Karanlıkta Aşka Son!
Marie Claire dergisinden Berin Yavuzlar ın Nil Gün ve Saim Koç ile yaptığı İlişki Karanlıkta Aşka Son! başlıklı söyleşi.
Kasım 2005
Bugüne dek 55 bin kişi, yazar ve bireysel gelişim uzmanı Nil Gün ile Saim Koçun Kuraldışı Eğitim ve Danışmanlık bünyesinde verdiği seminer ve eğitimlere katılmış. Gün ve Koçun ağzından çıkan her söz ilişkiler dünyasında yeni ve farklı bir kapıyı aralıyor.
İstiyorsan kendini değiştirebilirsin, ama bir başkasını asla!
Karanlıkta âşık olurlar, ışık yanınca da gerçek yüzlerini görürler birbirlerinin. Sonra biri Sen değiştin der. Değişen bir şey yok. O aşkın körlüğüydü.
Nil Gün ve eşi Saim Koç NLP, iletişim, ilişkiler, özgüven geliştirme, Kendin Olmak, Gölgelerden Aydınlığa gibi konu başlıkları altında uzun yıllardır bireysel gelişim eğitimi veriyor. Azımsanmayacak sayıda okurları var. Kitaplarını okuyup ya da hipnomeditasyon ve motivasyon CDlerinden birini dinleyip, Türkiyenin dört bir yanından, Avrupadan, ABDden hatta Rusyadan eğitime gelenler var.
Eğitim sözü yeterli değil belki de. Birebir egzersizlerle dolu, tokat üstüne tokat yediğiniz, kendinizle yüzleştikçe öfkelendiğiniz, sonrasındaysa derin bir gaflet uykusundan uyandığınızı fark edip binlerce teşekkür ettiğiniz bir yaşam okulu.
Şimdi içinizden hadi canım diyebilirsiniz. Uyumu yakaladıkları her hallerinden belli bu çifti büyük bir rastlantı olarak da nitelendirebilirsiniz. Hatta benim gibi şiddetli bir muhalif olabilir, eğitimin ilk günü karşı karşıya geldiğiniz kendinize katlanamayıp orayı terk etmek de isteyebilirsiniz.
Öyle ya kurduğunuz ilişkilerde hata sizde olamaz! Ama emin olun ertesi gün koşa koşa gideceksiniz eğitime. Ve yine emin olun bu söyleşideki her biri özlü söz niteliğindeki ifadeleri dönüp dönüp tekrar okuyacaksınız. Artık sonra kitapçıya mı koşarsınız, en yakın eğitim programının tarihini mi sorarsınız, o sizin bileceğiniz iş.
MARIE CLAIRE: Kadınlar ve erkekler neden anlaşamıyorlar?
NİL GÜN: Anlaşamamanın iki boyutu var. Bir; karakter uyuşmazlığı, iki; bilinçsizlik. Her insanın iki karakteri var. Birinci karakter hayatın ilk bölümünde etkin. İkinci karakter de ikinci yarıda etkin. İlk başta çok uyumlu olan bir çift, karakterleri zıtsa hayatlarının ikinci döneminde uyuşmamaya başlıyor. Ya da ilk karakterler uyuşmazlık içindeyse ama ikinci karakterler uyum içindeyse, beraberliklerinin ikinci yarısı mutlu mesut geçebiliyor. Tabii eğer ayrılmamayı başarırlarsa.
M.C.: Kaç tür karakter var?
N.G.: Dört temel erkek, dört temel kadın karakteri var. Herkesin iki karakteri var. Bir yaşamla ilişkiyi belirleyen karakteri, bir de insanlarla ilişkiyi belirleyen karakteri. Karakterler o kadar önemli ki. Bazı karakterler aileye, aile ilişkilerine çok önem verir. Bazı karakterlerse arkadaş ilişkilerine önem verir. İki insanın birbirine âşık olduğunu düşünün. İlk anda gözleri başka bir şey görmüyor. Evleniyorlar. Sonra bayram seyran geliyor, biri; Ailemizi ziyaret etmek gerek diyor, diğeri; Hadi, arkadaşlarla Marmarise gidelim diyor. Orada kopuyor.
M.C.: Bu insanların anlaşması nasıl mümkün olur?
N.G.: Karakterleri bilmezlerse birbirlerini suçluyorlar. Bilirlerse bir orta yol buluyorlar ya da kendi karakterlerine uygun birini seçiyorlar.
M.C.: Çiftler orta yolu nasıl buluyor?
SAİM KOÇ: Partnerler birbirlerine karşı anlayış geliştiriyorlar, birbirlerinin değerlerine saygı göstermesini öğreniyorlar. Bunun karşılığında birlikte yaşamayı elde ediyorlar. Ama bazıları bunu göze alamıyor, İlle de uyum diyor, o zaman da kopuyor.
N.G.: Bir de karakterleri bilmezse insanlar; Tamam şimdi böyle ama evlenince ben onu değiştiririm diye düşünüyorlar.
M.C.: Değiştirmek mümkün mü?
N.G.: Valla insanın kendini değiştirmesi böylesine zorken, başkasını değiştirmesi imkânsız. Değiştiremezler.
S.K.: Bir başkasını değiştiremezsin. İstiyorsan kendini değiştirebilirsin ama bir başkasını asla.
M.C.: Peki ilişkiler ne zaman alışkanlık halini alır?
N.G.: Birbirine gösterilen özen azaldığı veya bittiği zaman. Kaybetmek korkusunun artık hiç yaşanmadığı zaman. Sağlıklı ilişkilerde az da olsa daima bir kaybetme korkusu olmalı. O kaybetme korkusunun tümüyle bittiği an nasılsa benim malım diye bakılmaya başlanıyor ve özen bitiyor. İnsanlar arkadaşlarına, yabancılara gösterdikleri özeni kendi eşlerine göstermiyor.
S.K.: Bir de tabii heyecan kalmadığı zaman denebilir. Eğer renk yoksa ilişkide, sürprizler yoksa, ilişkinin başlarında yaşanan birtakım hoşluklar yoksa o alışkanlık süreci başlıyor; ister istemez sadece görevlerin sürüklediği bir ilişki haline geliyor. Bir ilişkide iki tarafın mutlaka heyecan yaşaması önemli. Çünkü bizi başkalarına ilgi duymaktan alıkoyan şey, partnerimize duyduğumuz ilginin daha yüksek olması. Eğer heyecan yoksa o ilgiyi duyamıyoruz. Onda tanımadığımız bir şey kalmamış oluyor. Her şey bildik! Nasıl davranacağını, nerede nasıl tepki vereceğini artık ezberlemiş oluyoruz neredeyse. Bizi şaşırtan bir şey kalmıyor. Dolayısıyla bu da çifti rutin bir hayata sürüklüyor.
M.C.: Bu aldatmayı mümkün kılıyor öyleyse.
N.G.: Tabii, tabii.
M.C.: Bu durum karşısında üç tip insan var: aldatan, affeden ve de görmezden gelen. Bu insanları nasıl yorumluyorsunuz?
N.G.: Görmezden gelenle başlayalım. Eğer özellikle bir kadın partnerinin aldattığını görmezden geliyorsa, bu ilişkiden başka bir çıkarı olduğundan dolayıdır. Yalnızlık korkusu olabilir, ekonomik yetersizlik olabilir, gidecek başka yeri olmaması olabilir, statü kaybetme korkusu olabilir, boşanmayı başarısızlık olarak algılayabilir. Bütün bunlardan dolayı evlilik kâğıt üzerindedir. Ama istediği kadar görmezden gelsin incinme oradadır, kırılma oradadır, öfke oradadır.
M.C.: Affedenler peki?
N.G.: Affedenler
Bir grup demin saydığım nedenlerden dolayı affediyormuş gibi yapar. Bir de eğer gerçekten seviyorsa ve karşısındakinin bir daha yapmayacağını ve derin bir pişmanlık duyduğunu hissediyorsa affedebilir. Yalnız iki kere affetme olmaz!
M.C.: Bir kere affedilir öyle mi?
S.K.: Evet. Bir anlık zaafla yapılmış bir şey olduğu kanaatine sahipse, pişmanlığı görüyorsa ve de birbirlerine çok derin bağlarla bağlılarsa. Zayıf bir ihtimal tabii bu
M.C.: Kimileri de çifte hayatlar yaşıyor.
N.G.: Onlarda gerçek bir ilişkiden söz edemeyiz. Sevgiden hele hiç söz edemeyiz. Bir kere ihtiyaçtan dolayı değil, çekimden dolayı birlikte olan, birbirini seçen insanlar arasında aldatma söz konusu değildir. Aldatma varsa muhakkak kişinin kendisinde ve veya ilişkisinde bir eksiklik vardır. Dünyanın en mükemmel partnerine sahip olsan da, eğer sen içinde tamam değilsen, sürekli kendini kanıtlama yoluna gidersin. Her ilişki senin erkekliğini ve kadınlığını bir onaylatma yoludur. Bu tür ilişkilerde zaten sevgiden bahsedilemez. Sevginin olduğu yerde güven vardır. Güvenin olduğu yerde de aldatma olmaz. Çünkü güven, sevgi ve saygıyı bir arada tutar. Saygının olmadığı yerde aldatma olur.
S.K.: Sevgiyi canlı bir organizma gibi düşünmek lazım. Sürekli beslenmesi gereken bir şey. Genellikle iki kişi birbirine âşık olup ilişkiye girdiğinde, sanki o duygular sonsuza dek kendiliğinden devam edecekmiş zannedilir. Oysa beslenme ihtiyacı bilinmediği için zaman içinde sararır solar, ölür ve anca iş işten geçtikten sonra insanlar bunun farkına varır. Yavaş yavaş tükenen bir şey olduğu için o süreç izlenemez insanlar tarafından. Ama besliyorsan ilişkini, onun ihtiyacı olan gıdayı ona her gün veriyorsan ilk günkü heyecan devam edebilir. Aksi takdirde kaçınılmaz olarak tükenir.
M.C.: Tükenen ilişkiyi toparlamak mümkün mü?
N.G.: Hastalık evresi daha işin başındayken yakalanıyorsa tedavi mümkündür. Ama hastalık dönüşü olmaz yola girmişse, o saatten sonra hiçbir tedavi o hastalığa cevap veremez. İlişkinin hastalığı tedavi olmayacak boyuttaysa, o zaman ne yaparsan yap o ilişki düzelmez. Bunun göstergelerinden biri fiziksel ayrılışlar. İki insan eğer öfkeyle yataklarını bile ayırmaya başladıysa bu ilişkinin dönülmez yola girdiğinin, duvarların çok büyüdüğünün göstergesi. Bir de artık ilişkide çatışma, tartışma yoksa o da ilişkinin bittiğini gösterir. O saatten sonra artık münakaşa etmeye değecek bir şey kalmamıştır.
S.K.: Böyle çiftler dışarıdan çok mükemmel bir çift gibi algılanabilirler.
N.G.: Toplantılara birlikte giderler, mutlu çift gibi görünürler. Sonra bir haber alırsın, boşanmışlar. Şaşarsın noldu diye. İlişkilerin dışarıdan görünüşüyle, içerdeki şeyler çok farklıdır. İlişkilerin aslında nerede olduğunu çiftin birbirine bakışından anlarsın. O bakışta her şey vardır.
M.C.: Nasıl bir arayış içinde olmalıyız?
N.G.: Sıradan insan kendine uygun bir eş arar, gelişen insan kendini arar. Aslında her insan bizim öğretmenimiz. Biz de onların öğretmeniyiz. Karşılıklı deneyim yaşamak için
Senin gelişkinlik düzeyine uygun olarak sürekli hayatına birileri giriyor. Ve ister şiddet dolu olsun, ister sevecen olsun, ister mesafeli olsun hayatına giren her partner senin içinde de öyle bir boyut olduğundan dolayı hayatındadır. Onda âşık olduğun özellikler aslında kendinde olup da farkında olmadığın özellikler. Kızdığın özellikler de aynı şekilde geçerli. Benim sende sevmediğim tüm özellikler bende olduğu için onları sende görüyorum. Dolayısıyla her ilişki bir deneyim ve gelişme kapısı.
M.C.: Bir ilişki nasıl mutluluk verir?
N.G.: İlişki önce insanın kendisiyle başlıyor. Hiçbir insanın bir başka insanı mutlu etme görevi yok. Hayatıma bir erkek girsin de beni mutlu etsin inşallah maşallah. Yok böyle bir şey! O insan da benimle bir ilişki kuruyorsa kendisi mutlu olmak için kuruyor, beni mutlu etmek için değil. Ama ben zaten mutluysam, mutlu bir insanın yanında olmak karşındakini otomatikman mutlu ediyor. O zaman mutlu bir çift oluyorsun. O beni mutlu etmiyor, ben de onu etmiyorum. Biz zaten kendi başımıza mutlu olduğumuz için o mutluluğun ışığını birbirimize yansıtıyoruz. Buna doyum deniyor, huzur deniyor, sevgi deniyor.
M.C.: Siz mutluluğunuzu nasıl yansıtıyorsunuz birbirinize?
N.G.: Ben bazen televizyon seyrederken bırakıyorum her şeyi, dalıyorum, uzun uzun Saimi seyrediyorum. Farkında bile değilim. O da farkında değil. Ve içimden; Teşekkür ederim, diyorum, Hayatımda iyi ki varsın, iyi ki seninleyim. Arada bir de fırlıyorum, öpüyorum (uzanıp öpüyor.)
M.C.: Birbirinizi bulana kadar siz de başarısız ilişkiler yaşadınız mı?
N.G.: A, tabii canım, biz de çok kurbağa öptük .
S.K.: İlk öptüğün kurbağa bendim hani? (Kahkahalar)
N.G.: Eğer kişi olgun değilse prensi bile öpse kurbağaya çevirir. Zaten ilişkilerde daima iki tarafın da kendine olan saygısı eşittir. Bir insanın özdeğerinin çok yüksek olup da partnerinin özdeğerinin yüksek olmaması mümkün değil. Daima o konuda eşittirler. Dışarıdan bakıldığında birisi çok dominant, güçlü görünür. Öbürü paspas gibi görünüyosa da aslında kendilerine saygı konusunda eşittirler. Şey çok doğru: Bana partnerini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.
M.C.: Siz nasıl besliyorsunuz ilişkinizi?
S.K.: Bir kere her gün onun ne kadar değerli ve yeterli olduğunu ona hissettiriyorum. Bütün duyularımla; sözel, görsel, kinestetik
Sabah genellikle kulağına güzel sözcükler fısıldarım.
Onun dışında sürprizler önemli. Büyük, küçük. Bir de gelişimine katalizör olabilmek. Her gün onun karşısına kendini de değiştirerek çıkabiliyorsan, senden öğrenebileceği, keşfedebileceği yeni şeylerle ortaya çıkarıyorsundur. Neden hiç tanımadığımız bazı insanlar bizi çeker? Çünkü henüz bilmediğimiz, keşfedilecek şeyler vardır onlarda. Eğer ilişkimizde böyle bir şey kalmadıysa, aslında belki partnerimizden daha değersiz, daha yetersiz bir insan bile fiziksel özellikleri ya da başka bir nedenle bizi çekebiliyor.
M.C.: İyi ilişkinin göstergesi nedir?
S.K.: Baş başa kaldığında rutin konuşmaların dışında kendi dünyanda mı yaşıyorsun yoksa hakikaten keyifle uzun saatler bir sohbetin içine mi dalıyorsun. Bu, iki tarafın hâlâ birbirine anlatacak çok şeyi olduğunu gösteriyor, ama gelişmeyen bir bireyin böyle bir şey yapma şansı yok. Bu çok boyutlu bir şey. Duygusal, zihinsel, cinsel, ruhsal boyutları var. Hangi alanda gerileme varsa, o alanda bir başka arayış başlar.
M.C.: Peki eğitimlerde insanlara ne veriyorsunuz?
N.G.: Bizim eğitimlerde esas yaptığımız, kişinin kendisini sorgulaması. Bir, kendisini objektif olarak algılamaya, değerlendirmeye başlaması. İki, kendisinin temel değerlerinin ne olduğunu görmesi. Üç, nasıl bir insanı hayatına çekmek istediği. Ama eğer partnerinde olmasını istediğin özellikler sende yoksa o partner de seninle olmaz.
M.C.: Mutlu aşk var mıdır?
N.G.: A, kesinlikle var. Yalnız bu çok genç yaşta olmaz. Bu bir gerçek. Çok genç yaşta âşık olursun. Aşkın gözü kördür. Aşk çok güçlü bir koku uyumudur. Ten uyumu denen şey budur.
Genç yaşta güçlü bir cinsel çekim var. Hele cinsellik tabu konulardan biri olduğundan dolayı insanlar daha rahat cinsellik yaşamak için evleniyor. 18, 20, 25li yaşlarda insanın doğal olarak kendini bulması mümkün değil. Kendini bulmak, kendini tanımak yaşam boyu devam eden bir şey ve olgunlaşma dönemi gerekiyor.
Ben 42 yaşındaydım sevgilime âşık olduğumda. Ve de ona ihtiyacım yoktu. Bugün de yok. Ama ikimiz de birbirimizle olmayı seçiyoruz, birbirimizle olmaktan keyif alıyoruz. Ben onunla birlikteyken kendimi daha çok seviyorum.
S.K.: Tek bir cümleyle tarif etmek gerekirse böyle bir tarif uygundur. Partnerimizin yanında kendimizi daha fazla sevebiliyorsak o bize keyif veren partnerdir.
N.G.: İki insanın da kendi ayakları üstünde durabilen, kendine yetebilen insanlar olması gerekli. Biri diğerini koltuk değneği olarak kullanıyorsa o ilişki sahici değildir.
S.K.: Denge bozuluyor zaten orada. İhtiyaç gündeme geliyor. İster istemez bütün dengeleri altüst ediyor.Yani o risk ortadan kalkıyor. Her an kaybetme riskini göze almalısın. Kaybetmek istemiyorsan da daha fazla çaba harcamalısın o ilişki için.
N.G.: Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var sözü sıradan evliliklerin sloganı. Ama sana ihtiyacım var, çünkü seni seviyorum gerçek ilişkinin ifadesi.
M.C.: Eğitimlerden sonra ne oluyor?
N.G.: Eğitimlerde bu temelleri verince insanlar karanlıkta âşık olmak yerine daha bilinçli seçimler yapıyorlar. Karanlıkta âşık olurlar, ışık yanınca da gerçek yüzlerini görürler birbirlerinin. Sonra biri Sen değiştin der. Değişen bir şey yok. O aşkın körlüğüydü.
M.C.: Burada kadına düşen farklı bir görev var mı?
N.G.: Kadınlar değiştikçe erkekler değişiyor. Bu bir gerçek. Erkekleri değiştirecek olan da kadınlar. Çünkü erkek çocuklarını yetiştirenler kadınlar. Kadın değişirse ve kararlı bir şekilde davranırsa, erkek de o kadını kaybetmek istemiyorsa değişiyor zaten.
S.K.: Bizim eğitimlerimize bir çift katılmıştı. Aralarındaki çelişkiler hat safhaya çıkmıştı. Kendi ifadeleriyle, eğer eğitime katılmamış olsalardı en fazla bir yıl daha sürükleyebilecekleri bir ilişkiydi. Bir çocukları da vardı. Eğitimde karakterlerinin birbirine zıt olduğu ortaya çıktı. Biz dedik ki; Çok zor işiniz, imkânsız diye bir şey yok ama zor. Çok özen göstermeniz gerekir. Hakikaten başardılar. Aradan üç dört yıl geçti, her geçen gün ilişkilerinin daha iyiye gittiğini öğrendik sonradan.
N.G.: Birçok insan şöyle düşünebilir; İlişkilerin eğitimi mi olurmuş! Hayır, her şey gibi bunun da eğitimi olur. Bir insanın mutluluğunun yüzde 50si ilişkileri belirliyor. Diğer yüzde 50si iş ve sosyal yaşamdaki doyum, sağlık gibi şeyler. Bu olmadı mı diğerlerinin hepsi de olsa eksik hissediyorsun kendini. Çünkü dünyadaki tüm güç çabası, iktidar, mücadele, para, pulun altında yatan sevme ve sevilme arzusu.
M.C.: Bu tür eğitimler özellikle hangi koşullarda alınmalı?
N.G.: Bir; evlenmeden önce bu tür eğitimler mecburi olmalı, iki; çocuk sahibi olmadan önce. Anne babanın ilişkisinin sağlıklı olmadığı ortamda çocuklar sağlıklı yetişemiyor. Ayrıca anne babaların çocuklarına yapacakları en büyük iyilik, onları bu tür eğitimlere katmakla olur. Bugüne dek buraya gelen en genç kız 13, en genç erkekse 15 yaşındaydı. En büyük katılımcımız ise 64 yaşındaydı. En önemli eğitim hayat eğitimi. Onun için buradaki eğitimlerin tümüne yaşam okulu diyoruz.
***
Nil Gün, Kadınlar ve Erkekler Nasıl Anlaşırlar kitabında karakterleri iki ana gruba ayırıyor. Yatay çizgide yer alan karakterler yaşamla (Amazon, Mistik, Savaşçı, Filozof), dikey çizgideki karakterler (Anne, Dost, Baba, Ebedi Çocuk) insanlarla olan ilişkimizi belirliyor. Cinsiyetinize göre şemanın yatay ve dikey karakterlerinden biri sizin iki temel karakteriniz oluyor. Örneğin; Anne / Amazon, Mistik / Anne, Dost / Mistik, Baba / Savaşçı, Savaşçı / Ebedi Çocuk, Filozof / Baba gibi.
Hayatımızın ilk yarısında ilk karakterimiz baskın olurken, ikinci yarıda ikinci karakterimiz devreye giriyor ve baskın hale geliyor. İşte bu geçiş döneminde insanlar yaşadıkları değişime anlam veremiyor, Sen değiştin suçlamalarına maruz kalıyorlar. Bu geçiş dönemine orta yaş krizi deniliyor. Karakterleri bilmek insanın hem kendisini hem karşısındakini çok daha iyi anlamasını, anlayış kazanmasını sağlıyor. Sadece kadın erkek ilişkisinde değil; çocuklarını anlamada, patronları varsa onları anlamada, arkadaşlarını anlamada diyor Nil Gün ve ekliyor; Karakterlerimizi geliştirmek bizi zenginleştirir.
Sekiz ana karakterin tanımları kabaca şöyle
*Anne: Kimliğini ve doyumunu korumak ve yardım etmekte bulur. Aile, arkadaşlardan önce gelir. Gelenekseldir.
* Dost: Kimlik ve doyumunu ilişkiler ve arkadaşlıklar içinde bulur. Bireyseldir. Risk almak heyecan vericidir. Sosyal konuma önem vermez.
* Amazon: Dış dünyayı kontrol etmekten doyum bulur. Enerjik ve azimlidir. Yapmak ve sahip olmak önemlidir. Mükemmeliyetçidir.
* Mistik: Sanat, psikoloji, felsefe ve insanlara yol gösterici aktivitelerle doyum bulur. Onun için ruhun beslenmesi maddi başarı ve ünden önemlidir.
* Baba: Kimlik ve doyumunu himayesindeki insanları koruma ve kollamada bulur. Yardım istemekte zorlanır. Gelenekseldir.
* Ebedi Çocuk: İlk anda karizması ve sevimliliğiyle insanlara sempatik gelen erkekler. Gelişkinliği ölçüsünde sevme ya da terk etme uzmanıdır. Serüvenci ve açık fikirlidir.
* Savaşçı: Öncelikle toplumda, iş hayatında yerini bulmak ister. Kadınlarla olan ilişkisi de fetih üzerinedir. Güçlü ve mücadelecidir.
* Filozof: Doyumunu fikir dünyasında anlam aramakta bulur. Rekabeti sevmez. Fikirlerine karşı yapılan eleştirileri bireysel saldırı olarak algılar.Alıntı.