kadınlar çalışmalı mı ,çalışmamalı mı?

Kesinlikle çalışmalıhihoyyyt

Kendini daha iyi hissedeceğine emin olabilirsina.s. Paraya ihtiyacın yoksa ve evde canın sıkılmayacaksa, gezip tozabileceksen canın isteyince cebini düşünmeden alışveriş yapabileceksen çalışmanın da manası yok tabii:mymeka: Ama bu zaman da nerdeeeee?
Herkes boşuna mı yavrusunu, evini bırakıyor cnm?sositososito
 


sana katılıyorum canım, kadının çalışması erkeğin işine geliyor. şimdilerde hep çalışan kadın arıyorlar.

erkekler artık evi geçindirmesi gerekenin kendileri olduğunu reddetmeye başladılar.
ben bu yüzden boşanmak üzereyim
 
Kesinlikle çalışmalı.
Çünkü insanın kendine güveni daha çok oluyor ve
çalışırken insan - en azından ben- stresimi takıntılarımı unutabiliyorum.
Çalışmak bana çok iyi geliyor.
Allah kimseyi oturtmasın.
 

evi geçindirmesi gerekenin her zaman erkek olduğunu düşünmüyorum.
iki taraf da çalışmalı, tabi herkesin paşa gönlü bilir ama hayatta her şey olabilir, bir kadının evde erkeğinden para beklemesi bana ters geliyor, ayrıca şu kriz ortamında kaç kişi işsiz kaldı ve bunların bir kısmı da eşi çalıştığı için bir süreliğine evde iş aramak zorunda kalan erkekler :1closedeyes: iki taraf da çalışmasa ne kadar kötü olurdu düşünün.
tabi sizin standartlarınız çok farklı olabilir, çalışmaya ihtiyacım yok, eşimin işi garanti diyorsanız bilemem,ama yine de hele de mesleği olan, okumuş bir insan evde eşini bekleyerek ev işleriyle hayatını geçirmemeli bence.
 

canım senin dediğin farklı bir şey.
kadının çalışması durumunda erkekte evle ilgili sorumlulukları aynen kadın gibi üstlenirse tabiki bende çalışmaktan yanayım.

kast ettiğim başka; erkekler kadınında çalışmasından maddi olarak faydalanmak istiyor. dertleri eşlerinin de bir sosyal çevresi vs. değil. PARA!!!

ve evde gen yan gelip yatıyorlar, bütün o bıktırıcı ev işleri, çocuk bakımı gene kadına bakıyor. evde yardımcı bile olsa evden birinin ilgilenmesi gereken işler hiçte az değil.

ben evliyim ve bir dönem çalıştım, gelirimiz sabit ve yeterli olduğu halde çalışmam istendi. tecrübemi paylaşıyorum, yanlış anlama lütfen

sevgiyle kal
 
çalışmak tabiki çok güzel bir şey.ama kadının yükü daha ağır oluyor çalışınca.hem bizim gibi ev hanımlığını yapıyor hem iş hayatı bana göre zor bi olay.hepsi bi yana çocuk olunca bebekler 6 aylıkken bakıcıya kalıyor.en zoruda bu olsa gerek.ben sırf bu yüzden çalışmak istemezdim şahsen.
 
bence konusu bile saçma. doğal olan bişey bu bence evlilik hayatı paylaşmak demek. iki tarafında eşit görevleri var hele ki bu zamanda! açıkçası kendimi hiç evde oturmuş koca parası yiyen birisi olarak tasavvur edemiyorum. bana doğal gelen kadın erkek çalışır ev işleri de eşittir. tabi ben kendi sülalemden böyle gördüm tarladaki büyük büyük ninem dedem de omuz omuza çalışmış annem babam da omuz omuza çalışmış kimse hiçbirine yük olmamış onlardan hep mutlu evlilikler gördüm.
 

keşke dediğin gibi olaydı, herşey paylaşılsaydı, maddi manevi.........
inşallah karşına senin kadar dürüst ve düzgün düşünen biri çıkar
 
çalışmalı ama çalışmaması gereken zamanların da oldugunu düşünüyorum.
mesela evlendim çocugum dünyaya geldi, en azından o okula başlayana kadar ara vermek ya da işi tamamen bırakmak. kadınların işi öncelikle evladı olur o saatten sonra bana göre. çalışmamayı düşünemyorum ama işin içine evladım girince de onu annesiz gibi büyütmek istemem

sonuç hem çalışmalı hem çalışmamalı:lepi:
 

bence de bazi zamanlar vardir ki calisilmamali.ama sonrasinda calisilmali
 
“Ev hanımlığını küçültmek, psikolojik bir savaş taktiğidir”Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ev hanımlarını feministlerin değersizleştirdiğini söylediğinde oldukça şaşırmıştım. Kadının kadını değersizleştirmesi mantıksız gelmişti bana. Prof. Dr. Tarhan, modern yaşam tarzının insanlara kazandıkları kadar değer verdiğini anlattığında taşlar yerine oturdu. Peki, gerçekten ev hanımları bir şey üretmiyorlar mı? Aslında toplumda en büyük ve en güzel üretimi onlar yapıyorlar. Ancak ürettikleri paraya dönüştürülemediği için değersiz ve önemsiz görülüyor.

Prof. Dr. Tarhan, “İyi çocuk yetiştirmek ve annelik yapmak iyi bir fabrika kurmaktan daha kıymetlidir. Anneliği bu yüzden en önemli meslek olarak görmek gerekiyor.”, “Ev hanımlığını küçültmek, psikolojik olarak yapılan bir savaş taktiğidir. Kültürel ve psikolojik savaş çeşidi vardır bu savaş sırasında. Bu savaş uzun vadeli ve stratejiktir aynı zamanda.” ve “Ev hanımları işini, dünyanın en iyi mesleği gibi görmeli. Nasıl evdeki kıyafetle dışarıdaki kıyafetimiz farklıysa ev hanımının da farklı rollere bürünmesi en uygun olanıdır.” tespitlerini yaptığı söyleşide ilginç noktalara vurgu yapıyor.


Günümüzde ev hanımlığı küçümsenen ve değer verilmeyen bir şey olarak tanımlanmaya başlandı. Ev hanımlığı bu konuma nasıl geldi?
Bu durumun ortaya çıkmasının sebebi size belki ilginç gelecek ama feminizmdir. Feminizm, kadın erkek ilişkilerini kadın-erkek çatışmasına dönüştürdü. Feminizm, kadının özgürleşmesini evden çıkıp iş hayatına atılmasına bağladı. Bunun sonucunda da ev hanımlığı meslek olarak değersizleşti. Ev hanımlarının bu konuma gelmesinin ana nedeni modernizmin getirdiği tezlerdir. Kapitalist sistemde “üretim yaptığın kadar” değerlisindir. “Kadın çalışırsa özgürdür, üretime katılmalıdır” tarzındaki düşünceler ev hanımlığını değersiz gördü. Ev hanımlığı ve çocuk yetiştirmek iş olarak benimsenmedi. Modernizm, çalışmayı; öğretmenlik, mühendislik veya sekreterlik yaparak üretime katılmak olarak gördü. Bu nedenle değişen paradigmalar sonucu kadının özgürleşmesinin çalışmayla eşdeğer olduğu anlayışı ön plana çıktı. Ev hanımları böyle bir durumda vazgeçilmesi gereken bir olgu olarak algılandı. Ev hanımları “evinde oturup hiçbir işe yaramayan” bireyler olarak görüldü.


Ancak, günümüzde çalışan kadının her ne kadar ekonomik özgürlüğü varsa da, evin işlerini yine kadın yapmak zorunda kalıyor. Çalışmak ve ev hanımlığı yapmak kadınları nasıl etkiliyor?
Eğer bir evde kadınla erkeğin beraber çalışma zorunluluğu varsa evdeki işler yine kadına kalıyor. Onun evdeki rolü değişmiyor. Erkek ise yine ayağını uzatıp karısının işleri yapmasını bekliyor. Süreç kadının aleyhine işliyor. Erken yıpranmasına sebep oluyor. Fazla yıpranmayan erkek belli bir müddet sonra “dünyaya bir kez geldim, yaşamak istiyorum” diyerek eşinden ayrılmak istiyor ve yuvalar dağılıyor. Bu durumda kadın da mağdur oluyor. Yani kadın adına yapılan bir hareket ona zarar vermiş oluyor. Modernite ve feminizm, evliliği adeta kurban etti. Çünkü modernizm ve feminizmin kadın için yaptığı tanımlama kadının evindeki konumunu değiştirmedi.

Çalışan bayanlar açısından bunun bir çözümü var mı?
Böyle olmaması için evliliğin ilk aşamasında çiftlerin evde işleri paylaşması gerekiyor. Bir gün sen bulaşığı yıkacaksın, bir gün ben yıkayacağım gibi. Bunun açıkça konuşulması gerekiyor. Kadın eğer bu işleri yetiştiremiyorsa, erkek de evliliğinin yürümesi için bunu yapmak zorunda. Çamaşır yıkamak, ütü yapmak, çocukları yetiştirmek ev hanımının rutin işleri olduğu için kıymeti bilinmiyor. Bir süre sonra erkek kadına “bütün gün ben çalışıyorum sen çalışmıyorsun, evde oturuyorsun, yediğin önünde yemediğin arkanda” diyerek serzenişte bulunuyor ve bu bazı sorunların doğmasına sebep olabiliyor.

Erkekler kadınların evde ne kadar çok çalıştığını ve sıkıntıya girdiğini görüyor. Buna rağmen ev hanımlarının işini küçümseme yoluna gidiyorlar. Bunun sebebi nedir?
Erkeğin dünyası iş odaklıdır. Evlilik çatışmalarının en büyük sebebi de budur. Evliliğin ilk dönemi dışında kadın çocuklarıyla ilgilenirken, erkek, işine konsantre oluyor ve bir müddet sonra birbirleriyle ilgilenmiyorlar. Bunun sonucunda çatışma yaşıyorlar. Erkeğin bakışı genellikle kâr-zarar hesabı anlayışındadır ve olaylara matematiksel bakar. Çünkü erkek, beyninin sol tarafını kullanır. Mantık ve muhakeme yönü gelişmiştir. Ancak evlilik süresince erkek kendinde eksik olan yönlerini geliştirirse kadını anlayabilir.

Kadını anlamak için erkeğin kendini geliştirmesi mi gerekli? Bunu biraz açabilir misiniz?
Erkekler olayların sonucuna bakar, sürece bakmaz. Estetik algılaması daha düşüktür. Mesela alışverişe gittiğinde erkek bir şeyin “ucuz ve kaliteli” olmasını isterken, kadın “hoş ve güzel” olsun der. Estetik algısı kadında daha öncedir. Kadın kendini iyi hissetmediği, problemin var olduğu bir anda sonuçtan çok süreçle ilgilenir, yani neyden çok nasıla bakar. Erkek, sorunu bir an önce çözmek isterken, kadın çözümden çok süreçle ilgilenir. Kadın, sıkıntıyı gidermek için sorunu çözmekten çok paylaşmayı ister. Biyolojik olarak bu böyledir.
Eğer kadınla erkek birbirini anlamak isterlerse yapması gereken şeyler vardır. Kadının sonuçlara daha önem veren bir anlayışı benimsemesi gerekirken, erkeğin de estetik algısını geliştirmesi gerekir. Bunu yaparlarsa çiftler birbirini tamamlar. Erkeklerin algı karakterli, atak ve cesur bir yapısı vardır. Kadın da genetik olarak çocuklara annelik yapmaya daha uygun olduğu için korkuya ve estetiğe duyarlıdır. Kadın beyni duygusal eğilimlidir. Ona göre programlanmıştır. Kadın ve erkeğin birlikte mutlu olması için erkeğin zihnine duyguyu, kadının ise zihnine mantığı katması gerekiyor. Böyle olmazsa aile arasında çatışma yaşarlar.

“Çocuklar Duymasın” adlı dizideki Meltem karakteri dışarıda çalışan, çocuklarıyla ve eşiyle ilgilenen, ona rağmen adeta manken gibi kendisine bakan bir ev hanımı rolünde oynamıştı. Sizce gerçek hayatta böyle bir durum söz konusu olabilir mi?
Meltem karakterinin devam edebilmesi için kadının biraz erkekleşmesi gerekiyor. Erkeğin de bu durumda biraz dişileşmesi gerekiyor. Bu yüzden modernizm dünyasında uniseksleşmeye doğru gidiş vardır. Kadın daha çok erkekleşip yaşarsa iş hayatında başarılı oluyor. Erkek de kadının evde bıraktığı kalan işleri yapmaya başlıyor.
Fakat bu dizilerde yaşananlar genellikle abartılı oluyor. Bahsettiğiniz tarzda bir ev hanımlığının bir ay sürebilmesi doğaldır, ancak bu aylarca süremez. Gerçek hayat dizide karikatürize edildiği gibi değildir. Bir süre sonra aile içinde sorunlar ve çatışmalar başlar. Modernite bu noktada vitrine ve dış görünüşe önem veriyor. Bu nedenle bir kadının karakter özelliğinden çok fiziksel özelliklerini ön plana çıkarttığı için onun kendini kötü hissetmesine sebep oluyor. “Manken gibi fiziğe sahip değilsem değersizim” diye bir düşünce oluşturuyor. Böyle olunca da iç güzelliğini artırmak yerine estetik cerrahlara para harcayarak kendini mutlu hissettirmek istiyor. Güzel görünme zaten kadının içinde var olan bir histir. Bu durum dış güzelliği çok yücelten kültürlerde “manken hastalıkları” gibi rahatsızlıklar ortaya çıkarıyor. Kişi kendisini kilolu olarak algılıyor. Modernizmin getirdiği görselliği abartmanın sonucunda ortaya çıkan bir durum bu...
Modernizmin getirdikleri evliliğe zarar verdi ve kadının mutlu olamamasına sebep oldu. Kişilik değişebilir, gelişebilir. Bir insanı insan yapan değerlerden yüzde 20’si dış görünüşse, bunun oranını yüzde 80 yaparsan “kişilik”, “iyi insan olmak”, “dürüst olmak” değersizmiş gibi görünür. Böyle kültürlerde “fiziğin iyiyse alkışlanırsın ve değer görürsün” şeklinde algı değişimi yaşandı ve bu değişim kadına zarar verdi. Aile içinde kadın mutsuzlaştı ve çatışmalar yaşanmaya başlandı. Bu da tabi evliliğe zarar veren bir anlayışı beraberinde getiriyor.



Meltem karakterinin gerçek hayatta ancak bir ya da birkaç ay sürecek ve çok az görülebilecek bir model olduğunu söylediniz. Bu model toplumun geneline yaygılaştırılmaya çalışılırsa ne olur?
Diyelim ki o Meltem hasta olsa veya kanser tedavisi görmesi gerekse ne olacak? Toplumun yüzde onunu ilgilendiren yaşam standartlarının toplumun genelini yansıttığını düşünmek doğru değil. Bu toplumda sadece gençler, sağlıklılar yok. Bu toplumda yaşlılar var, hastalar var, fakirler ve yaşama zorluğu çeken insanlar da var. Bu kesimi yok sayarak yapılan bir dizi o. Onları değersizleştirdiği için kötü hissettirmeye başlıyor. İnsanlar da onlara özenerek eşinin ya da annesinin onlara benzemediğini görüp bunu sorgulamaya başlıyor. Kocayı, eşine “sen neden onun gibi değilsin” dedirterek evde çatışmalara ve huzursuzluklara sebep oluyor bu dizi.

Hocam aslında bu soruyu sadece Meltem karakterini özele alarak sormuyorum. Televizyonda yayınlanan dizilerde evin hanımını oynayan karakterler genelde “Meltem” modelinde olduğu gibi gösteriliyor. Sizce bu dizilerin ev hanımlarının değerini yitirmesinde payı var mıdır?
Bu durum yani ev hanımlığını küçültmek, psikolojik olarak yapılan bir savaş taktiğidir. Kültürel, psikolojik savaş çeşidi vardır bu savaş sırasında. Bu savaş uzun vadeli ve stratejiktir aynı zamanda. Üstün kültürler kendilerinden altta kalan kültürleri kendine benzetmek için birtakım taktikler uygular. Bu tip üstün kültürler farklı olan insanları kendine benzetmek için onlardaki bazı değerleri yozlaştırıp küçülterek karşı tarafta aşağılık ve eksiklik duygusu oluşturmak isterler. Böylece kendisine benzetmeye çalışırlar. Bu, Hollywood kültürünün dünyada etkisini yaygınlaştırmak ve tüketimi artırmak için yapılan bir plandır. “Bir moda çıkaralım tüm dünya alsın” diyen bir tüketim ekonomisinin felsefesi vardır burada. Bunun için sinema etkili bir silah olarak kullanılıyor. Buradaki tek tipleşmede ve yozlaşmada sinemanın büyük bir etkisi var. Kadını iş hayatına sokup tüketime katarak ve hanımları cinsel sömürü objesi haline getirerek onların değerini azaltmaya çalışıyorlar. Bu şekilde insanların merak ve ilgisini bu yöne çekmeye çalışıyorlar. ABD, dünya nüfusunun yüzde 5’ni oluşturmasına rağmen kaynakların yüzde 25’ini kullanıyor. İnsanlar bunun farkına varamazsa bu üzücü durum devam edecektir.

Tüm bu psikolojik ve kültürel savaş ortamında, toplumun temel yapıtaşı olan ev hanımlarını korumak için fert ve devlet bazında ne gibi tedbirler alınmalı?
Bir kere ev hanımlarının özlerini kaybetmemeleri gerekiyor. İyi çocuk yetiştirmek ve annelik yapmak iyi bir fabrika kurmaktan daha kıymetlidir. Anneliğin değerini düşüren topluluklar kendilerine zarar veriyor. Anneliği bu yüzden en önemli meslek olarak görmek gerekiyor. Hatta devletimizin onlara zorunlu sigorta yapması gerekiyor. Bu onların özgüvenini artıran bir uygulama olacaktır. Böyle yapılırsa evde kadının çocuğuyla ilgilenmesi külfet olarak algılanmayacaktır. Çocukla ilgilenmek külfet olarak görüldüğü için bazı çocuklar anne babasını tanımadan büyüyorlar. Toplumlarda bekâr bireyler veya geç evlenen insanlar çoğalıyor. Böyle giderse bu, 50 sene sonra herhalde dünyanın sonuna sebep olur. Kaliforniya’da 3. cinsel kimlik eşcinsellik olarak ortaya çıktı, çünkü kimse evlenmiyor. Bu anlayışın neticesi olarak, bütün dünyanın burası gibi olduğu düşünülürse bu, dünyanın sonu olur. Aileyi dağıtarak bu işler yürümez. Hatta bazı aile terapistleri “evlenenlerin yarısı boşanıyor, başarısız bir kuruma yatırım yapılmaz, evlilik yapılmaz” diyerek nikâh karşıtı gruplara destek oluyorlar. Bunun bedelini çocuklar ödüyor.
“Ev hanımlığı” mesleği fedakârlık, adanmışlık gerektiren bir meslektir. Birçok ebeveyn buna tahammül edemeyerek çocuklarını bakıcıya teslim ediyorlar. Çocuklar bu nedenle anne ve babanın varlığından mahrum kalıyor ve mağdur duruma düşüyor. Psikolojisi tam oturmuyor. Bu nedenle biz, bakamayacak olanlara çocuk yapmalarını tavsiye etmiyoruz. Eğer çocuğu külfet olarak görüyorsanız onların sorumluluğunu taşıyamazsınız.

“Ev hanımlığı”nın yeniden tanımlanması mı gerekiyor? Ev hanımlığına yüklenen anlam ve toplumun bakış açısı mı değersizleştiriyor onu?
Ev hanımlığına kelime olarak yüklenen anlam onu bir bakıma ucuz işçi gibi gösteriliyor. Erkek de bunu göremezse eğer, bunun sonucunda çatışma yaşanıyor. Aslında ev hanımlığını devletin meslek olarak tanımlaması ve bunun sigorta sisteminin içerisine dâhil edilmesi gerekiyor. Böyle yapıldığı takdirde bizim yapacağımız işler kolaylaşır, ev hanımlarının önemi artar. Üretimin “annelik” olduğunun kabul edilmesi gerekiyor.
Burada kadının yaptığı işi erkekler anlasa sorunlar çözülür. Kadınların sosyal yaşamda ve özel hayatında birçok rolü vardır. Evde, işyerinde, eşine ve çocuklarına karşı farklı roller üstlenir. Aynı şekilde erkeklerin de birçok yönü vardır. Baba, eş, iş adamı rolü vardır. Kadın evlendikten sonra sorumluluğunu ihmal edip evine değer vermezse ev kadınlığı kavramını yıpratmış olur.
Ev hanımlarının, işini dünyanın en iyi mesleği gibi görmesi gerekiyor. Nasıl evdeki kıyafetle dışarıdaki kıyafetimiz farklıysa, ev hanımının da farklı rollere bürünmesi en uygun olanıdır. Salonda misafir geldiğinde oranın protokolüne uygun hareket ederken, yatak odasında bir “kabare kızı” olmalıdır. Ev hanımlığını bulaşık yıkamak, yemek yapmak gibi görürsek eğer, onları zaten makineler de yapıyor. Kadının işini duygusal olarak yapması gerekiyor. Çocuklara annelik yapmak, evde birleştirici olmak duygusal bir hizmettir. Bu pek göze çarpmıyor ama eksikliğinde varlığı hissediliyor. İhmal edildiği zaman da boşanmalar ortaya çıkıyor. Çünkü çocuk yetiştirmek ağaç yetiştirmek gibidir. İyi çocuk yetiştiremiyorsa o aile bireylerinde problem vardır. Bunu gördüğümüz zaman ev hanımlığı en az “öğretmenlik” gibi önemli bir meslek olarak algılanacaktır. Bunun için ev hanımları onore edilmesi gereken insanlardır.


“Ev hanımlığı” tabirinin içi gerek toplum gerekse fertler tarafından bir şekilde boşaltıldı. Artık bu meslek küçümsenir hale geldi. İnsanlar, aslında “Toplum Mühendisliği” diye bir meslek olmadığı halde kendilerini böyle ifade ederek şahsiyetlerine bir değer atfediyorlar. Ev hanımlığının ismini mesela “Aile Mühendisliği” şeklinde yeniden isimlendirmek buna verilen değeri tekrar kazandırır mı?
“Aile Mühendisliği” aslında ezber bozacağı için söylenebilir. Ama kabul edilip tutar mı bilemiyorum? “Aile Mühendisliği” konuyu tartışmak için söylenebilir. Ev hanımlığı meslek olarak ailenin bir bakıma iç işlerinde karar vericisidir. Onlara değerini belirtmek ve iyi hissetmelerini sağlamak için bu söylenebilir. “Ev hanımlığı” kariyer basamağı olarak görüldüğü takdirde daha da yararlı olabilir. Bu kavramları yeniden tanımlamak çok güzel bir düşünce tarzı olacaktır. Bunu düşündüğünüz için sizi kutluyorum.

ABD’de ideal aile tipinde ev hanımlığı ön plana çıkarılıyor. Bizde ise tam tersi bir durum söz konusu... Bunun sebebi nedir acaba?
1960’ların Avrupa’sında ev hanımları çalışan kadın gibi görüldü. Bu durum kadınlara zarar verdi. Kadınlar, erkeklerle eşit duruma gelmek için aynı ortamda daha çok bulunur hale geldi. Erkek feministlerinin hoşuna gitti bu. Evlilik ve nikâh olmadan birliktelik yaşadılar. Ama bu durumda kadın ve çocuk mağdur oldu. Bu, kadını ve çocuğu özgürleştirmekten çok yalnızlaştırdı. Şimdilerde işte bu yüzden aile bağlarını güçlendirmek istiyorlar. Bu kavramı kaybettikten sonra değerini ancak anlayabildiler. O yüzden de bazı çalışmalar yapıyorlar. Sosyal duygular zayıflayınca bunu tekrar kazandırmak için kadının evdeki değerini artırmak gerekli. Kadınlar kendilerini özgür hissettikçe ev hanımlığı kavramı hak ettiği yere kavuşacaktır. Ama bizim bu konuyu irdelememiz ve çözüm yolarına ulaşmamız gerekli... Amerika’da yapılan araştırmalarda ve tartışmalarda kadının özgürleşmesinin evindeyken ve ekonomik özgürlüğünün sağlandığı takdirde gerçekleştiği ortaya çıktı. Kadının çalışması değil, evinde olması, çocuklarının annesi olması ve özgür olması önemli bir faktördür.
 
bu yazı oldukça uzun arkadaşlar ama mutlaka okuyun, nevzat tarhan sevdiğim ve ciddiye aldığım bir psikyatristtir,

sıkılmadan okuyun işin iç yüzünü biraz daha anlarız o zaman
 
ben kapalı falan değilim ama dinimizin bana ters gelen konularda da bir bildiği vardır diyerek saygı duymuşumdur.

aşağıda yazılanları üç yıl önce okusaydım kızardım ama bu gün dinimizin aslında her konuda ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım,

lütfen okuyun, haklarınızı bilin

benim gibi güme gitmeyin

Kadının, evlilik akdiyle tahakkuk eden temel hakları mehir, nafaka ve mesken olmak üzere üçtür.

I. Mehir:

Mehir, evlenirken erkeğin nikâhı altına aldığı kadına vermek üzere aralarında kararlaştırdıkları para veya maldır. Mehir, kadının kendi hakkıdır. Onunla çeyiz yapmak mecburiyetinde değildir. Erkeğin, bu meblağı kadına ödemesi, üzerine şarttır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde:

"Aldığınız kadınlara mehirlerini seve seve verin! Şayet ondan birazını kendileri gönül hoşluğu ile bağışlarlarsa, onu da içinize sine sine yiyin!" buyurur. (124)

Bu âyet-i kerîme, erkeklerin, kadınlara mehirlerini vermelerinin vâcib olduğuna delâlet eder. Mehir, annenin, babanın veya velînin değil, kadının Allâh tarafından belirlenmiş en tabiî hakkı ve hayat garantisidir. Bu, erkek tarafından verilen bir nevî tazminattır. Harcama sahası, meşrû çerçevede tamamen kendi irâdesine bağlı olmakla beraber, kocası ile istişarede bulunması da âile saâdeti için daha uygundur. Kadın, mehrini ya da, varsa diğer mal varlığını, hayır yolunda harcayabileceği gibi, ticârî işletmelerde de kullanabilir. Çünkü kendi sosyal güvenliği, evlenmekle garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için gerekli bütün zarûrî harcamalar, kocasının üzerinedir.

Mehrin çoğuna bir sınır yoktur. Âyet-i kerîmede:

"Onlardan birisine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden birşey almayın!" (125) buyurulur.

Hz. Ömer (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in eşi ve kızları için en çok 480 dirhem gümüş para mehir uyguladığını dikkate alarak, kendi hilâfeti zamanında mehri en çok 400 dirhemle sınırlamak istemişti. (O devirde beş dirhem, yaklaşık bir kurbanlık koyun bedeliydi.) Hz. Ömer (r.a.), minberden indikten sonra Kureyşli bir kadın, yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okuyarak, Allah Teâlâ’nın mehir için bir sınır getirmediğini, aksine kadınları yükler dolusu mehre lâyık gördüğünü söyledi. Bunun üzerine yeniden minbere çıkan Hz. Ömer (r.a.), şöyle demiştir:

"Size kadınlarınız için 400 dirhemden fazla mehir vermenizi yasaklamıştım. ısteyen, malından dilediği kadar mehir verebilir." (126)

Mehrin en az miktarına dâir ise, çeşitli görüşler ileriye sürülmüştür. Hanefî mezhebine göre, mehrin en azı on dirhem gümüş veya bunun karşılığıdır. (127)

Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahâbîye Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, mehir olarak birşeyler vermesini bildirmiş, ancak erkeğin fakir olduğunu görünce:

"Demirden bir yüzük bile olsa, evde araştır ve getir!" buyurmuşlar. Adam bunu da temin edemeyince, onu bildiği Kur’ân-ı Kerîm karşılığında bu kadınla evlendirmiştir. (128)

ıslâm Dîni’nde evlenme güçleştirilemez. Bilakis neslin çoğalması, fuhşun ortadan kalkması için kolaylaştırılır. Binâenaleyh mehrin, erkeğin durumuna göre fazla olmaması makbuldür. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Mehrin en iyisi az olanıdır." (129) buyurur.

Mehir, iki kısma ayrılır:

1. Mehr-i müsemmâ: Mehir, evlilik akdi sırasında taraflarca tesbit edilmişse, buna mehr-i müsemmâ denir. Bu da kararlaştırılan ödeme şekline göre ikiye ayrılır:

a. Mehr-i muaccel: Tesbit edilen mehir, peşin ödenecekse, buna mehr-i muaccel denir.

b. Mehr-i müeccel: Mehrin, kısmen veya tamamen ödenmesi, ilerdeki bir tarihde olacaksa, buna da mehr-i müeccel denir.

2. Mehr-i misil: Nikâh akdi sırasında mehir, hiç zikredilmez veya usûlüne uygun bir şekilde takdîr edilmezse, mehr-i misil tahakkuk eder. Mehr-i misil, kadının emsâline bakılarak takdîr edilen mehirdir.

Aslında mehir, evlilik süresinde kadın için bir yedek akçe niteliğindedir. Çünkü beklenmedik bir zamanda kocasını kaybetmesi veya boşanmaları durumunda, kendisine yeni bir hayat programı hazırlayıncaya kadar, mehir ona destek sağlar.

Görüldüğü gibi ıslâm Dîni’nde kadın, geçim konusunda hiçbir derdi ve endişesi olmayan, yani alabildiğine sosyal güvenliği bulunan bir insan konumundadır.

II. Nafaka:

Nafaka, normal bir hayat yaşayabilmesi için gerekli olan mesken, yiyecek, içecek, giyecek ve tedâvî masrafları nafaka mefhumu içinde yer almaktadır. (130)

Bir kadın, evlenip kocasının evine yerleştikten sonra, onun yiyecek, içecek, elbise ve mesken masrafları kocasına âiddir. Bunlar, isrâfa kaçmadan ve cimrilik de etmeden eşlerin sosyal seviyelerine göre sağlanır. Eşlerin her ikisi de zengin ise, buna uygun harcama yapılır. ıkisi de fakir ise, kadın kocasından, zenginler seviyesinde bir harcama isteyemez. Birisi zengin, diğeri fakirse, ortalama bir yol izlenir.

Nafaka ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

"Annelerin yiyecek ve giyeceği, gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına âiddir." (131)

"Hâli vakti geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin! Rızkı kendisine daraltılan fakir de, nafakayı Allâh’ın ona verdiğinden versin! Allâh hiçbir kimseye, ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allâh, güçlüğün arkasından kolaylık ihsân eder." (132)

Erkek, gücü oranında hanımının ve çocuklarının nafakasını helâl yoldan sağlamak zorundadır. Kadını, nafaka kazanmaya ve bunun için çalışmaya zorlayamayacağı gibi, başka bir yolla da âile bütçesine katkıda bulunmaya mecbur edemez. Hanımının ve çocuklarının rızkını helâlinden sağlamak, erkeğin, çoluk çocuğuna karşı en önemli vazifelerinden birisidir. Hatta koca fakir, kadın zengin olsa, yine de âilenin geçimini sağlamak kocanın görevidir.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de erkeğin, âilesinin geçimini sağlamak hususunda cömert olmaya dâvet ederek buyurur:

"Kişinin ehline (eşine ve çocuklarına) sarfettiği şey sadakadır." (133)

Bu anlamda bir başka hadîs-i şerîfde:

"Âilene yaptığın her harcamadan, hattâ hanımının ağzına koyduğun lokmadan bile sevap kazanırsın..." (134) buyurulur.

Açıkça görülüyor ki erkek, âilesine Allah’ın rızâsını gözeterek yaptığı her hizmet ve harcadığı her kuruş için sadaka sevâbı kazanmaktadır.

III. Mesken:

Evliliğin doğurduğu nafaka hakkının kapsamına giren hususlardan biri de mesken hakkıdır. Konu ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de:

"ımkân ve varlıklarınıza uygun olarak oturduğunuz yerde kadınları da oturtun!." (135)

buyurulur ki, kocanın hanımına bir mesken temin etmekle mükellef olduğunu ve bu meskenin de kadının sosyal durumuna uygun olması gerektiğini ifâde etmektedir. Bu mesken, müstakil bir ev olabileceği gibi, dayalı döşeli bir dâire de olabilir.

ıkâmetgâhı belirleme hakkı, kocaya âiddir. Ancak eşlerin oturacağı mesken, sağlığa elverişli olmalı, oturulan bir yörede bulunmalı, iyi komşulu olmalı, bir ev için gerekli mûtâd eşyâya sahip bulunmalı, diğer yandan kocasının hısımları aynı meskende oturmamalıdır. Ancak kadın, onlarla birlikte oturmayı kabul eder ve hizmetlerini görürse, bu onun ahlâkının güzelliğindendir.(136)
 
"evli ve çalışan kadınların dış işlerin yanında aynı zamanda ev işlerindeki rolünün de azalmaması yani iki gücün de tek kadının sırtına yüklenmesi."
bu sorun tamamiyle çağı atlayıp kafaları beraberinde getirmemekle eski çağda bırakmakla ilgilidir. yani hem modern çağda kadın çalışmalı diyeceksiniz ama ev işlerinde eşitliği savunmayacaksınız. kadının da hem çalışırım hem de evin tüm işlerini kendim yüklenirim demesi zulümden başka birşey değildir ki
ev hanımlığının yüceltilmesi yazısına dönersek... malumunuz bu ülkede başörtülü kardeşlerimizin okula gidememesini ne güzel ana olacak kızlarımız evinde oturuyor bu yasağı destekliyorum diyen siyasetçiler de biliyoruz... kadının güçsüzleştirilmesi için hoş kılıflar bunlar.... yanlış anlaşılmasın feminizm savunucusu falan değilim zaten feminizmde tamamen kadın güçlüdür anlayışı hakimdir. yalnızca kadın ve erkeğin birbirini tamamlayıcısı olduğundan söz ediyorum. yani ev hanımlığı kavramıyla kapitalist sistemin dayatması olan meltem tipi kadının kıyaslamasına da pes doğrusu. eşitlik savunucuları zaten kadının dişi kısmının ön plana çıkmasına da karşıdır.
 
ben kapalı falanım, (ne demeksebenneyaptımki), bir teknik üni mezunu mimar olmak üzereyim, çalışacağım da, ama çocuğum olduğu vakit en az 3 sene bırakacam o işi. arz ederim. benneyaptımki
 
Son düzenleme:
yukarıki yazıda nevzat erdem ev hanımlığını övüyor ama erkek kısmına ağzının payını veriyormu? özellikle türk toplumunda çoğu erkek kadın üzerindeki ekonomik hakkını kötüye kullanıp fiziksel ve psikolojik istismar yapıyor demiyor...
 

Aynen katılıyorumCADIARZUCADIARZU birde ev hanımlığı iyidir çalışmak kötüdür yada ev hanımlığı kötü bütün kadınlar çalışmalıdiye bir şey yok ikiside doğru değil bu kişisel tercihtir isteyen çalışır isteyen çalışmaz yazının yarısını okudum tek dediği feministler ev hanımlığını aşağıladı katılmıyorum bu fikre şakkıdı çoğu hakkı kadınlar feministler sayesinde elde etti evde otur dur sen birileri senin yerine savaşsın oh ne ala :1closedeyes::1closedeyes:
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…