dini paylaşım alanı

“Bunu Allah ve Resulünü Sevdiğin için mi Yaptın?”
Bir ara Peygamber Efendimizin evinde yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Bunu öğrenen Hz. Ali’nin içi yanarak bahçe, çarşı-pazar dolaşmaya başlar. Sonunda bir Yahudi’nin hurma bahçesinde kuyudan çekeceği her kova su karşılığında bir hurma almak üzere anlaşır. On yedi kova karşılığında aldığı on yedi taze hurmayı alıp Peygamber Efendimize getirir.
- Ey Ebu’l-Hasen! Bunlar nereden? diye sorunca, nereden kazandığını anlatır.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
- Ey Ali! Sen bunu Allah ve Resûlü’nü sevdiğin için mi yaptın? diye sordu.
- Evet, dedi Hz. Ali.
Uğrunda daha nice güçlüklere, zorluklara katlanıyorlardı O’nun (sav). Onların göğüs gerdikleri bu zorluklar, gösterdikleri eşsiz fedakarlıklar ve O’na besledikleri yüce sevgidendir ki bugün mübarek ismi milyarların dilinde, Allah’tan aldığı kutsal kitap milyarların elinde ve getirdiği din olan İslam, milyarların hayatında yaşamaya devam ediyor. O nedenle onların fedakarlıkta, samimiyette, sadakatte ve Allah Resûlü’ne gösterdikleri sevgide yerleri ve üstünlükleri tartışılmazdır.
 
“Sen Sevdiğinle Olacaksın!”

Onların en büyük sermayesi Allah ve Resûlullah (sav) sevgisiydi. Bu sermaye onlara yetiyordu. Adamın bir gelip:
- Ey Allah’ın Resûlü! dedi. Kıyâmet ne zaman kopacak?
Peygamber Efendimiz, ona asıl gerekli olanı sordu:
- O gün için ne hazırladın?
Adam boynunu büktü ve:
- Ey Allah’ın Resûlü! Ben, ahiret için oruçtan, namazdan, sadakadan çok bir hazırlık yapmadım. Fakat ben, Allah ve Resûlü’nü seviyorum, deyince Peygamber Efendimiz:
Öyleyse sen, sevdiğinle beraber olacaksın! buyurdu.
 
Yıldızlar da Hz. Muhammed’in Gelişini Alkışlamıştı
Kral Seyfin, yaşlı Abdülmuttalib’e Yahudilerle ilgili söyledikleri doğru ve gerçekti. Onlar, gelecek peygamberin aralarından çıkacağını düşünüyor ve bekliyorlardı. Peygamber Efendimizin doğduğu gecenin sabahıydı. Medine sokaklarında bir Yahudi:
- Ey Yahudiler! Neredesiniz, diye bağırıyordu. Etrafına toplandılar. Merakla:
- Ne bağırıp duruyorsun? dediler.
- Bir şeyden haberiniz yok, galiba!
Merakları daha arttı.
- Ne haberi be adam? Yoksa Yahudi kardeşlerimizden birinin başına bir şey mi geldi?
Derin bir iç çekti Yahudi.
- Keşke öyle olsaydı, gam yemezdim o zaman…
Bir süre şaşkın şaşkın arkadaşlarının yüzüne baktıktan sonra, iri kaşlarını çattı bu kez:
- Yoksa siz, bu gece doğan o Yıldızı’ görmediniz mi?
- Ne yıldızı? Hayal filân mı gördün yoksa?
Yahudi’nin öfkesi kabardı birden:
Yazıklar olsun size, dedi. Vallahi, bu gece ‘Ahmed’in Yıldızı’ doğdu. Gördüm onu ben, evet gördüm. Hayal değil bu, gerçek!
Yüzlerinin rengi birden değişmişti diğer Yahudilerin de. Anlamışlardı; büyüklerinden de çoğu kez dinlemişlerdi: “Son Peygamber dünyaya geldiği anda çok farklı bir yıldız doğacaktır. ” diye.
Evet, doğruydu. “Ahmed’in Yıldızı” doğmuştu.
Bu haber, Yahudilerde şok etkisi yapmıştı. Bir süre biri diğerine şaşkın şaşkın baktıktan sonra:
- Peygamberlik, artık Yahudilerden alındı, diyerek dağılmışlardı.
 
Medineli Kadın ve Çocukların Peygamber Efendimize Olan Sevgisi

Peygamber Efendimizin geldiği ile ilgili haber Medine’de sanki bir şimşek olup çakıvermişti. Haberi duyanların gözlerinde bir başka aydınlık belirmiş, gönüllerine bir başka huzur doğmuştu. İnsanlara huzur ve saadet sunan Peygamberleri geliyordu. Bundan daha büyük bir bayram, bundan daha engin bir sevinç olabilir miydi? Kadın ve çocuklar, en güzel elbiselerini giyinmişlerdi. Erkeklerse silahlarını kuşanıp yollara dökülmüşlerdi. Hepsinin dilinde şu dizeler vardı.
“Veda yokuşundan doğdu dolunay üzerimize,
Allah’a yalvaran oldukça, şükretmek gerekir bu mutlu halimize.
Bize gönderilen, Sen ey Yüce Peygamber!
itaat etmemiz gereken bir emirle geldin bize!”
Devesinin üzerinde ağır ağır Medine içlerine doğru ilerleyen Peygamber Efendimizle birlikte sevinç dalgaları şehrin her tarafını sarmıştı. Onun mübârek yüzünü görmek için herkes yoldaydı. Yollara inemeyen kadınlar ise evlerinin damından el sallayarak:
- Muhammed (sav) geldi! Ya Muhammed (sav)! Ya Resûlallah! diyerek gelişini kutluyorlardı.
O sırada Efendimiz, minik kız çocuklarının seslerini duydu. Defler çalarak coşkuyla: “Biz Neccaroğulları kızlarıyız. / Muhammed’in (sav) akrabalığı, komşuluğu ne hoştur!” diye haykırıp duruyorlardı.
Bu masum yavruların samimi duygu ve neşelerine gülümseyerek karşılık verdi ve:
- Beni seviyor musunuz? diye sordu. Yüksek sesle cevap verdiler.
- Evet, Seni seviyoruz, ey Allah’ın Resûlü!
Peygamber Efendimiz de üç kez üst üste:
- Vallahi, ben de sizi seviyorum, dedi.
 
Peygamber Efendimizin, Gözü Makamda Değildi

O’nun (sav) gözü ne makamda, ne mevkide ve ne de servetteydi. Yüce Allah, O’na bir görev vermişti ve “Senin mükafatını Ben vereceğim” buyurmuştu. O’nun için Mekke müşriklerinin yürekten bağlı bulundukları dünyaya “bir sinek kanadı kadar bile yanımda önemi yok” diyordu.
Herkes, dünyayı kendi aynasından görür. Gözü makam, ınevki, şöhret ve servette olanlar, diğer insanların da kendisi gibi düşündüğünü varsayar. Mekke müşriklerinin de gözleri makam, mevki ve servetten başka bir şey görmez olmuştu. Hâşâ Peygamber Efendimizin de böyle bir niyet taşıdığını düşünüyorlardı. Onun için de bir gün aralarından bir sözcü seçerek Peygamber Efendimizle konuşmaya gönderdiler. Utbe adındaki sözcü, Peygamber Efendimize gelerek şöyle konuştu önce:
- Sen en şerefli bir soydan geliyorsun. B.unu biliyor ve kabul ediyoruz. Ama başımıza büyük bir iş açtın. Birliğimizi, dirliğimizi dağıtıyorsun. Putlarımızı yeriyor, halkı onlara tapmamaya çağırıyorsun. Buna daha fazla tahammül edemeyiz.
Sonra da teklifini yaptı:
- Ey Muhammed! Niyetin servet sahibi olmak ise mallarımızdan pay ayırıp sana verelim ve seni Mekke’nin en zengini yapalım. Şayet şan, şöhret peşindeysen seni kendimize lider atayalım. Eğer, içinde Kral olmak gibi bir sevda varsa, var gücümüzle çalışır, seni Kral da yaparız. Söyle bunlardan hangisini istiyorsan, biz hazırız! Yeter ki, söyleyip durduklarından vazgeç!
Peygamber Efendimiz:
- Ey Utbe! Diyeceğin başka bir şey kaldı mı? diye sordu.
- Hayır, dedi Utbe. Söyleyeceklerimi söyledim.
Peygamber Efendimiz:
- O zaman dinleme sırası sende, buyurdu ve Fussilet suresini okumaya başladı. “(Kur’an) Rahman ve rahim olan Allah’ın katından indirilmiştir. /Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini söyle ve) yap, biz de yapmaktayız. / (Ey Resulüm) Sen de ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahy olunuyor. Artık O’na yönelin. O’ndan bağışlanma dileyin. (Allah’a) Ortak koşanların vay haline!…”
Peygamber Efendimiz, “Gece, gündüz ile güneş ve ay, Allah’ın kudretinin delillerindendir. O halde güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer, sadece Allah’a kulluk yapmak istiyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin”12 mealindeki âyet ile okumasını bitirdi ve secdeye kapandı. Secdeden kalkınca Utbe’ye döndü:
- Ey Utbe, duydun değil mi, buyurdu. Şimdi seçme sırası senin!
Bu sözleriyle Peygamber Efendimiz, müşriklerin hiçbir önerisini kabul etmediğini, zaten böyle bir düşüncesinin de olmadığını, olamayacağını ortaya koymuş oluyordu. Gözü, ne insanlara kral, ne Kureyş’e lider olmakta; ne de mülk ve servet edinmekteydi. Gayesi, insanların manevi dünyalarını zenginleştirmekti. Bu da ancak Peygamberlik vazifesini yerine getirmekle mümkündü.
 
Bilge Satıh’ın Müjdesi

Kral Seyf gibi bir çok bilge kişi ve kahin de Peygamberimizi henüz gelmeden haber vermişlerdi. Mesela Satıh adında kâhin ve bilge biri vardı. Kahinler, o dönemde olayları yorumlayan ve bir tür gaybdan haber veren insanlardı. Satıh da bunlardan olup vücudunda kemik bulunmayan et yığınından ibaret garip bir adamdı. Peygamber Efendimizin doğduğu gece, İran Kral sarayının on dört burcu çatırdayarak yıkılıvermişti. Ayrıca bin seneden beri sönmeden yanan Mecusilerin taptıkları ateş de birden sönüvermişti.
İran Kralı, Satıh’ın bu olaylarla ilgili yorum ve düşüncesini almak için bir adamını göndermişti. Adam, olup bitenleri anlatır anlatmaz ölüm döşeğinde yatan Satıh, birden canlanmış ve:
- Beklenen Peygamber doğmuştur! diyerek haykırmıştı. Sonra da olaylara şu yorumu getirmişti:
- Sarayın on dört sütununun yıkılması; şu anda İran’a egemen olan Sasanîler soyundan on dört hükümdar daha geldikten sonra, bu devletin (gelecek Peygambere uyanlar tarafından) ortadan kaldırılacağına işarettir.
Bin seneden beri yanan ateşin birden sönüvermesi ise; doğmuş olan geleceğin Peygamberinin, insanlara ateşe, güneşe, puta ve benzeri şeylere tapmayı yasaklayacağına ve onları bir ve tek yaratıcı olan Allah’a inanmaya çağıracağına işarettir. Bu uğurda da çok uğraş verecektir. Ateşinizin sönmesi, onun dünyaya gözlerini açtığının işaretidir.
Ve bilge Satıh, sözlerini bitirince de ruhunu teslim etmişti.
 
İcmali Ve Tafsili İman Nedir?

İmân, inanılması gereken konular/esâslar bakımından icmâlî îmân ve tafsîlî îmân olmak üzere iki başlık altında açıklanır:
a) İcmâlî îmân: İnanılması gerekli olan esâslara kısa ve kestirme yoldan topluca inanmak demektir.


Örneğin:
“Allah’ı ve O’ndan geleni kalb ile tasdîk ve dil ile ikrâr etmek” gibi. (Bu mânâyı Tevhîd ve şehâdet kelimesi ifâde etmektedir ki:)
îmânın, kısa ve en mücmel özlü/özet olan şekli (İcmâlî îmân), Tevhîd ve Şehâdet kelimelerinde özetlenmiştir.
Kelime-i Tevhîd (Tevhîd Kelimesi):
Lâ ilâhe illallâh, Muhammedür-Resülullâh- Allah’tan başka ibâdet edilecek hiçbir ilâh yoktur, M uhammed (aleyhisselâm) Allah’ın Resûlü-Peygamberidir.” cümlesidir.
Şehâdet Kelimesi (Kelime-i Şehâdet) ise:


“Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülüh” Ben Şahitlik ederim ki Allah’tan başka (ibâdete lâyık) hiçbir ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed (a.s.) Allah’ın kulu ve Resûlü Peygamberidir.”
îmânın 6 şartını içine alan Âmentü’nün Arabça metni şu kelimelerdir:


b) Tafsîlî îmân:
Tafsîlî îmân, îmân edilecek olan esâsların ve inanılması gereken hususların ayrıntılı olarak her birinin, ayrı ayrı öğrenilip îmân edilmesi/inanılması demektir.
Tafsîlî îmân’da birinci mertebede: Allâh’a, Peygamber’e ve âhiret gününe inanmak vardır. İlmihâllerin îtikâd bölümünde bu ayrıntılı bilgilere yer verilir. İkinci derece ve mertebede ise; îmânın altı şartı, “Âmentü’de” yer alır.
Tafsîlî îmân’da Allâh’a, meleklerine, kitablarına, Peygamberlerine, âhiret gününe, öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin, sevâp ve azâbın varlığına, kazâ ve kadere ayrı ayrı inanmak vardır.
îcmâlî îmân ile bir çırpıda mü’min olan kimse, Allâh yoluna, din yoluna girmiş olan bir Müslüman, artık îmânın bu birinci basamağında kalmayıp daha yüksek/daha geniş, mertebe ve basamaklara yönelmek ve yükselmek zorundadır. Bu da; “Âmentü”yü ve içindekileri öğrenip inanmakla elde edilmiş ve kazanılmış olur ve olacaktır.
“Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve ru- sulihî vel-yevmil-âhiri ue bil-kaderi, hayrihî ve şerrihî minallâhi Teâlâ vel-ba’sü ba’delmevt, Hakkun Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh”
Ma’nâsı: “Ben; Allah’a, Allah’ın meleklerine, Allah’ı n kitablarma, Allah’ın Peygamberlerine, Âhiret gününe, Kadere: Hayır ve şerrin (iyilik ve kötülüğün) Allah’ın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek haktır/vardır. Ben şehâdet (şahitlik) ederim ki, Allah’tan başka İlâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed (aleyhisselâm) Allah’ın kulu ve Resûlü/Peygamberidir.”
Âmentü’nün bildirdiği îmânın bu altı şartını şöyle de ifâde edebiliriz:
1. Allah’a (yâni Allâh’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed (Aleyhisselâm)’mın Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğuna inanmak (Kelime-i Teuhîd ve Şehâdet’in) ifâdesidir.
2. Allah’ın meleklerine,
3. Allah’ın kitâblarına,
4. Allah’ın bütün peygamberlerine,
5. Âhiret gününe,
6. Kadere; hayır ve şer, acı tatlı her şeyi (İyilik ve kötülüğü, Allah’ın takdir edip yaratmasıyla olduğuna, öldükten sonra (tekrar) dirilmeye inanmak, demektir.
Bu altı esâs îmânın kökü, İslâm inancının temelidir. Buna “îmânın 6 şartı” denir
Bülûğ çağma giren ve olgunluk yaşında olan her akıl sâhibi insanın erkek, kadın yukarıdaki bu esâslara inanması farzdır (yâni Allâh’ın kesin emridir). Bu temel esâslara “Tafsili îmân” (ayrıntılı/açıklamalı îmân) denir.
Bu yüksek bilgileri öğrenmiş olan bir müslüman îmânda kemâle erer, olgun bir müslüman olur ve Allâh’ın sevdiği kulları arasına girmeyi hak eder/aday olur. Allâh’ın izni ve lûtf-u keremiyle.
 
SONSUZLUK İÇİN UYARAN BABA

GÜNEŞ SOLGUN, YILDIZLAR ŞAŞKINDI. Güllerin kokuları gitmiş, bülbüllerin şakımaları kesilmişti. Tüm kâinat, şevkini kaybetmişti.
Medine ufuklarında güneş ilk defa hüzünle battı.
Hüzün kol gezdi alemde.
Yıldızlar ağladı.
Melekler ağladı.
Dağ, taş, in, cin ağladı.
Yaratılmış ve yaratılacak olan her şey ağladı.
Kıyamete kadar gelecek tüm ümmet ağladı.
Dostları onun için ağladı.
Yürekler yanık, gözler güneş kızılı, gönüller doluydu…
Hayatta kalan tek yavrusu Fatıma’sı sevgili babasının başında hiç kimsenin duyamayacağı keskin, yakıcı, kavurucu bir üzüntüyle, “Vay babacığım!” diyor, üzüntüsünü mısralara döküyordu:
“ Üzerime öyle musibetler döküldü ki, bu musibetler gündüzler üzerine dökülseydi bu nurlu gündüzler, simsiyah gece kesilirdi.”
Yüreği kor kordu…
Kolu kanadı kırık bir kuş gibiydi.
Muhabbet güneşi bu dünyada bir daha doğmamak üzere batmıştı. Bir daha gülmemek üzere gülümsemeler silinmişti dudaklarında. Mahzunluk çöreklenmişti gönül dünyasına. Öksüzlüğüne bir de yetimlik duygusu oturmuştu.
Ağlıyordu…
Kainat ağlıyordu, tüm yaratılmışlar ağlıyordu… Güneşler, yıldızlar ağlıyordu… Sevgili yavru ağlıyordu…
Sevgili baba, son anlarında yine yavrusunu düşünüyor, son sözleri arasında Fatıma’sına sesleniyordu.
“Ey kızım Fatıma! Allah katında makbul olacak ameller işleyiniz. Bana güvenmeyiniz. Çünkü ben sizi Allah’ın gazabından kurtaramam.”
Allah’ın razı olacağı şekilde yaşamasını anlatıyordu kızına ve tüm insanlığa son sözleriyle.
Son anında bile kıyamete kadar uzanacak eğitimi veriyordu kızına ve herkese.
O bir muallimdi.
O en büyük öğretendi.
O, kimsenin olmadığı kadar, olamayacağı kadar müşfik bir babaydı…
O, sonsuzun aynası olan Baki’nin elçisiydi.
O, Baki ismiyle çocuklarını sonsuz hayata hazırlayan bir baba idi…
O Ebed ismiyle çocuklarına yönelen bir Babaydı (a.s.m.)…
 
Peygamber Efendimiz Eşitliğe Önem Verirdi

O, EŞİTLİK PEYGAMBERİYDİ.
Onun dünyasında sosyal tabakalara yer yoktu.
O, kulluk tabakasını getirdi.
Dostları oldu köleler, esirler.
Rengi kara denenler, onun ak kalpli gönüldaşlarıydılar. Herkese elini eşit olarak uzattı. Uzatılan elleri eşit olarak tuttu.
Zengini fakiri ayırt etmedi.
Siyahı beyazı seçmedi.
Esir ve hür herkes eşitliği yaşadı onun gönül dünyasında. Aynı hizada olmanın, aynı konumda durmanın mutluluğunu tattı.
O eşitlik peygamberiydi…
En önemlisi, kız ve erkek çocuklar arasındaki eşitliği sağladı.
Asırlık taassubu kaldırdı.
Onun için kız erkek ayırımı olamazdı çocuklar arasında. Kızına, oğluna eşit davrandı. Erkek evlatlarından çok kız evlatları tanındı. Onlar konuşuldu.
O buyurmuştu:
“Kimin iki kızı olur da bunları öldürmez, alçaltmaz, oğlan çocuklarını bunlara tercih etmezse Allah onu cennete koyar.”
Öldürmeme ile birlikte alçaltmama da esas alınmıştı. Alçaltmamanın uygulanması erkek çocuklarına tercih etmemekleydi. Yani eşitlikle. Eşit tutmazsan zaten alçaltılmış oluyordu kız çocuğu. Cenneti kazandıran bu peygamber uyarısı çoğu zaman nefislere zor geldi.
O, eşitlikçi bir babaydı…
O, her çocuğu, ayrı bir fert olarak gören bir babaydı.
O, çocuklarına Fert ismiyle davranan bir Babaydı (a.s.m.)…
 
ALLAH YARDIM EDER



GECEYDİ…
Yorgunluk gecenin kollarına bırakılıyordu.
Hz. Ali ile Fatıma, yatmak üzereydiler.
Allah Resulü, ansızın evlerine geldi. Kalkmak için hareket ettiler. Peygamberimiz ayakları ile bastırarak onlara izin vermedi. İkisinin arasına girdi. Peygamberimizin ayağı Hz. Ali’nin karnına değiyordu.
Peygamberimiz Fatıma’ya sordu:
“İhtiyacın nedir?”
Yeni savaş esirleri gelmişti.
Hz. Fatıma, gündüz babasının evine gitmişti. Durumunu Hz. Aişe’ye anlatarak savaş esirlerinden bir tane de kendine verilmesini istemişti. Değirmen döndürmekten kabaran ellerini, su taşımaktan aşınıp yara olan omuzlarını, ihtiyacına delil olarak göstermişti.
Hz. Aişe, babaya, kızının durumunu anlatınca Peygamberimiz gece kalkıp kızına gelmişti.
Hz. Fatıma, cevap veremedi babasının sorusuna. Hz. Ali, onun yerine eşinin ihtiyacını söyledi. Eşinin ev işlerinde çek-tiği zorlukları anlatıp gelen esirlerden bir tane de ona verilmesini istedi.
Peygamberimiz kızına dedi:
“Ey Fatıma! Ehl-i Suffa ashabı, ihtiyaç içerisindeyken sana bir şey veremem. Evinin işlerini yap. Yatağa girince 33 Sübhanallah, 33 Elhamdülillah ve 34 de Allahu Ekber söyle toplam 100 yapar. Bu sana hizmetçiden daha hayırlıdır.”
Fatıma, babasının bu öğrettikleri karşısında,
“Allah’tan ve Allah Resulünden razıyım.” dedi.
Gece gelen baba, gece yapılacak bir tespih öğretmişti…
Gündüz iş yapacak köleye karşı, gece tespihi vermişti sevgili baba. Yüz tespihle Allah’ın yüz ismiyle yardımını öğretmişti.
O, sebepleri aradan kaldıran bir babaydı.
O, bana hizmetçi yardım etmedi, Allah yardım etti imani boyutunu çocuğuna öğreten babaydı. İşlerime melekler yardım etti gerçeğini kızına idrak ettiren bir babaydı.
O, hiçbir işte araya sebepleri sokmayan bir babaydı.
O, çocuklarını Müsebbibül esbaba (tüm sebeplerin sahibine) götüren Babaydı (a.s.m.)…
 
Uyku Gelse Bile Zikre Devam Edilmeli

Abdullah şöyle demiştir: Zikir anında uyku şeytandandır; dilerseniz deneyiniz. Sizden biriniz yatağına girip de uyumak istediği zaman Aziz ve Çelil olan Allah’ı zikretsin.

Açıklama:
Allah Teala Hazretlerinin azamet ve kudretini hatırlayarak onu zikretmek ve teşbihte bulunmak en büyük bir ibadettir. Böyle hayırlı bir işte bulunurken İnsana uyku gelmesi, ancak şeytanın müdahalesi ile olur. Onun için ibadetler nefsin yorgun ve neşesiz bulunduğu anlarda yapılmamalı, şayet imkân varsa ibadetlere istek duyulan zamanlar tercih edilmelidir. Farz ibadetler gibi, muayyen zamanlarda yapılması gerekenler için kendi hudutları dâhilinde en uygun anlar aranır ve eda edilirler. Bunların başka zamanlara bırakılması caiz değildir.


İşte insan uymak maksadıyla yatağına girdiği zaman Allah’ı anar ve onu zikrederse, şeytanın tasallutundan kurtulmuş olur.

Cabir’den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: “Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem Tebareke ve Elif, Lam. Tenzil (es-Secde) suresini okumadıkça uyumazdı.
 
Sol Elle Yapılacak İşler Nelerdir?

Sol ise tiksinilen işleri yapmak, sümkürmek ve taharetlenmek gibi kir gidermek, burun temizlemek ve bütün kirli şeyleri yıkamak için kullanılır. Ancak sol elini kullanmakta zorlanan veya sol eli kötürüm veya kesik olduğu için kullanma imkânı bulunmayan kişiler bunları sağ elleriyle yapabilirler.

Tek ayakkabı ile yürünmez. Ancak ayakkabılarından birinin tasması (veya bağcığı) kopmuşsa [ya da ökçesi düşmüşse] tamir edilinceye kadar kısa süreliğine yürünebilir.

Birine mührünü veya mektubunu verirken onu sağ eliyle uzatmalıdır.

Kendinden daha değerli biriyle yan yana yürürken namazda imamıymış gibi onun sağında yürümelidir. Kendinden aşağıda biriyle yürürken ise onu sağına alıp solundan yürümelidir. Tükürük vb. şeylerden uzak durmak için her zaman sağda yürümenin güzel olduğunu söyleyenler de vardır.

Sağ Elle Yapılacak İşler Nelerdir?
Tutacağı şeyleri sağ eliyle tutmak, sağ eliyle yiyip içmek, sağ eliyle tokalaşmak, abdest alırken, ayakkabı giyerken, elbise giyerken sağdan başlamak güzel bir davranıştır. Yine cami ve şehitlik gibi mübarek yerlere ve evlere sağ ayakla girilmelidir.
 
Su İçmenin Edebleri
Bardağı sağ eliyle tutup, Bismillah demeli, ağır içmelidir. Ayakta içmemelidir. Önce bardağın içine bakmalı, böcek ve toz olmamalıdır. Su İçmenin Edebleri öksüreceği zaman bardaktan ağzını ayırmalıdır. Bir yudumdan çok içerse üçte tamamlamalıdır. Her defasında Bismillâh demelidir. Sonunda da Elhamdülillâh’ı söylemelidir. Bir yere su damlamaması için, bardağın altına dikkat etmelidir. Su İçmenin Edebleri İçmesi bitince •Allahü Teâlâ’ya hamd olsun ki, suyu, kendi fazlı ile tatlı ve temiz olarak yarattı. Bizim isyanlarımız sebebiyle acı ve tuzlu yaratmadı*, demelidir.
 
selamun aleyküm sevgili dostlarım

bin şükür bugün işime başladım

evimize cumartesi döndük çok şükür..

dün de temizlik ütü vs derken geçti..

Rabb im evimizin huzurunu daim eylesin inşaallah..

ev bir nimet..
kira da olsa iki göz de olsa aileye ait bi yuva mükemmel bir şükür sebebi...
 
Hoş geldin evine canım benimmm
 
4 Adımda Ramazan’ı En İyi Şekilde Karşılayın
{total}<\/strong>shares<\/small>"}" style="box-sizing: border-box; -webkit-tap-highlight-color: transparent; -webkit-font-smoothing: subpixel-antialiased; text-align: center; display: inline-block; margin-right: 15px;">227SHARES

Share on TwitterShare on Facebook
NİSAN 22, 20160 LİKE 530


Bahar geldi dostlar, illa ki hepimizin üzerine bir ağırlık çöktü. Doğa öyle ilginç ve ibret verici ki… O diriliyor, bizi etkiliyor. Yeşillik gönlümüze neşe, huzur verirken, vücudumuza ağırlık yüklüyor. Ancak mü’min kardeşim Ramazan geliyor. Mübarek 3 aylara girdik. Senin planın hazır mı?

Efendimiz sallallahu aleyhi vessellem şöyle dua ediyor; “Allahım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.” (Müsned, 1/259) Demek ki Ramazan’a ulaşmak için çalışmak lazım. Boşuna önünden 2 ay gelmiyor. Allah Ramazanın kıymetini anlamamız için bize bir mesaj veriyor. Fırsatlar sunuyor. Namaza, oruca hazırlanmamız lazım. Hedefleri belirlememiz lazım. Bunlar 3 aylara girmeden yapılmalıydı ama geç değil. Bu toprağı silkmek tek bir hareketine bakar kardeşim, nasıl mı?
 
1. 3 Aylık Plan


Öncelikle şimdiki durumunuzu tespit edin, neler yapmak istediğinizi düşünün ve bunu nasıl yapabilirim kısmına yoğunlaşın. Bu planlamada 3 ay sonunda ne istiyorsunuz, bunu iyi bilmeniz lazım. Buna göre 3 ayı hazırlık olarak planlayabilirsiniz. Mesela bir nafile namaz mı edinmek istiyorsunuz. Bunu plana yayın. 3 ay sonra bu davranışı edinmiş olmayı amaçlayın. Mesela Recep ayında haftada 1 veya 2 gün kılın. Şaban ayında 1 gün kılın, 1 gün kılmayın. Ramazanda ise her gün kılmaya çalışın. İnşaAllah bu namaz sizin olacaktır. Allah, Peygamberlerine de böyle eğitim uygulamıştır. Bir alışkanlık birden oturmaz, aman kendinize zulmetmeyin.

Ya da Kur’an mı derdiniz? Günde 10 sayfa okumak istiyorsunuz, yani 3 ay sonunda bunu elde etmiş olmak istiyorsunuz. Öyleyse Recep ayında 1-5 arası okuyun, Şaban ayında 5-10 arası. Ramazanda ise 10 sayfa. Bunu diğer mevzulara da uygulayabilirsiniz. Mesela sabah namazından sonra uyumak mı istemiyorsunuz? Öyleyse Recep ayında haftada 2 veya 3 gün uymayın. Şabanda yine 1 gün uyuyun, 1 gün uyumayın. Ramazan’da düzen farklı oluyor ama buna göre kendinizi düzenleyin ve hiç uyumayın inşaAllah. Yine de hafta sonları bir gün kendinize izin verebilirsiniz. Vücudunuzun tepkisine göre düzenleme yapabilirsiniz.

Yani bu plan kaba olarak 3 ay boyunca ne yapacağım, 3 ay sonunda ne olacak planıdır.

 
2. Aylık Plan


Her ayı kendine göre kıymetlendirmek gerekir. Bir de kendi durumunuzu göz önünde bulundurmalısınız. Mesela Recep ayı muhtemelen okul dönemine denk geliyor. Şaban buna göre daha rahat bir zaman dilimi olacak. O zaman bu 2 ayın programı aynı tempoda olamaz. Recep ayını yarılıyoruz. Nasıl geçti bir bak, plan program olmayınca günler hızla akıp gidiyor ve elimizde bir şey kalmıyor. O yüzden kendini bu ayda iyice sorgula. Ne eksik sende, ne olmalı? Şöyle düşünmek gerek her ay bir adım önce geçmeliyiz. Mesela Recep ayında sorguladık, planımızı yaptık, Şaban da kendimizi doldurmalı, Ramazanda kısmen harekete geçmeliyiz. Hazırlık dediğimiz böyle olur. Haydi deyip kalkan, çabuk oturur.

Recep ayını yoklama, ortam hazırlama, rahatlama gibi tasarlayabilirsiniz. Kalan 15-20 günü tefekkür ile doldurabilirsiniz. Çocuğumuzun dua eksiği var, bu ayı rahatlamak ve güç toplamak adına buna ayırabilirsiniz. Kur’an ve hadislerde bulunan duaları okuyup kendinizce benimsediklerinizi ezberleyebilir ya da yazıp sabit dua zamanını bu ayda oturtabilirsiniz. Mesela sabah namazından sonra 10 dk dua zamanı, bu duaları manalarını düşünerek okumak gibi…

Şaban ayı daha rahat olacağı için, ruhen de hazır olacağınız için oruç tutmaya başlayabilirsiniz. Pazartesi-Perşembe olabilir. İkisi de olmak zorunda değil, haftada 1 bile olur. Ama olsun. Ramazanın ilk 3-5 gününü alışmak için harcamayın. Eksikliğinizi tespit ettiğiniz alanda çalışmalar yapın. Sadece okumalar yeterli olmuyor, bazen dinlemek gerekiyor. Hocalar pek çok konuda video dersler yapıyorlar ve erişim çok kolay. Bunları araştırıp not edin. Her gün ne yapacağınız belli olsun. Mesela fıkhen oruç konusunda eksiğiniz varsa mutlaka bunu günlere bölün ve Şaban’da okuyun. Hiç meal okumadıysanız bu ay için çok uygun olur. Öyle büyük tefsirler bitirmeye çalışmayın. Mesele okumuş olmak değil, Şaban bitince biz Ramazana nasıl gelmiş olacağız. Onu nasıl karşılayacağız. Mesele burada.

Ve Ramazan… Artık kendinizi eve kapatmaktan sakının. O iş ilk 2 ay hazırlık yaparkendi. Ramazan cihad zamanı. Evet oruç kendi başına bir cihad, ancak biz onu kuvvetlendirecek başka şeyler yapmalıyız. Çevrenize kapatmayın kendinizi. Bu dönemde herkes dine yönelir ve bir şeyler almaya hazır olur. Bunu fırsata dönüştürün ve kullanın. Bilginiz dahilinde, elinizden ne gelirse. Allah zaten bunu istiyor. Kur’an’ı zor okuyan birinden hazır yetiştirmesini beklemiyor. Ancak Kur’an biliyorsan en az 1 kişiye öğret mesela. Bir mukabele grubunda mısın, her gün okuduğunuz cüzde hangi sureler var, neleri anlatıyor biraz bahsedebilirsiniz. Gıybet sensörü kesilebilirsin. “Ben bu Ramazan gıybetleri susturacağım!” SubhanAllah ne güzel mücadele, cihad! Girdiğin bütün ortamlarda gıybeti durduracaksın, susturacaksın, gıybetin kötülüğünü anlatacaksın, tüm Ramazanın bunun üzerine geçecek. Tabi bunun için Şaban’da gıybet nedir diye bütün videoları izledin, okudun ve öğrendin. Kimse susmasa bile sen niyetinle ecrini aldın bile dostum! İlmin bile oldu. Yeter ki kendine uygun rolü biç. Bu Ramazan susma, durma ve harekete geç! Sadece Ramazan kolisi dağıtma, zengin sofraları kurma. Teravihe gideceksin, peki öyle gidip gelecek misin, sahurların nasıl geçecek? Ümmet derdini göster bakalım, Ramazan fırsatını kaçırmasın diye nasıl bir çaba göstereceksin? Bu ayı kendine ayırmamak için, doğru hareket etmek için Recep ve Şabanı iyi değerlendirmen gerek. Öyleyse Bismillah!

 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…