En baştan başlamak en güzeli.
Geçen hafta evimizin eşyalarını almak için kuzumun yanına gittim.
Senelerce beraber yaşayacağımız evimiz için heyecanlanmıştım ben.
Çocuk gibiydim. Çok mutluydum. Sadece nişanlımla değil, ailesiyle de çok mutluydum.
Öyle içten ilgilendiler ki benimle, çok huzurluydum yanlarında.
Eksikler olsa da almayı planladığımız bir çok şey alındı ve 4 günün sonunda yorgun ama mutlu bindim otobüse.
Otobüse bindikten 10 dk sonra abim aradı.
Dedem öldü.
Bir otobüsteydim. Ne hissettim tam olarak bilemedim. Bi tane dedem vardı, o da bu mübarek günlerde gitmişti.
O çoğu zaman istemsiz de olsa babamla davranışlarını karşılaştırdığım bir idoldü.
İnanılmaz bir beyefendi, çok başarılı bir çiftçiydi.
Masmavi gözleri, çok geniş bir vizyonu ve kültürü vardı. Sanırım hayatımda görüp görebileceğim en misafirperver insandı.
Öyle güzel yetiştirmişti ki kendini dünyadan, gelişmelerden, siyasetten hiç kopmadı.
Yıkamışlar, sarmışlar dedemi.
Ne olur ben de göreyim son kez dedim. Açtılar ama hemen kapattılar. Aklımda sadece bembeyaz saçları kaldı.
Ne garip, uyur gibi geliyor insana. Açın üstünü, bağlamayın, nefes alsın diyesim geldi bir an.
İkindi namazından sonra gömdüler dedemi.
Böyle zamanlarda her şey daha bir vurgulu yaşanıyor sanki.
Dedemi bir çukura gömdük ve üzerine bir avuç toprak attık. Sonra da onu orada yalnız bıraktık.
Eve geldik. Hem ağladık, hem de iftar için yemek yaptık.
Bahçene indim dedem. Öyle güzel olmuş ki sebzelerin. Ellerinin değdiği salatalıkları, domatesleri doğradım ellerimle.
Çok sevdiğin misafirlerin evindeydi, sen nerdeydin?
Bugün çeyizim çıktı evden. 4 hafta sonra düğünüm var. İçim buruk.
Boğazımda bir düğüm var. Babamın davranışlarıyla iyice yıpranan bünyem kuş olup uçmak istiyor bugün. Dedemi, sesini özledim.