- 25 Aralık 2015
- 280
- 181
- 103
Neden bekarım? Çünkü ben merkezliyim, evet. Adını koy: egoistim. Evlilik dediğin şey öyle “aşkım ne yesek?“le yürümüyor. Emek ister, sabır ister, gece 3’te çorap kimin tarafında kaldı kavgası ister. Artık “ben” diye bir şey yok. Her şey “biz”: biz ne yiyeceğiz, biz nereye gideceğiz, biz kimin ailesine katlanacağız?
evlilik=sabır sınavı + ortak mülk rejimi + duygusal işçilik demek
Hayatının ortağı oluyor biri. Alanın, yemeğin, koltuğun, huzurun, hatta bazen yalnız kalma hakkın bile artık ortak mülk. O başta var ya hani, pembe bulutlar, kelebekler, “ay canıııımm”lar… Hepsi bir süre sonra sinir krizi sebebine dönüşüyor. O tatlı bulduğun tikleri, ileride “nefes alışı bile batıyor” cümlesiyle anlatıyorsun.
Çünkü? Çünkü o başka bir evde büyümüş, sen başka. Herkesin çayı nasıl demlediği, kahvaltıda ne yediği bile başka. Ve evlilik? 7/24 bu farklılıklarla baş etme maratonu. Yani, sen sabah kahveni içerken, o başka bir travmanın içinden “günaydın” diyor olabilir.
Uyum dediğin şey: sürekli sistem güncellemesi. Ve ben bazen şarj aletimi bile paylaşmak istemiyorum, ne uyumu?
Yalnızlık mı? Evet, zaman zaman eksik. Ama huzurlu.
Evlilik mi? Doğru kişiyle cennet…
Ama yanlış kişiyle? Hapis cezası: süresiz.
Şimdi soruyorum kendime: bu kadar eforu, bu kadar duygusal mesaiyi yalnızlığıma tercih eder miyim? Eh, belki… Karşıma bir gün öyle biri çıkar ki, konforum ikiye katlanır, birlikte gelişiriz, birbirimizi yormadan yaşarız… Neden olmasın? Ama realiteye bakınca?
Erkek kendi hayatında, ben kendi. İki kişi de kendi düzeninde, kimse kimseye muhtaç değil. Şimdi durup dururken, “acaba olur mu?” diyerek bu düzeni neden dağıtalım ki? Evlilik artık piyango gibi. Kazanırsan ömür boyu huzur, kaybedersen… sabır taşına dönüşüyorsun. Hani sonunda ne çıkacağı belli olsa yine neyse.
Ama işte… belli değil. O yüzden ben kahvemi hâlâ tek başıma, huzurla içiyorum.
evlilik=sabır sınavı + ortak mülk rejimi + duygusal işçilik demek
Hayatının ortağı oluyor biri. Alanın, yemeğin, koltuğun, huzurun, hatta bazen yalnız kalma hakkın bile artık ortak mülk. O başta var ya hani, pembe bulutlar, kelebekler, “ay canıııımm”lar… Hepsi bir süre sonra sinir krizi sebebine dönüşüyor. O tatlı bulduğun tikleri, ileride “nefes alışı bile batıyor” cümlesiyle anlatıyorsun.
Çünkü? Çünkü o başka bir evde büyümüş, sen başka. Herkesin çayı nasıl demlediği, kahvaltıda ne yediği bile başka. Ve evlilik? 7/24 bu farklılıklarla baş etme maratonu. Yani, sen sabah kahveni içerken, o başka bir travmanın içinden “günaydın” diyor olabilir.
Uyum dediğin şey: sürekli sistem güncellemesi. Ve ben bazen şarj aletimi bile paylaşmak istemiyorum, ne uyumu?
Yalnızlık mı? Evet, zaman zaman eksik. Ama huzurlu.
Evlilik mi? Doğru kişiyle cennet…
Ama yanlış kişiyle? Hapis cezası: süresiz.
Şimdi soruyorum kendime: bu kadar eforu, bu kadar duygusal mesaiyi yalnızlığıma tercih eder miyim? Eh, belki… Karşıma bir gün öyle biri çıkar ki, konforum ikiye katlanır, birlikte gelişiriz, birbirimizi yormadan yaşarız… Neden olmasın? Ama realiteye bakınca?
Erkek kendi hayatında, ben kendi. İki kişi de kendi düzeninde, kimse kimseye muhtaç değil. Şimdi durup dururken, “acaba olur mu?” diyerek bu düzeni neden dağıtalım ki? Evlilik artık piyango gibi. Kazanırsan ömür boyu huzur, kaybedersen… sabır taşına dönüşüyorsun. Hani sonunda ne çıkacağı belli olsa yine neyse.
Ama işte… belli değil. O yüzden ben kahvemi hâlâ tek başıma, huzurla içiyorum.