Sevgili Günlük,
İki gündür haber yok, "Sonra konuşuruz" diyip, kayboldu yine. Biliyorum son mesajımın verdiği ağırlıktan kurtulamadı hala. Çok umutsuz, çok çaresiz. Oysa insan bu dünyaya sadece bir kez geliyor, ne yaşıyorsak yaşamamız gerektiği için... Her ne kadar hayat bazen taşınması zor bir yük olsa da, herkesin sürekli atladığı bir detay var, hayatın bize yüklediği her yükte biraz daha büyüyor, dünyaya ayağımızı biraz daha sağlam basıyoruz.
Bazen isyan etsek de, oturup sızlansak, hatta ağlasak da için için, bir şey değişmiyor. Hayat yine en gösterişli sahnede, tek kişilik gösterisini, "Ben burada karşındayım, sana inat oyunuma devam ediyorum." dercesine, oynamaya devam ediyor. Değişen ne benim, ne de o. Değişen biziz. Ne biz kalabiliyoruz birlikte, ne benliklerimizden sıyrılıp, yeni benliklere bürünebiliyoruz.
Oysa o kadar kırgın ki! Mücadele etmekten yorgun, yaralı bir savaşçının bıkkın ifadesi var her sözünde... "Tuhaf bir boşuktayım, ama aptal şey seni gerçekten seviyorum!" derken bile fark edemediği bir şey var, içinde bulunduğu boşluktan elinde kalan tek değer; 'sevgisi'.
Aylardır tek düşüncem, ellerini o tuhaf boşlukta kaybetmemekti. En büyük korkum, en büyük amacımdı bu. Şimdi korkularımla yüzleştikçe amacımdan sapar oldum. Her adım atışımda, iki adım gerilemenin verdiği bıkkınlıktan mı bu? Ya da yaklaştıkça neyle karşılaşacağını bilememenin verdiği gerginlikten mi?
Kaybettiğimi fark edemediğim, fark etmemekte inat ettiğim bir şey var. 'Sevgim' Eskisi kadar seviyor muyum onu gerçekten? Sevmiyorsam neden gözüm, kulağım telefonda? Neden hala yüreğim yaralı? Neden hala o yok? Neden onu o boşluktan çıkarmak için benim çabaladığım gibi, o da çabalamıyor? Neden her adımı ürkek?
Peki ben neden onu özlüyorum? Neden gözlerim yaşlı?