Köşe yazıları

Cami meselesinde değişen bir şey yok, camiler halen Erdoğan’ın miğferi. Üstelik bu kez şiirsellikten uzak bir amaç için, eleştirileri bertaraf edip, yeni bir gündem yaratmak için kullanılıyor meşhur miğfer. Erdoğan “gerekirse cami de” yıkarız derken, kepçenin önüne takacağı ağaçlara, kentsel dönüşüme kurban edeceği mahalle ve tarihi dokuya yol yapıyor.

Sıkça bahsettiği, CHP tarafından ahır yapılan camiler hangileri, bilmiyorum. Kendi de açıklamadığına göre, milli görüş yıllarından kalma bir dost sohbetinin bilinçaltında oluşturduğu bir yanılsama olabilir. Bir kaç münferit durum olmuş olabilir. Fakat “CeHaPe” zihniyeti camilere kafayı bu denli taksaydı, ahır yapmaz, yıkardı.

Oysa başbakanın çok sevdiği Adnan Menderes, İstanbul’a bulvar, meydan ve modern yollar kazandırırken Tophane, Karaköy, Fatih, Eminönü, Beşiktaş'ta yoluna çıkan 54 cami ve mescidi dümdüz etmesini bilmişti. Mimar Sinan’ın inşa ettiği mescitler ve sebilleri de kapsayan yıkım Fransız mimar Henry Prost tarafından yapılmıştı. Prost sadece camileri değil, çok sayıda Bizans anıtını ve surlarını da yıkarak İstanbul’a kendine yakışır bir “güzelliğe” kavuşturmuştu. Türkiye geçen elli yılda çok gelişti. Artık yetişmiş, yerli ve gözü kara mimar ve mühendislerimiz var. Onlar Prost’tan, Erdoğan ise Menderes’ten aldığı yıkım bayrağını gururla dalgalandırıyor.

Cami yıkılmaz diye bir kural da yok, yıkılır. Tarihi, estetik ya da bir cemaat için herhangi bir değeri yoksa yıkılır. Ayrıca bir cami yıkılır, on çirkin cami yapılır, rahat olun. Şükürler olsun ki, herkese yetecek kadar camimiz var. Hatta öyle çok ki, bazı camilerin cemaati dahi yok. Anadolu’da halısı kirlenmesin diye sadece cuma günleri açılan ihtiyaç fazlası camiler mevcut.

Anlamadığım nokta, bu meseleyi muhafazakar kesimin değil muhalefetin ve sol dünyanın tartışıyor olması. Size ne camilerden, bırakın yıksın, neyi yıkacağına göre bakarız duruma. Halen anlamadınız mı, siz tartışırken iktidar kasasında “gerekirse cami de yıkarız, hatalıysam ara” yazan kamyonlarıyla ortalığın tozunu attırmaya devam ediyor.

Gökçek mi? Ha bakın o her şeyi yıkar, gerekirse AKP merkez binasını bile, aklına sağlık, ne yapacağını kimse kestiremez.

Sordum Sarı Çiçeğe

İnsan düşünmeden edemiyor; sizin içinizde aklı selim sahibi kimse yok mu? Varsa neden her seferinde iktidarın arkasında durmak için her türlü maskaralığı göze alıyorsunuz? Nasıl oluyor da kendinizi küçük düşürmek adına yapılabilecek her türlü omurgasızlığı yapıp, kalemlerinizin seyrini “O”nun sevdiği satırlara çeviriyorsunuz?

Bir belediye başkanının gecenin bir körü, yargı kararını beklemeden, apar topar, telleri keserek bir üniversite kampüsüne girmesi, yangından mal kaçırırcasına memleketteki tüm kamyon ve iş makinalarını tahsis etmesi nasıl oluyor da size normal bir vaka gibi gelebiliyor?

Hangi akıl dünyası böylesi bir görgüsüzlüğü, böylesi bir vandalizmi onaylayabiliyorsunuz; hukuksuzlukların daha görkemlilerini de kanıksamış olmanın rahatlığıyla mı ses etmekten imtina edebiliyorsunuz?

Hangi çıkar ilişkileri içindesiniz ki, Melih Gökçek’in eli sopalılar ve polis eşliğinde yaptığı “arkadaş sürprizi”ne direnen öğrencilerin faşist olarak yaftalanmasına sessiz kalabiliyorsunuz? Övündüğünüz, ileri, örnek dediğiniz hangi dünya ülkesinde bir üniversiteye tatil günü, gece vakti alacaklı bir tefeci gibi baskın yapılabilir?

Kestirmeden sorayım, hangi akla Melih Gökçek’in arkasında durabiliyorsunuz?

Bütün bunların nedeni para mı, çıkar mı, mevkii mi, siyasi gelecek beklentisi mi, jöleli gibi olmak mı? Deyiverin hele...

Yoksa sizin de hikayeniz sarı çiçeğin hikayesi gibi mi? Bütün bunların nedeni aklınız, varlık nedeniniz, her şeyinizi borçlu olduğunuz kişi “O” diye mi?

?Camiler Kepçemiz? - BirGün.net | Halkın Gazetesi BirGün
 
Cumhuriyet Bir Nehirdir...


“İki ayyaşın” dediğin Cumhuriyet
kutlanıyor bugün...
*
Bir bak...
Sokaklara, meydanlara, bulvarlara...
Pencerelere, balkonlara...
Yer gök Cumhuriyettir...
*
Sinsi baskınlar karşısında bir zaman
şaşkın donup kalsa da “ayyaşların”
çocukları...
Yüreklerdeki buzlar eridi...
Damlalara dönüştü yanaklarda...
Göz pınarları derelere...
Dereler ırmaklara...
Irmaklar artık bir nehir...
*
Onu durduramazsın...
Kendine benzetemezsin...
Yönünü değiştiremezsin...
Önüne geçemezsin...
Tersine çeviremezsin...
*
Çünkü o...
Aydınlıktır, ışıktır, barıştır, sevgidir,
saygıdır, çağdaşlıktır, demokrasidir,
özgürlüktür, bağımsızlıktır, uygarlıktır,
hukuktur, eşitliktir, kadındır, çocuktur,
erkektir, emektir, iştir, ekmektir,
gençtir, üniversitedir, eğitimdir,
kitaptır, kalemdir, sinemadır, tiyatrodur,
resimdir, heykeldir, müziktir, danstır,
baledir...
Yeryüzünün eşit, gelişmiş, modern
bireyi olmaktır...
Bir teki sende var mı?..
Yok...
*
Şevktir...
89 yıl önce uçağını, 50 yıl önce trenini
yapmaya başladı o Cumhuriyet...
Ama neredeyse bir asır sonra;
insanına yarım maaşa bir depo benzin
satıp... O parayla karşıya geçme işini
sen git Japona ver!..
*
Cumhuriyet azimdir...
*
Dön bir bak bugün...
Söylemiştim sana:
“Tersine akmaz nehir...”
*
Dinle...
Gümbür gümbür...
Bu işte o nehirdir...

Bekir Coşkun...
 
Gemicik filo oldu,
Deniz Feneri, malum.
Tuzla Tersanesi, morg gibi.
Galataport, Ofer rezaleti.
Limanlar ona buna satıldı.
Denizbank el âleme verildi.
Karaköy iskelesi battı.
Haydarpaşa yandı.
Mavi Marmara vuruldu.
Savarona kerhane oldu.
Piri Reis’i güya petrol aramaya gönderdiler, alt tarafı 200 bin lira ödenmediği için jeneratörünün gümrükte kaldığı ortaya çıktı. Akdeniz’e “vayt si” dedi, white sea Rusya’nın kuzeyinde… Denizi olmayan Ankara’da yağmur yağdı, altgeçitlerdeki arama-kurtarma çalışmalarını “dalgıç”lar yaptı! Pilotlarımızı vayt si’nin dibinden Amerikalılar çıkardı. Denizli belediye başkan adayı Denizli’ye deniz getirip, liman şehri yapacağını söylüyor. Mayoyu yasakladılar. Bademlerin abdesti bozuluyor diye, mayo reklamlarını bezle örttüler. Havuzlar, harem-selamlık…. Vapurlar ha bire çarpışıyor, yanaşırken halat fırlatıyorlar, vatandaşın bacağı kopuyor, deniz otobüsleri kafadan şileplere giriyor, Recep Tayyip Erdoğan feribotu Yalova iskelesine patlattı. Kemal Kılıçdaroğlu Van Gölü’ne Van Denizi deyince, alay edip “kılavuzunuz doğru olmayınca, gölü işte böyle deniz zannedersiniz” demişti, sonra çıktı, sanki o lafı kendisi söylememiş gibi, “varsın haritalarda göl denilsin, biz ona sizlerin dediği gibi Van Denizi diyoruz” dedi. “Üçüncü köprü cinayettir” diyordu, sonra gözümüzün içine baka baka “cumhuriyet mitinglerinde yürüyenler var ya, işte onlar üçüncü köprüye karşı çıktı” diye şikâyet etti. Bridge together dediler, takunyayla koşa koşa gittiler, tokyo’yla tırıs tırıs döndüler. Belediye başkanı muhallebici… En büyük mahareti “su” muhallebisi!
*
Donanma komple hapiste.
*
Valla Marmaray hayırlı olsun ama, bunların denizle alakalı işleri pek hayra alamet değil.
*
Yüzerek geçerim, kapısında muska dağıtsalar, gene de bunların yaptığı tüpten geçmem kardeşim!
Hürriyet
 
Başörtülü milletvekili ya da CHP’nin iki cami arasında beynamaz duruşu!

Başörtülü milletvekili konusunda CHP sözcüleri seçim meydanlarını düşünerek "hayır" da diyemiyor, ulusalcı kanadın ayaklanmasından tedirginlik duyarak "evet" de. Bazı CHP sözcüleri de orta yolcu bir tutumla “Aman AKP’nin seçim tuzağına düşmeyelim" diyor.



Oysa CHP'nin önce "ilke" kararı alarak cevap vermesi gereken sorular var. Bazı temel konularda genellikle ortadan bir tavır alan, söylediği tam anlaşılmayan, sürekli geciken ve inandırıcı olamayan Kılıçdaroğlu CHP’sinin kafasını netleştirecek bazı sorular aşağıda.





AK Parti’li üç kadın milletvekili başörtüleri ile TBMM Genel Kurulu’na girmeye hazırlanıyor.

Dikkatler kaç gündür CHP’nin üzerinde.

Hani derler ya:

Tarzan zor durumda!

CHP de öyle.

Bakıyorum, parti sözcüleri hayır da diyemiyor, evet de.

Kemküm vaziyeti daha ağır basıyor.

“Başörtülü milletvekiline hayır!” deseler, seçim meydanlarında başlarına nelerin yağacağını görebilecek kadar siyasal deneyime sahipler.

Fazla uzatmadan, açık bir dille evet diye tavır alsalar, bu sefer de ulusalcı kanadın parti içinde ayaklanmasından tedirginlik duyuluyor.

Bazı CHP sözcüleri de orta yolcu bir tutumla vaziyeti idare etmeye çalışıyor.

Diyorlar ki:

“Aman AKP’nin seçim tuzağına düşmeyelim!”

Bu tutuma da akıl erdirmek zor.

Başörtülü milletvekili neden ‘seçim tuzağı’ olsun ki?

Önce ‘ilke’yle ilgili bir karara varman gerekmez mi?

Doğru mu, değil mi?

Demokratik bir hak mı, değil mi?

Türkiye gibi kadınlarının yarısından çoğu başörtülü olan bir ülkede bugün hâlâ başörtülü milletvekili olmaması savunulabilir mi?

Türkiye’nin siyasal ve toplumsal olgunlaşması, normalleşmesi yolunda gecikmiş bir adım mı, değil mi?



İki arada bir derede kalıp inandırıcı olamamak
CHP olarak önce bu bakımlardan kafanın net olması gerekir.

Önce bu konularda ne düşünüyorsun, bunda karar kılman lazım.

Demokratik hak mı, değil mi?

Doğru mu, yanlış mı?

Demokratik bir haksa, demokrasi adına doğru buluyorsan, seçim öncesi daha AK Parti davranmadan parti olarak sen de açıklayabilirdin bu tutumunu...

“Aman Ak Parti’nin tuzağına düşmeyelim!” diyerek ‘başörtülü milletvekili’ konusunu bir seçim tuzağına indirgemek ya da iki arada bir derede kalmak belki de klasik Halk Partisi’ni anlatan bir duruş...

Ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranabilen bir duruş!

İnandırıcı değil, olamıyor.



Kılıçdaroğlu CHP'sinin ne söylediği anlaşılmıyor
Türkiye’nin bazı temel konularında Kılıçdaroğlu CHP’si genellikle ortadan bir tavır alıyor.

Bazen ne söylediği tam anlaşılmıyor.

Bazen de bir söylediğinin tam tersini ertesi gün söyleyebiliyor.

Bunun örnekleri o kadar çok ki.

Radikal’de Ezgi Başaran soruyor CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na:

“CHP’nin de dindarlardan oy alması için ‘Mümkün değil’ diyenler var, ne diyorsunuz?”

Kılıçdaroğlu yanıtlıyor:

“Laikliğin dinsizlik olarak algılanmasını değiştirmemiz gerekiyor. Bunu CHP yıllardır anlatamadı, çünkü CHP’nin rakibi olan partiler karşı propaganda yaptılar. ‘CHP yolu, Moskova yolu’ sloganından başlayın, ‘CHP camileri yıktı’ya kadar halkın beynine işlenmiş bir imaj var.”

Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri geçen pazartesi günü çıktı gazetede.

CHP’nin hiç kusuru yokmuş; bütün kabahat rakip partilerinmiş; onların ‘karşı propagandaları’ nedeniyle Halk Partisi’nin alnına hiç de hak etmediği bir damga vurulmuş…

Ne yazık!



Başörtülü milletvekili siyasal normalleşme yolunda bir viraj
Soruyor Ezgi Başaran:



“CHP’nin başörtülü kadınlarla ilgili negatif tavrı sadece rakip parti propagandasından ileri geliyorsa, 28 Şubat’taki ikna odaları nedir?”

Kılıçdaroğlu’nun bu soruya yanıtı da fazlasıyla enteresan:

“Etki-tepki meselesi… Sağ partilerin başörtüsünü siyasi malzeme yapmasına karşı da böyle bir tepki oluşmuştur. Ama zamanla aşılacağını düşünüyorum. Tekrar ediyorum, başörtülü kızların üniversiteye girmesini destekliyorum. Bir kadının ne giyeceğine, kendini nasıl ifade edeceğine, nasıl güzel hissedeceğine erkeklerin ve siyasetin karışmasına da karşıyım.”

Kılıçdaroğlu’nun ‘ikna odaları’nı savunma tarzı da hiç ikna edici değil. 28 Şubat döneminin bu baskıcı uygulamasını sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir siyaset adamının kafadan reddetmesi gerekir.

Ama Kılıçdaroğlu bunu da yapamıyor.

‘Başörtülü üniversite öğrencisi’ni artık savunabiliyor.

Ama konu, şu günlerde olduğu gibi, ‘başörtülü milletvekili’ne gelince fren yapıyor.

Lafı uzatmak gereksiz.

Belirtmekte yine yarar var.

Kılıçdaroğlu CHP’sinin, iki cami arasında beynamaz politikalarla AK Parti’ye iktidar alternatifi olabilmesi uzak ihtimal!

İnşallah, başörtülü milletvekilleri nedeniyle TBMM’de fazla gürültü patırtı çıkmaz ve Türkiye siyasal normalleşme yolunda bir viraj daha almış olur.



Twitter: @HSNCML
 
Hizmeti geçenlere teşekkür etti:
Sultan Abdülmecit Han efendimiz...”
“Sultan Abdülhamit Han efendimiz..”
“Ve diğer ermişlerimiz...”
Atatürk de bir zahmet var tabii ki
arada...
*
Dedi ki:
“Marmaray’ın merhum Abdülmecit
dedemiz mimari çizgilerini çizmiş
güzelce... Arşivden onu çıkarttık... Biz o
çizgiler üzerinden hareketle, iktidarımız
döneminde hakikaten önemli bu adımı
attık...”
Japon Başbakanı da etrafa bakındı
tabii...
Mimar Abdülmecit’i niye görmedi
diye?..
Ki ondan sonra Yasin okununca Japon
açtı avucunu...
*
Odatv dün Resmi Gazete’de
yayımlanan, Japonlarla Türkiye
arasındaki “İstanbul Boğazı’nda
yapılacak olan tüp geçit” proje
anlaşmasının belgesini yayınladı:
Boğaz altgeçidinin proje tarihi; 15
Şubat 2000...
Cumhurbaşkanı; Süleyman Demirel...
Başbakan: Bülent Ecevit...
*
Sultan Abdülmecit nereden çıktı
derseniz...
Dedesi...
*
Olsun...
Ben şahsen korka korka da olsa
binerim...
Lunaparktaki korku tüneline
gideceğime...
Deliklere dikkat edeceksin, o kadar...
Su girmesin...
*
İyi kötü cumhuriyetin eseridir...
Cumhuriyet Bayramı’na denk getirip
Cumhuriyeti hırpalamak için kullansa da
sormaz mısınız adama:
Pekiiiii...
Cumhuriyet olmasaydı, Marmaray’ı
hadi buradan deldin...
Karşıda ucunu nereden çıkaracaktın?..
Yunanistan’dan mı?..

Bekir Coşkun
 
Yani şimdi siz bu yaşa kadar ruj, allık, pudra,
sürme, saç baş, maşallah...
Müslüman değildiniz de şimdi başınızı örterek
Meclis’e gelince mi Müslüman oldunuz?..
*
Yok eğer “Ne münasebet yine Müslümandık” dersen...
Bu tiyatro ne?..
*

En baştan alayım:
Türban, dinci erkeklerin siyaset malzemesiydi,
iç acıtan bir söylemdi, dillerinden hiç
düşürmediler:
“Başını örtmek isteyen masum kızların
gözyaşları...”
İyi bir malzemeydi aslında...
Etkili...
Duygusal...
*
İnanmış genç kızlar, kadınlar bu söylemlerle
manga manga coşarken, aslında genelde
masumdular...
Neyin oyunu olduğunun farkında bile değillerdi...
Yollara düştüler...
Arkalarında ise kara köstebekler gibi, tezgâhın
sahibi erkekler...
*
Ben her zaman kadınların daha yiğit, daha mert
olduğunu düşünürüm...
Burada dahi; inanıyorlardı ve inançlarının
gereğini yapıyorlardı...
İdealleri başlarının üzerindeydi...
Apaçık...
*
Erkekler?..
İkiyüzlü ve kaypaktılar...
Çıkarları için “ecnebi kılığına” rahatça
girebilmişlerdi...
İngiliz sitili ceket, setre pantolon, Frenk gömlek,
İtalyan kravat... Yani götür Paris’e bırak arkadaşı,
almaya gittiğinde “gâvurdan” ayıramazsın...
Sakal dahi bırakmadılar, sünnettir hani...
Burun ile dudak arasında belli belirsiz badem
bıyıklarla geçiştirdiler...
*
Cumhuriyete karşı kavgaları, kadınların
başlarındaki örtü ile oldu...
*
Şimdi?.. Din sömürüsü için...
Kaynağı belirsiz zenginliklerini, mücevherat
mağazalarını, gemi filolarını, ciplerini, havuzlu
villalarını gizlemek... Hâlâ devletten aldığı
yardımla yaşayan milyonların muhtaçlığını
unutturmak için...
O türbanı kullanmayı sürdürüyorlar...
Ve dün, kendilerine benzettikleri kadınların
başında Meclis’e girdi türban...
*
Ört o zaman...
Allah’ı kandırıyorsan, kanmaz...
Kulu kandırıyorsan...
Uyanmıyor zaten, kazık soksan...

Bekir Çoşkun
 
Yıl, 2004…
İs.tan.bul Bü.yük.şe.hir Be.le.di.ye Baş.ka.nı Ka.dir Top.ba.ş’.ın gi.ri.şi.miy.le, 11 üni.ver.si.te.den 123’ü pro.fe.sör ol.mak üze.re 300 bi.lim ada.mı bir ara.ya ge.li.yor.
Böy.le.ce İs.tan.bu.l’.un imar ana.ya.sa.sı.nı ha.zır.la.ya.cak Met.ro.po.li.tan Plan.la.ma Mer.ke.zi (İMP) ku.ru.lu.yor.
Ge.nel Ko.or.di.na.tör.lü.ğü.nü Prof.Dr. Hü.se.yin Kap.ta.n’.ın yap.tı.ğı mer.kez.de.ki bi.lim in.san.la.rı yıl.lar.ca uğ.ra.şıp ken.tin ay.rın.tı.lı “Çev.re Dü.ze.ni ve Ula.şım Mas.ter Pla.nı.”nı ha.zır.lı.yor.
600 ki.şi.nin ça.lış.tı.ğı mer.ke.zin fa.ali.yet.le.ri için yak.la.şık 200 mil.yon li.ra har.ca.nı.yor.
Böy.le.ce “İs.tan.bu.l’.un Ana.ya-.sa.”sı or.ta.ya çı.kı.yor.
Plan.da İs.tan.bu.l’.un Ku.zey yö.nün.de bü.yü.me.si ha.lin.de or.man.la.rın ve su hav.za.la.rı.nın mah.vo.la.ca.ğı, 3. köp.rü.nün ya.pıl.ma.sıy.la da nü.fu.sun 25 mil.yo.na çı.ka.ca.ğı ve me.ga.po.lün ya.şan.maz ha.le ge.le.ce.ği be.lir.ti.li.yor.
Ör.nek ola.rak 2. köp.rü ve TEM Oto.yo.lu.nun çev.re.sin.de ye.şil alan.la.rı yu.tan, su hav.za.la.rı.nı yok eden ka.nun.suz ya.pı.laş.ma.la.rın oluş.tur.du.ğu si.yah ku.şa.ğı gös.te.ri.yor.lar.
“3. köp.rü ve oto.yo.lu ya.par.sa.nız, Ku.zey Or.man.la.rı da ye.şil ol.mak.tan çı.kar, tıp.kı TEM gi.bi kap.ka.ra olu.r” di.yor.lar.
Prof. Hü.se.yin Kap.tan ve ar.ka.daş.la.rı ay.rı.ca Ata.köy sa.hil.le.ri.nin sa.tıl.ma.sı.na, bu.ra.da rant amaç.lı gök.de.len.le.rin di.kil.me.si.ne, Du.ba.i ku.le.le.ri.ne, ta.ri.hi ya.rı.ma.da.da açıl.ma.sı dü.şü.nü.len 7 tü.ne.le de kar.şı çı.kı.yor.lar.
Ak.si hal.de ta.ri.hi ya.rı.ma.da.nın bü.yük za.rar gö.re.ce.ği.ni söy.le.ye.rek, ula.şım so.ru.nu.nu çöz.me.nin an.cak top.lu ta.şı.ma.cı.lık sis.te.mi.ni ge.liş.tir.mek.le müm.kün ola.ca.ğı.nı ifa.de edi.yor.lar.
3. ha.va.li.ma.nı için de Si.liv.ri ya.kın.la.rın.da bir yer be.lir.li.yor.lar.
Bü.yük emek ve mas.raf.lar.la ha.zır.la.nan “İs.tan.bul Çev.re Dü.ze.ni ve Ula.şım Mas.ter Pla.nı.” 2006’da ta.mam.la.nı.yor.
Plan Bü.yük.şe.hir Be.le.di.ye Mec.li.si.’n.de al.kış.lar.la ve oy bir.li.ğiy.le ka.bul edi.li.yor.
Ka.dir Top.baş tüm eme.ği ge.çen.le.ri tek tek kut.la.ya.rak te.şek.kür edi.yor.
Bu ara.da hiç bek.len.me.dik ba.zı bü.rok.ra.tik en.gel.le.me.ler baş.lı.yor ve ko.nu yar.gı.ya gi.di.yor.
Yar.gı.dan onay çı.ka.na ka.dar TEM çev.re.si.ne yak.la.şık 1,5 mil.yon.luk ye.ni bir nü.fus yer.le.şi.yor.
Sü.reç.te Baş.ba.kan Er.do.ğan da kar.şı saf.ta yer alı.yor.
Onun is.te.ğiy.le Prof. Hü.se.yin Kap.tan is.ti.fa et.mek zo.run.da ka.lı.yor.
Böy.le.ce İs.tan.bu.l’.un kur.tu.lu.şu.nu sağ.la.ya.cak plan, ha.ya.ta ge.çi.ril.mek ye.ri.ne çö.pe atı.lı.yor.
Ça.lış.ma.lar bo.yun.ca pla.nı ha.ra.ret.le des.tek.le.yen Baş.kan Top.baş da Baş.ba.ka.n’.a di.re.ne.mi.yor.

* * *

Pe.ki Baş.ba.kan Er.do.ğan bu pla.na ne.den kar.şı çı.kı.yor?
So.ru.nun ce.va.bı.nı CHP İs.tan.bul Mil.let.ve.ki.li Ay.kut Er.doğ.du, Per.şem.be ak.şa.mı Halk TV’.de ya.yın.la.nan “Halk Are.na.sı.”n.da bel.ge.ler.le ve ay.rın.tı.lı bi.çim.de ver.di.
Er.doğ.du.’nun elin.de.ki bel.ge.le.re gö.re; İs.tan.bul Bü.yük.şe.hir Be.le.di.ye Baş.ka.nı ol.du.ğu dö.nem.de 3. köp.rü.ye şid.det.le kar.şı çı.kan ve “Bu köp.rü.nün ya.pıl.ma.sı ci.na.yet.tir. Ya.pıl.dı.ğı tak.dir.de Ku.zey Or.man.la.rı mah.vo.lu.r” di.yen Baş.ba.kan, ay.nı or.man.la.rı şim.di me.ga pro.je.le.re açı.yor.
3. köp.rü.nün, ve 3. ha.va.li.ma.nı.nın ye.ri.ni bi.le ken.di.si be.lir.li.yor.
Ya.ni bir za.man.lar ci.na.ye.ti ih.bar eden Baş.ba.kan, bu kez ci.na.yet em.ri.ni biz.zat ve.ri.yor.
Kar.şı çı.kan.la.rı da “eş.kı.ya.lık.la.” suç.lu.yor.
CHP Mil.let.ve.ki.li Er.doğ.du, köp.rü, oto.yol, ha.va.li.ma.nı ve Ka.nal İs.tan.bu.l’.un, bu böl.ge.ler.de ya.pı.la.cak yüz.ler.ce ko.nut ve AVM pro.je.si için yem ola.rak plan.lan.dı.ğı.nı öne sü.rü.yor.
Kent için.de yağ.ma.la.na.cak alan kal.ma.dı.ğı.nı, rant ta.la.nın.da sı.ra.nın Ku.zey Or.man.la.rı.na gel.di.ği.ni id.di.a edi.yor.
Çün.kü eko.no.mi.nin kö.tü sin.yal.ler ver.me.si.ne kar.şı.lık, borç öde.me.le.ri için Tür.ki.ye.’ye mil.yar.lar.ca do.la.rın gir.me.si ge.re.ki.yor.
Eko.no.mi.de iş.ler iyi git.me.di.ği.ne, ulus.la.ra.ra.sı kon.jonk.türün el.ver.me.di.ği.ne, ya.pı.sal re.form.lar ya.pı.la.ma.dı.ğı.na gö.re, ge.ri.ye tek se.çe.nek ka.lı.yor:
Ku.zey Or.man.la.rı.’nı rant yağ.ma.sı.na aç.mak, ya.ni ci.na.ye.ti iş.le.mek!
 
Yoğun istek üzerine...Türban Büyük Millet Meclisi

Bir İgnliiz üvinersitesinde ypalın arşaıtramya gröe, klemileirn hrflareinin hnagi srıdaa yzaldıklarıı ömneli dğeliimş asılnda...

Öenmli oaln, briinci ve sonncuu herflarin yrenide olamsımyış... Çnküü, kleimleri hraf hraf dğeil, btüün oalark oykuormuşsz... Ardakai hraflrein sırsaı kıraşık da osla düüzgn ouknuyormuş.
*
İinglç di mi?
Bıakn nısal da düüzgn oukdnuuz.
*
Hem oukdnuuz.
Hem anladıınz.
*
Trüban bduur.
*
Tartıışlan mselee ne oulrsa olusn, bşınaa ve sounna “trüban” koyğduunda, aarda ypılaan yaınlşları görmeszin...
Yaınlşları düüzgn gbii oukmyaa, düüzgn gbii anlmaaya bşlarsaın.
*
Asırn itfirası atıılmş, TSK hpase tkıılmış, pkklya pzarlaık yaplııyrmouş, meemlket bölüüynrmouş, yargyıı bdaem byklııı ypmışlaar, deinz feenri ne oulmş, her dröt gnçteen brii isşiz gzeiymouş flian... Hiç öenmi klmaaz.
*
Tartıışlan mseleenin bşınaa ve sounna “trüban” koyğduunda, aarda ypılaan yaınlşları görmeszin, sbaah klkaarsın trüban konşuuursn, aşkam yaatrsın trüban konşuuursn.
*
Kaafn alalk blulak oulr ama...
Akılnda bi tek trüban klaır!
*
Saadce kfaayı örtmez çnküü.
Her srounu öertr trüban.

Yılmaz Özdil-Hürriyet
 
Bir kadının sevdasına koşarak gideceği
ayağını aldığında yazgı...
Sevgilisinin başını koyacağı, bebeğini
sallayacağı bacağı gittiğinde...
Ve sarılacak kolu elinden alındığında...
Ne yapar?..
*. ..
Onu izlemiştim İstanbul’da o gece...
Uzakta oturuyordu, gözlerimizle
selamlaşmıştık...
Medyanın küçük kızıydı, salonda
hepimiz o kötü kazayı biliyorduk, ama
sanki belli etmemeye çalışmıştık...
Ama en çok o yok sayıyordu...
Müzik bittiğinde, kalan elini masanın
tahtasına vurarak alkışladı...
En etkili alkış ondandı...
*
Yıllar geçti...
Siyaset onu çekip aldı...
Önceki gün.Şafak Pavey.Meclis
kürsüsünden konuşurken, Türkiye dönüp
kendi kendine baktı aslında...
Erkekler topluluğunun ikiyüzlülüğü...
Kalitesizliği...
İlkelliği...
Düzenbazlığı...
Acımasızlığını gösterdi sol eliyle...
*
Olmayan bir kadın bacağının siyaset
erkeğinin zihnindeki yeri ile, örtülmüş bir
kadın başının getirisi birbirine karıştı...
Birincinin itirazı vardı...
İkinciler razıydı sadece...
*
Türkiye’nin başına gelenleri görüp sekiz
sene önce meydanlara çıkan cumhuriyet
kadınlarının, umudunu yitirmemiş bir
temsilcisi son çığlığı atıyordu aslında...
Yine bir kadındı...
Birbirini satan asker erkekler...
Birbirini ihbar eden bürokrat erkekler...
Birbirini gammazlayan aydın, yazar,
çizer erkekler...
Birbirinden beter; sinen, tüyen, yanaşan,
yamanan, dönek erkekler... Türkiye’nin
başına kurşun sıkılmasını seyrederken, bir
kadın.“adam olmanın”.dersini veriyordu
oradan...
Ona sarılmak istedim...
*
Ve onu dinlerken düşündüm...
Evet; bin erkek dostum olacağına, bir
kadın dostum olsun...
Daha mert...
Daha yiğit...
Daha yüreklidir kadınlar...
*
Sırtını dayayacaksan bir kadına daya...
Elini tutarsa düşmezsin...
Bekir Coskun
 
AKP’nin ve yandaşlarının öfkesi,
kini bitmek bilmiyor! İki gündür Şafak
Pavey’e yöneltilen saldırılar, iğrenç
yalanlar, kışkırtmalar ve linç girişimi
insan olanı, insanlığından utandıracak
nitelikte!
Şafak Pavey’in Meclis konuşmasının
her satırı sahiciydi, gerçekti ve
doğruydu. Doğrulara dayanamayanlar,
öyleyse vurun kadına! Hem de belden
aşağı!
En ufak bir eleştiriye, bir
sorgulamaya tahammülleri
olmayanlar, gerçekten “adaletle, öç
almak arasındaki farkı” bilmiyorlar!
Çoktan öğrenmeleri gerekirdi ama
öğrenemiyorlar ve şimdi de o
konuşmadaki doğruların intikamını
almak istiyorlar!
“Başörtüsüne özgürlük” diyenler,
hemcinslerinin ifade özgürlüğüne
karşı çıkarken şiddeti linç boyutuna
taşıyorlar. Şu son on yıldır, milleti
mağdur edenler; kendi “kronik
mağduriyetlerinin” öcünü, intikamını
ala ala bir türlü bitiremediler!
Onların yandaş gazetecilerine de
bir çift sözüm var: Bugün sımsıkı
sarıldığınız iktidara, yarın öbür gün en
ufak bir eleştiri getirdiğinizde, işinizden
olduğunuzda, haksızlığa uğradığınızda,
sizin de haklarınızı savunacak olan,
sorgulayacak olan Şafak Pavey gibi
cesur ve yiğit insanlardır.
Fazıl Say ve Chopin
Sevgili okurlar, bugün bu köşeyi
sadece “Fazıl Say Chopin çalıyor”
resitaline ayırmak isterdim. Olmuyor.
Hayat izin vermiyor!
Önceki akşam, iki ilk yaşadım. Fazıl
Say’dan ilk kez Chopin dinledim...
Zorlu Gösteri Merkezi’ne ilk kez
gittim... Sondan başlıyorum:
2300 kişilik büyük salon tek sözcükle
muhteşem! Yalın, rahat, büyük, şık
ve uyumlu. En ama en önemlisi
akustik şahane. Tek dileğim klasik
müzik konserlere burada daha çok
yer verilmesi. Buranın adı gülünç bir
biçimde, “Zorlu Center Performans
Sanatları Merkezi” diye konmuş.
(Center, “merkez”in İngilizcesi,
“performans” zaten bir sanat ...
Tekrarlar komedisi!) Keşke bu yanlıştan
dönülse de “Zorlu Sanat Merkezi”
dense... Öyle ya da böyle büyük bir
gereksinime yanıt vereceği ortada.
Biletleri çoktan tükenmişti. Fazıl Say
her zamanki “bulutların üzerinde”ki
haliyle piyanonun başına geçtiğinde
soluklar tutuldu.
Önce kendi bestesi “Nietzsche ve
Wagner”, müthiş inişleri çıkışları olan
dramatik bir eser; ardından Wagner
(Liszt düzenlemesiyle) “İsolde’nin
Aşk İntihari” ile büyük bestecinin 200.
yıldönümüne bir saygı duruşu ve
ardından Chopin 2 No’lu Piyano Sonatı
ve Noktürnler...
“Romantiklerin en romantiği” diye
bilinen Chopin’i Fazıl Say’dan dinlemek
farklıydı. Şimdiye dek dinlediğim
tüm Chopin yorumlarından farklıydı.
Nasıl mı? Daha meleksiydi, daha
şeytansıydı. Chopin’in ezgilerinde
insanın ruhuna işleyen bir hüzün, bir
acı, bir sevinç vardır. Bu kez hüzün bin
kat derinlere kök salıyor, sevinç bin
kat gökyüzüne uzanıyordu. Abartılar,
coşkular, susuşlar daha derine, daha
derine iniyordu. Piyanonun başında
Fazıl Say, sanki üçüncü bir boyuta
geçmiş gibiydi...
Zaten kendisi de diyor ya:
“Polonyalının sol eli ‘Azrail’, sağ
eli ‘melek’tir... Aynı anda ölüm ve
yaşamak ile yüz yüzedir, o yüzden bu
müzik; derindir.. Polonyalıyı iyi çalmaya
çalışmamalı. Sadece hissetmeye
çalışmalı.”
İşte o hissedişin her anı ruhumuza
işledi.
Katı kuralcılar bu yorumdan hoşlanır
mı bilemiyorum ama salon nefesini
tutmuş dinliyordu. Finalde Chopin’in
“Ninni”sinin son notasıyla ise millet
ayağa fırlamış alkışlıyordu.

Zeynep Oral
 
Başörtüsü İslamiyet’ten çok önceleri ortaya çıkmış, İslamiyet’le birlikte katı bir çerçeveye oturtulmuş, Cumhuriyet’in uygulamaları ve bu uygulamalara karşı gelişen reflekslerle de karmaşık bir sarmala dönüşmüş bir konu. İnanç ya da siyasi sembol olması anlayışının aksine, özünde toplumsal cinsiyet içine hapsolmuş bir mesele. Erkek egemenlerin kadına biçtiği rolle, onu görmek, göstermek istedikleri biçimsellikle ilişkili.

Sıralamada erkeklerin kadınlardan önce geliyor olmasının tohumları yaratılış öyküsünde atılıyor. Kariyeri kadının sahibi olarak başlatılan erkeğin cennet bahçesindeki sefasının son bulmasının nedeni ise kadınıydı.

İslam inancına göre Adem insanların atası ve ilk peygamberdir. Havva da ona zevcelik etsin, diye yaratılmış insanlığın “ana”sı olarak görülür. Sonrasını biliyorsunuz olaylar gelişir. Adem’in ortalarda olmadığı sırada bir yılan Havva’ya ağaçtaki meyveyi işaret eder, yersen sen de Tanrı gibi olacaksın der. Oysa, Tanrı ağaçtaki elmalara dokunmayı yasaklamıştır. Kadın elmayı önce kendisi yer sonra da Adem’e yedirir ve ilk büyük günah işlenir. Tanrı, faturanın büyüğünü kadına keserek onu erkeğe hizmet etmekle ve türlü acılarla cezalandırır. Yasak ve günah ilişkisiyle örülmüş kadının toplumsal rolü de böylece belirlenmiş olur.

İnanç elbette bireysel bir yolculuktur. İçinde barındırdığı kural ve kaideleri bir yaşam biçimi olarak görmek kişinin bireysel tercihidir. Haliyle türban takmak isteyen bir kadına “Bunu başından çıkartacaksın” denemez. Aynı şekilde takmak istemeyene de “Bunu başına takacaksın” denmemelidir.

Her iki görüşün yılmaz bekçileri de erkeklerdir. Kadına ne yapması, nasıl yapması gerektiğini dayatır ya da söylerler. Tanrı, peygamber, hoca, lider... Hepsi erkektir. Yaratılıştan başlayan bu anlayışın ardında erkeklerin kadına ilişkin ilkelliği vardır.

BU MECLİSE DAHA ÇOK DERS GEREK

Perşembe günü medya meclis bahçesine konuşlanmış, tarihi günü canlı yayınlarıyla ekrana taşıyordu. Yandaş, ulusalcı, muhafazakâr, neredeyse tüm televizyon kanalları ortak bir başlıkta buluşmuştu: “başörtülü/türbanlı vekiller meclise geliyor.” Başlıklar bir vekilden çok adeta dünya dışı bir varlığın TBMM’ye geldiğini işaret ediyordu. Yorum yapanların çoğu her zaman olduğu gibi erkeklerdi. Konuşan erkekler “beylik” meselelerin etrafında dönmeye devam ediyordu. Olayın zamanlaması, türbanın siyasi sembol olarak kullanılması, Kemalist refleksler ve elbette 14 yıl önceki Merve Kavakçı denemesi yorumların yine merkezindeydi.

Sonrasında ekrana vekillerin meclis çatısı altına geldiğine ilişkin haber ve fotoğraflar yansımaya başladı. AKP’li erkekler kendilerini Paul Gauguin, karşılarındaki vekilleri de Haitili “yerli” kadınlar zannedercesine sosyal medyada kadın vekillerin fotoğraflarını paylaşmaya başladılar.

Ardından Egemen Bağış başta olmak üzere olayın siyasi bir şova ve gerginliğe dönüşmesi beklentisinde olanlar sosyal medyada “Bacılarımız, analarımız” diye başlayan, AKP’nin hesaplaşmacı üslubunun gereğini yapan twitlerle ortamı germeye başladılar. Nafileydi, CHP adına konuşan Muharrem İnce’nin başörtüsüne ilişkin kendi üslubuyla yaptığı ateşli konuşma CHP’nin tavrının büyük oranda değiştiğini gösteriyordu.

Ardından BDP adına konuşan Pervin Buldan olayı gelmesi gereken noktaya çekti. Bunun bir toplumsal cinsiyet meselesi olduğunu vurgulayan mükemmel bir konuşma yaptı.

MHP adına konuşan Ruhsar Demirel ise sadece partisini değil, hepimizi şaşırtan bir konuşmayla mecliste esen kadın rüzgarını kuvvetlendirdi. HDP adına kısa ama öz konuşan Sebahat Tuncel ve CHP’nin sona sakladığı Şafak Pavey de benzeri mesajlar veriyordu. Aslında “Elinizi, siyasetinizi, egemenliğinizi üzerimizden çekin, bizim adımıza konuşmayın, kadınının özgürleşmesi başörtüsünden daha mühim bir meseledir” diyen kadın vekiller, karşılarındaki erkek çoğunluğa çoktan hak ettikleri dersi bu vesileyle verdiler. Tabii anlayana. Aynı sıralarda dersi kaynatan bir öğrenci gibi, ortalığı germeyi kendine görev edinen baş müzakereci, içinde “bacı, bayan” sözcükleri geçen twitler atmaya devam ediyordu. Egemen Bağış anlatılanlardan da toplumsal cinsiyetten de bihaberdi. Dahası dersin gidişatından memnun değildi. Çünkü bu yaranın kapanması en çok AKP’ye zarar verecekti.

Erdoğan, Gezi sürecini bertaraf etmek için başörtüsü meselesini kullanmıştı. Başbakan başörtüsü taktığı için taciz edilen kadını siyasi amaçları doğrultusunda toplumsallaştırmaktan geri durmamış, Kabataş’taki olayı sürekli gündemde tutarak, saldırıya uğradığı iddia edilen kadının duygularını hiçe saymıştı.

Neticede Hac dönüşünde başörtüsüyle meclise gelme kararı alan kadın vekilleri kullanarak durumu siyasi şova dönüştürmek isteyen AKP’nin oyunu bozuldu. Böylece Erdoğan’ın mağduriyet kartlarından biri geçerliliğini yitirmiş oldu. Bakalım olup bitenler yerel seçimlere nasıl tesir edecek.

Ademler ve Havvalar - BirGün.net | Halkın Gazetesi BirGün
 
Doğarsın üzülürler, illa erkeği bulana kadar yeniden denerler. Okula ya yollamazlar ya da usulen yollarlar, senden olsa olsa ne olacaktır ki, masrafsındır boşa.
Derdi gücü ailenin, sağlığın sıhhatin değil, hafazanallah bilmem kimin oğluyla fingirdedin mi fingirdemedin midir. İyi misin diye sormadan önce eteğin kısa, bluzun açık derler. Dert odur çünkü. Bedenin senin değildir ki, ailenindir, toplumundur. O vücut kime nasıl, nerede, nasıl sergilenecek kararını verdirmezler sana.

Evlenirsin ya da evlendirilirsin, şansın varsa yetişkin olduktan sonra. Anasının ağam, paşam diye büyüttüğü adam hakikaten kendini ağa, paşa zanneder, seni de aynı evde yaşadığı serf. İşin yoksa, ömrünün geri kalanını, elin şımarık adamını eğleyerek geçirirsin. Hem çalışırsın, hem evde didinirsin.

Yemeğini beyine, beyinin anasına, bebelerine beğendirmeye çalışırsın, hep de burun kıvırmayla karşılaşırsın. İşte tam eleman muamelesi yapmazlar sana, "ben mi bakacağım babası, kocası baksın" kontenjanından düşük ücretli çalışansındır patronun gözünde.

Terfi senin neyine, müdür, şef koltuğu boşalınca akla en son sen gelirsin. Nasıl olsa doğurur gider bu diye, ne zam alırsın, ne terfi. Para kazanayım diye doğurmazsın, doğuramazsın; be sefer de anne değilsin diye türlü imaya, laf sokmaya maruz kalırsın. Ne kutsaldır annelik, ne ulvidir vb…Hem anne hemcinsinden, hem de çokbilmiş erkek milletinden annelik nutku dinlersin 7\24.

Doğursan 9 ay taşıdığın çocuğa kendi soyadını veremezsin, bırak soyadını adını bile seçtirmezler bazen. İş, ev arasında mekik dokurken bin bir emekle büyütürsün çocuğunu yaranamazsın. Kötü yetiştiren olursun, az ilgilenen, yetersiz anne. Sokakta yürütmezler, hele geç saatte; aranıyor damgasını vuruverirler. Taciz, tecavüz müstahaktır sana, dolaşırsan o kılıkta, o saatte, oralarda. Kuyruk sallamışsındır muhakkak, evet kuyruklu olansındır sen!

Ha kuyruk sallamak dedikleri de mesela karşı cinsten tanıdığın halini hatırını sorarsın, yanlış anlaşılırsın; gösteriyor da vermiyor olursun.

Şanslıysan, baban, kocan, amca oğlun, eski sevdiğin sinirden, kıskançlıktan, hatta bazen sevgiden! Gırtlağını sıkıp gebertmezse seni, böyle yaşar gidersin işte dostum. Dünyanın en büyük azınlığısındır ve mahkûmsundur buna. Cenazene de bir avuç insan gelir, kaç kişi geldi merak bile etmez kimse.

Kadınsındır, eksiksindir, usulen kenarda duransındır, itilensindir, kakılansındır. Seni memleket ancak başörtüsü takınca ya da çıkarınca hatırlar dostum. Memleket ancak o zaman konuşur senin derdini, ancak o zaman konuştururlar seni meclis kürsüsünde. Ne diyor acaba diye ancak o zaman dinler elalem hakikaten seni. Baş açılsın mı kapansın mı kavgalarında konu olursun anca, herkes bir yerden çeker seni, ortadan ikiye bölene kadar o zaman da. Ama olsun dostum en azından bir kereliğine de olsa görünür olursun, dinlenir…Başörtünü takınca, ya da çıkarınca…

Başörtüsü takınca hatırlanırsın - CNNTurk.com
 
Saç
Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı, türban hakkında konuştu, “başörtüsü dinimizin gereklerinden biridir, dinimizin böyle bir emri olduğunu bilmeyecek kadar cahiller” dedi.
*
Bangladeş Başbakanı, kadın, Şeyh Hasina Vecid, saçı açık.
Fas Kralı’nın eşi Selma, başı açık, şahane kızıl saçları var.
Malezya Başbakanı’nın eşi Rosmah’ın başı açık.
Pakistan Başbakanı’nın eşi Begüm’ün saçı açık.
Ürdün Kralı’nın eşi Rania, ki Filistin asıllıdır, başı açık.
Rahmetli Yaser Arafat’ın eşi Süha’nın başı açık.
Mısır’da Mübarek’in eşi Suzan’ın başı açıktı, darbeci general Sisi’nin eşi çarşaflı!
Libya’da Kaddafi’nin eşi ve kızının başı açıktı; şimdiki başbakanın ailesi de açık.
Tunus’tan kaçan first leydi Leyla’nın başı açıktı; şimdiki Cumhurbaşkanı Marzouki’nin ilk eşinden olan kızlarının başı açık, ikinci eşini hesaba katmıyorum, çünkü şimdiki eşi Fransız, zaten başı açık.
Irak’ta Saddam’ın eşinin başı açıktı; şimdiki cumhurbaşkanı Talabani’nin eşi Hero’nun başı açık.
Bizim başbakanın eski cankuşu Suriye Devlet Başkanı’nın eşi Esma’nın başı açık.
Bizim başbakanın kankası Katar Emiri’nin eşi Mozah’ın saçı açık, Sophia Loren gibi kadın.
Dubai Emiri’nin eşi Haya’nın, kızı Mehra’nın başı açık.
Cezayir Devlet Başkanı’nın eşi Amal’ın saçı açık.
Lübnan Başbakanı’nın eşi May’ın başı açık.
Afganistan Cumhurbaşkanı’nın eşi Ziynet’in saçı görünmeyen tek kare fotoğrafı yok.
Suudi Arabistan Prensi El Velid Bin Tallal Abdülaiz El Suud, Bodrum’a geldi, eşi Amira’nın başı açık, kızı Cevahir’in başı açık.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın eşi Mihriban, dünya hayran, başı açık.
KKTC’de rahmetli Denktaş’ın eşinin başı açıktı, AKP’nin Kıbrıs bayisi Mehmet Ali Talat’ın eşinin başı açıktı, şimdiki Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun eşinin başı açık.
*
Hepsi cahil demek ki.
*
İmam hatip’e gitmedikleri için, nasıl giyineceklerini bilmiyorlar herhalde.

Yılmaz Özdil-Hürriyet

 
Ahmet Hakan, Bekir Coşkun'a ağzının payını verdi​
Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun'a en sert tepki Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan Coşkun'dan geldi.
CHP'nin Ak Partili kadın milletvekillerinin başörtülü olarak Meclis Genel Kurulu'na gelmesine engel olmamasına öfkelenen Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun'a en sert tepki Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan Coşkun'dan geldi.

Köşesinden Bekir Coşkun'a yüklenen Ahmet Hakan Coşkun, "Ne yapacaktı CHP" diye sordu. Ahmet Hakan, "Bekir Bey ve Bekir Bey gibilerinin kafayı değiştirmesi mümkün değil." diye yazdı.

Coşkun yazısını, "Çık dışarı diye bağırmak medeniyetse, ... Adı batsın sizin medeniyetinizin de, aydınlığınızın da, çağdaşlığınızın da..." diyerek bitirdi.

İşte Ahmet Hakan'ın Coşkun'a yönelik sert ifadeleri:

Bekir Coşkun, dünkü yazısında CHP'ye bindirmiş de bindirmiş, saydırmış da saydırmış.

Diyor ki:

"Türban Meclis'e girdi, CHP baktı".

"Başörtüsüyle Meclis'e girmenin nesi yanlış? CHP'nin bunu engellemek için neden bir şey yapması gerekiyor?" diye sormaya gerek duymuyorum.

Çünkü bu konuda Bekir Bey ve Bekir Bey gibilerinin kafayı değiştirmesi mümkün değil.

Ben sadece Bekir Bey ve Bekir Bey gibilere şu soruyu sormak istiyorum:

Ne yapacaktı CHP?

- Başörtüsüyle Meclis'e giren kadınları ittirip kaktıracak mıydı?

- "Yassak hemşerim" diye kapıda kılık kıyafet zabıtalığı mı yapacaktı?

- "Dışarı... Dışarı..." diye bağırarak bir utanç ayinine mi imza atacaktı?

- "Başörtüsüyle Meclis'e sokturmam da sokturmam" diye slogan mı haykıracaktı?

- "Benim biricik devletime meydan okuyorlar, burası devlete meydan okunacak yer değildir" diye konuşmalar mı yapacaktı?

- "Bu hanımlara haddini bildiriniz" diye feryat mı edecekti?

- Zor mu kullanacaktı?

- Saç baş mı yolacaktı?

- Sıra kapaklarını mı yumruklayacaktı?

Bu muydu CHP'den beklediğiniz?

Bunları mı yapmalıydı CHP?

Peki söyler misiniz bana...

- CHP bunları yaparak mı aydınlık bir tavır koymuş olacaktı?

- CHP bunları yaparak mı medeni olacaktı?

- CHP bunları yaparak mı çağdaş olacaktı?

- CHP bunları yaparak mı demokrat, özgürlükçü ve barışçı olacaktı?

Had bildirmek... Zorla dışarı çıkarmaya çalışmak... "Dışarı" diye ayin yapmak... "Çık dışarı" diye bağırıp çağırmak...

Bunlarla mı çağdaş, aydın ve medeni olunuyor?

Medeniyetten, aydınlıktan, çağdaşlıktan anladığınız şey, Meclis'e başörtüsüyle giren üç-beş kadının Meclis'ten kapı dışarı edilmesini sağlamaksa...

Adı batsın sizin medeniyetinizin de, aydınlığınızın da, çağdaşlığınızın da...
 
1993'tü. Yaz bitti, okul açıldı. 16 yaşımıza aylar kalmıştı. O yıl bir şeyler değişti. Virlan ve Burcu tiyatro ekibine girdi. Rana ve Aslıhan koroya. Emrah, Cumhuriyet gazetesinden kupürler kesip arşiv oluşturuyordu. Onur gitar çalıyordu. Ben bağlamaya merak saldım. Bora üç arkadaşıyla rock grubu kurdu. Bülent resmen edebiyata gömüldü. Bir sınıf üstümüzde Serkan şiirlerini yakın arkadaşlarına okumaya başlamıştı. Bunlar tek tek hatırlayabildiklerim... Sonra bir grup kurduk, 150 kişi kadardık, iki yıl boyunca yaz tatillerinde bile toplandık, tartıştık, kitaplar okuduk. '95'te 1 Mayıs'a katıldık, pankartımız "Düzen seni aldatıyor. Bir Dost"tu. Aynı yıl bir 'Kültür Kolu' kurduk, bir de dergi çıkarmaya başladık. Adı 'Ayışığı' oldu, "Bilgeliğin simgesi güneşten aldığını, dünyanın karanlık yüzündeki yolculara yansıtacak ışıktı" dergimiz. 16 yaşın acemi romantizmi işte, bugünkü yaşımızla yapsak 'çiğlik' dersiniz, o gün dünyayı değiştirmeye niyetli güzel çocuklardık.

Böyleydik diye biz, 'dört göz' öğrenciler olduğumuzu sanmayın; Beavis&Butthead cinsi kıs kıs gülmelerdeydik; espri bel altıysa kulak kabartan ergenlerdik; ideal ailemiz Simpsonlardı; falsosu olanla acımasızca dalga geçer, okulu kırıp 'Hasırlar'ı doldururduk; atari salonlarına gider, Kadıköy'ün kahvelerinde King çevirip Okey'e dönerdik.

Bir yanımız ergendi; öbür yanımız gözünü, kulağını dünyaya açmış kabuğunu kırıyordu. Özel falan değildik, sadece 16 yaşındaydık. 16 yaş, insanın 'kabuğunu kırma' yaşı, Martı Livingston'ın yükseklere uçtuğu, Küçük Kara Balık'ın denizleri keşfettiği yaş... Biz, evet, daha şanslıydık. Elimize gitar alabilecek kadar paramız, şiir yazacak kadar zamanımız, tiyatrosu olan bir okulumuz vardı. "Ayışığı olup karanlık gecede kendi şansımızı memlekete yayma" romantizmiyle toplantılar yaparken, binlerce yaşıtımız çocuk işçi olarak çalışıyordu; on binlercesinin kurduğu hayalleri bile özgürleştirme şansı yoktu.

Sonra büyüdük. Liseye başlayan hangi çocuğu görsek sanata, felsefeye düşsün, aşık olsun, şiir okusun, sinemaya gitsin istedik. Bizim yapamadıklarımızı da yapsın istedik. İsteriz hâlâ. Güzel insanlar böyle yetişir diye; hayat daha adil olsun diye; çocuklarımız aklı özgür, fikri özgün bireyler olsun diye; mutlu olsunlar diye... Ama hepsinden önemlisi, o yaşın gereği bu diye, kabuğunu kırmak isteyen insanı hayatın prangalarıyla bağlamak 'yetişkin dünyanın' en büyük sömürüsü diye...

Şimdi diyeceksiniz ki, "16 yaşındayken her genç gibiymişsin, bu yaşta da her yetişkin gibi konuşuyorsun. Çocuklarımız öyle büyüsün, böyle yetişsin..." Keşke öyle olsaydı. Yani keşke bu ülkedeki her yetişkin, çocuklar için aynı hayalleri kuruyor olsaydı. Ama öyle değil. Bu ülkede bazı yetişkinler çocukların kendi nesillerinden daha iyi ve daha mutlu yaşamasını istemiyorlar. Ve ne yazık ki bu yetişkinler iktidardalar, sermayenin başındalar.

Bu yetişkinler geçen hafta, Çocuk İşçi Yönetmeliği'ni değiştirdiler. Hiç acımadılar. 16-18 yaş arasındaki çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalışmasının önünü açtılar. "Meslek okulundan mezun olmuş 16-18 yaş arası çocukların Çocuk İşçi yasaklarından muaf tutulmasına" karar verdiler.

Bu yetişkinler aynı yönetmeliği şubat ayında da değiştirmişlerdi. 15-18 yaş arası çocuk işçilerin çalışması yasak olan birtakım işleri yönetmelikten çıkartmışlardı. Bu işler, maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altında veya su altında çalışılacak işlerdi; toksik, kanserojen, doğmamış çocuğa zararlı veya herhangi bir şekilde insan sağlığını etkileyen zararlı maddelerle ilgili işlerdi; müteharrik makineler kullanılarak yapılan işlerdi.

Bu yetişkinler, iktidarı ve sermayesiyle elele verip Türkiye'nin eğitim sistemini, 15 yaşından itibaren çocukların en ağır biçimde sömürülmesini sağlayacak biçimde değiştirdiler. Hatta okula gitme yaşını 5'e indirip, sömürü yaşını 14'e düşürmenin peşine düştüler. Bu ağırlaştırılmış sömürünün, gündelik siyasetin tartışma konusu olmasına dahi izin vermediler. İnsanları din, inanç, imam hatip vs tartışmalarının ortasına atıp, alttan alta çocuklarımıza saldırdılar.

Bu yetişkinlerin gelecek düşünde, 14 yaşından itibaren çocukların her tür işkolunda çalışma hayatına dahil edildiği, yasalar tarafından korunmadığı bir dünya var.

Bu yetişkinlerin dünyasında, çocukları iş kazalarında ölmeye yollamak, 16 yaşın merakını maden ocağına kilitlemek ve dünyaya açılacak gözlerini kaynak makineleriyle köreltmek, ekonomik 'gelişmenin' bir parçası.

Demem o ki.. Diğer tüm siyasi tartışmalar bir yana, bu dünyada iki tip yetişkin var. Çocukları için sömürü isteyenler ve istemeyenler. Siz hangi taraftasınız? Çocuklara kıymayın efendiler!


Çocuklara kıymayın efendiler! - BirGün.net | Halkın Gazetesi BirGün
 
Başbakan hafta sonu Kızılcahamam’da AK Partililere söylüyor: “Yurtlar yetersiz kalınca öğrenciler kızlı-erkekli aynı evde kalıyor. Bu bizim muhafazakâr demokrat yapımıza ters. Denizli’de gördük. Valiye talimat verdik, gereği yapılacak.”

* * *

Bu sözler duyulunca danışman Yalçın Akdoğan ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç telaşla açıklama yaptılar. Biri Twitter’dan, biri basın toplantısı yaparak. Öndeki otomobile dokundurduk, topla topla geri gel usulüyle kurtulalım diye düşünmüş olmalılar. AK Parti içindeki bu tür gayretleri hep takdir etmişimdir. Başbakan’ın ülkenin tansiyonunu yükseltmeme ihtimalini seviyorlar. Hâlâ umutları var. Tatlı.
“Başbakan hiç de öyle demek istemedi. Evleri kastetmedi, yurt izni olmayan ama yurt gibi işlev gören yerler için söyledi.” Dediler. Yetinmediler. “Bizim evleri denetleme niyetimiz de yetkimiz de yoktur. Bu haberler asparagastır” diye devam ettiler.
Yazık oldu. Hem de çok valla.

Aradan 12 saat geçmedi ki Başbakan kürsüdeki yerini aldı ve söze başladı: “Bir kere konuştuğumu inkâr etmem. Bazı yerlerde yurtlar noktasında ihtiyaca cevap veremediğimiz için evlerde kalma noktasında sıkıntı yaşanıyor. Buralarda güvenlik güçlerimize gelen istihbari bilgiler var. Valiliklerimiz bu durumlara müdahale ediyorlar. Bundan niye rahatsız olunuyor? Bunlar aynı apartmanın içinde daire komşuları ihbarı yapıyor. Buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık her şey olabiliyor. Anneler-babalar feryat ediyor devlet nerede diye. Devletin nerede olduğunu göstermek durumundayız.”

* * *

Yazık oldu. Hem de çok valla.
Sadece Akdoğan ve Arınç’a değil, hepimize.
Neden derseniz... Ahlak anlayışını evlere kadar sokmayı, bir insanın yegâne mahrem alanını polisle, valiyle denetlemeyi kendine hak gören bir Başbakan’la karşı karşıyayız. Bu onun ‘muhafazakâr demokrat’ kimliği için öyle doğal bir müdahale ki konuşmasını özellikle ‘kim ne derse desin, ne yazarsa yazsın ben bunu yaparım arkadaş’ tonlamasıyla yapıyor.
Devlet neymiş hepimize gösterecek. Bugün öğrencilerin odalarına, yarın bizlerin.
Bunu işgüzar ihbarcı komşular yaratarak, valiye, polise olmayan yetkiler vererek yapacak.
Yazık ve de hayli korkunç.

* * *

Başbakan’ın üç meseleyi anlaması gerekiyor.
Birincisi: 18 yaşını doldurmuş insanlar istediği kişiyle ev tutabilir, kızlı da kalır, erkekli de. Kızlı-erkekli her ortamdan bir seks partisi çıkmaz. Çıkacağını sananlar yeterince kızlı-erkekli ortamda bulunmamış, cinselliğini yaşayamamış kişilerdir. Ayrıca... İnsanlar sevişir de... Evinde ister kızlı-erkekli sevişir, ister sade erkekli, ister sade kızlı, ister ortaya karışık. Kimse de buna karışamaz. Ne devlet ne komşu.

İkincisi: Seks bir felaket değildir. Düzenli seks mutluluk getirir. Üniversite çağındaki gençlerin birbirlerine aşkla, tutkuyla, merakla dokunması sağlık belirtisidir. Bunun aksi yaşandığında... Yani cinsel güdüler bastırıldığında öfkesi, çatışması bol, kadın hakları noksan, kadın bedeni ihlal edilebilen, her bakımdan sağlıksız hırt bir toplum ortaya çıkar. Gençler için en büyük tehlike seks yapma ihtimali değil, otoriter bir devletin nefesiyle boğulmaktır.

Üçüncüsü: Sevişmeye karar vermiş iki gencin önüne yeni nesil ihbarcı/ahlakçı komşu, vali ya da polis bir kenara, inşaat vinci dikseniz, fayda etmez. Sevişeceği varsa o vincin kepçesinde sevişir, şaşarsınız.

O bakımdan... Hakkınızın ve yetkinizin sınırlarını hatırlayarak gençlerin evine, seksine, düşüncesine devletin parmağını sokmayınız.


Gençler seks yapıyor, yetiş vali, yetiş polis - EZGİ BAŞARAN - Radikal
 

Bu kısımda anlatılmak istenen düşünce daha güzel ifade edilemezdi sanırım
 
sarıgül

- Beyfendi hayırlı olsun, partiden sızan kulislere göre adaylığınız kabul edilmiş...

- Dirayetli genel başkanımın teveccühünü emir telakki ederim, inanın, beklenti içinde değildim, aday olmasaydım da canla başla çalışırdım, ister cephede ister nöbette, partimin neferiyim, sevdalısıyım, belediye başkanlığıymış, muhtarlıkmış, hiç fark etmez, odacılığını bile en samimi duygularımla onur addederim, yüksek ideallerin hizmetkârı olmaktan şeref duyarım, mevzubahis partimse, gerisi teferruattır, eğer bana ihtiyaç varsa, demokrasi için millet için varım.

*

- Beyfendi kulisler dedikoduymuş, tivıtır'a göre sizi aday maday yapmamışlar...
- Bunların ipiyle kuyuya inilmez kardeşim, dağdan gelip bağdakini kovuyorlar, çeteleşme var, ne idüğü belirsiz üç günlük adamlar partiyi ele geçirmiş, sen kim parti kim be! Bu kafayla seçim meçim kazanmaları imkânsız, yıllarımı verdim ben bu partiye, gençliğimi verdim, henüz kısa pantolonluydum ben bu partinin afişlerini dağıtırken, vefasızlar, haram olsun, bu çatı altında bi saniye bile durmam.

*

- Beyefendi tivıtır mesajı balonmuş, feysbuk'a göre adaylığınız kabul edilmiş...
- Doğrusu hiç şüphem yoktu, sözünün eri genel başkanıma inancım tamdı, mert liderime şükranlarımı sunarım, makamlar gelip geçicidir, partim bakidir, şu'cu değilim bu'cu değilim, el ele kalp kalbe verme zamanıdır, aday olamayan arkadaşlar kırılmasın, küskünlüğe yer yok, şu andan itibaren hepimize düşen, uykularımızı kazaya bırakıp, gece gündüz demeden çalışmaktır, ibadetimiz milletimizdir.

*

- Beyfendi feysbuk maalesef sahte çıktı, entivi canlı yayında verdi, galiba isminizin üstü çizilmiş...
- Çizmezlerse hatırım kalır, kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar, sanki adaylık talep etmişim gibi bir hava yaratıyorlar, halbuki yalvarsalar bile nafile, bırak bunlarla aynı yola çıkmayı, bunlara selam vermeyi bile zül addederim, hangi zibidilerin aday olmak için kimlerin poposunu öptüklerini gayet iyi biliyoruz, vakti zamanı gelince açıklarız, genel başkan diye ortalıkta dolaşan adamın maskesini düşüreceğiz, mahvettiler partiyi, aha bak şuraya yazıyorum, babayı alırlar, kadir kıymet bilmeyen bu millete de kadir abi müstahak zaten, beter olsunlar.

*

- Beyfendi entivi asparagasmış, siyenen son dakka verdi, adaylığınız tamammış...
- Partimin şeref timsali yönetimine müteşekkirim, öbür partiye bağlılıklarımı sunduğum yolundaki iftiralara gülüp geçiyorum, kirli ayak oyunlarında bulunmadık, bulunmayacağız, bu asılsız söylentileri yayanlarla önce milletin huzurunda, sonra mahkemede hesaplaşacağım, ikbal beklentim asla olmadı, makam mevki derdim yok, gökkubbe yarılsa, burdayım, aday olamayan arkadaşların partimiz aleyhine atıp tuttuklarını üzüntüyle müşahede ediyorum, gün birlik günüdür, biz bir aileyiz, gayemiz milletimiz, gelin, basiretli genel başkanımızın şefkatli kanatları altında partimizi yüceltelim, temsil görevi bana bahşedilen milletimin yanındayım, sorulmadık hatır, girilmedik gönül bırakmayacağım, yürekten muhabbetlerimle hepinize saygılar sunarım.

*

- Beyfendi tufaya gelmişsiniz, son saniyede adaylığınızı iptal etmişler...
- Ben bunların alayının...


Yılmaz ÖZDİL yozdil@hurriyet.com.tr

bu atlanmış sanırım ekleyeyim dedim
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…