bugün itibari ile modunuz ....


  • Ankete Katılan
    1.185
Bende bu şekilde düşünüyorum. Açık açık isim veya numara vermeyen kimseye de inanmıyorum. Zaten böyle bi tedavisi varsa bunu şu an bu şekilde yapmazlar bence. Ve nedense hepsi ya genç ya hiç bi hastalığı yok ya hamile. Hep korku uyandıracak olaylar insanlarda. Tedavisi böyleyse zaten doktor ona göre bi yol izler kimsenin sosyal medyadan duyurması gerekmez diye düşünüyorum zaten kaç tane insan var ki iyileşen ? Onlara ulaşmak hastane için vs çok zor olmamalı.
 
bizde ayni mahalledeyiz. hergun goruntulu konusuyoruz. gecenlerde esim markete gtti eve ne aldiysa iki tane almis getirdi hepsini yikadik sildik temizledik annemlere goturdu apartmana bile cikmadan balkondan sepet saldilar oyle verdi paketleri temizledik ama ola ki biz hastaysak diye yine de 2 gun balkonda beklettikten sonra kullandilar. elimizden geldigince onlari korumaya calisiyoruz allah yardimcimiz olsun
 

Okurken bile için çekildi. O korkuyu bi yenemedim. Belki daha ağır basan korkularınız olunca bunu bastırdınız, bilemedim
 
Virüs Öldürme Oranı
Wuhan Novel Coronavirus (2019-nCoV) 2%*
SARS 9.6%
MERS 34%
Swine Flu 0.02%


Aşağıda ki yazıyı paylaşmıştım sanırım ama emin olamadım.....



ÇİN'DE NE OLDU?

Çin, Wuhan'da ortaya çıkan Virüse karşı, Psikolojik savaşı kazandı...
Wuhan'da, Kovit olmayan kimse kalmadı...
Milyonlarca Tanı Kiti kullandı
ve test edebildiği kadar insanı kontrolden geçirdi...
Tedavi edebildiklerini etti, etmediklerini gömdü...
Sürecin ikinci ayında, bu virüsün yayılmasına karşı hiç bir şey yapamayacağını anladı ve strateji değiştirdi...
Eğer her gün, Dünya Kamuoyuna kovitli olanların ve ölenlerin sayısını servis ederse, ülke 6 aya varmaz çökecek ve dünyadaki mevcut tüm üstünlüklerini kaybedecekti...

Bunun, kendisini bitiren büyük bir hata olduğunu fark etti...
Yeni stratejisi şuydu; "Bizde virüs kalmadı, salgın bitti, ölüm yok..."
Bu sonuca gelmesi, 2 ay boyunca yaptığı milyonlarca test ve oluşturduğu olağanüstü istatistiksel veriler nedeniyle oldu...
Şunu öğrendi; "Virüsün bizi bitirmesi imkansız; ama, verdiği panik - endişe ve korkunun bitireceği kesin..."

Peki ne oldu? Çin'de virüs yok mu oldu aniden? Virüs salgını, ne oldu da bıçak gibi kesildi?

Hayır yok olmadı ve böyle bir şey söz konusu dahi olamaz; salgın tüm hızıyla devam ediyor. Wuhan az çok kurtarılmış bölge olsa da Çin'in diğer bölgelerinde kaldığı yerden yürümeye devam ediyor ve 65/70 yaş üstü nüfusu etkiliyor...
Ancak Çin, her gün, "Virus şu kadar daha kişiye bulaştı ve şu kadar daha yaşlı öldü" diye haber servis etmiyor. Sadece Dünya'ya değil, öncelikle kendi halkına servis etmiyor.

Bu süreç içinde sağlık sistemini de reforme etti. Tedavi edecek bir ilaç bulamadı ama, yoğun bakım süresini 11 günden 3-4 güne kadar indirecek ilaçlar da üreterek ve ölümü kaçınılmaz olanların fişini çekerek hastane yükünü olağanüstü azalttı...
Oluşturduğu psikolojik strateji ile şimdi Dünyaya şöyle diyor; "Virüs bizde değil sizde var ve virüsü şu an bize siz bulaştırıyorsunuz! Size yardım etmeye hazırız ve tek çareniz de biziz!.."

Hong Kong'ta medya, Çin'in Dünyayı nasıl kandırdığını ve psikolojik üstünlüğü nasıl ele geçirdiğini ortaya koymak için, bir elektrik dağıtım şirketinin son aylarda 14 milyon abonenin hizmet alımının kapandığını ve bu ani abone kapanışı nedeniyle 14 milyon kişiye ne olduğunu soruyor.

Çin Devleti için bu haberlerin bir önemi yok! Çünkü Dünya, kendisinin yaptığı Resmi beyanı kaâle almak zorunda...
Çin 14 milyon kişi öldü demedikçe, kim ne derse desin hikâye.
Bu stratejiyi İngiltere ve ardından Hollanda çözdü ve aynı stratejiyi uygulamak istediler; ama, yapamadılar.
Yapamazdılar; Çünkü AB, kendi halklarına karşı Demokrat olmak zorunda ve kendisini kapatamazdı. Kapatabilmesi için, Çin kadar despot bir dikta rejime sahip olmalıydılar.
Yani, kendi halklarının cıyaklaması karşısında geri adım attılar; Çin'de ise, kimsenin cıyaklama hakkı yok!

Peki şu an ne oluyor?

Olan şu; Çin, son 3 ay içinde kaybettiği tüm ekonomik üstünlüğünü geri alıyor...
Çin, kendisini vuran virüsü fırsata cevirdi; Dünyaya ilaç - kit - uzmanlık - danışma hizmeti ve bilgi satıyor... Hem de nasıl satıyor!
Öyle bir satıyor ki; 3 ayda kaybettiği parayı, önümüzdeki aylar içinde fazlasıyla geri alabilir ve dahası üretime ara veren veya duraksayan tüm fabrikalar tam kapasite çalışmaya başladı; nede olsa yaşadıkları doğal bir afet veya yıkım değildi...

Virüs yapacağını yine yapıyor, yoğun bakımlarda hastalar yine var, yaşlılar yine ölüyor ve fakat Çin'de şu an, hiç kimseye "şu kadar virüs tanısı kondu ve şu kadar ihtiyar öldü" haberi verilmiyor...

Dolayısıyla hayat, kaldığı yerden hızla akmaya devam ediyor...
Çin'de virüs değil ama virüs maskesi takmış çok pis bir Psikolojik Korku Salgını vardı ve bu korku psikolojisinin ülkeyi bitireceğini çok net anladılar...

Şimdi Avrupa'ya, "Virüsün Merkezi sizsiniz!" diyorlar...

İtalya'da Corona'dan ölenlerin yaş ortalaması ne biliyor musunuz? / 79.5
Ama, İtalya için çok ilginç bir veri daha var; Ortalama yaşam süresi verisi.
Erkekler 81 - Kadınlar 85
Yani Corona'dan bu sene ölmeseler idi önümüzdeki senelerde bir çoğunun cenaze merasimleri olacaktı...

Dünya Toplumlarında ve Piyasalarında, Corona maskesi takmış çok pis bir "Psikolojik Korku Salgını" var.
Virüs üretim mi - değil mi? bilemem; ama, şu an virüs maskesi takılmış bir korku üretiliyor.
Öyle ki; bu korkuya kendi devletimiz de kapıldı ve bize de bulaştırdı..
Rahatsızlığından dolayı hastaneye giden bir Ablamıza şüphe üzerine Kovit Testi yapılmış ve fakat ablamız, sonuç beklenirken kaçıp - bir tahtanın arkasına saklanmış! Hastaneye kendisi gittiği halde, kim bilir ne kadar büyük bir endişe ve kaygı hissetti..

Korku Kültürü oluşturulmasına sebep oluyoruz. Sıradan zamanlarda sanki ülkede yoğun bakımda hiç ölüm olmuyormuş da, şimdi tüm yoğun bakımda ölümler bu virüs yüzünden oluyormuş gibi bir algı oluşturuluyor..
Eğer bir yetkili, günde ortalama 500 cenaze çıkan Hastanelerdeki ölüm sayılarını her gece halka beyan etseydi, Türkiye'deki yürüyüş yollarının üstünde sağlıklı insanlarımız değil, korkudan mezarlık faresine dönmüş Zombiler gezerdi...

Koronayak yapılıyoruz!
Her gece, Sağlık Bakanının ölüm bilgilerini beyan etmesini bekliyoruz...
Topluma bu hususta rehberlik yapacak birileri de yok; Haber Ajanslarının pislik vicdanlarına teslim oluyoruz..
Bir tuhaflık var mücadelede; bir yanı ile ciddi görünürken, diğer yanı ile lakayt.
Kovit gelip - geçer de; Korona delip - geçecek bizi...

Korkuya teslim olmak yok; korkuya teslim olmak, Corona'dan ölmekten yüz bin kez daha korkunç bir ölümdür...
 
Bakan açıklasa korkuyoruz ama açıklamasa belki daha da korkacak, senaryolar üretilecek. Gerçi şu an bile kendi ülkemiz dahil diğer ülkelerin ölüm sayısına inanmayan çok.
Bir taraftan herkeste kötü geçmiyor diye umutlanırken bir yanda diğer ülkelerdeki çoklu ölümleri görünce karamsarlaşıyoruz.
Aslında çoğumuz sadece kendimiz için değil anne babamız, çocuklarımız için korkuyoruz.
Hepimiz virüsten ölmesek te öleceğiz günün birinde ama ne zaman olacağını bilmediğimiz için rahatız, sanıyoruz ki daha çok var.
İnsanoğlu ölümü idrak edebilse, bu gerçekle yüzleşebilse kimbilir hayat daha kolay olur. Daha az kalp kırar, daha verimli geçiririz hayatımızı,zamanımızı.
 
resimler acilmiyor ne olmuş
 
biraz iyi durumlar paylasilinca ardindan birileri cikip insanlarin umudunu yok etmek icin gencleri veya hastaligi olmayanlari da oldurdugunu haber yapiyor siradan grip bile olduruyordur bilmiyoruz bile kim her sene gripden kim kac kisi olmus kronik rahatsizligi varmiymis diye arastiriyor veya haber yapiliyor yapilsa onada ayni derecede korkacak insanlar..koronaya karsi tedbir alinmasi baska ama devamli korku havasi yaratmak bile isteye yapilan birsey sanki..bir yandan yuzde 80 hafif atlatiyor hatta bilmeden bile gecirenlerin oldugu yaziliyor diger yandan sanki yuzde 80 i olduren bir virus gibi yansitiyorlar hafif gecirenlerin bile nefes alamadigini cok agir oldugunu okumustum daha turkiyede yeni vaka ciktiginda simdi gorduk ki oyle degilmis bazi insanlar haz aliyor insanlarin korkularindan yada isin icinde baska birsey var bilemedim artik
 
aynen ben de öyle düşünüyorum artık
 

bence aslında bu gibi şeylerin amacı farklı. önceden sadece yaşlılar ve kronik hastalar için tehlikeli olduğu anlatıldığında gençler ve sağlık sorunu olmayanlar nasılsa bana birşey olmaz diyerek çok rahat dışarı çıkıyorlardı. ne yazık ki konulan yasaklara da çoğu zaman uyulmadığını gördük.
ve evet çocukların, gençlerin ve sağlıklı yaşlıların da vefat ettiği bir hastalık.
ben bu gibi söylemlerin dışarı çıkarak başkalarını riske atacak kişiler için gerektiğini düşünüyorum.

bildiğimiz zatürreden ölenlerin sayısının covid'den ölenlerin sayısından fazla olduğunu en başından beri herkes söylüyor zaten. ama hiçbir uyarıyı ciddiye almayan ve kafasına göre davranan kesimin sayısı da azımsanacak gibi değil. ve onların bir nebzede olsa anlaması için acımasız gerçekleri dillendirmek gerekiyor.
 
Dünyanın korona gündemine kilitlenmesiyle birlikte, virüs korkusu da bütün dünyaya dalga dalga yayılıyor.
Şüphesiz korkunun tedbirle bir ilişkisi var. Ancak Korona virüsüyle ilgili korku-tedbir dengesinin sağlıklı bir şekilde kurulduğunu söyleyemeyiz. Her geçen gün terazinin korku kefesi ağırlaşırken, tedbir kefesiyle ilgili aynı ölçüde bir gelişme sağlanmıyor.
Salgınla mücadelede dünyanın arz ettiği görünüm korkuyu daha da derinleştiriyor. Ekonomik durgunluk, gelen iflas haberleri, geleceğe yönelik ekonomik ve siyasi belirsizlik, salgınla mücadelede devletlerin işbirliği ve dayanışma içinde olmaması bunun başlıca sebepleri.
Bugün itibariyle her ülke büyük oranda kendi imkanlarıyla bir mücadele veriyor. Küresel ölçekte bir krizle karşı karşıya olunmasına rağmen küresel ölçekte bir kriz yönetiminden söz etmek mümkün değil. Uluslararası örgütler salgınla mücadelede gerekli liderliği üstlenmiyor. Dahası zamanla pandeminin merkezi haline galen AB ülkelerinin dayanışmadan yoksun, "herkes kendi başının çaresine baksın" tavrı AB'nin geleceği üzerine tartışmaları şimdiden başlatmış görünüyor. Ülkeler salgınla mücadelede birbirinden farklı hatta kimi zaman birbirine karşıt stratejiler takip ediyor. ABD, İtalya, İspanya gibi ülkelerden gelen "sağlık sistemlerinin çöktüğüne" yönelik görüntüler bu dağınık, parçalanmış tabloya ayrıca çaresizliği de ekliyor. Böyle bir salgında başrolü oynaması gereken Dünya Sağlık Örgütü yavaş hareket etmesi sebebiyle eleştiriliyor.
Aktardığımız bu tabloya hemen her gün bir ünlünün testinin "pozitif" çıktığı, bakanların, başbakanların, en üst düzey yetkililerin virüse yakalandığı haberleri de eklenince "korku-tedbir" dengesi büsbütün korku lehine işliyor.
"Korku-tedbir" dengesinin sağlıklı bir şekilde kurulamaması başka fiziksel ve psikolojik sorunları beraberinde getirecek olması açısından önemlidir. Bu yazıda korku-tedbir ilişkisi çerçevesinde korku duygusunu analiz edecek, yazının sonunda bazı öneriler getireceğiz.
"Korku içindeki bir toplum, riskin kendisini ortadan kaldıramasa bile, riskli sandığı her davranışı mahkum eder." diyor Frank Furedi 1997'de yazdığı Korku Kültürü kitabında. Furedi, kitapta modern dünyada korkunun üretilip pazarlandığını, hemen her şeyin "riskli" hale getirildiğini ustalıkla anlatır. Kitabının bir yerinde Prof. Hugh Pennington'dan şu alıntıyı yapar: "Bir daha karşılaştığınız birinin elini sıktığınızda, o kişinin tuvaletten çıkarken elini yıkamayan insanlardan biri olma ihtimalinin beşte bir olduğunu akıldan çıkarmayın. Bunun çok ciddi sonuçları olabilir." Furedi, biraz da alaycı bir şekilde sorar: "Bakalım 'el sıkışma sendromu' ne zaman keşfedilecek!"
Yine alaycı bir şekilde, "Şu ana kadar el sıkışmanın yasaklanmasını öneren kimse olmadı. İnsanların el sıkışırken eldiven kullanmalarını savunan bir tıbbi kampanya da henüz başlatılmadı." diyen Furedi şu tespiti yapar: "...giderek insan ilişkilerinin, özellikle de samimiyet içeren ilişkilerin, risk prizmasından değerlendirildiği bir ortam yaratılıyor."
Korkunun üretilip pazarlanmasında ticari ya da politik çıkarlar etkilidir.
Şüphesiz korku tedbir almak için gereken psikolojik farkındalığı sağlar. Ama korku, eğer iyi kullanılabilirse insanları hizaya çekmenin en kestirme yoludur aynı zamanda. En kolay üretilebilen, pazarlaması en masrafsız olan duygumuzdur. Üstelik kısa sürede etkili ve kalıcı sonuçlar verir. Hem siyasi hem de ekonomik açıdan iyi kazandıran bir duygudur.
Korku psikolojide iyi tanımlanan duygulardan biridir ve bazı özellikleri vardır. Korona korkusunun dünyayı teslim aldığı şu günlerde, korkunun özelliklerini bilmek, irrasyonel korkulara teslim olmamak açısından önemlidir. Bunlardan bazılarını maddeler halinde özetleyelim:
1.Korku doğal bir duygudur ve faydalıdır. Korkunun temel amacı insanın kendini tehlikelerden muhafaza etmesidir. Korku duygusu olmayan insanların zarar görmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla korku, önlem almamızı sağladığı için faydalı, hatta hayati bir duygudur.
2.Korku için bir uyaran/uyarıcı gerekir. Korkunun iki temel uyaranı vardır: Fiziksel ve zihinsel. Örneğin karşılaştığımız bir Pitbull fiziksel bir uyarandır. Ama karşımıza bir Pitbull'un çıkacağını ve sonuçlarını hayal etmek "zihinsel" bir uyarandır. Korkunun bu şekline psikolojide "kaygı" deniyor; henüz gerçekleşmemiş ama gerçekleşmesi "muhtemel" tehlikeli şeyler.
3. Her korku bir anlamla ilişkilidir. Örneğin uzmanlar korkunun nörokimyasal işleyişinin öfke duygusuna çok benzer olduğunu bulmuşlardır. Yaşadığımız benzer nörokimyasal süreçlerden birini korku, diğerini öfke olarak yaşamamız uyarana verdiğimiz "anlamla" ilişkilidir.
4. Bazen uyaranın nasıl anlamlandırıldığı korku duygusunu tamamen açıklamaz. Örneğin ölülerin zarar vermeyeceğini bilir ama yine de korkabiliriz. Bu, korkumuzun "anlamsız" olduğunu göstermez. Bunun muhtemel bir açıklaması şudur: Çocukken ölülerle ilgili korkutucu hikayeler dinlemişizdir. Bu korku duygusal hafızamızda yer eder. Daha sonra "ölülerin zarar vermeyeceği" bilgisini öğrensek bile, duygusal hafızamıza kazınan o duygu bizi etkilemeye devam eder. (Virüs tehlikesi geçse de insanları tehlikeli şeyler olarak hissetmeye devam edecek miyiz? Virüs bitecek ama korkusu kalacak mı: "Biliyorum, zarar vermez ama yine de onunla birlikte olmak istemiyorum!")
5. Korku transfer edilebilen bir duygudur. Yani bir başkasına bulaştırılabilir. Örneğin bir anne kendi örümcek korkusunu çocuğuna bulaştırabilir. Çocuk gerçekte örümceğin zarar vereceğini düşündüğü için korkmaz, annesi korktuğu için korkar. Diğer ifadeyle annesinin korku objesi, çocuğun da korku objesi haline gelir.
6. Korku duygusu aralıklarla güncellenmediği takdirde zayıflar. Örneğin anne bir örümcek gördüğünde korku duygusunu yansıtmaz ise çocuğun da korku duygusu zamanla sönebilir. Ama bir başka zaman örümcek gördüğünde korku duygusunu yansıtırsa, ya da korku duygusunu var eden geçmişte kalmış olaylar zaman zaman hatırlatılırsa çocuğun da korku duygusu devam eder.
7. Korkunun önemli bir özelliği, diğer duygularda da olduğu gibi, "beslenebilen" bir duygu olmasıdır. Stres üzerine çalışmalarıyla tanınan Hans Selye şöyle diyor: "Öyle görünüyor ki korkuya sebep olan deneyimlere defalarca maruz kalınca, kişi sanki organizmanın korku duyma yeteneğini geliştiriyormuşçasına ilgili organlar gerçekten büyür. Bu da nihayetinde kronik olarak korku ya da kaygı halinde bir bünyeyle sonuçlanır.". Bu durumda korku duygusuyla damgalanmış bir bünye için dünya olduğundan "daha tehlikeli" olarak görünür.
8. Arttırılmış korku dikkati ve psikolojik enerjiyi güçlü bir şekilde emen, tüketen bir duygudur. Aşırı korku esnasında zihin, korkulan şeyle meşgul olduğu için, daha farklı riskleri ve tehlikeleri değerlendiremez. Ne var ki bunlar korkulan şeyden daha gerçekçi ve daha önemli olabilir. (Dünyanın neredeyse Korona'dan başka şeyle ilgilenmediği şu günlerde geleceğimizi daha derinden etkileyecek başka gelişmeler tıkır tıkır işliyor olabilir mi?)
9. Korku sığınma duygusunu ve güvenlik arayışını beraberinde getirir. Aşırı korkutulmuş bir kişi, eğer korku objesine karşı çaresiz ise her türlü telkine açık hale gelir; çocuksulaşır, kontrolünü kaybeder. Sağlıklı düşünemez.
10. Kaybetme korkusu, kazanma duygusundan iki kat daha etkilidir. Yaptığı çalışmalarla Nobel alan Daniel Kahneman kişinin davranışları üzerinde kaybetme korkusunun, kazanma duygusuna göre yaklaşık iki kat daha etkili olduğunu söylemektedir. Yani olasılıklar eşit olduğunda "kaybetme ihtimali", "kazanma ihtimaline göre kişiyi daha fazla harekete geçirir. O yüzden korkutma stratejisi, vaat stratejisine göre daha etkilidir. İnsanlar "sahip oldukları şeylerin" ellerinden alınması tehlikesiyle karşılaştıklarında daha fazla konstantre olur, daha fazla ciddileşirler. Sigara paketlerinde sigara içmeyen kişilerin temiz akciğerlerinin değil, sigara içenlerin simsiyah olmuş akciğer fotoğraflarının yer almasının sebebi budur.
11. Mikro korkular, makro korkuların kaynağına atfedilebilir. Küçük riskler ya da tehlikeler ilişkisiz olsa bile, dominant korku kaynağına atfedilerek yorumlanabilir. Arttırılmış ve yaygınlaştırılmış korku gerçekte tehlikesiz olan şeylerin de "tehlike" olarak algılanmasına yol açabilir. Örneğin bir depremden sonra rüzgardan sallanan bir ampul "depreme" atfedilerek yorumlanabilir; bugünlerde her öksürüğün "Coronaya" atfedilmesi gibi... Diğer bir ifadeyle korku iklimi emin olunmayan her şeyin korkulacak bir obje olarak algılanmasına neden olabilir.
12. Korku miras bırakılabilen bir duygudur. Yani atalarımızın bazı korkularını taşıyor olabiliriz. Örneğin soğuk savaş döneminde "komünizm korkusunu" iliklerine kadar hissetmiş birinin korkuları torununa hatta onun da torununa miras kalabilir. Kendisi, ne dedesini ne de komünistleri görmemiş olsa bile komünistlerden korkmaya devam edebilir.
13. Korku kolay tahrif edilebilen, kolay manipüle edilebilen bir duygudur. Diyelim ki gözünüzün hemen altında bir sivilce çıkmış; siz farkında bile değilsiniz. Bir arkadaşınız, teyzesinin de gözünün altında benzer bir sivilce çıktığını, sonradan bunun kötü huylu bir ur olduğunun anlaşıldığını söylerse, o ana kadar farkında olmadığınız sivilceniz sizi korkutmaya başlayabilir.
*
Tedbir konusunda bireysel olarak yapabileceklerimiz pek çoğumuz tarafından neredeyse ezbere biliniyor. Fakat yazının girişinde aktardığımız sebeplerden dolayı giderek artan korku duygusunu dengelemek için neler yapabiliriz? Bunlardan bazılarını da maddeler halinde özetleyelim:
1. Gerçeklik ve Hayal Arasındaki Farkın Bilincinde Olmak
İlk olarak ikinci maddede belirttiğimiz gibi korku ve kaygı arasındaki farkı anlamamız önemlidir. Korku, gerçekçi ve görece olarak uyaranıyla uyumlu bir duyguyken kaygı bizim o uyarana ilişkin zihnimizde ürettiğimiz negatif abartılı senaryolarla oluşur.
Kendimize şu soruyu sorabiliriz: Virüsün kendisinden çok virüse yüklediğimiz anlamla mı meşgulüz? Örneğin koronadan korunmak için biriyle el sıkışmaktan kaçınmak makul bir tepkiyken, yüksek kaygılı kişiler, rüzgarın savurduğu bir virüsün pencere aralığından girip kendini ya da çocuğunu enfekte edeceğini hayal edebilir. Söylediğimiz gibi, kişi gerçekçi bir uyaranı hayal dünyasında istediği gibi süsleyebilir, abartabilir ve etkisini istediği kadar arttırabilir.
2. Dikkat ve Düşünceyi Başka Gündemlerle Çeşitlendirmek
İstesek de istemesek de devasa bir korona virüsü söylemi tarafından kuşatılmış durumdayız. Her gün defalarca evde kalma uyarılarıyla, Türkiye ve dünyadan aktarılan korona istatistikleriyle karşılaşıyoruz. Bu kuşatılmışlık bazı insanları koronadan başka bir şey düşünemez, koronadan başka bir şey konuşamaz hale getiriyor. Bu da kaygıyı arttırıyor. Sokak hoparlöründen gelen uyarıları duymamak gibi bir şansımız olmasa da, ne okuyacağımızı, ne izleyeceğimizi, sofrada ne konuşacağımızı belirlemek yine de bizim elimizdedir. Korona dışında bir gündemimizin de olması zihin dünyamızın korona girdabına sürüklenmesini engelleyebilir. Bu bakımdan evde hem bireysel hem de aile üyeleriyle günlük/ haftalık plan yapmak ve bunu uygulamak faydalı olacaktır.
3. Kontrol Edebileceğimiz ve Edemeyeceğimiz Şeyleri Ayırt Etmek
Korku duygusunun sürekli ve yoğun bir kaygıya dönüşmesini engellemek için "kontrol" kavramı iyi bir ölçüttür. Neleri kontrol edebiliriz, neleri edemeyiz? Kontrol kuramları içinde "kontrol yanılsamaları" dediğimiz bir kavram var. Bazı insanlar kontrol edemeyecekleri şeyleri de kontrol edebilecekleri yanılgısına kapılırlar. Bu da kuşkusuz sadece kaygıyı arttırmakla kalmaz, kişinin psikolojik enerjisini emerek onu yorar, bitkin düşürür. Örneğin ellerimizi yıkamak, evde hijyene dikkat etmek bizim kontrolümüzdedir ancak aynı şeyleri karşı apartmandakilerin de yapmasını sağlamak bizim denetim alanımızın dışındadır.
4. Belirsizliğe Karşı Pozitif Varsayımları da Hesaba Katmak
Aslında yaşadıklarımızın sürekli ya da yoğun bir kaygıya dönüşmesinin en önemli sebebi virüsün kendisinden çok bütün dünyaya yaşattığı "belirsizlik" durumudur. Aklımızda onlarca soru var: Virüs bana da ya da sevdiklerime de bulaşır mı? Salgın daha ne kadar sürecek? Ne kadar daha evde kalmamız gerekecek? Arkadaşlarımı, sevdiklerimi yeniden görebilecek miyim? İşimi kaybedecek miyim? Borçlarımı ödeyebilecek miyim? Korona öncesi düzen yeniden kurulabilecek mi yoksa bambaşka bir düzenle mi karşılaşacağız? vs. Bütün bu soruların cevabı belirsizdir.
Kaygı gelecekle ilişkili bir duygudur ve kaygının dayandığı iki anahtar kavram var: Belirsizlik ve varsayım. Aslında gelecek her zaman içinde bir belirsizlik taşır ama normal zamanlarda bunun pek farkında olmayız. Normal zamanlarda her gün saat 08.30'da iş başı yapıyorsak, bir sonraki gün de bunun böyle olacağına neredeyse eminizdir. Ama aslında bu da -bugün yaşadığımız düzeyde olmasa da- belirsizdir. Olağan üstü koşullarda hayatın gündelik akışı kesintiye uğradığı için yaşanan belirsizlik daha güçlüdür.
İnsanlar böylesi durumlarda varsayımlarda bulunurlar. Fakat bu varsayımların genellikle negatif varsayımlar olması kaygıyı arttırır. Halbuki gelecek, içinde hem negatif hem de pozitif olasılıklar taşır. Hangisinin gerçekleşeceğini bilmememize rağmen, bazı insanlar "kötü" senaryonun gerçekleşeceğine daha fazla ihtimal verir. Bizi kaygılandıran budur. Bunun tam tersi de gerçekleşebilir ama buna fazla ihtimal verilmez.
Aslında burada kaçırdığımız bir şey daha var: Olacağını varsaydığımız şeyin "kötü" ya da "iyi" olduğuna önceden karar veriyoruz. Örneğin nişanlımızın bizi terk etme olasılığı vardır. Bu olasılığın gerçekleşeceğine ihtimal vermek kişiyi kaygılandırır. Neden? Çünkü kişi nişanlısının kendisini terk etmesinin "kötü" olacağını varsayar. Dikkat ederseniz aslında bu da bir varsayım, önceden verilmiş bir karardır. Nişanlımızın bizi terk etme olasılığı gerçekleşebilir ama bu kötü bir şey olmayabilir. Gelecekle ilgili ihtimal dahilinde olan şeylerin "iyi" ya da "kötü" olacağına ilişkin varsayımlarda bulunmak bir bakıma kaçınılmazdır. Sorun bunların da bir varsayım olduğunu kaçırmak, bir istisna yapmamaktır. Diğer bir ifadeyle aslında "muhtemel" olan şeye "kesin" muamelesi yapmaktır. Kur'an bu konuda dikkat çekici bir uyarıda bulunur: "Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı. Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara, 216). Evet, bilmek için geleceği de kuşatmak gerekir ki, insanoğlunun böyle bir gücü yok.
5. Salgına Daha Çok Duygusal Pencereden Değil Bilişsel Pencereden Bakmak
Hemen herkes salgınla bir şekilde ilgileniyor. Ama benim de gözlediğim kadarıyla salgına ilişkin açılmış iki pencere var: Duygusal ve bilişsel pencere. Duygusal pencere daha büyük ve orada gördüklerimiz daha çok korku ve kaygı duygusunu harekete geçiriyor. Ara ara bu pencereden de bakmakta fayda var ama özellikle medyanın ve sosyal medyanın ürettiği söylem bu pencereyi genişletirken, bilişsel pencereyi daraltıyor. Halbuki bunun tersi olması gerekir. Bilişsel pencereden bakmak bizim abartılmış duygulara teslim olmamızı engelleyebilir. Örneğin haberlerin neredeyse tamamı koronanın yayılması ve korona ölümleriyle ilgili. Bu doğal olarak koronanın en büyük, en önemli hatta tek tehlikeymiş gibi görünmesine neden oluyor. Halbuki her gün milyonlarca insan başka sebeplerden dolayı hastalanıyor, ölüyor ya da zarar görüyor.
Örneğin ben bu satırları yazarken "trafik kazası" kelimelerini google'da arattım. İlk üç haber, 7 saat önce, 19 saat önce ve 51 dakika öncesine ait olan ikisi yaralı biri ölümlü kazalardı. Yine örneğin worldometers sitesine girdim. En son baktığımda bugünkü ölüm sayısı (sabah 11.12 itibariyle) 75 bin 250 idi ve sayı her saniye artıyordu. Yukarıda 8. maddede belirttiğimiz gibi, korku ve kaygı psikolojik enerjiyi korku veren uyarana odaklar ve orada tüketir. Bu aç olduğumuz için bütün paramızı yiyeceğe yatırmaya benziyor. Kendimizi doyuracak kadar bir harcama yapmamız makuldür ama faturaların parasını da yiyeceğe yatırmak bir sonraki ay tok ama soğuk ve elektriği kesilmiş bir evde kalmamıza yol açabilir.
6. Fiziksel Mesafe Sınırlı Olsa da Psikolojik Yakınlığı Arttırmak
Virüse karşı önlemler kapsamında sık tekrar edilen "sosyal mesafe" kavramı aslında fiziksel mesafeyi ifade ediyor. "Sosyal" kavramı kişiler arası ilişkinin psikolojik, zihinsel boyutlarını da içeriyor. İnsanlar arasında fiziksel mesafe olması, sosyal mesafe olduğu ya da olacağı anlamına gelmez.
Kişiler arası ilişkinin psikolojik boyutunu korumamız bu süreçteki en önemli görevlerimiz arasında. Bunu hissetmek çok önemli. Çünkü, bu süreçten arda kalan en büyük zarar insana hastalık bulaştıran bir varlık olarak bakmak olacaktır. İnsan eşref-i mahlukattır, koronalılar da dahil. Fiziksel mesafe, sosyal ya da psikolojik mesafe anlamına gelmez, gelmemelidir.
Tanımasak bile her insan için kaygılanmamız, onlar için dua etmemiz, onlara elimizden geldiğince yardımcı olmamız gerekiyor. Hem ülkemizde hem dünyada bunun güzel örnekleri veriliyor. Kendini riske atarak diğer insanlar için görevlerini yerine getiren sağlık çalışanları, şoförler, işçiler, bekçiler, hizmetliler..., alacağını hibe eden ya da erteleyenler, kiracısına kolaylık sağlayanlar, evsizlere barınak imkanı verenler, dualarına İtalya'daki, İspanya'daki, Mısır ya da Ürdün'deki hastaları da dahil edenler, "Acaba onlar için ne yapabilirim" diye düşünenler; sosyal ve psikolojik mesafeyi azaltmanın en güzel örneklerini sunuyor. İnsanlar onlara minnet duyuyor.
*
Sonuç olarak herkes bir imtihandan geçiyor. İnsanlık bunun gibi pek çok imtihandan geçti. Kimileri bu imtihanlardan yüzünün akıyla çıktı ve hâlâ hayırla anılıyorlar. Kimileri de o imtihanlarda insanlıklarını bıraktılar. İnsanlık jüstinyen vebasını, kara vebayı, İspanyol gribini atlattı ama muhterisler ve müstekbirler daha riskli bir dünya var etti.
İkinci Dünya Savaşı bittiğinde 60 milyonun üzerinde insan ölmüştü. Japonya'nın üzerine atom bombası atıldı. Sonrasında kurulan düzen insanlığa huzur getirmedi. Yoksulluk ve açlık çeken, asgari yaşam koşullarından mahrum milyarlarca insan var etti. Doğa ölçüsüzce, büyük bir ihtirasla sömürüldü. İnsanlık hâlâ nükleer tehditle yaşamını sürdürüyor. Onlar kendi çıkarlarını korumak için insanı insana kırdırmaktan çekinmediler. Hatta insanların çaresizliklerini, ihtiyaçlarını ve umutlarını istismar ederek her defasında acıyı ve çileyi daha fazla arttırdılar. Yaşadığımız çağın bir kaygı ve güvensizlik çağı olmasının sebebi de budur. Korona geçecek ama bu zihniyetten kurtulmadığımız sürece kaygı ve güvensizlik devam edecek...
Mücahit Gültekin
 
Merhaba,

Öncelikle şunu ifade edeyim sitede hiç bir üyenin bilgimiz dahilinde bir uzmanlığı bulunmamaktadır.
Bilgimiz dahilinde diyorum ve bunun da altını çiziyorum.

Bu sebeple kendini uzman olarak tanıtıp
tedavi/terapi adı altında iletişime geçen
ve sonraki süreçte doğacak problemlerden asla Kadınlar Kulübü sorumlu değildir.

Bilgilerinizi, tecrübelerinizi özelden değil de genelden paylaşırsınız, mutlu oluruz...

Bu tür yaklaşımda olan üyeler hesaplarının kapatılacağını unutmamalıdır.

Bu site kendini dermatolog olarak tanıtıp, üyelerin çıplak fotoğraflarını isteyip tehdit eden sözde hekimleri de gördü. Bu sebeple sakın diyorum sakın .....
 
Son düzenleme:
Millete kafayı sıyırtmaya uğraşıyorlardır.Psikolojik durumum gidip geliyor
 
Amerika'da bazi vakalarda beyinde hasar biraktigi goruldu. Bcok tehlikeli bir sey ya virus beyni isgal ediyor ya da yetersiz oksijenden beyin zarar goruyor ve geri donusu yok beyin hasarlarinda . Hadi akciger icin makine taktilar hasta kendini toparladi ve normale dondu ama beyin isin icine girince orada durmak lazim.

Bazilari belirti bile gostermiyormus.
 
23 martta benimde başıma geldi 3 gün 39 40 arası ateşle ve boğmaca tarzı kuru öksürük ile evde geçirdim doktora gittiğim de hastane dolu dediler hasta degilsen bile riske girmek istersen alalım içeri dediler korktum 2 gün uyudum hiç yemek yiyemedim midem almadı cok şükür bir şekilde atlattım bende bilmiyorum neydi o ama gribe benzetemedim açıkcası evde kendimi izole ettim 2 cocugum var eşim sağolsun baktı bana dişarı hala çıkmıyorum korktum öksürdükçe boğuluyor hissi vardı
 
Olumlu bakan güzel düşünmek isteyenide suçluyolar ya hepimiz ölücez diyip duranlar ayrı vaka değişik yani
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…