Woss tersanesine Gibbs ve Cox dizaynı olarak sipariş edilmiştir. Yapımına 29 Temmuz 1930 tarihinde başlanan yat 28 Mart 1931 tarihinde denize indirilmiştir. Yat 4.000.000,-USD‘a imal edilmiştir.

Yat, döneminin en büyük özel yatı olup, içi antika meraklısı sahibinin isteği doğrultusunda dünya’nın dört bir yanından getirilmiş özel ve tarihi eşyalarla zenginleştirilmiştir.

Savarona denize indikten sonra Atlantik’te, Akdeniz’de ve Kuzey Afrika sularında dolaştı. Yatını çok seven Bayan Cadwallader, Amerikan hükümetince ülke dışında imal edilmiş teknelerden istenen tescil ile ( teknenin bedeli kadar ) gümrük vergilerinin yüksekliği nedeniyle yatını Amerika’ya götürememişti. Bu sebeple yatını kullanamayan sahibesi onu satmaya karar verdi.

Ulu Önder Atatürk döneminde uzun bir süre ‘Cumhurbaşkanlığı Yatı’ olarak Ertuğrul Yatı kullanılmıştı.

savarona 1938.jpgAtatürk, denize olan büyük sevgisi nedeniyle İstanbul’da bulunduğu yaz aylarında özellikle Moda Koyu’nda yapılan yelken ve kürek yarışlarını Acar Motoru ve Ertuğrul Yatı’ndan izlemekten de büyük bir zevk alırdı. 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı nedeniyle Moda Koyu’nda yapılan deniz şenlikleri başta olmak üzere önemli yarış günlerinde Acar Motoru ve Ertuğrul Yatı, Atatürk’ün yarışları en iyi biçimde izleyebileceği yere gelirdi. Büyük önderin bu yarışları izlemeye gelmiş olması hiç kuşkusuz denizciler için de ayrı bir heyecan, şevk ve gurur kaynağı olurdu.

Atatürk; İran Şahı Rıza Pehlevi, İngiliz Kralı VIII. Edward ve Ürdün Kralı Abdullah’ı da Ertuğrul Yatında ağırlamıştır. 1938 yılında Kral VII. Edward İstanbul’u ziyaret ettiğinde bacadan dökülen kurum Majestelerinin beyaz pazenlerini kirletince, Atatürk Ertuğrul’un hurdaya gönderilmesine karar vererek yeni bir cumhurbaşkanlığı yatı araştırılması için emir vermiştir.

Başbakan Celal Bayar’ın çok yakın ahbapları olan Zeki Rıza Sporel ile Mahmut Baler, İstanbul’da Yun-Is’in temsilciliğini yapıyorlardı. Zeki Rıza Bey de, İngiliz Vitol ailesinin kızı ile evliydi. Eşinin kardeşleri de İngiliz Konsolosluğu’nda çalışıyorlardı. Bu iki İngiliz’in, satılan yat’tan bahsederek Zeki Rıza Bey’i haberdar etmesi ve Rıza Beyin de, o sırada Atatürk için bir yat alınması girişiminde bulunan Celal Bayar’a durumu anlatması ile hükümet Savarona’nın satışından haberdar olmuştur. Araştırmalar sonucu İngiltere’nin Southampton limanında satışa çıkarılan eşsiz Savarona yatı Atatürk için uygun görülmüştür.

Bayan Cadwallader görüşmeler sonunda, takdir edip hayranı olduğu Atatürk’ün kullanabilmesi için gemiyi imalat değerinin çok altında ucuz bir fiyatla Türk hükümetine satmıştır.

Ancak Alman tekniğinin bir harikası olan Savarona’yı elinden kaçırmak istemeyen Almanya, Krupp firmasının desteği ile Savarona Yatı’na haciz koyar. Fakat daha sonra, Atatürk’e karşı büyük sempatisi olan Amerika’nın o zamanki başkanı Roosvelt, Savarona Yatı’nın üzerindeki Almanya’nın koymuş olduğu hacizin en kısa zamanda kaldırılarak, Türkiye’ye satılmasını; aksi halde o sıralarda, New York Limanı’nda bulunan ünlü Alman transatlantiğinin haczedileceğini Hitler’e bildirir. Sonunda Almanya haczi kaldırarak, Savarona’nın Hamburg Limanı’ndan çıkmasına izin verir. Bundan sonra Amerikan bandırası ile İngiltere’nin Sauthampton Limanı’na getirilen Savarona’ya, 24 Mart 1938 tarihinde Türk Bayrağı çekilerek, satın almak için gelen heyet üyelerine (Londra Büyükelçimiz Fethi Okyar, Cumhurbaşkanlığı Başkatibi Hasan Rıza Soyak, Hava Müsteşarı Sadullah Güney, İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş, Etibank Genel Müdürü İlhami Nafiz Pamir) teslim edilir.

savarona2.jpg12.04.1938 tarihinde her türlü hazırlığını yapmak üzere İngiltere’nin Southampton limanından tekrar Almanya’nın Hamburg Limanı’na gelen Savarona Yatı, bazı döşemeleri yenilendikten sonra 22.05.1938 tarihinde Gemi Süvarisi Sait Özege ve 45 kişilik personeli ile İstanbul’a hareket etti. Atatürk’ün ölümcül hasta olduğu sırada 01 Haziran 1938 Çarşamba günü saat 6.30′da Florya önlerinde demirleyen Savarona, aynı gün saat 12.30′da hareket ederek 13.45′de Dolmabahçe Sarayı’nın önünde demirlemiştir. Atatürk aynı gün saat 15.30′da yanında Hasan Rıza Soyak, Salih Bozok, Kılıç Ali ve Yaver Celal olduğu halde, Acar motoru ile Savarona Yatı’na gelmiştir.

Atatürk evvelce planları görmüş ve yatı çok beğenmişti. Son zamanlarda giderek artan rahatsızlığı nedeniyle pek sevdiği bu yatta çoğu zamanını yatakta geçirdi. Bir gün şöyle dedi:
-Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim?

Atatürk’ün Savarona’da geçirdiği altı hafta boyunca, kabine toplantıları düzenlendi, Romanya Kralı Carol da dahil olmak üzere önemli konuklar, devlet başkanları ağırlandı. Atatürk’ü ölüm yatağına Savanora’daki kamarasından bir koltuk içinde ancak götürebildiler. Yat Dolmabahçe Sarayı önünde boynunu bükerek Atatürk’ü boşuna bekledi. Atatürk, 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe sarayında öldü. Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz naaşı, 19 Kasım günü, İstanbul’dan İzmit’e Türk ve yabancı Harp gemilerinden oluşan bir donanma refakatinde götürüldü. Denizde cenaze törenine katılan, Yavuz muharebe kruvazörü, Zafer, Tınaztepe muhripleri, Dumlupınar, Gür denizaltı gemileri, Doğan, Martı hücumbotları yanında, Savarona yatı da törene katılarak korteje İzmit’e kadar eşlik etti.

Savarona yatı Atatürk’ün ölümünden sonra, Ulaştırma Bakanlığının, 3.8.1939 tarih, 1650/2115 sayılı emirleriyle hazine namına İstanbul limanı gemi sicil defterine 2051 sicil numarasıyla tescil edildi.

Yat Cumhurbaşkanı İsmet İnönü döneminde de Cumhurbaşkanlığı yatı olarak korundu.
Kanlıca koyunda uzun süre hareketsiz yatan Savarona yatının 1951 yılında donanmaya devredilerek, okul gemisi olarak kullanılmasına karar verildi. Gemi kısa bir süre İstinye’de havuza alındı, daha sonra da Haliç’te havuza alınarak, gerekli bakımı, tamir ve tadilatı yapıldı. Bu arada baş ve kıç kısmına ikişer adet top yerleştirildi. Gemi, bir müddet Haliç’te, Kasımpaşa’daki tarihi divanhane binasının önünde demirli kaldı.
2 Temmuz 1951 tarihinde Savarona yatı Deniz Kuvvetleri Komutanına devredilerek okul gemisi olarak kullanılmaya başlandı.

savarona1.bmp70 gün süren ilk inceleme ve tatbikat gezisini, 65 öğrenciyle 1 Ekim 1951-8 Aralık 1951 tarihleri arasında, Hindistan’ın Bombay şehrine yaptı. Gemi komutanı, Dz. Alb. Vedat Burak komutasında, İstanbul’dan hareketle, Mısır’ın İskenderiye limanını 3 gün ziyaret ettikten sonra, Süveyş kanalını geçerek, Suudi Arabistan’da Cidde’de, daha sonra Aden’de 3 gün, Pakistan’ın Karaçi limanında 5 gün kaldıktan sonra Bombay’a vardı. Dönüşte İskenderun, Antalya ve İzmir’e uğrayarak İstanbul’a demirledi. Bu uzun gezisinde Savarona okul gemisi şanlı Türk bayrağını uğradığı ülkelerin sularında dalgalandırmış, bu ülkelerle aramızda kardeşlik, dostluk bağlarını kuvvetlendirmiştir. Savarona da, uzun süre Atatürk’ün kullanmış olduğu özel daire eşyalarıyla birlikte müze olarak muhafaza edildi.

Savarona yatı, Heybeli ada açıklarında 3 ekim 1979 sabahı çıkan yangın sonucu ağır bir şekilde hasar gördü. Gölcük tersanesinde 6 ay içinde onarılan gemi, bir müddet daha okul gemisi olarak hizmete devam ettikten sonra kadro dışı bırakıldı.

Savarona okul gemisinin yangından kurtarılabilen bir kısım eşyası 1986 yılında, teşhiredilmek üzere İstanbul Deniz Müzesi’ne devredildi. Atatürk’ün Savarona yatında kalmış olduğu 54 gün süresince kullandığı karyola, komodin ve komple yatak takımları da Deniz Müzesinde, müzenin Atatürk salonunda teşhir edilmektedir.

1989 yılında Savarona’yı hurdaya çıkarma kararı alındı; ancak Kahraman Sadıkoğlu son dakika kararıyla yatı 49 yıllığına kiraladı ve Savarona’yı önceki görkeminden daha iyi bir hale kavuşturmak için çok çaba isteyen yeniden döşeme işine başladı. İçi Donald Starkey tarafından tasarlanan yatı yenilemek için 425 işçi yaklaşık üç yıl çalıştı. Toplam restorasyon bedeli yaklaşık 25 milyon dolar kadardır.

Savarona’nın içinde Atatürk’ün kütüphanesi ve yatak odasıyla birlikte 19 suit bulunuyor. Süper lüks döşenen suitlerin bazılarının genişliği 50 metrekareye ulaşıyor. Savarona’nın içinde bulunan Türk Hamamında kullanılan Mermerlerin ağırlığı ise 260 ton dur. Yatın en geniş salonu başta bulunup ve burası aynı zamanda yemek salonu görevi de görmektedir. Salonda gerçek XV. Lui’ye ait yemek masası ve 12 iskemlesi vardı. Köşede gayet güzel bir şömine ve karşısında antika bir komodin ile siyah orjinal bir etejer bulunuyordu. Hemen bitişiğinde Atatürk’ün kısa bir süre için çalışma odası olarak kullandığı, çok şık ve çok güzel döşenmiş bir bölüm vardı, içinde de yaklaşık 1500 kitaptan oluşan bir kütüphanesi vardı. Yat sahibinin kullanacağı bütün kapı kulpları, banyo muslukları ve diğer madeni aksam, altın kaplama idi.

Tekne safrası civalı olarak yapılarak 90 derece yatmadıkça devrilmemesi sağlanmıştır.
Alıntı
 
Kulübümüze hepinizi bekliyorum arkadaşlar neredesiniz.

Burdayım ablacım ve bu kulübe üye olmaktan onur duyarım..Hayatımın büyük bir kısmında yer kaplıyor Atamız..Her adımımda layık olmak için uğraşırım bir çok yerde bununla ilgili yazılar yazdım biliyorsun..Oğlum doğarken bile yaşantımın ,rüyalarımın içindeydi ve doğduğu gün onun izinde Türk halkına faydalı bir insan yetiştireceğime söz verdim..
Hala Atatürk'ümüzün gözlerinin üzerimizde olduğunu hissediyorum..Onun bu vatan için yaptıklarının yanında neler yapabileceğimizi sürekli düşünüp dururum..Düşünmekle kalmayıp uygulamaya geçtiğim dönemler oldukça fazladır..Ne mutlu bizlereki böyle yüce bir insanla aynı topraklarda yaşıyoruz ,belkide bastığı yerlere basıyoruz...
Hayalim hep onun yanında savaşa gitmekti ama olmadı..Şimdi ise sonuna kadar ilke ve inkılaplarına sahip çıkmak , bu uğurda mücadele vermektir amacım...En sevdiğim söz en başta NE MUTLU TÜRKÜM DİYENEDİR..
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…