2014 Mayıs Anneleri

BEBEKLERİNİZİN CİNSİYETLERİ NE OLACAK?


  • Ankete Katılan
    513

aile hekimine git yaptır boşuna para verme özele


17.haftada asıya cağıracakmış aile hekimi ben kayıt oldum doktorum soğuk nevale
 

Canim benim eksik bilgilerim var. 57 kilo. Corum da yasiyorum. Hic cocuk yok henuz :)
 
Gunaydınnnnnn mayısı bekleyenlerrrr
kıslıklar cıktı..bır sonrakı degısımde karnımız burnumuzda gun sayıyor olacagız..hayırlısı ıle ınsaellah..
 
sutu peynırı ve -mumkunse kendı mayaladıgımız- yogurdu unutmuyoruz.
max 1 tam cevız ve 1tam yumurtayı
et balık tavuk grubundan bırını (bence bu grubu sınırsız tuketebılırsınız- eh elbet bı yerde durursunuz)
Bagırsak ıcın ya kuru kayısı+su kombınazyonu ya da 1tatlı kasıgı zyag+1/2lımonsuyu kombınasyonunu kullanın.
meyveyı cokkk abartmayın.. muz ozellıkle.
muzu ya hergun az az tuketın ya da hıc tuketmeyın.
(hergun tuketırsenız bagırsagınızı olumsuz etkılemez amma ara ara tuketırsenız bagırsagınız da hassas ıse kabızlık
onemlı o sebeple dıkkat)
adacayı papatya zaten ostroyu cok almamak bebegı kaybetmemek ıcın (aman ha!) tuketmıyoruz
bıtkı caylarına da soyle bı temkınlı yaklassak ıyı...
zencefıl rezene ıhlamur gıbı bebeklere de verılebılenler harıc tabı.
E kıs mevsımının nımetlerınden yanı baklıyatlardan tuketmek ala olur.
sınırlı tuketmekte fayda var.
pırıncı hayatınızdan cıkarım (derım nacızane)
bulgur ne gune duruyor.
Bugday haslayın bır gun posetleyıp dolaba kaldırın..
yemeklerde corbalarda salatalarda bol bol kullanın.
Valla bugdayın (yarma da dıyen var bız karadenızlıler kendıme derız) bu donemdekı faydasını anlatsam anlatsam anlatsam..
ruseym de alabılırsınız.. bugdayın copudur.. sute yogurda koyup tuketebılırsınız.
Ben yogun antrenman donemlerımde cok kullanırım.
Enerjınız tavan kılonuz taban olur benden soylemesı.
Ya valla ısın ozetı cok cok cok eskı cag beslenmesıdır bu donemın ozetı.
Oyle unluymus ekmekmıs.. makarna pırıncmıs.. tuketmeyelım valla bı faydasını gorursunuz bı faydasını.. aman yanı!!!
offffffffffffff cok konustum yıne..
 
Anne – Baba Adayları Sağlıklı Bir Bebek Sahibi Olmak İçin Nasıl Beslenmeli?

Prof. Dr. Ahmet Aydın, hepimizin ilgiyle takip ettiği önemli bir isim. Hazırladı
ğı “Beslenme Bülteni” isimli site ise başta anneler olmak üzere herkesin çok faydalanabileceği bir kaynak. Az sonra okuyacağınız yazı da “Beslenme Bülteni”nden alınmıştır. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

Editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın ile yaptığımız söyleşiler devam ediyor. Bu seferki konumuz ‘gebelik öncesi ve gebelikteki beslenme. Bizce çok önemli olan bu yazıyı özellikle çocuk sahibi olmak isteyen anne-baba adayları kaçırmasınlar.

Anne ve baba adaylarına genellikle sorulan bir soru vardır ‘kız mı bekliyorsunuz, oğlan mı? diye. Çoğu kez verilen cevap şudur; ‘sakat olmasın, eli yüzü düzgün olsun, cinsiyeti önemli değil’. Gerçekten de doğacak bebeklerinde şekil bozukluğu olasılığının olması anne ve baba adaylarının korkulu rüyası. Bu sakatlıkların önlenmesinde anne-baba adaylarının beslenmelerinin önemi var mı?

Evet, anne-baba beslenmesi ile doğuştan (konjenital) şekil bozuklukları (malformasyon, deformasyon) arasında ciddi ilişkiler mevcut. Doğal beslenen kabile topluluklarında doğuştan dudak-damak yarıkları, omurilik fıtıkları, kalp şekil bozuklukları gibi anormallikler neredeyse hiç görülmüyor.

Tüm yenidoğanların % 2-3′ününde yapısal majör anormallikler var. Bunların başında sırasıyla merkez sinir sistemi, kalp ve böbrek-genital organ anormallikleri geliyor(1). Bu sayı yalnız doğumda fark edilebilen anormallikleri içermekte ve özellikle renal/kardiyak sisteme ait, doğumdan sonra tespit edilen anormallikler eklendiğinde oran %5′e çıkıyor. Minör anormallikler ise doğal olarak çok daha fazla.

Yapısal bozuklukların yanında diyabet, kanser, alerji, geniz eti, bademcik, sinüzit, otizm, şizofreni, kanser ve kalp hastalığı gibi birçok hastalık anne karnındaki beslenme ile çok yakından ilişkili olabiliyor. Hatta çocuğun zekası ve güzelliği de beslenmeden çok etkileniyor. Yani anormal bir çocuğun doğması çoğu kez Allah’tan değil, kuldan!

Çok enteresan, yani bu hastalıklar genetik değil mi?

Fenilketonüri, hemofili ve talasemi gibi hastalıklar anne ve babanın taşıdığı bozuk genlerden kaynaklanıyor. Bunlar klasik Mendel kalıtımı ile geçen hastalıklar. Ama her doğuştan olan hastalık genetik değil. Hatta doğuştan olan hastalıkların çok büyük bir çoğunluğu bozuk genlere bağlı değil.

Vücudumuzun bütün fonksiyonları 30,000 kadar gen tarafından denetlenmekte. Yaygın kanının aksine birçok genin fonksiyonları değişmez değil; yani genler kader değil. Çevresel faktörler genlerin fonksiyonunu olumlu ya da olumsuz yönde etkiliyor.

Genler besinlerini almadan iyi çalışamıyorlar. Eğer genler iyi beslenirse ve toksinlere maruz bırakılmazlarsa fetüs (dölüt, cenin) sağlıklı olarak doğuyor. Genler kötü beslenirse fonksiyonlarını yerine getiremiyor; organlar ve uzuvların oluşması ve merkez sinir sisteminin olgunlaşması gibi biyolojik gelişim programlarının işlemesi aksıyor. Yani genlerin yapısı değişmiyor, ama fonksiyonları bozulabiliyor.

Eğer dedikleriniz doğru ise yani yediklerimiz doğacak çocuklarımızı etkiliyorsa, o halde ağzımıza attığımız her lokmada daha dikkatli olmamız gerekmiyor mu?

Evet son yıllarda öğrendiklerimize göre diyet, güneş, hava, su, ağır metaller, diğer kimyasal toksinler, biyolojik toksinler ve stres gibi çevresel faktörler gen dizilimini hiç etkilemeden, fakat fonksiyonlarını bozarak çok sayıda hastalığa neden olabiliyor (2).

Genleri elektrik düğmesine benzetebiliriz. Düğme açık ise sorun olmuyor, fakat kapalı, yani susturulmuş ise hastalıklar ortaya çıkıyor. Tabii hastalıklı genin susturulabilmesi ve bu şekilde hastalıkların düzelmesi de söz konusu. Son yıllarda genler ile çevresel faktörler arasındaki ilişkileri inceleyen yepyeni bir bilim dalı gelişti; epigenetik diye.

Bakın bu konunun önemini vurgulamak için size agouti geni taşıyan farelerle ilgili bir deneyi anlatacağım. Bu fareler normal hayatlarında şişman, kanser ve şeker hastası olurlar. Yapılan araştırmada bu farelere hamileliklerinde folik asit, B12 vitamini ve betain gibi metillendirici gıdalar verilmiş. Yavrular doğduğunda hiç birinin anne babaları gibi şişman, diyabetli ve kanser olmadığı saptanmış. Anne ve babalarından daha uzun yaşamışlar. Belli ki bu gıdalar bozuk genin etki etmesini engellemişler.

İnsanın gelişimi bağımsız fakat birbirleri ile bütünleşmiş kompleks biyolojik programlara bağlı. Gelişim programları döllenmeden hemen sonra faaliyete başlıyor. Bu programların çalışmasını başlatan ve anneden plasenta (döl eşi) yolu ile fetüse verilen spesifik besinlerin varlığına bağlı (3).

Bu besinlerden biraz bahseder misiniz?

Aslında her doğal gıda fetüsün sağlıklı olarak gelişmesi için çok önemli. Ama yine de bunlar içinde bazıları çok spesifik. Folik asit, D vitamini (güneş), A vitamini, B12 viamini, omega-yağ asitleri, kolesterol, iyot, çinko ve probiyotikler bunların başında geliyor.



Birçok hamile kadına gebelikleri sırasında diyabet araştırılması yapılıyor. Hekimler anne adaylarına eğer şekerlerini kontrol altına almazlarsa doğacak çocuklarında anormallik olabileceğini söylüyor. Şeker yüksekliğinin bu anormalliklerle ne ilişkisi var?

Diyabetik anne çocuklarında normal popülasyonda görülenin 2-6 katı daha fazla anormallik görülüyor (4). Bu gebelerde HbA1C (ortalama şeker düzeyi) ne kadar yüksek ise konjenital (doğuştan) anormallik sıklığı da o kadar yüksek oluyor.

Aslında bu kadınlar gebelik öncesi tam anlamı ile şeker hastası değil, gizli şeker hastaları. Yani metabolik sendromları var. Gebelik sırasında fizyolojinin değişmesine bağlı olarak gizli olan şeker hastalığı aşikar hale geliyor. Buna gebelik diyabeti deniyor. Gebelik diyabeti tüm gebe kadınlarda ortalama % 5-10 civarında görülmekte. Gebelik sonlandıktan sonra bu aşikar diyabetik durum kayboluyor. kadın tekrar gizli diyabet oluyor. Ama beslenmesini düzeltmezse yıllar içinde tekrar aşikar diyabet gelişiyor.

Gebeliğin özellikle ilk haftalarında HbA1C’nin (%6) ve yemek sonrası (2 saat) kan şekerinin 140-150 mg/dL’nin altında tutulması gebelik diyabetinde görülebilen şekil bozukluklarını ve iri doğumları azaltıyor (5). Fakat birçok kadın-doğum hekimi diyabet kontrolünü gebeliğin 24-28. haftaları arasında yapıyor ki bu bence çok yanlış.

Neden?

Çünkü organ taslakları gebeliğin ilk haftalarında oluşuyor. Şeker kontrolünün aylar sonra yapılmasının organ anormalliklerinin önlenmesi üzerine hiçbir etkisi yok. Gerçek anlamda rizikonun azaltılması isteniyorsa kontrole döllenmeden önceki aylardan itibaren başlanması gerekiyor. Bu da anne adayının döllenmeden aylar öncesi taş devri diyeti gibi undan-şekerden fakir bir diyeti yapmasını gerektiriyor. Türkiye’de doğurganlık çağındaki kadınlarda metabolik sendrom oranının yaklaşık %40 olduğunu söylersem tehlikenin büyüklüğünü daha iyi anlayabilirsiniz.

Bazı bebekler cılız doğuyorlar, bunlar da mı annenin beslenmesi ile ilgili?

Büyük ölçüde öyle. Düşük doğum tartılıların bir bölümü erken (prematüre) doğuyorlar. O nedenle doğal olarak kiloları düşük. Bir bölümü ise gününde doğuyorlar ama yine de kiloları düşük oluyor.

Bilindiği gibi normal gününde doğan çocukların kilosu 2.5-3.5kg arasında. Düşük doğum tartısı daha çok sosyoekonomik durumu iyi olmayan ve doğum öncesi dönemde izlenmeyen annelerde daha sık görülüyor. Gelişmiş ülkelerde sıklık %3-5. Az gelişmiş ülkelerde bu rakam prematüreler ile birlikte %20′lere kadar çıkıyor. Türkiye’de %15 dolaylarında. Bu çocuklarda yenidoğan dönemindeki ölüm oranı çok daha yüksek oluyor.

Gebelik sırasında yetersiz beslenme bebeği başka hastalıklara da maruz bırakabiliyor. 2.5 kg’ın altında doğan bebeklerin ileriki yaşamlarında diyabet, hipertansiyon ya da koroner kalp hastalığı olma olasılıkları, normal kilo ile doğan bebeklere oranla 10 kat daha fazla (6).

Siz hamilelerin kesinlikle balık yağı takviyesi almasını öneriyorsunuz. Gerçekten çok mu önemli?

Daha önce de anlattım, biliyorsunuz balık yağı en önemli omega-3 kaynağı. Yeni bir canlının oluşturulmasındaki en önemli ham maddelerden biri, omega-3 yağ asitleri. Maalesef modern beslenme tarzımız, omega-3 eksikliğine yol açıyor. Gebelik sırasında ise bu yağlara olan ihtiyaç müthiş artıyor. Annedeki eksiklik, anne gibi bebeği de etkiliyor. Bakın Danimarka’da 8927 gebe üzerinde bir araştırma yapılmış (7). Hiç balık yemeyenlerde prematüre ve/veya düşük doğum tartılı çocuk doğurma oranı %7.1 iken, haftada en az bir kez yiyenlerde bu oran %1.9 imiş.

Gebelik ve emziklilik dönemlerinde annelerinden omega-3 yağ asidi (balık yağı) takviyesi alan çocukların zeka bölümü (106.4) almayanlara oranla (102.3) yaklaşık 4 puan daha yüksek bulunmuş(8).

Omega-3’den fakir diyetler ile beslenen rhesus maymunlarının yavrularında görme azlığı, çok su içme, davranış bozuklukları ve bilişsel bozukluklar saptanmış(9). Anlayacağınız bu konu çok önemli.

Beyinin %60’ı yağdır. Bunun üçte ikisini omega yağ asitleri oluşturuyor. Bu yağ asitleri vücutta sentezlenmiyor. Mutlaka besinler ile alınması gerekiyor. Diyetimizde omega-6 yağ asitleri çok fazla ama omega-3 yağ asitleri oldukça az. Omega-6 yağ asitlerinden de maalesef omega-3 yağ asitleri oluşmuyor. Anlayacağınız bu durumda bütün organlarımız, özellikle de beynimiz tehlike altına giriyor.

Gebelik sırasında anneden cenine aktif omega-3 transferi oluyor. Bu durum annenin omega-3 depolarını ciddi olarak tüketiyor ve doğum sonu depresyona yol açabiliyor. 23 ülkede 14,532 kişi üzerinde yapılan çok merkezli bir çalışmaya göre balık yağı alan ya da balık tüketen kadınlarda doğum sonu depresyon belirgin olarak daha düşük bulunmuş (10).

Beyin gelişiminin büyük bir bölümü hamilelikte ve hayatın ilk iki yılında olmakta. Bu nedenle omega-3 takviyesinin gebelikten önce başlayarak bütün gebelik süresinde ve emziklilik döneminde yapılması şart (hatta en iyisi ömür boyu yapmak). Fazla balık yağı yiyen emzikli kadınların sütündeki omega-3 yağ asitlerinden zengin oluyor ve bebeğe çok faydası oluyor (11).

Aklıma gelmişken şunu da sorayım, hamilelere neden folik asit takviyesi veriliyor?

Birçok insanda metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) geninde yapısal değil ama fonksiyonel bir bozukluk var; buna gen polimorfizmi deniyor. Birçok insanda bu bozukluk var. Batı Avrupa’da %10 civarında olan bu değişiklik Latin Amerika ve Orta Avrupada %40, Orta Asya ve Çin’de %50’lere varıyor.

MTHFR gen polimorfizmine sahip kadınlar eğer yeterli folik asit almazlarsa şekil bozukluğu olan çocuklar doğurabiliyorlar. Bu bozukluklar arasında, bel açıklığı, omurilik fıtığı, dudak-damak yarıkları ve Down sendromu gibi hastalıklar da var. Diyetlerinde folik asitten zengin gıdalarla (özellikle yeşil yapraklılar) ya da folik asit takviyesi alanlarda bu bozukluluklar bariz şekilde azalıyor(12).

Ancak hamile kaldığını anladıktan sonra yapılan folik asit takviyelerinin bu bozukluklara belirgin bir faydası yok. Çünkü bir kadın döllendikten sonra en erken bir ay sonra hamile kaldığını öğreniyor. O zamanda ise organ taslakları çoktan ortaya çıkmış oluyor. Bu aşamadan sonra yapılan takviyenin faydası olmuyor. Bu nedenle takviyeye erken hamile kalmadan aylar önce başlamak gerekiyor.

Son olarak bir önemli konuyu da vurgulamak istiyorum. Günde tüketilen folik asitin 1mg’ın üzerinde alınmasının kansere yol açabilme ihtimali var (13). Ülkemizde satılan preparatlar da maalesef 5 mg’lık tabletler şeklinde.

Bizce kanserden ve doğumsal anomalilerden korunmak için folik asit tableti almak yerine ömür boyunca folik asitten zengin taze sebze ve meyve tüketimini teşvik etmek gerekir. Hamilelerin yarısının plansız olduğunu düşünürseniz, konunun önemi daha iyi ortaya çıkar. Taze sebze ve meyve yiyerek sadece sadece folik asiti değil ayrıca çok sayıda vitamin, mineral ve flavonoidi de bir arada almış oluyorsunuz.

kadın-doğum hekimleri çok önermiyorlar ama siz hamile kadınlara mutlaka D vitamini takviyesinin yapılmasını söylüyorsunuz. Gerçekten çok mu önemli D vitamini takviyesi?

Hem de nasıl…D vitamininin o kadar önemli görevleri var ki. İlk önce şunu söyleyim. En az 2000 kadar genin sağlıklı çalışması D vitaminine bağlı. Cenin (fetüs) açısından D vitamini güçlü bir farklılaşma artırıcısı; ayrıca sinir dokusunda büyüme faktörü düzeylerini de yükseltiyor. Bir araştırmada D vitamini eksikliği olan farelerin yavrularının beyinlerinde çeşitli gelişim bozuklukları saptanmış (14).

250’den fazla çalışmadan oluşan bir meta analizde şizofrenik ve bipolar bozukluğu olan hastaların daha çok D vitamininin en düşük olduğu kış aylarında doğdukları saptanmış (15).

Gençlerde otizm ilgili çok önemli bir yazı yayınlandı. Harvard Üniversitesinden 5 araştırıcı güneşe az maruz kalmanın ya da yetersiz D vitamini almanın DNA onarım mekanizmalarını ve buna bağlı olarak ağır metal ve diğer toksinleri uzaklaştıran detoksifan ve antioksidan sistemleri bozduğunu belirterek bu durumun otizme yol açan önemli bir faktör olabileceğini ileri sürdü (16).

Bu araştırıcılara göre D vitamini yetersizlikli baba adaylarının spermlerinde meydana gelebilecek mutasyonlar (gen tahribatlarının) fetüsün toksinleri uzaklaştırıcı mekanizmalarını bozabiliyor. Bu nedenle araştırıcılar baba adaylarına da döllenmeden önce yeterli D vitamini (günde 5000-beş bin- ünite) almalarını öneriyorlar. Bence son derece uygun bir öneri.

D vitamini doğum kilosunu da etkiliyor mu?

Evet, bakın Hindistan’da gebeliklerin son üç aylık dönemlerinde 120 kadın üzerinde bir araştırma yapılmış. Bunlardan yirmisi gebeliğin 7. ve 8. aylarında birer doz 600.000 ünite D vitamini, yirmi beşi üç ay boyunca günde 1200 ünite D vitamini ve 375mg kalsiyum almış ve kalan yemiş beşi hiçbir şey almamış. kadınlar doğum yapmış. Bebeklerin ortalama doğum tartıları sırasıyla şöyle bulunmuş; 3140gram, 2890gram ve 2730gram (17).
Benzer bir çalışma Londra’da ortalama kan D vitamini düzeyi 20nmol/L olan Asyalı gebe göçmen kadınlar üzerinde yapılmış. kadınların bir bölümü gebeliklerinin son üç ayında günde 1000 ünite D vitamini, kalan bölümü ise yalancı ilaç (plasebo) almış. Çocuklar doğmuş ve bir yaşına gelince boyları ve kiloları ölçülmüş. Annesi D vitamini alan bebeklerin kilosu 9390gram ve boyları76.2cm iken, Annesi D vitamini almayan bebeklerin kiloları 8980gram ve boyları 74.6cmbulunmuş (18).

D vitamininin başka ne gibi faydaları var?

D vitamininin faydaları saymakla bitmiyor. Bakın başka bir araştırmada 1669 çocuk 5 yıl boyunca astım ve atopik egzama açısından incelenmiş (19). Anneleri hamileyken D vitamini düzeyi yüksek olanlarda bu hastalıklar daha az görülmüş. Bu araştırma D vitamininin alerjik hastalıklardan da koruduğunu gösteriyor.

D vitamini diş çürüklerinin korunmasında da önemliymiş; açıkçası ben daha önce bunu bilmiyordum. Bu araştırmada 206 gebeden doğan bebekler 16 ay boyunca diş çürükleri açısından incelenmiş ve bunların üçte birinde çürük saptanmış. Çürüğü olmayan bebeklerin annelerinin gebeliğin 3. ayındaki D vitamini düzeyi 52. 8 nmol/L iken çürük olanların annesinde bu rakam 43nmol/L imiş (20).

Finlandiya’da 10366 çocuk 1966’dan 1997 yılına kadar incelenmiş. Bunlar içinde 1 yaşına kadar günde 2000ünite D vitamini alan çocuklardaki diyabet oranı 8 kat daha az bulunmuş (21). Bu arada Finlandiya’nın çok az güneş alan ve Dünyada Tip 1 diyabetin en sık görüldüğü olduğunu hatırlatmakta da fayda var.

D vitamininin enfeksiyon hastalıklarına, kansere ve romatizma gibi iltihabi hastalıklara karşı olan koruyucu etkilerinden daha önceki yazılarımızda geniş bir şekilde bahsetmiştik.

D vitamini her derde deva gibi

Çok doğru. Tevekkeli atalarımız ‘Güneş giren eve doktor girmez’ dememişler.

Gebelikte alınması gereken başka ne gibi takviyeler var?

Aslında çok sayıda takviye var ama ben sadece birkaç tanesini daha anlatıp konuyu kapatacağım.

1. Probiyotikler: Bağırsak mukozasında bulunan normal flora mikropları (faydalı mikroplar, probiyotikler) mukozadaki normal bağışıklık toleransının sağlanmasında ve şekillenmesinde önemli roller oynuyorlar. Floranın bozulması mukozal bağışıklığı bozarak birçok alerjik hastalığın ve bu arada astımın da sıklığını artırıyor. Alerjik çocukların bağırsak florası alerjik olmayanlara nazaran daha bozuk. Üstelik bu bozuklukları henüz klinik belirtiler ortaya çıkmadan önce tespit etmek mümkün(22).

Şu araştırma da çok ilginç… Bu çalışmada hamileliklerinde probiyotik kullanan annelerin bebeklerinde atopi (alerji) oranının belirgin düşük olduğu saptanmış; üstelik de bu kadınlar alerjik olmasına rağmen (23). Yani anlayacağınız alerjik hastalıklar da büyük ölçüde genetik değil; aynı aile içinde çok daha fazla görülse de.

2. İyot: Dünya sağlık Örgütünün verilerine göre Dünya nüfusunun dörtte birinde iyot yetersizliği var. İyot insan vücudunda sadece tiroid hormonu sentezinde kullanılıyor (24).

Tiroid hormonları birçok organın ve özellikle de merkez sinir sisteminin anne karnı ve doğum sonrası gelişiminde son derece önemli görevlere sahip. Hayatın bu kritik dönemlerinde tiroid hormonlarının eksikliği geri dönüşümsüz beyin hasarına yol açıyor. Başlıca klinik bulgular zeka geriliği, şaşılık, sağırlık, cücelik, motor gerilik ve seksüel olgunlaşma gecikmesi.

İyot yetersizliğine bağlı konjenital hipotiroidi anne karnında, tiroid bezi aplazi (bezin yokluğu) ya da hipoplazisine (bezin küçüklüğü) bağlı hipotiroididen daha ağır beyin hasarına yol açıyor. Bunun nedeni tiroid bezi hipoplazisine bağlı hipotiroidide anneden geçen tiroid hormonlarının fetüsü korumasıdır. İyotlu tuz kullanılmasına da döllenmeden daha önce başlanması gerekiyor. Neyse ki piyasadaki tuzların çoğu iyotlu.

3. A vitamini yetersizliği

A vitamininin aktif formu olan retinoik asit fetüs gelişimini sağlayan çok sayıda genin düzenleyicisi. Annede A vitamini yetersizliği göz, kardiyovasküler ve ürogenital bozukluklar, dudak-damak yarığı ve diafragma fıtığı gibi anomalilere neden oluyor (25). Bu kusurlar 3-7. gebelik haftaları arasında gerçekleşmekte.

Annedeki A vitamini fazlalığı da şekil bozukluklarına yol açabiliyor; göz anomalileri, dudak-damak yarığı, hidrosefali ve spina bifida (omurga yarığı) gibi (26). 10,000 İÜ/gün gibi dozlar tamamen güvenlidir. Tehlikeli olan günde 40,000 İܒden yüksek dozların haftalarca alınması. Ama sağlıklı beslenen bir gebenin A vitamini takviyesi almasına gerek yok. Özellikle karaciğer, yumurta sarısı, tereyağı, krema, yeşil yapraklı sebzeler, havuç ve narenciye A vitamininden ya da A vitamini öncüsü ß-karotenden zengin gıdalar. Bunlar daha güvenilir.

4. Demir eksikliği

Gelişmiş ülkelerde gebelerin %20-40’nda, az gelişmiş ülkelerdeki gebelerin ise %60 kadarında kansızlık (anemi) var(27). Bu kansızlığın temel nedeni demir eksikliği. Demir eksikliğinin nedeni ise fetus (cenin) ve plasentanın (çocuk eşi) demir ihtiyacının artması. Her ne kadar hamilelik sebebi ile adet kanamalarına bağlı demir kaybı ortadan kalkmış bile olsa demir eksikliği gelişebilmekte. Hamilelik döneminde anne, iki kişilik demir ihtiyacını karşılayacak şekilde beslenmeli. Hamilelik döneminde artan kan hacmi nedeniyle de daha fazla demire ihtiyaç duyulmakta.

Gebelikte ya da erken süt çocukluğu döneminde demir eksikliğine maruz kalmış bebeklerde bilişsel ve davranışsal bozukluklar (motivasyon eksikliği, dikkat dağınıklığı, iletişim bozukluğu, öğrenme bozukluğu) olmakta(28). Demir eksikliği düzeltilse bile bu bozukluklar tamamıyla düzelememekte.

Her ne kadar fetüs annedeki hafif demir eksikliklerinden fazla etkilenmezse de ağır eksiklikler için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Bu nedenle kadın-doğum hekimleri izledikleri kanı düşük gebelere gebeliğin üçüncü ayından itibaren doğuma kadar 6 ay süreyle ve doğumdan sonra da 3 ay olmak üzere toplam 9 ay süre ile demir hapları veriyorlar.

Bildiğiniz gibi en iyi demir kaynağı kırmızı etlerdir. Etlerdeki demirin kaynağı hemdir ve bu demir iki değerlikli olduğundan bağırsaktan gayet rahat emilir. Meyve ve sebze ve baklagillerde (nohut, fasulye, mercimek vb) bulunan hem dışı demirler üç değerlikli olduklarından bağırsaktan iyi emilmezler. Ama emilimi yiyeceklerle birlikte alınan C vitamininden zengin gıdalar (taze meyve ve sebzeler) ile arttırabilmek mümkün. Üzüm pekmezi sanıldığı kadar iyi bir demir kaynağı değil.

Bir başka sorun da mide asidinde azalma olması. Mide asidini azaltan (H2 reseptör kırıcıları, proton pompası inhibitörleri) ya da nötralize eden (antasitler) ilaçları kullanmak da üç değerlikli demirin kolay emilebilen iki değerlikli demire dönüşmesini azaltıyor.

5. B12 vitamini eksikliği

Son yıllarda B12 vitamini eksikliği müthiş bir artış gösterdi. Türkiye’de her beş kişiden en az birisinde B12 vitaminin değerleri çok düşük. Hafif eksiklikleri de sayarsak neredeyse her üç kişiden birinde eksiklik var.

B12 vitamini hayvanların bağırsaklarında bulunan bakteriler tarafından sentezleniyor. İnsan kalınbağırsağında da B12 vitamini üretilebilirse de reseptörü ince bağırsakta olduğu için kana geçemiyor.

B12 vitamini et, balık, yumurta, peynir süt, gibi hayvani gıdalarda bulunur, bitkilerde bulunmaz. Bu nedenle vejetaryenler daha da büyük tehlike altındadırlar. Laktoovovejetaryenler için de tehlike büyük, çünkü doğal ortamda beslenmemiş hayvanların süt ürünlerinde ve yumurtalarında yeterli B12 vitamini yok.

Sütün içerdiği B12 vitamini ısıtıldığı zaman büyük ölçüde tahrip oluyor. Ancak mayalanırsa içinde bulunan faydalı mikroplar B12 vitamini ve diğer vitaminleri üretmeye başlıyorlar. Ancak markette satılan süt ürünlerinin çoğunda ekşime (fermentasyon) önlendiği için yeteri kadar B12 vitamini sentezlenemiyor.

Yumurtalar da eskisi kadar B12 vitamini içermiyor. Çünkü yumurtaların tamamına yakını çiftlik yumurtası. Bunları yumurtlayan tavuklar artık börtü böcek yiyemiyorlar.

Bir başka sorun da mide asitinde azalma olması. Mide asitini azaltan ya da nötralize eden ilaçları kullanmak da B12 vitamininin aktifleşmesine izin vermiyor.

B12 vitamin eksikliklerinde zihinsel ve sinirsel fonksiyonlar bozuluyor, kulak çınlaması, hissizlik, depresyon, kansızlık gibi belirtileri görülüyor.

Yakın zamanda yapılan önemli bir araştırmada gebelikte B12 vitaminin düşük olmasının doğan çocukta insülin direnci (metabolik sendrom) gelişmesine neden olabileceği gösterildi (29).

B12 vitamini eksikliği tıpkı folik asit eksikliği gibi beyin ve omurilik anormalliklerine sebep olabiliyor (30).

Müsadenizle bir başka konuya geçmek istiyorum. Biliyorsunuz hepimiz az ya da çok birçok ağır metallere ve kimyasal toksinlere maruz kalıyoruz, bunlar nasıl etkiliyor anne karnındaki bebekleri?

Bugün, dünyamızda 1940’larda olmayan/bilinmeyen, yaklaşık 80.000 sentetik kimyasal madde bulunmakta ve kullanılmakta. Bu rakama her yıl 1.500 kadar yeni kimyasal ekleniyor. Bugün bir insanın vücudumuzda 60 yıl önce bilinmeyen yaklaşık 400-500 kimyasal madde bulunduğu tahmin ediliyor.

Kimyasal maddeler dünyanın aynı zamanda her yerinde bulunabilmekte ve kimyasalların izlerine/kalıntılarına insanlar, hayvanlar, bitkiler, toprak ve havada rastlanabiliyor. Mesela DDT ve hekzoklorobenzen yıllar önce yasaklanmasına karşın hala doğada ve insan vücudunda tespit edilebiliyor.

Bu toksinler her yerde bulunabiliyor; havada, badanada, panjurlarda, halıda, mobilyada, temizlik araçlarında, deterjanlarda, makyaj malzemelerinde, pişirme kaplarında, elektronik eşyalarda, giysilerde, aşılarda, gıda katkılarında, sebzelerde, meyvelerde, ette, sütte, oyuncaklarda ……

Toksik maddelerin ne gibi yan etkileri var?

Bu toksinler hücre zarını hasara uğratıyorlar, serbest radikal aktivitesini arttırıyorlar, enzimleri tahrip ediyorlar, kanser yapıyorlar, bağışıklık sistemini çökertiyorlar; vitamin ve mineral eksikliklerine, doğuştan organ ve iskelet anormalliklerine, davranış, algılama, bilişim ve motor fonksiyonlarında değişik şiddetlerde bozukluklara yol açıyorlar.

İşin kötüsü bu toksinler kişinin detoksifikasyon yeteneği ile ilişkili olarak çok düşük düzeylerde bile etkili olabiliyor. Yaş da önemli. Yaş ne kadar küçük ve beyin ne kadar az olgun ise zarar da o oranda artıyor. En büyük hasara anne karnındayken maruz kalınıyor.

Bu toksinlerin birikici etkileri de var. Yani çok düşük dozda alınsalar bile sinsice ilerliyor ve yıllar sonra etkileri ortaya çıkıyor. Bazı kimyasallara maruz kalındığında kalıcı ve geri dönüşümsüz hasarlar doğabiliyor. Bu nedenle çocuklarımız, torunlarımız ve hatta kendi geleceğimiz çok büyük tehdit altında.

Mesela bir insanın 40 yaşında kanser olması, anne karnında aldığı toksinlere bağlı olabilir mi?

Tabii ki böyle bir ihtimal yüksek. Ama bunu belki de hiç ispatlayamazsınız. Sadece kanser değil, uzmanlar ‘idiopatik’ (nedeni bilinmeyen) denilen birçok hastalığın mesela nöropsikiatrik hastalıkların, astımın, kalp hastalıklarının çoğunun bu toksinlere bağlı gelişebileceğini ifade ediyorlar(31).

2009 yılında sonuçları açıklanan bir araştırmada yenidoğan bebeklerin göbek bağından alınan örneklerde ortalama 287 toksin saptanmış (32). Bu toksinlerden 180’inin kansere, 208’inin doğumsal anomalilere neden olduğu saptanmış. 217’si beyin ve çevresel sinir sistemi için toksikmiş.

Gazete ve televizyonlarda yapılan domuz gribi aşısı tartışmalarında timerosal adı çok geçti. Nedir bu timerosal?

Timerosal aşıların içinde kullanılan bir koruyucu, onların mikropla bulaşmasını engelliyor. Yani bu madde, aşıların ömrünü uzatmak için kullanılıyor. Timerosalin %49.6’sı cıvadır; metabolize olduğunda etilcıva ve tiyosalisilata dönüşür.

Cıva bileşikleri sinir sitemi hücrelerini tahrip ederek etkisini gösteriyor. Akut cıva zehirlenmesi ölüme yol açarken kronik cıva zehirlenmesi kalp hastalığı, otizm, konuşma bozukluğu, hiperaktivite, havale gibi çok sayıda hastalığa neden oluyor. Kronik cıva zehirlenmesinde görülen duyusal, nörolojik, motor, davranış nörotransmitter ve biyokimyasal bozuklukların aynıları otizmde de görülebiliyor.

1980’li yılların ortalarına kadar sadece karma (difteri-tetanoz-boğmaca), çocuk felci ve kızamık aşıları uygulanıyordu ve bunlardan sadece karma aşı cıva (timerosal) içeriyordu. İki yaşına kadar 4 kere aşılanan çocuk ortalama (4×25)= 100μg timerosal alıyordu. 1990 yılların başında menenjit (HiB) ve sarılık (Hepatit B) aşıları da rutin aşılar arasına katıldı. Böylece 2 yaşındaki bir çocuğun enjeksiyon yolu ile aldığı cıva miktarı 100 μg’dan 237.5 μg’a yükselmiş oldu.

Çoklu dozlarla yapılan toplu aşılamalarda ise tehlike daha da büyüyordu. Çünkü aşı şişesi iyi çalkalanmadıysa şişenin sonunda kalan bölümü alanlardaki cıva miktarı daha da yükseliyordu. Tek dozluk aşılarda ise o kadar büyük değildi..

Hep di’li geçmiş zamanı kullanıyorum, çünkü birkaç yıl önce birçok Dünya ülkesi ve T.C sağlık Bakanlığı bu aşıları yasakladı. Artık bu aşılar tek dozluk ve timerosal içermiyor. Şu anda sadece bazı grip aşılarında (domuz gribi dahil) cıva var. Ama maalesef hala birçok tıp profesörü ve doçenti (bunların içinde çok sayıda çocuk hekimi ve mikrobiyolog da var) hala cıvanın zararlı olmadığını söyleyebiliyor!!! Bunlar ya bilgisiz ya da aşı kartellerinin işbirlikçisi.

Cıva otizmin tek nedeni midir?

Otistik çocukların önemli bir bölümünde kan ve doku cıva düzeyleri yüksektir. Ama her otistik çocukta cıva yüksek değildir. Yani cıva otizmin önemli bir nedenidir ama tek nedeni değildir. Kurşun, arsenik, alüminyum gibi ağır metallerin yanında sütteki kazein, buğdaydaki glüten ya da çok sayıda başka kimyasal toksin, ayrıca çeşitli mikroorganizmaların çıkardıkları toksinler de otizm gibi zihni bozukluklara neden olabiliyor.

Bazı uzmanlar aşıların içinde bulunan etil cıva toksik olmadığını, toksik olanın metil cıva olduğunu söylüyorlar. Doğru mu bu?

Balık ve deniz ürünlerinin içinde bulunan cıva, daha farklı bir molekül olup metil cıvadır. Fakat hem etil cıva hem de metil cıva aynı derecede toksiktir. Yani cıva cıvadır. Biliyor musunuz ki etil cıva şişelerinin üzerinde kuru kafa işareti var!

Birçok uzman balıktan aldığımız cıvanın aşıdan aldığımıza göre daha az olduğunu ve bu nedenle aşıdaki cıvanın zararsız olduğunu söylüyorlar.

Bu uzmanların dedikleri ilk bakışta doğru gibi görünüyor. Gerçekten de haftada 2 gün deniz ürünleri yiyen bir erişkin günde ortalama 2.3 μg cıva almış oluyor. Halbuki aşılardan cıvanın çıkartılmadığı zamanlarda bir bebeğin aşılarla hayatın ilk 6 ayı içinde aldığı cıva miktarı günde 1 mikrogramdı.

Peki siz niye aşıdaki cıva niye zararlıdır diyorsunuz?

Bakın Arzu Hanım bu kifayetsiz muhterisler gerçekten çok tehlikeli, merhum Uğur Mumcu’nun dediği gibi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlar. Birçoğu doçent, profesör unvanına sahip olsalar bile bence uzman olmayan kişiler bunlar. Şimdi söylediklerinin niye temelsiz olduğunu tek tek açıklayacağım;
1.
Ağızdan alınan cıva da zararlıdır ama genellikle çok azı kana geçer. Halbuki aşılar iğne yolu ile verildiğinden cıvanın tamamı kana geçer.

2.
Bir bebek doğduğu günden itibaren cıvalı bir aşı ile tanışmaktadır (ilk gün yapılan Hepatit B aşısı yakın zamana kadar timerosal içeriyordu). Bebek doğduğunda 3 kilodur. Kıyasladıkları erişkin ise 70-80 kilo.

3.
Beyin gelişiminin çok hızlı olduğu hayatın ilk aylarında ağır bir metalin ya da başka bir toksinin beyin üzerindeki hasarı çok daha fazla olmakta. Bakın 3 kiloluk çocuk da 80 yaşındaki adam da aynı aşıyı oluyor.


Ama bilimsel araştırmalarda cıva ile otizm arasında hiçbir ilişki olmadığı gösterilmiş.

Doğru böyle 3-4 araştırma var. Hepsi de aşı firmasının finansal desteği ile yapılmış. Size önce bir şey söyleyeyim. Aşı ya da ilaç firmalarının yaptırdığı araştırmalara hep kuşku ile bakarım. Araştırmalar mutlaka sattıkları bir ilaç ile ilgilidir. Araştırması yapılan ilacın zararlı olduğunu gösteren hiçbir araştırma görmedim ben. Sonuç istedikleri gibi çıkmazsa araştırmayı yayınlamıyorlar, ya da birkaç manipülasyon ve istatistik oyunu ile sonucu istedikleri gibi çıkarttırıyorlar.

Yani aşı firmalarının yaptırdığı araştırmalarda tahrifat mı var diyorsunuz?

Bence birçoğu için bu böyle. Mesela cıva ile otizm arasında hiçbir ilişki olmadığını ileri süren firma destekli bu araştırmalardan biri Patric Ip ve arkadaşları tarafından 2004 yılında ünlü Journal of Child Neurology’de kaleme alındı(33). Birçok otorite de bu makaleyi ‘aşı otizm yapmaz’ iddiasının sağlam göstergelerinden biri olarak gösterdi. 2007 yılında Catherine DeSoto aynı araştırmanın verilerinin istatistik analizini tekrar yaptığında cıva ile otizm arasında çok manalı bir ilişki olduğunu ortaya koydu (34). Yani arada birileri rakamlarla oynamıştı. Derginin editörü bu makaleyi bir özür yazısı ile birlikte aynı dergide yayınladı.

Rezillik bu

Evet haklısınız. Kötü, ahlaksız insanlar bunlar.

O zaman hamile kadınların dişlerinde amalgam dolgu olması felaket bir durum

Evet bence de felaket. hamile annenin diş dolgularındaki cıva bebeğin beynine zarar veriyor (35). Ama ne bizim Dişçiler Odamız, ne Amerikan Dişçiler Birliği ne de Amerikan Gıda-İlaç Yönetimi (FDA) amalgamı zararlı kabul ediyor (36).Halbuki ağzında 8 amalgam dolgu olan bir kişinin kanına günde 10 ile 120 μg cıva girebiliyor (37).

Neyse ki Britanya, Fransa, Almanya, Isveç, Norveç, Japonya, Taiwan artık amalgam dolguyu büyük ölçüde terk etti. Türkiye’de de kompozit dolguya geçiş başladı.

Tabii bu arada daha önce söylediğim gibi domuz gribi aşısı da timerosal içeriyor. Buna rağmen gebelere uygulanması sakıncasız denebiliyor. Hatta bir ara gazetelerimizden birinde sağlık Bakanı ‘Domuz gribi aşısı olmayan hamile ölür’ dediğini yazdı manşetten. Bu sözler infial yarattı. Daha sonra Bakan söylediğinin yanlış anlaşıldığını söyledi ve ilaveten gebelere katkısız aşı yapılacağını ilan etti.

Bir başka sorun da şu. Gebeliğin yaklaşık 28. haftasında anne karnındaki bebeklere RH uyuşmazlığından korunmak için cıva içeren anti-D globulin (Rhogam) yapılıyor (38). Bu ilaç da cıva içeriyor ve bebeği ciddi bir riske sokuyor.

Cıvanın toksisitesinden korunmak için cıva içeren aşılardan kaçınılması, fazla cıva biriken büyük balık ve deniz ürünlerinin tüketilmemesi, diş tedavilerinde amalgam kullanılmaması gerekiyor. Diş dolgularının anne adayı hamile kalmadan çok önce çıkartılması lazım. Gebelik sırasında çıkartmak ise anneden bebeğe birden bire çok miktarda cıva geçmesine neden olması bakımından tehlikeli.

Sağlıklı bir bebek sahibi olmak için neler yapılmalı?

Dr. Weston Price ünlü kitabında dolaştığı bazı Afrika kabilelerinde şöyle bir gelenek olduğunu öğrenmiş (39). İki genç insan evlendikleri gün gerdeğe giremezlermiş. En az 6 ay beklemeleri gerekiyormuş. Bu süre içinde yakalanan avların en iyi kısımları (sakatat), en taze meyve ve sebzeler onlara verilirmiş. Bu özel beslenme hamile kaldıktan sonra da anne adayında devam edermiş. Eğer bir kabilede anormal bir bebek doğarsa bu durum o köyün kabahati olarak diğer köyler tarafından ayıplanırlarmış. ‘Ne hata yaptınız da bu çocuk böyle doğdu?’ derlermiş.

Dr. Price doğal şekilde beslenen kabile insanlarının hepsinin çok sağlıklı olduğunu görmüş. Ama aynı genetik yapıya sahip yerlilerin batı tipi beslenmeye geçtikten hemen sonra hızla fiziksel ve ruhsal yozlaşmaya maruz kaldıklarını da saptamış. Beslenme ve yüz şekilleri bölümünde bu konuyu genişçe anlatmıştım.

Son olarak alınacak tedbirleri bir özetleyelim.
•Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, et ve yumurta gibi doğal gıdalardan zengin bir diyet uygulanılmalı (insülin direnci önlenmeli)
•Kesinlikle rafine edilmiş gıda tüketilmemeli
•Margarin ve sıvı yağların (mısır, soya, ayçiçeği vb) kullanılmaması, bunların yerine hayvani yağların (tereyağı, iç yağı, kuyruk yağı) ve zeytinyağının yenilmesi
•Bağırsak florasında bulunan probiyotikleri artırdıkları için bol bol fermentasyon ürünleri (kefir, turşu, ev yoğurdu, peynir, şarap, boza, sirke, tuzlama yiyecekler, bira mayası) tüketilmeli
•Günde en az 3-5 dakika kültür fizik yapılmalı ve yarım saat yürünmeli
•Erken yatıp erken kalkılmalı
•Sigara ve alkol tüketilmemeli
•Doğal gıda tüketmeyenlere günde 1 mg folik asit verilmeli Dozaja dikkat!)
•EPA+DEHA miktarı günde 500-1000 mg olacak şekilde balık yağı alınılmalı)
•İyotlu tuz kullanılmalı
•Yeterli güneşlenmeyenlere Serum 25 (OH) D Vitamini Düzeyi 40-120 ng/mL olacak şekilde D vitamini takviyesi yapılmalı. (Günde 5000 ünite -50 damla D vit 3- ya da 2 ayda bir ağızdan 300,000 ünite depo ampul kullanımı güvenlidir).Bütün tedbirler döllenmeden önceki 6 aydan itibaren alınmalıdır.

Öncelikli olarak yapılması gereken tahliller

- Kan sayımı, demir, ferritin
- Folik asit, B12 vitamini, D vitamini
- Kalsiyum, fosfor, magnezyum
- Glükoz, insülin, hemoglobin A1C

Hedefler:

- İnsülin: Normali açlık sırasında 5 ünitenin altında olması gerekiyor.
- Hemoglobin A1C %6’nın altında tutulmalı
- D vitamini kan düzeylerini 40-120ng/mL arasında olmalı.
- B12 vitamini 400-900pg/mL arasında tutulmalı.

Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
 

kendime cok kızıyorum kaç gündür sağlıksız beslenmeye basladım
yumurtadan tiksindim zaten normaldede cok sık tüketen biri değildim
Günaydın bu arada uyku tutmadı kasıklarımda ağrı var hayırlısı inş.
 



Günaydın ,

Tunemi yazdıklarına katılıyorum,ben de böyle besleniyorum tabi eklediklerimde var..Makarnayı 2 aydır yemiyormuşum onu farkettim dün işyerinde görünce hatırladım 2 kaşık yedim..Bebişler daha 1 gr.2 gr. henüz kilo almamış olmamız lazım,alanlar da var ama olsun sağlıklı olalım da,sonra hepsini veririz..

Numum ; geçmiş olsun,dr. tekrar gidebildinmi ?

Yeni gelen arkadaşlar hoşgeldiniz..

Ben dün ilacımı aldım yattım,sabah wcden sonra rahatladım baya,ama yarın sabah kalp atışlarını duymaya gidicez,idrar kültürü vericem,bakalım bişey çıkıcakmı..Demir ve kalsiyum testi yapılcak,demir ilacı kullanmak istemiyorum ben oğlumda da vermişti içmemiştim kokusunu sevmiyorum (

Sabah işyerinde ayaklarımın yanına küçük ısıtcı var onu açtım,üşütmemem lazım..çok çekiyorum sonra..sizde dikkat edin..
Yaz sıcaklarını görmicez ama kışı tamamen geçiricez..Neyse bebekler yaza geliyor üşümez en azından kışa kadar toparlarlar rahat ederiz..

Herkes iyidir inşallah...
 
günaydın arkadaşlar,
yiyeceklerimiz ile ilgili ne gzl bilgiler yazmışsınız. ama ben yediklerime dikkat edemiyorum mide bulantımdan dolayı, makarna, pirinç, patates mideme iyi gelen şeyler. bunları fazla tüketiyorum. yumurta yı pazarda pazara ancak yiyebiliyorum. süt içmiyorum vs vs....

Allah nasip eder de mide bulantılarım geçerse hepsine dikkat edeceğim.

Ben banyo hakkında bir ilave yapmak istiyorum. sıcak su ile banyo yapmamalıyız arkadaşlar. ben sıcak suyu çok severim ama bebiş için artık ılık su ile banyo yapıyor ve banyoda çok kalmamaya dikkat ediyorum. bir de hamilelikte hamama gitmememiz gerekiyor.
bilmeyen arkadaşlar için bilgilendirme yapmak istedim.
 
ben de bilgilerimi vermek istiorummmm. sat:05.08.2013 muhtemel d.t: 12.05.2013 yaş 27 68 kiloyum ıspartada yaşıyorum memurum
 

Haklısınız,ben de sıcak suyu seviyorum ama dikkat ediyorum,rahatlama olduğu için tehlike yaratıyor,hergün banyoyuda önermiyorlar 3.aya kadar..ben yapmadan duramıyorum,az kalmaya dikkat ediyorum..
 

sağlıklı olsunlar da kocaman göbişimiz olsun hiç önemli değil
 
Kızlar mide bulantısı olanlara biraz moral vereyim dedim. 2 gün önce birden bıçak gibi kesildi bulantılar...Hala ağır salçalı yağlı yemek yiyemiyorum ve ete karşı olan tiksinmem devam ediyor..Ama yeniden hayata dönmüş gibiyim bulantım yok... Bebeğimiz de maşallah kıpır kıpır gayet iyi, 3.5 cm olmuş kendisi...

Herkesin bulantısı tabi ki aynı dönem bitmez, benimki 5. haftada başlamıştı. 11. haftaya girerken bitti...Tabi bazı yerlerde okduğuma göre bu bir mola da olabilirmiş ve yeniden başlayabilirmiş...Ama şu bir kaç gün bile öyle iyi geldi ki...

Uzun lafın kısası, moralinizi yüksek tutun, bitecek inşallah!..
 
Bu arada bu mide bulantıları süresince serum yedim, 5 kilo verdim, ama bebeğin gelişimine de olumsuz bir etkisi kesinlikle olmamış, hatta 2-3 gün önden önden gidiyoor :)
 

canım kötü düşünme, benimde içerde kanamam olduğu söyledi doktor proluton iğne verdi kullandım, ama demek ki sana alerji yapmış, iğneni değiştirebilir belki ya da hap falan verir, stres yapma. Allah yardımcımız olur içini ferah tut
 

canım, benimde 5. haftada başladı bulantılar ve pazartesi salı birden bir rahatlama geldi ne oluyor diye paniğe bile kapıldım. amma çarşamba perşembe yeniden pörtledi. :)
benim daha 8+5.
senin ise 11. haftadasın. dediğin gibi geçebilir.
benimki arada bir bana istirahat veriyor galiba (benle dalga geçiyor yumurcak)
inşallah seninki tamamen geçmiştir.
11, 12. haftayı sabırsızlıkla bekliyorum :)
 
Listede benim eksik bilgilerimimi yazayım,

Yaş 27
Yaşadığım yer Ankara
Meslek Yönetici Asistanı
Kilo 68

Teşekkürler
 

Canım çok enteresan, benim de 8. haftada 2 gün kesilmişti. Hatta ben de nette baktım bebeğime birşey mi oldu diye endişeye kapılmıştım. O zaman senin de 11. hafta bitecek diye düşünelim :))) Hatta benim 10+1 yani...Az kaldıı az... :)))
 

canım kan ve idrar tahlili şeker kan sayımı demir tsh falan. genel bakcak işte neler eksik diye. demir eksikliği falan pek iyi olmuyo gebelikte önceden bilmekte fayda var kalp atışını duyunca istedi benim dr um muhtemelen sendende ozman ister değer merak etme annesi çok güzel duygular ben her gidişimi not ediyorum tavsiye ederim:)
 

benimde sağlık ocağına gitmem lazım daha hiç gitmedim ben cep ten arıyorum canım akrabayız uzaktan:) hastaneden odasına bağlarlar ama.)
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…