Sevgili günlük,
Zaman zaman okuyorum seni ama sana yazmayı hiç düşünmedim bu esnalarda niyeyse.
Hatta bir gün sana yazacağımı aklımdan bile geçirmedim desem daha doğru olacak. Ben de pek çok insan gibi aslında taa çocukluktan kendi günlüğüme birşeyler yazmaya başlamışlardanım. Ve zaman zaman aksatıp, sonra yine dönem dönem yazan, günlüğümü yazmayı sürekli alışkanlık haline getirmediğim için bir de üzerine hayatın yeni yeni telaşları, sorumlulukları yüklendikçe iyiden iyiye yazmaları seyrekleştiren ve bir gün artık günlük yazmayı bırakanlardan, tabiri caiz ise ayda yılda bir elime alanlardanım.
Daha doğrusu, bir bebeğim olacağını öğrendiğim an itibariyle, ona ait koca bir defter alıp oraya yazmaya başlamıştım. O an itibariyle artık kendim değil onun için bir günlük yazmak istedim.
Yok yok, her ne kadar onun için, annesinden hatıra olsun, yaşadığı her gelişmeyi olabildiğince oradan okusun diye düşünmüş olsam da aslında sonuçta yine kendi duygularımı ve görüşlerimi yazıyor olduğuma göre, bunun adını ne koymak gerekir onu da hiç bilemedim ya, neyse sonuçta gün gün yazdığım bu defteri de oğlumun ortaokul dönemlerinde iyice seyrekleştirmeye başladım ve çok daha az yazar oldum o deftere de.
Allah herkesin evladını bağışlasın, oğlum artık hazır asker ve şu an sadece hafta sonları evde oluyor çünkü şu an bir üniversite öğrencisi.
Hal böyle olunca, bundan ondokuzyıl önce başladığım ve son yıllarda ihmal ettiğim o koca defterin sayfalarını da daha sıkça açmaya başladım. Her gün defalarca telefon görüşmesi yapmış olsak da, gün akşam olup gece el ayak çekildiğinde, sanki hiç görüşmemişiz gibi, evde olmayan oğluma yazacağım bu sayfalar beni çağırıyor niyeyse...
Sen çok şanslı bir günlüksün aslında.
Pek çok günlük, sadece bir insanın sırdaşı olurken sen birçok insana sırdaşlık ediyorsun, burada ne coşkular, ne mutluluklar, ne heyecanlar, ne hezeyanlar ne sıkıntılar paylaşıyorsun.
Allah bilir, dilin olsa şimdi sen belki de "aaaahhh ahhhh der itiraz edersin buna. Kolay mı bunca şeye ortaklık etmek, bunun yükü zor dersin belki ama sonuçta diğer günlüklerden farklısın işte bir şekilde.
Köpeğimiz sürekli ev içinde yaşayan cinsten olmadığı için, tırnaklarının ev içinde yaşayanlar kadar sık kesilmesine gerek olmadığını biliyor olmamıza rağmen, uzun süredir tırnak kesimi veya bu kondaki kontrolü için götürmeyi düşünüyorduk.
Bu akşam götürdüm, sadece ön patilerinde orta tırnaklarını biraz aldılar, arka patilerde ise sadece tek bir tırnakta kesim yaptılar.
Çok uysal, çok candan, çok sıcakkanlı, çok sempatik bir kız bu cici köpek. Ancak bir o kadar da aşırı heyecanlı ve tez canlı...
Oturmasını istedim ve oyalamaya başladım. İlk defa böyle bir işlemle karşı karşıya olduğu halde heyecanlı heyecanlı atan kalbine rağmen patisini iyi tutuyordu ama kesim yapılınca huzursuzlandı.
Neyse devam etmeye çalıştık zar zor. Bir müddet sonra veterinerin eldiveninde kan olduğunu farketti, sanırım birlikte çalışıyorlar ve eşi de olabilir, durumu izleyen genç bir bayan.
Veteriner, yok tırnakta kanama yok diye bakarken benim kolumda çizik şeklinde ama kalınca bir kan olduğunu gördük dışyüzeyde ele yakın biryerde. Kucağımda falan tutmaya çalışınca patileriyle doğal olarak hafif bir çizik olmuştu zaten biraz daha yukarıda bir yerde, ilk başladığında.
Ama onların gösterdiği bu iki üç santim kadar çizgi şeklinde kan izinin olduğu yerde hiçbirşey hissetmiyordum, öyle bir kan izi olan yerde az da olsa yanma hissi mutlaka olur insanda.
Şöyle bir siler gibi yaptığımda bunun benim kolumdaki çizikten değil köpeğin tırnağında meydana gelen kanamadan olduğunu anlamamız zor olmadı tabi ki.
Diğer patisine ve arka ayaklarına da pek dokundurmak istemedi, oradaki bütün kavanozlardan sırayla çıkarılan ödül mamaları ve ödül şekerlerinin hiçbiri ilgisini bile çekmedi, kafasını sandalyenin altına sokup saklanmaya çalıştı vs. vs. Zaten arka patisindeki tırnağını kestiklerinde de yine kanadı.
İşte günlük, sana yazmaya karar verme nedenim işte bu olayla ilgiliydi.
Biliyor musun, her canlıyı, börtü böceği, çayır çimeni, çeri çöpü, hayvanları ve tabi ki insanları hakiki manada, yaratılmaya değer şeyler olduğunun idrakiyle sevmeye çalıştığımı ve de gerçekten kendimce sevmeyi başardığımı düşünürdüm hep.
Bu akşam o hayvancığın tırnağının kanadığını gördüğümde, içimde tarifsiz bir acı yaşadım. Sana sayfalarca yazsam tanımlayamayacağım bir duygu.
Canım anneciğim, canım babacığım, canım kardeşim, canım hayat arkadaşım ve tabi ki canım oğlum. Benim yaşam listemdeki ilk sıra aralarında ayriyeten bir sıralama yapmadan bu insanlara ait. Anneciğim gencecik yaşlardan beri bir ayağı hep hastanelerde olan, her gün günaydın derken, diğer yandan içimizden çok şükür hayattasın diyebilecek kadar tıbben uzun yıllardır hayatı risk altında olan bir insan, yirmiiki yıllık hayat arkadaşım ise bu yılbaşında, sürpriz birşekilde ve hiç hazırlıksız olduğumuz diyalizle tanıştı. Oğlum bebekken veya çocukken malum herkes gibi defalarca kan alındı doğal olarak, başkaca sıkıntılar yaşandı, çocuk bunlar, küçük büyük yaralanmaları, dikiş ve alçı gerektiren durumlar gibi, gibi...
Ama bu akşam hissettiğim duyguyu hiçbiriyle mukayese edemiyorum. Bu çok başka bir şey. Ben de anlamadım.
Belki de pek çok insana hislerimi ya da son yazdığım cümleyi saatlerce izah etsem de tam manasıyla anlatamayabilirim, daha doğrusu anlamak istemeyecek ya da hiç alakası olmayan bir şekilde diğer sevdiklerim bir yana, köpeğin tırnağı kesildiğinde kanadığı zamanki duygularım bir yanaymış gibi, alakasız veya basit düşüncelere bile kapılanlar olabilecektir.
Ama olay bu değil. Gördüm ki, bu verirsen bir lokma yiyen, verirsen bir yudum su içen ama bizim kadar yaşama hakkına sahip olan, şu yeryüzü en az bizim kadar onların da yaşam alanı olarak yaratılmış olan hayvanları gerçekten sevmenin nasıl bir duygu olduğunu bu akşam bir kez daha böylesine yaşayarak anladım. Köpeğimiz kendini halsiz hissettiğinde, durgunlaştığında da tabi ki üzülüyordum. Ya da geçmişte sokakta bulduğumuz ve iyileşinceye kadar evimize aldığımız bir sürü hayvanda da hep içim acırdı, buna yabancı değilim. Fakat bu akşam ne yapacağımı bilemedim. Canı acımıyordur, kıpırdandığı için kanar bazen deseler de içim yanım yanım yandı, onun kafasını sandalye altına sokup saklanmaya çalıştığını ve patisini tekrar vermemek için çırpındığını gördükçe, kendimi öyle çaresiz hissettim ki tuhaf bir şekilde...
Ve akşamdan beri kendi içimde, zaman zaman yaptığım gibi yine sorguladım durdum şu sevgi denen şeyi.
Nihayet yine aynı noktaya çıktım. Hayatın anlamı, insanın varlığı, yerlerin göklerin herbirşeyin üzerinde durduğu şey sevgi, sevgi, sevgi...
İnsan yüreği ne kocaman birşey öyle değil mi? İnsan yeter ki sevmek istesin, dünyaları sığdırabilir içine, öylesine büyük işte...
Her sevgiye, her iyiliğe, her marhamete, her şevkate, birbiriyle mukayese etme yanlışlığına ve hatasına düşmeden kalbimizde besleyebileceğimiz bir dolu sevgilerin her birine bir başköşe bulabilecek kadar büyük ve yüce yaratılmış şu yüreklerimizin, gerçekten acaba ne kadarının idraki ve bilinci içindeyiz? Acaba ne kadarını kullanabiliyoruz?
Eğer istersek, bir iğne deliğinden bile geçebilecek kadar akışkan olan sevgilerin ne kadarına yer açabiliyoruz? Umuyor ve diliyorum ki, biz insanlar, buna son derece müsait yaratılmış olan yüreklerimizin farkındalığını yakalayabilelim ve onun hakkını gerçek manada verebilelim...
Neyse günlük, galiba çok şey yazdım ve daldan dala atladım, karmakarışık birşeyler yazdım ve belki de hiç birşey anlatamadım ama belki de sen hepsini en iyi şekilde anladın...