ne olur sanki şu toplumdan bir tanecik daha istisna çıksa...

fiyonk arkadaşım kesinlikle katılıyorum.
Erkeği öne atan bizleriz, aman ben uğraşamam diyen bizleriz.
Mezun olduğumda erkek işi denilen bir iş yapmak tek idealimdi, nasıl hırslıydım, hemcinslerimden farklı şeyler peşinde koşmuş olacaktım çünkü.
Bütün bölüm arkadaşlarım öğretmen olmak istedi, neden ? Kadın için en güzel meslek öğretmenlikmiş...
Ben elimin hamuruyla erkek işine karıştım, gördüm ki abarttıkları kadın anlamaz dedikleri meslek hiç de öyle bir şey değil.
Bunu gördüm, huzura erdim, yapabildiğimin huzuruyla işten ayrıldım, o patron egemen zihniyetten sıkıldım çünkü.
Şimdi diyorum evet ben de öğretmen olayım, ama diğerlerini yapamayacağımdan değil, kadının herşeye gücü yeteceğini yeni yetişen beyinlere anlatabilme heyecanıyla.
Kadın isterse herşeyi yapar, ama istemiyor, kendi eliyle veriyor alın şampiyonluk sizin olsun diyerek.
ıçinden de burun kıvırıyor, ama erkek anlamıyor bunu, bu da bizim sırrımız kaydirigubbakcemile3
 
kültürel bir durum bence..
toplumun kadına sunduğu bir rol var, erkeğe sunduğu baska bir rol var..
benim için roller insana sunulmalı..
kadını,erkeği diye bölünmemeli..

küçücükken de kocaya endeksli yetiştirilen kız çocukları..
küçücükken de p.. si ile gurur duyması gerektiği öğretilen erkek çocukları...

ama bunları yetiştiren de gene biz anneliriz,kadınlarız yani.. öyle değil mi?

kadını domestik yaşamın idarecisi,erkeği ise dış dünyanın kralı yapan biz kadınlarız.
kızlarımıza küçücükken de ev işini öğretmeye çalışan, oğullarımıza yatağını dahi toplatmayan...biz anneleri değil miyiz?
kızlarımızı beyaz gelinliğin büyüsüyle yetiştirmek yerine,kariyer ve iş yaşamının gücüne endeksli yetiştirseydik, Türkiye'nin şu an bu kadar dış borcu olur muydu acaba?
kızımızı gündüz vakti bir yere gönderirken bile tereddüt yaşayıp, oğlumuzun gece yarılarına dısarda olmasına müsade eden kim?

oğlumuzu elinde mesleği olsun,zira ev geçindirecek diye sorumluluk altına sokan..
kızımızı en iyi ihtimalle, bir ekonomik özgürlüğü olsun da ezilmesin,bu kafi,,, zihniyetiyle yetiştiren gene biziz..
biz anneler yapmasak bile sosyal çevreden illa böyle görüyor. haliyle aksini düşünenler istisna,azınlık olarak kalıyor..

benim bu konuyla ilgili sosyolojik kanaatlarim bunlar. çalışmayan bayanları hiçbir şekilde hedef almadım.yanlış anlaşılmasın.
herkesin kendine göre bir hikayesi vardır.saygı duyarım.ben sadece burda bahsettiğim zihniyeti eleştirdim.
 
Son düzenleme:

öğretmenlik bayan için en ideal meslek lafı kadar ayar oldugum bir şey yok çenebaz..
sebep ne? çünkü çalışma saatleri az..
yahu bir meslek bunun için seçilir mi?
bu zihniyetle yapılan işten ne olur?
insanlar kadın ya da erkek sevdikleri , gönül verdikleri için bu mesleği seçmeliler..
 
şurada beliren son mesajımdan sonra uğrayıp yorumlarını yazan tüm arkadaşların söylediklerine harfiyen katılıyorum.

kadın veya erkek olsun, insanlara şuyun eksik buyun yanlış diyerek yaklaşmaktan pek birşey elde edememişimdir... çünkü savunma refleksleri doğal olarak harekete geçiyor. ortalık öfkeye gerginliğe boğuluyor. iletişim kanalları karşılıklı çat diye kapanıyor. yapıcılık elden gidiyor.

halbuki birşeyleri hep beraber, zihin zihine verip düzeltebileceksek, birbirimizi dinler durumda kalabilmemiz lazım.

şu okuduğuma benzer cümleleri şahsen kurmaktan çekiniyorum şu sıra... çünkü zaten durduğu yerde duramayıp, marjinal arayışların peşinde dolanan biri olarak kendimi sabıkalı hissediyorum, elimde olmadan. ama tamamen aynı fikirdeyim arkadaşlarla... ve bulunduğum pozisyon dolayısıyla dilimi tutsam daha iyi olur deyip sonraya bıraktığım fikir soğancıklarını yeşertip, buraya bahar bahçesi gibi dizdiklerini gördüğüme çok memnun oldum.

elinize, zihninize, klavyenize sağlık. =D
 


"bayan için ideal meslek" lafını her duyduğumda baştan aşağı irkilirim...
hele de bunu sarfeden kişi de bir bayansa.

niye mi? çünkü altında sırıtan belli peşin yargılar vardır o lafın. ve o peşin yargıları doğal karşılayarak kendi cümlesi içinde kullanan hatun, aslında hiç farketmese de kendi kalesine okkalı bir gol atmaktadır... hem de öyle ufak tefek futbol topuyla değil, koca bir pilates topuyla.

bir düşünelim bakalım: kimin değerlendirmesine göre "bayan için ideal"dir o şeyler?
toplumun kabul ve takdirine göre mi?
peki bizimki gibi kültürlerde, toplumun kabulünü ve takdirini en baskın olarak kim yönlendiriyor?
hatunlar mı? hayır.
ya erkekler yönlendiriyor, ya da erkeksi düşünceye göre ayarlanmayı kabullenerek ömür geçirmiş bayanlar.
o zaman ne oluyor? tamamen erkeklerin içine girip rahat edeceği, ama bunu bayanlara "rağmen" ve onları harcama pahasına yapacakları düzenekler, tüm toplumun önceliği haline geliyor.
bunların içinde hayatta ve ayakta kalmaya çalışırken biz hatunlar ne oluyoruz peki?
mutsuz oluyoruz. acı çekiyoruz. sinirlerimiz geriliyor. ruhi yoksunluk içinde yaşıyoruz. ve onurumuza nişan alan tonlarca adaletsizliğin bombardımanı altında yaşam sürdürmeye uğraşıyoruz.

yahu kimse üstüne alınmasın, kusura bakmasın ama... benim bunları sindirmeye hiç niyetim yok.

bu dünyada adalet yoktur. yani kendiliğinden yoktur. ancak yaparsak olur.

eğer biz de tamam ulan deyip sindirirsek bütün bunları... bunca adaletsizliğe okey deyip boyun eğersek... bizim çocuklar nerede yaşayacak o zaman? bizim içinde boğulduğumuz saçmalıkların aynılarıyla onlar da mı boğuşsun yani?

bunu düşünmekle bile içi kalkanın bir tek ben olduğumu hiç sanmıyorum. ve yağma yok... evlatlarımızın neler yaşayabileceğini göz önünde tuttuğum sürece, ortalığı öyle külliyen erkek zevki-rahatı doğrultusuna bırakanların saflarına asla iç rahatlığıyla katılamam.

hele de birşeyleri yoluna sokmak için tek yapmamız gerekenin, parmağımızı kımıldatıp birkaç düşünce alışkanlığımızı değiştirmeye zahmet etmekten ibaret olduğunu biliyorken.
 
delikafaduldendelikafadulden
delikafadulden
sen henüz pes etmemişsin..
takdire değer elbet bu..

bana sorarsan ben çoktan pes ettim, ama toplum adına,kendi adıma değil.
kaba tabirle bir cacık olmaz diyorum.ve herkes dilediği,mutlu oldğu gibi yaşasın,bana ne çekiyorum.
çok bencilce biliyorum ama kendi bacağımdan asılma gayesindeyim..
adımları mümkün oldugunca hiç bir kültürel gücün etkisinde kalmadan özgürce atıyorum.
kararlarımı tek başıma veriyorum. genele bakarsak müthiş bir azınlığa dahilim. ve mümkün mertebe cam fanusumdan kafamı çıkarmıyorum.
benim şansımsa ailemin beni desteklemesi,erkek kardesım de olmasına ragmen,asla çifte standart uygulamaması,karşıma çıkan erkeğin beni bu kafam sebebiyle sevmesi,onu aile standartlarının benimkilere uyması,ve çevremde benim gibilerin olması..
çok küçük bir azınlık böyle.. bunu kabul ediyorum. bu azınlıktan olup,yakın çevresinde çoğunluğa rastlayanların acı çektiğini de biliyorum ve üzlüyorum.
ama çare bulabileceğimiz konusunda ümitsizim..
zira eskiden ekonomik gelişmişlik sosyal gelişmişiliği doğurur derdim,artık bunu da söylemiyorum..
 


Ben de bu lafı duyduğumda ifrit olurdum canım, inadıma başka işler yaptım.
Şimdi belki yine o yolda ilerleme niyetim var, evet belki bayan için ideal meslek.
Neden ? Dersin haftada belli bir saatten fazla olamaz, olsa da karşılığını mutlaka alırsın.
Haftasonu diye bir kavram çok ekstra durumlar olmadığı sürece söz konusu değil.
En çekici yanı da bütün yaz senindir, özel sektörde araya sıkıştırılan 15 tatil kadar bile tatili rüyanda görürsün çünkü.
Bunlar bir bayana elbette cazip gelir, çünkü çocuğuna bakacak yemek yapacak bakımlı olacak, bunlar için vakti oluyor.
Aynı zamanda çalışan bir insan olduğundan kimseye muhtaç olmuyor.
Ama benim demek istediğim evet bu ne yardan ne serden geçmemeye örnek.
Fakat ne yarı ne seri yapamayacağımızdan değil, tercih meselesi.
Kadın için ideal dediğinizde, diğer meslekleri beceremeyiz gibi bir algı oluşuyor, ben ona katılmıyorum işte.
Diğer meslekleri de istediğimizde hakkıyla yaparız ama o zaman beyefendilerin eleştiri oklarına maruz kalırız.
Çünkü onlar gece 10'da eve geldiklerinde ah kocacım çok çalışıyor diye karşılanır.
Biz gece 10'da eve geldiğimizde bu evin hali ne, ben ne yicem diye böbürlenen kaba bir mahlukatla karşılaşırız.
 

aynen.. bazan çok aklı basında bulduğum çalısan erkek arkadaslarımdan bıle duydum böyle şeyler..
"eh işte kadınlar saat 6 olsa da cıksak derdındeler,fazla mesaiyi başkasına yıkmak derdındeler,haliyle bizimkariyer yolumuz daha çık oluyor,hakkımız..vs"
bu doğru,böyle yapan kadınlar var ama keyiflerinden değil herhalde.. evde hiçbirşeyi beceremeyen,becerebilcek olsa da hayatında denememiş aç,öfkeli bir adamla,aç kalmış çocuklar var..
istatistiklere bakıldıgında iş yaşamında evlenmeyen kadınlar erkeklerden daha basarılı iken, evlenmeyen erkekler evlilerden daha basarısız çıkıyor. çünkü aile yaşamı kendisine köstek değil de destek olan kadın sayısı çok az CADIARZU
bu sebeple de kadınlar her iki yerde yıpranmaktansa evde otururum,tek misyon üstlenirim. daha az yıpranırım diyor.o noktada haklılar da..
ama aslında çözüm erkekleri ev yaşamında eğitmek,herşeyi kadından beklememeyi öğretmek bunun için de bence annelere erkek evlat yetiştirirken çok iş düşüyor..
 
şiddeteyatkınhatun kişi......nasılsın valla bu topik iyi gidiyor dertte öte sohbete dönmüş...:hulya:

hem niye ifrit oluyorsunuz ki ögretmenlik tam bayan işi..oh yarım gün tatil 3 ay yaz tatili maaşı iyi.......eşine çocuklarına vakit ayır...
benim iş gibi ...soguk donuyorum...patrona şiddetli hanımın yaptıgı uzak dogu şeyleriyle iki tekmeguclubacismile sallıyacagım.....
ama oda bana tekmeyi basıcak onuda bilip şeyimi üzerine oturup susuyorum.....şimdi çenem uyaracak şey dedin deme diye..:kedi:
erkenden geliyorum cumartesi ögleye kadar iş ama bugün akşama çıkış verdi.....bay patron:1ninca:
ögle sonrası kardeşimle çıkıp işler yapıcaktık erteledim....
kardeşimde ordan kızdı ...kızla kuaföre gitcektik........kardeşim diyorki bütün hafta bıyıklı dolaşıcam...sengözlerimebaksanab
ögretmen olsaydım oh tatildi...yat uyu keyfine bak kıllarından kurtul..
hatta bak ey patron ben ögretmen oldum deyip iki kroşe sallasaydım keşke....

şaka bir yana ben hayatım boyunce ögretmen olmak istedim.......kazandımda ama saolsun annemle babam konya dışı diye göndermediler....
al işte isyan edicek bir düzen.....küstüm kızdım agladım halende sinirlerim bozulur ama olmadı..
olsaydı ögretmen DUYGU olsaydım ne olurdu.....yani....
o yüzden bana ögretmen demeyinde ne derseniz den.....
of offff oy ooyyyyy ...
içim yanıyor valla......
bırakın uzak dogu dövüşlerini afrifa savaş danslarıda etsem ne bu toplum kuralları degişir ne aile kuralları...
tamam işim var çalışıyorum ama insanın yapmak isteyipte yapamdıkları hep içinde kalıyor.......daha erken yapabilirsin diyenlerde oluyor ama......
o anki heves kırılınca herşeyde bitiyor.....
ay bakın bir ögretmen dediniz size hayat hikayemi anlattım...neyse canlar...ögretmen demeyin banaaaaaaaaaaaaaklava:düverim
 


Evet canım kesinlikle...
Bir de genelde işyerlerinde kadınlardan daha üstün performans bekleyen erkek zihniyeti kendi karısının geç saatlere kadar çalışmasına tahammül edemez.
Kendi çalışanından beklediğini karısının yapmasını istemez yani
Bu ne yaman çelişkidir, hiç bir zaman çözemedim.
6 oldu mu koşa koşa gidiyor dedikleri kadınlar kendi eşleri olduğunda 6yı bile beklemesin isterler.
Çalışanına arkadaşlar yarın (Cumartesi) burdayız derken, kendi eşine biri böyle hesapta olmayan iş çıkardığında dünyayı dar ederler.
Yani kadınların kariyerine saygı duyan erkekler bile kendi eşleri haricindeki kadınlardan bahseder kaydirigubbakcemile3
 


büyük ölçüde haklısın catharsis'cim...

eğer insan tabiatı konusunda elime bazı veriler geçmiş olmasa... ve onlardan yapılabilecek birkaç çıkarım bana "hadi yav, bak sen, denemeye değer mi acaba..." diye sordurtuyor olmasa... benim için de en mantıklısı kendimi aynen senin çektiğine benzer bir pozisyona konuşlandırmak olurdu. hatta eğer düşündüklerim fos çıkarsa, öyle de yapacağım zaten.

ama tünelin ta ucunda minnacık bir ışık var sanki.

dur yav... daha önce işin bu kısmını anlatıp aktarmaya hiç kalkışmadım galiba... konu çok boyutlu... iyi düşünerek yazmak lazım... bense şimdiye dek yalnızca tatbik ettim ve kendi adıma sonuçlarını gözlemledim. ve aldığım "geribildirim"lerin hiçbiri şimdiye dek beni külliyen umutsuzluğa sürüklemedi.

hayırlısı bakalım..... CADIARZU
 
biz senin yarana parmak basmışız demek ki..
geçmiş geçmiştir ama keşke istediğin mesleği yapma şansına ailen karşı çıkmasaymış.
bazı insanlar daha az çalışmak isteyebilir bunu anlarım. neticede herkes her ortamda eşit dirayeti gösteremez.bireysel farklılıklara saygım var ama bu durumu bayan ve ya erkek olmakla ilişkilendirmeye karşıyım ben..
insan öğretmen olmayı kendisi için(kendi idealleri,yetenekleri,ilgileri, mesleğin kendisine yönelik avantajları/dezavantajları( bu az çalışma saatleri de olabilir)) istemeli..
evdeki erkeğe daha iyi hizmet edebilmek için değil.erkeklerde kadınlarla eşit yükü alsınlar evde iş yaşamında da kadınların yeteneklerini kabul etsinler,kadına iş yaşamında saygı duysunlar,yer versinler istiyouz..

çünkü benciller..
evde herkes karısının üstünden yükü alsın .. o zaman da kadınlar bu dünyayı sallamıyorsa gelsinler bana..
iş dünyasında kadınların hırslarını böyle böyle törpülüyorlar işte :1no2:


çok geniş bir konu... yani çözüm yolları bulmak ve denemek..
ekonomik kalkınmışlığımız olmalı öncelikle..
insan doğası gereği hep bir misyon peşinde koşar,hep bir kimlik arar kendisine..buraya kadar sorun yok ama türk kadını kendi elbisesini kendi dikmiyor,kendisine dikilen elbiseyi alıyor giyiyor..
yani kadınların fenomen algılarını kökten değiştirmek gerekiyor ki isyan başlasın ..
 

ahh canıııımmmm ben de nerede bu diyordum...
hehe doğrudur pikniğe çevirdik atmosferi... kap tüpün üstünden bi bardak çay, gel sen de şakkıdı

mümkün olsa nickimi değiştirip kızımın bana dediği gibi "boksör anne" yapıcam ama...
hem bak ne diycem. ben bir ara öğretmenlik yapmıştım. avantajları hayalgücünde renklendiği için sana çok büyük birşey kaçırmışsın gibi hissettiriyor olabilir. ama insanı bayağı zorlayan dezavantajları da vardı.

yanlış anlayayım deme sakın... ailen senin hayalindeki kariyeri takip etmene engel koymakla hiç de iyi etmemiş. haksızlık etmişler ve haksızlar. orada hemfikiriz.

öte yandan, senin için önemli birşeyden mahrum edilmişlik hissini çok iyi tanırım. ve eğer her yönünü tanısaydın belki de fikir değiştirebileceğin birşeyi düşünürken ömrün boyu kalbin sızlamaya devam etsin istemem.
o yüzden şu verileri de heybeye atasın hele:
1- ilkokul çocukları, herşeyi öğrenmeye sıfırdan başladıkları için sınıf öğretmeninin canına okunuyor. hem onlarla, hem de daha büyük sınıflarda ergenlik çağındaki yeniyetmelerle ilgilenirken, çok ince bir denge tutturmak zorunda kalıyorsun. eğer otoritenin dozunu fazla kaçırırsan, onlar eziliyor. aksi olursa sen eziliyorsun. her iki durumda da sonuç, oradaki hiçkimsenin leyhine olmuyor.

bahsettiğim dengeyi yakalamak, biraz zaman ve tecrübe işi. yapabilenler saygı gören, sevilen öğretmenler haline geliyor. ama çok enerji isteyen, bedeninin ve zihninin her hücresine sık sık imdat dedirten yönleri var. fazla aşınıp kapıları kapattığında, duyarsızlaşma tehlikesi beliriyor. önceliklerini yanlış sıralayan, kendi kişisel korkularıyla veya peşin hükümleriyle hareket edeni veletler anında içgüdüleriyle sezip spotlayıveriyor.

ee, yapan nasıl yapıyor dersen, düşe kalka, zaman zaman buhranlardan geçe geçe, olduğu kadarıyla idare ediyor herkes. ve bizler de oralardan yetişmiş bireylerden oluşan toplumlarda yaşıyoruz işte. çevrene bak, kararını ver.

2- müfredat takibi, kırtasiyesi, sınav sorusu hazırlamak, sınav kağıtlarını değerlendirmek, geri kalmaya mahkum kapasitedeki öğrencin varsa (her sınıftan çıkar) onun haline çare aramak, bulamayıp şapa oturmak..... hep zamanla iyice yorucu hale gelen, hatta gına getirtip bunaltan şeyler. tek başına ufak görünen ayrıntılar, hep beraber karşına dizildiğinde günün tümünü yutup ötesine taşacak kadar yekun tutuyor. ayrıca tıpkı hayatın geri kalan her alanında olduğu gibi, okulun tüm erkek müdür ve öğretmenleri kendilerini otomatikman senin amirin olarak görüyor. üstelik senin vaktini de kendi mallarıymış gibi düşünüyorlar. belki nazikçe, belki kabaca üslup kullansalar da, sonuçta bütün can sıkıcı ayrıntıları senin kafana atıyorlar. zaman içinde bir de bakıyorsun ki, "şunu da atlatayım, ondan sonra kendi istirahatime (veya özel işime) bakabilirim"lerin sonu bir türlü gelmek bilmiyor.

sonuç olarak, bütün bunlar belki bir kadının üstlendiği her çeşit kariyerde karşısına çıkabilecek şeyler... ama ben zaten sana, öğretmenliğin o kadar da müstesna bir avantajı olmadığını, çok üzülmene değecek değerde birşey kaçırmadığını anlatmaya çalışıyorum. tatillerin veya boş zamanların avantajmış gibi görünen fazlalığı bile bazen, ikide bir alışkanlık değişimi gerektirdiği için rahatsızlık verir hale geliyor. şubat tatilinden yeni çıkmış bir öğretmenin yaşadığı "pazartesi sendromu", başka hiçbir meslektekine benzemez mesela...

yine de girsen, elbette ki bütün bunların hepsiyle başa çıkardın, hem de çatır çatır hallederek çıkardın. bir sürü insan altından kalkıyor, senin de kalkabileceğinden hiç kuşkum yok.

ama bu zaten, hayatta seçebileceğin diğer tüm meslekler için de geçerli. onlarda da belli avantajların, belli dezavantajların olur. onlarda da erkeklerin üstünlük taslamalarıyla karşılaşır, kendine göre yöntemlerle bertaraf etmek için ortaya çaba koyarsın. hepsinin işin doğasına göre getirisi vardır, götürüsü vardır.

demeye çalıştığım da bu işte. yani öğretmenlik, öyle dışarıdan göründüğü kadar kuş kondurur bir seçenek değil. rahatça inanabilirsin ki onu kaçırmış olman, hayatta "gerçekten önem taşıyan" hiçbir şeyini ayazda bırakmıyor, tehlikeye filan sokmuyor.

*yara bandajlama ve kanamasını durdurup iyileşmeye bırakma efekti...* yerimseniben
 
ay ne güzel topik olmuş bu kaçırmışım valla yeni açmakla
merak etme senden çok var arkadaşım, ama kamuflaş kullandıklarından görünmüyolardır.
kaydirigubbakcemile3
 

hobaa... isyan?

hmm... hatunların kolay kabulleniş modundan zihnen çıkmalarını kastediyorsun. anlamişem.

sırf lafı açıldı, yeri düştü diye belirtiyorum: isyanın duygusu da, onun etkisindeyken dışa karşı yapabileceğimiz hareketler de, tamamen çıkmaz sokaktır. hiçbirimizin işine yaramaz.

bu işte zerre kadar umut olacaksa ancak "uhuletle ve suhuletle", sessiz ve derinden, sakin sakin hareket ederek olur.

ekonomik kalkınmışlık ise belli açılardan yardımcı olur olmasına... ama bizim özlediğimiz şey için olmazsa olmaz bir koşul gibi görünmüyor bana. çünkü iş aslında "düşünce alışkanlıklarında" bitiyor... bir de "algımızı düzenlemekte".

bu ikisine dair ipuçlarını doğru yakalayan bir hatun, en geri kalmış köy ekonomisinde bile yaşıyor olsa uygulamaya koyabilir.

yine yeri gelmişken ileteyim: bize yapılanları heriflere aynen iade etmek gibi bir düşünceye asla inanmıyorum. yani elimize ilk fırsat geçtiğinde dönüp aynı haltı yiyecek seviyede olsaydık, daha baştan şikayete hakkımız olmazdı gibime geliyor.

şahsen düşünsel analizlerimi hep, "saygı duyulma, desteklenip kollanma" konularında herkesin eşit olma hakkını gözeterek yürütmüşümdür. bu da şu demek:

şimdiye dek birileri hep ezildi, haksız baskılar altında yaşadı. öyle birşey hedeflemeli ki, artık hiçkimsenin doyumu veya keyfi için, bir başkası harcanmamalı. (harcanma derken, nefes alma yetisi, vücut bütünlüğü, sağlığı, onuru, emeği, hatta zamanının bile zorbaca elinden alınmamasını kastediyorum.)

buna kadınlar da, erkekler de, hatta yaşayan başka ne canlı varsa onlar da dahil olmalı.

bunda en büyük zorluğu kimin çekeceğini de söyleyeyim hemen:
1- kendini yeterince "üstünlük tesis etmiş" hissedebilmek için menzilindeki herkesi korku içinde susta durur halde görmeye ihtiyacı olanlar.
2- kişisel zevkinin tatminini ancak, başkasının onurunu ezebildiği sahneler görerek, veya onun korkudan herşeyi yapacak duruma gelişini izleyerek giderebilenler.

böylelerini ne mi yapacağız? bir örnekle anlatayım.
bir orman dolusu hayvanın arasına, o yaşına dek insanlara gösteri yaparak yaşamış bir aslanın geldiği bir öykü vardı.
aslana acıktığında et lazım. hatta açlığı tepesine vurduğu zaman, bütün arkadaşlarını koşuşan et dilimleriymiş gibi görmeye başlıyor.
orman halkı da kalkıyor, balık avlayıp aslanın önüne koyuyor. aslan tadıyor... şimdiye dek alıştığı gibi değil belki, ama zevk almasını kendine pekala öğretebileceği bir tat bu. arkadaşlarının hatırına denemeye değer.
kafasını sallayıp tamam diyor. bununla yaşayabilirim. olmadı, hep beraber başka bir çözüm ararız. arkadaşlarına sarılıyor, onlar da ona sarılıyor. mutlu son.

şimdiik... bir erkeğe, kadınların koşuşan gövde kıvrımlarından ibaret olmadıklarını anlatabilir miyiz? onun "başka şeyden keyif alarak yaşamayı öğrenmeliyim, arkadaşlarım için denemeye değer" diyecek kadar hüsnüniyetli olmasını sağlayabilir miyiz?

sağlarız. nasıl mı? el mahkum olduğunda, mantığıyla başka çıkış yolu olmadığını görebildiğinde.

peki bu nasıl olur? çünkü erkeklerin kafa biraz bakkal hesabı gibi çalışıyor. dikkat ederseniz tüm taktikleri, yekun stratejileri, hep "korku uyandırmaya ve onu sürdürmeye" dayalı. ilk denemede başaramazlarsa, bir üst perdeden yeni denemeye kalkışıyorlar belki... ama hedefleri yine aynı oluyor: korku. dönüp dolaşıp hangi ayrıntılı planlanmış kurnazlıkla karşımıza çıkarlarsa çıksınlar, düdük gibi yine aynı noktayı hedeflemiş olduklarını görüyorsunuz.
bizi yalnız kalmakla, aşksız kalmakla korkutabilirler.
toplumun kabulünden ve takdirinden yoksun kalmakla korkutabilirler.
başkalarının şiddetine, linç girişimine hedef olmakla korkutabilirler.
utanç içinde kalacağımıza, itibarımızın rezil olacağına, insandan sayılmayacağımıza bizi inandırarak korkutabilirler.
maddi imkanlarımızdan, eşyalarımızdan, eş-dost-ahbabımızdan, hatta çocuklarımızdan yoksun bırakmakla korlutabilirler.
hatun yeterince tecrübesizse, çok daha basit endişeleri kafasına ekip korkutabilirler.
veya burada aklıma gelmeyen başka envai çeşit yöntemle korkutabilirler....
... ama hedefleri hep aynıdır. ve karşılarındakini korkutamayacaklarına akılları kestiği anda... lök gibi ortada kalakalıverirler. çünkü başka bildikleri hedef, ya da bir B planları yoktur.

işte bu anına getirip yakaladığınız bir adamı elinden tutar, ona zevkine varıp keyfini sürebileceği başka uygun (eşittir, kimsenin harcanması gerekmeyen) bir alternatifi gösterirseniz, pekala kabullendiğini görürsünüz.

hatta beylerin bir bölümü zaten, bunu ilkel içgüdüleriyle köşeye sıkıştırılmasına bile gerek kalmadan yapacak kadar rafineleşmiş, kendini geliştirmiştir. anlatırsınız, anlar. ara sıra basireti bağlanıp tökezlese bile, korkmayı reddettiğiniz sürece istediğiniz kadar yeniden hatırlatabilirisniz.

aslına bakarsanız bu "korkuyu hedef alma" işi, kadın olsun erkek olsun tüm insan tabiatının ortak özelliğidir. dikkat ederseniz hatun milleti de aralarında kapıştığında, birbirinde uyandırabileceği korkuları yoklayıp ona göre taktik kurar. istediği kadar sofistike veya farklı bir özellik kullanıyormuş gibi görünsün, belli bir bakış açısından baktığınızda aslında hep içgüdüsel olarak hedeflenen şeyin aynı olduğunu görürsünüz. "yok, buna izin veremem işte, bu olacağına bilmem hangi başka şeye razıyım," deyip inadı kırılan taraf, aslında kendi zihnindeki korkulardan birinin ustaca ayaklandırılmasıyla kendi kendini çökertmiş olur.

şu anda genel konuşuyorum, sırf fikir uyansın diye. yoksa hepimizin karşısına insani ilişkilerin bir sürü düğüm olmuş ayrıntısı çıkacaktır. adamına göre farklı yaklaşım gerektiren milyonlarca özel durum için "bedenine göre ısmarlama ceket dikilmesi" gerekecektir.

ama olsun, fark etmez. problem dediğin öyle ya da böyle, bir şekilde mutlaka ya çözülür, ya da herkesin kazanacağı veya kimsenin harcanmayacağı bir biçim bulunup bertaraf edilir. bizim zekalar ne işe yarıyor? seferber eder, kendimiz çıkış bulamazsak birbirimize akıl danışır, her duruma elden geldiğince isabetle adapte olup yaklaşırız.

işte benim hala yola devam etmemi sağlayan, buna benzer düşüncelerin aklıma gelmesi. yani içimde parmak ucu kadar yaşama mecali kaldıysa, onu da gelip zihnime atlayan bu tür analizlere borçluyum.

ne dersiniz hatunlar... bir elin nesi var, iki el alkış tutar hesabı, kafa kafaya verip bunları geliştirebilir, eksik-gedik ne varsa bulup onarabiliriz veya inşa edebiliriz gibime geliyor... acaba saftiriyor muyum, yoksa şu veletlerimizin hayatını biraz daha yaşanır hale getirmek için denemeye ciddi ciddi değer mi?
 
Benim veledim yok ama içimde küçüçük bir veled var. Olmaz mı? Bir de korkutma sindirme yöneminde vicdan azabı çektirmek vardır, mesela adam kişi aniden bayılır , yada eve geldiğinizde elinde içmek üzere hazırlanmış ama nedense içilmemiş intiharlık haplar vardır. Bir an vicdan yapar benim gibi saflar, sonra allahdan çok da saf değilim bir iki saat içinde gerçeği görür. Elini vicdanına koymaya çalışır ama o da ne, vicdanı yok, kaybolmuş hükümsüz, yerini hatırlamıyor... Sonra veledde yoksa adamı kapının önüne koyar ve nefes almaya başlar kadın
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…