Bak canım kayit adlı arkadaş şunu yazmıştı dün:
''- İçim sıkılıyor, hep bu maneviyatsızlık... Neden namaz kılmıyorum?
- İkindiyi kaçırdım, akşam kısa nasıl olsa, onu kılarım...
- Yatsının vakti uzun, şu film bitsin kılarım,
- Neyse şu çayları da içelim, kılarım...
- Yatmadan önce kılarım artık...
- Şimdi çok uykum geldi alarm kurdum gece kesin kalkar kılarım.
- Sabah namazına da alarm kurmuştum, ne zaman sabah oldu anlamadım?
- Eskiden arkadaşlarım vardı, onlarla ben de kılıyordum, şimdi onlar yok, içimden gelmiyor...
- Bi dakika!? O zaman ben o namazı onlar için mi kılıyordum?
- Sohbetler bulsam, gidip gelsem... Niye hep başkasıyla... Niye kendiliğimden olmuyor?
- Aslında içimdeki iman sağlam. Daha da güçlendirirsem mutlaka kılarım. Yoo, imanım güçlü olsaydı kılardım. İmanımda mı sorun var yoksa?
- Sanki böyle... Bir gün bir şey olacak... O anı bekliyorum, bi başlayacağım bi daha hiç bırakmayacağım...
- Şu kadar dersin arasında kaçıyor işte ne yapayım?!
- Evli olsaydım, kendi evim olsaydı, bi odamı mescid bile yapardım. Hiç ayrılmazdım seccadenin başından...
- İş yok güç yok, bir sürü sıkıntım var benim! Namazı düşününce daha mı çok içim sıkılıyor ne? Yıllar geçti, nasıl ödenecek bütün bu borçlar?...
- Yaşım kaç oldu, şimdi kaza kılmaya başlasam ömrüm yetmez...
- Evlendim hala namaz yok, eşim uyandırsa ya beni, hadi namaz kılalım beraber dese ya?!...
- Mescid yapacağım odaya bilgisayarı kurduk, orada da insanın içi sıkılıyor, namaz kılası bile gelmiyor...
- Bu odada TV olmasa iyi aslında, insanın maneviyata gireceği varsa da dikkatini dağıtıyor...
- İşe başlayalı şu kadar zaman oldu, namaz kılacak yer yok. Yer olsa zaman yok. Zaman da olsa bi çay da mı içmeyelim?...
- İçimden çok namaz kılmak geldi, şimdi arkadaşları bırakıp namaza gitsem ne derler ki... Neyse evde akşamı kılarım... Uf, çok da içimden geldi...
Su içer gibi... Sıcaktan bunalınca istemsiz bir şey bulup yelpaze yapar gibi... Acıkınca buzdolabını açmak gibi... Uykumuz bastırınca hafiften, yavaş yavaş kanepeye kıvrılmak gibi... Gözümüzü açınca lavaboya gidip yüzümüzü yıkamak gibi... Sesin geldiği yöne bakmak gibi... "Bu benden bir parça, bu benim doğal'ım, bunu yapmak için nedene, sebebe, kişiye, ilhama, ışığa ihtiyacım yok, bu normal olarak kendiliğinden gelişiyor, düşünmüyorum bile namaz kılınacak diye, ezan okununca ayaklarım kendiliğinden lavaboya gidiyor zaten..."i hissetmedikçe namazı oturtmak çok zor oluyor... Üzerinde düşünülürse ibadet zorlaşıyor, ağırlaşıyor, vicdan azabı da sırta yük gibi biniyor... Nefsine bir cümle söyleme imkanı tanır, "de bakalım ne diyeceksen" diyerek kulak kabartılırsa şeytandan öğrendiklerini kalbine fısıldıyor. Kalp ağırlaştıkça ağırlaşıyor... Fakat nefse bir küçük çocuk gibi "sen sus bakayım" diye diye, yeri gelmedikçe konuşmaması öğretilirse, artık o da kendisini dinlemeyeceğinizi biliyor... Ve artık size ayak bağı olmuyor... Ne kadar üzerinde düşünmeden, hesap yapmadan, vakit gözetmeden, ertelenmeden doğallıkla yapılırsa o kadar kolaylaşıyor ve hayatın içinde kendine sessiz sedasız yer buluyor... Uğraşmaya bile gerek kalmıyor...
Kalpler Allah'ı anmadıkça mutmain olmuyor... ''
Bu yazıyı çıktı aldım asltım buzdolabının üstüne :) Üşengeçlik çöktükçe okumayı düşünüyorum..Beni çok etkiledi çünkü :) Tavsiye ederim.. Haa bir de Uğur Koşar'ın Allah De Ötesini Bırak adlı kitabı çok güzelmiş..Almıştım ama bir türlü başlayamamıştım ne zamandır.Dün ona da başladım..Bu tarz kitaplar bence iman tazeliği sağlıyor..Tavsiye ederim.. :)