Kitap okumaya var mısınız ? Kafe Kitap



Kitaplarında asla kaba siyasi söyleme kaçmayan ancak tavrını en net biçimiyle her zaman korumuş olan Orhan Kemal, Üçkâğıtçı adlı bu çalışmasında, politik hayatın kirli yüzünü ele alıyor. Sahtekârlığı ve dalkavukluğu ile kendine bir yaşam kuran Üçkağıtçı, meclise de girerek yerini sağlamlaştırır. Müfettişler Müfettişi'nin devamı niteliğinde olan bu kitapta Türkiye'nin yaşadığı "şaibeli" seçim dönemlerini ele alan Orhan Kemal, bir kez daha toplumun aynası olmaya devam ediyor.

(dr.com.tr)
 


Türk edebiyatının en özgün ve gerçekçi yazarlarından Orhan Kemal, yazdığı roman, oyun ve öykülerin hepsinde yoksul, hayatla mücadele etmek zorunda olan ama umudunu, yaşama sevincini kaybetmeyen insanlardan söz eder. Elli Kuruş'taki sekiz öykü, yine aynı dünyanın çocuklarını anlatıyor.

(dr.com.tr)
 
İnsanlar bizim ölümü kutladığımızı sanırken, biz aslında doğumu kutluyoruz çünkü ölüm yoktur, hiçbir
şey ölmez, yalnızca şekil değiştirirler. Yaşam bir şekilden diğerine göçeder; bu yüzden birisi ölürken
onu seven herkesin mutluluk duyması gerekir çünkü o yalnızca görünüşte ölmektedir. Bizim açımızdan
ölüyor gibi görünürken, diğer açıdan yeni doğmaktadır.
 



Hayatta her şeyin bir sebebi olduğuna inanırım.. senin böyle bir sözü buraya yazman ve benim görmem.. geçen sene trafik kazasında kaybettiğim annemin acısını, anneler günü yaklaşırken televizyonların fişini çekip dışarı mümkün olduğunca reklamlardan kaçabilmek için çıkmamam..


İçimde ufak bir filiz yeşerttiğin için minnettarım..
 
Yalnızca başkalarının ölümüne tanık oldunuz, hiç kendi ölümünüze tanık oldunuz mu? Başka birini
ölürken izlediğinizde bunu ölüm deneyimine bir katılımcı olarak değil de, dışardan biri olarak
yaparsınız. Deneyim yalnızca ölen insanın içinde gerçekleşir.
Siz yalnızca onun artık soluk almadığını, bedeninin soğumaya başladığını ve nabzının atmadığını
bilirsiniz. Ancak yaşam yalnızca bunların toplamından mı oluşur? Yaşam yalnızca soluk almak mıdır?
Yaşam yalnızca kalp atışlarından, kan dolaşımından ve vücut ısısından mı ibarettir? Eğer yaşam buysa
tüm bu çabaya değmez. Yaşamım yalnızca soluk almamdan oluşuyorsa, soluk almayı sürdürmemin ne
anlamı var?
 

Ruhlar asla ölmez.

Ölen sadece beden.
 

toprağı bol olsun.
üzülmek, insanların bencilliğidir diye düşünüyorum.
çünkü insan sevdiği insanı kaybettiği için üzülüyor, sevmese üzülmez insan.
onun ne halde oldugunu bılmıyor, çünkü onun tatdıgı şeyi tatmamış olduğundan dolayı.

kısacası, merak etme annen şuan ruh olarak özgür
biz sıkıştık ve o günün gelmesı bizim için yeniden doğuş olacak :)
 
Bir an için, ölümün var olmadığı, kimsenin ölmediği bir dünya canlandırın zihninizde. "Ölümden sonra
ne gelir?" sorusu, cennet, cehennem kavramları bir anda anlamlarını yitirir. Ve ölümsüzleştiğiniz
zaman Tanrının sizden ne üstünlüğü kalır? Şu anda O, ebedi yaşamı, siz ise anlık bir olguyu, bir sabun
köpüğünü, bir an sonra yokolabilecek bir şeyi temsil ediyor, bu yüzden de korku duyuyorsunuz, işte
bu korku, arayışa neden oluyor. Ölümün ne olduğunu ve ölümden sonra geriye bir şey kalıp
kalmadığını merak ediyorsunuz. Ölümden sonra geriye bir şey kalmadığını söyleyenler dindar değiller.
 
Ruhlar asla ölmez.

Ölen sadece beden.


Ve ben şuna inanırım ki ruhlar arasındaki iletişim kopmaz.

Sen mutluysan annenin ruhu da huzurlu olur, mutsuzsan da huzursuz...

Bu yüzden, mutlaka zor gelir ama elinden geldiğince mutlu olmaya çalış ki o da orda rahat etsin.
 
Son düzenleme:
Ölüm korkusu bu sözde-dinleri yarattı. Şu anda, tarihte ilk kez, dünya küresel bir yokoluşun eşiğine
gelmiş durumda. Şimdiye kadar ölüm yalnızca bireyseldi; insanlar ölse de, toplumlar, dünya, yaşamını
sürdürüyordu. Evet, insanlar geldiler ve gittiler- yaşlılar öldü, çocuklar doğdu-ama süreklilik hep vardı,
yaşam hep vardı. Evet, bireysel olarak yaşam-ölüm sorunu vardı ama o da yalnızca bireyi
ilgilendiriyordu.
Din adamları için bireyi istismar etmek oldukça kolaydı. Birey kendi başına çok küçük, çok güçsüz ve
kısıtlıydı ve öleceğini de biliyordu. Ölümden sonra yanında götürebileceği, ölümsüz, ebedi bir şey
bulabilmek için din adamının yardımına ihtiyacı vardı. Din adamının vaadettiği de buydu zaten. Ama
bu hiçbir zaman tüm toplumu ilgilendiren bir sorun haline gelmemişti.
 
Yaşam Efsaneleştirilmemelidir
Batı, tek yaşama sahip olunduğuna dair inancını değiştirmedikçe, bu ikiyüzlülük, bu vazgeçememe, bu
korku da değişemeyecektir. Yaşam tek değildir; bir çok kere yaşadınız ve bir çok kere daha
yaşayacaksınız. Bu nedenle bir sonraki ana geçmek için acele etmeden, her anı olabildiğince bütün
olarak yaşamaya çalışın. Zaman para değildir, tüketilemez, zaman zenginlere olduğu kadar yoksullara
da eşitçe sunulmuştur. Zaman sözkonusu olduğunda zenginler daha zengin, yoksullarsa daha yoksul
değildir.
Yaşam sonsuz bir döngüdür.
 
Yüzeydeymiş gibi görünen bu inanış, aslında Batı dinlerinde oldukça derin köklere sahiptir. Size
yalnızca yetmiş yıl ömür biçmekle büyük cimrilik ediyorlar! Hesaplamaya çalıştığınızda ömrünüzün
üçte birini uykuya, diğer üçte birini yiyecek, giyecek ve ev masraflarınızı karşılayabilmek için
çalışmaya harcadığınızı göreceksiniz. Geriye kalan kısa zaman ise eğitim, futbol maçları, filmler, saçma
sapan tartışma ve kavgalara gidiyor. Bu durumda yetmiş senelik ömrünüzün yedi dakikasını bile
kendinize ayırabilmişseniz eğer, bence bilge biri sayılırsınız!
 
İnsanlar her şeyde aceleci davranıyor. İş çantalarını kapıp içine bir şeyler tıkarak, karısını öpen- kendi
karısı mı yoksa başkasının karısı mı olduğunu bile görmeden- çocuklarına, "Hoşçakalın" diyerek evden
fırlayan adamlar gördüm. Böyle yaşanmaz! Hem bu hızla nereye yetişeceğinizi sanıyorsunuz?
Batıda mistik bir gelenek yoktur. Batı dışa dönüktür; dışarıya bak, görülecek çok şey var. Ama insanın
içinde yalnızca iskelet olmadığının farkında değiller; iskeletin içinde daha başka bir şey de vardır. Bu
sizin bilincinizdir. Gözlerinizi kapayınca karşınıza çıkan iskeletiniz değil, yaşam kaynağınızın ta
kendisidir.
 
İnsan kendi bilincine vardığı anda artık fani değil ölümsüzdür. Aslında en başından itibaren
ölümsüzken, bir yanlış anlaşılma yüzünden kendini fani, bir gün ölecek olan bir varlığa indirgemiştir.
İçinizde barındırdığınız yaşam ve bilinç sonsuz ve ölümsüz olduğu halde, ölümden korkmaya devam
ediyorsunuz çünkü her gün birinin öldüğünü görüyor ve her ölümde de kendi ölümünüzü
anımsıyorsunuz.
Şair der ki, "Hiçbir zaman çanlar kimin için çalıyor diye sorma; çanlar senin için çalıyor..."

Söylediğinde bir doğruluk payı var; her ölüm semboliktir; sizin de aynı kuyrukta beklediğinizi ve bu
kuyruğun gitgide kısaldığını gösterir. Her gün ölüme bir adım daha yaklaşıyorsunuz. Aslında dünyaya
geldiğiniz gün sizin doğduğunuz değil, ölmeye başladığınız gündür. O günden beri de her gün biraz
ölmeye devam ediyorsunuz. Her doğum gününüzde ölüm size bir yıl daha yaklaşıyor.
 
Son düzenleme:
Yayati adında büyük bir kral tam yüz yaşına kadar dopdolu yaşamış ve yaşamın sunabileceği her türlü
keyfi tatmıştı. Ölüm bir gün Yayati'nin kapısını çalıp, "Hazırlan," dedi. "Vaktin geldi ve seni almaya
geldim."
Yayati ölümü görünce, birçok savaşta bulunmuş kahraman bir savaşçı olmasına karşın titremeye
başlayıp şöyle dedi, "Ama henüz çok erken."

Ölüm, "Çok mu erken?"diye yanıt verdi. "Yüz senedir hayattasın. Çocukların bile yaşlandı. En büyük
oğlun seksen yaşında. Daha ne istiyorsun?"

Yayati'nin yüz tane karısı olduğu için, yüz tane de oğlu vardı. Ölüme sordu, "Bana bir iyilik yapabilir
misin? Birini almak için geldiğinin farkındayım. Oğullarımdan birini ikna edebilirsem, onun canını alıp
beni yüz yıl daha rahat bırakır mısın?

Ölüm şöyle yanıt verdi: "Senden başkası kendini hazır hissediyorsa onu almakta hiçbir sakınca
görmüyorum. Ama sanmıyorum- sen babaları olduğun, hepsinden uzun yaşayıp her şeyin keyfine
vardığın halde kendini hazır hissetmiyorsan, oğullarından biri nasıl hissedebilir?"

Yayati yüz oğlunu çağırdı. Daha yaşlı olanları sessiz kaldılar. Ortada büyük bir sessizlik vardı, kimse bir
şey söylemiyordu. Yalnızca henüz onaltı yaşında olan en genç oğlu ayağa kalkıp şöyle dedi, "Ben
hazırım." Ölüm bile bu genç çocuk için üzülüp, "Belki de sen fazla safsın. Baksana, diğer doksandokuz
kardeşin tamamen sessiz kalıyor. Bazısı seksen, bazısı yetmişbeş, bazısı yetmişsekiz, bazısı yetmiş,
bazısı altmış yaşına kadar yaşamış ve daha da yaşamak istiyorlar. Sen henüz hiçbir şey yaşamadın.
Ben bile senin için üzülüyorum. Tekrar düşünmelisin." diye uyarıda bulundu.

Oğlan, "Hayır!" dedi. "Onların bu halini görünce kararımdan iyice emin oldum. Benim için üzülme;
mutlak bir farkındalıkla gidiyorum. Babam bile yüz yaşında hala tatmin olamamışsa, burada olmanın
ne anlamı var? Ben nasıl tatmin olabilirim? Doksandokuz ağabeyimin de tatmin olamadıklarını
görüyorum. O zaman neden vakit harcayayım? En azından babama bu iyiliği yapabilirim. Bu yaşlı
haliyle, bırakalım yüz yıl daha keyif sürsün. Ama benim için bitti. Kimsenin tatmin olamadığını
görünce, yüz yıl bile yaşasam yine de doyamayacağımı kesinlikle anladım. Bu yüzden bugün
gitmemle, doksan sene sonra gitmem arasında hiçbir fark yok. Lütfen beni al."
 
Ölüm genç oğlanı aldı. Ve yüzyıl sonra geri geldi. Yayati yine aynı durumdaydı. "Bu yüz yıl çok hızlı
geçti."dedi. "Yaşlı oğullarımın hepsi öldü. Ama bir önerim daha var. Sana başka bir oğul verebilirim.
Lütfen bana acı."
Bu böyle devam etti, hikaye bin sene böylece sürüp gitti. Ölüm on kez Yayati'yi ziyaret edip,
dokuzunda oğullarını aldı, Yayati de yüz yıl daha yaşadı. Onuncu kez geldiğinde Yayati şöyle dedi:
"Hala beni almaya ilk kez geldiğin zamanki kadar tatmin olmamış durumdayım. Ama bu sefer
istemeye istemeye, gönülsüzce de olsa geleceğim çünkü senden bana bir iyilik daha yapmanı

isteyemem. Bu çok fazla olur. Hem bir şey kafamda kesinleşti ki, bin senede tatmin olamadıysam,
onbin senede bile olamam."
Bu bağlanmaktır. Yaşamaya devam edebilirsiniz ama ölüm düşüncesi aklınıza geldikçe titremeye
başlarsınız. Hiçbir şeye bağlı değilseniz, ölüm şu anda da gelse onu memnuniyetle karşılarsınız.
Onunla gitmeye kesin olarak hazır olursunuz. Ölüm böyle bir insanın karşısında yenilgiye uğrar. Ölüm
yalnızca her an duraksamaksızın ölmeye hazır olan insanların karşısında yenilgiye uğrar. İşte bu
insanlar ölümsüzleşir, birer Buda'ya dönüşürler.
 
Son olmasına rağmen bir sonraki dersi dört gözle bekliyordum. Elise, Bethanne ve Courtney, yuvarlak şişleri kullanarak birer çift çorap örmüş, çoktan ikinciye geçmişti.Bir kez daha birbirinden farklı üç kadının örgü örmenin yaşattığı mutlulukla bir araya gelmesinden etkilenmiştim.Bunların hepsine sessizce tanıklık etmiş, hayatlarının birbirine bağlanmasını hayretle izlemiştim..
-Bir yumak mutluluk'tan...
 
Her gün yeni yıldızlar doğup eskileri ölüyor, yaşam ve ölüm sürekli bir çember çiziyorlar. Eğer yaşam
günse, ölüm de gecedir- yani günün karşıtı değildir; yalnızca dinlenmek, uyumak, yeniden canlanmak
için gerekli bir zamandır
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…