• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

En Sevdiğiniz, Sizi En Çok Etkileyen Kitap Karakterleri

ilovecarlislecullen

Kullanıcı üyeliğini pasifleştirmiştir.
Üyelik İptali
Kayıtlı Üye
23 Ekim 2025
51
27
3
26
Başlıkta da olduğu gibi en sevdiğiniz ya da sizi en çok etkileyen kitap karakterlerini aşağıda tartışabiliriz. Onlar hakkında psikolojik çıkarımlar yapıp, olayları yorumlayabiliriz.
 
Madem kimse yok ben başlıyorum.

En sevdiğim değil ama aklımda kalan karakterlerden biriyle giriş yapacağım: Sebastian Moran.
Tamamiyle sitedekilerin nefret edeceği bir tip. Kadın avcısı, acımasız, para düşkünü, hile yapar, yalan söyler, arkadan vurur falan filan...
Peki kim bu Sebastian Moran?

Sherlock kitap ve dizilerinde adı en az bir kere geçmiş, Londra'daki ikinci en tehlikeli adam olarak anılan, Sherlock için John Watson neyse Moriarty için de aynısı olan eski bir paralı askerdir. Yıllarını ülkesinden uzakta, savaşlarda geçirmiş; ordudan atılınca da avcılığa merak salmıştır. Avcılık dersek de tavşan, geyik avlama falan değil ha!
Takar beline bıçağını, gidip kaplanın peşine düşer. Sebep falan yok yani sırf adrenalin için yapar bunu. Çünkü kendisi tam bir adrenalin bağımlısıdır. O avcılık sırasında neredeyse ölüyordur çünkü avlamak üzere olduğu kaplan penceleri ile göğsünü boydan boya çizmiş, aldığı yaradan sonra enfeksiyon kapıp tıpış tıpış gemiyle memleketi olan Londra'ya dönmek zorunda kalmıştır.

İşte tam burada talihini sonsuza kadar -en azından ölene kadar- değiştirecek bir kişiyle yolları kesişir. Hepimizin bildiği gibi Moriarty'den başkası değildir bu. Çulsuz adam ne yapar kumar oynar. Ailesinin yanına dönemez öyle John gibi. Çünkü Moran öyle bir adam ki ailesini bile dolandırmış. İnanılmaz bir çar yani siz düşünün.
 
Başlıkta da olduğu gibi en sevdiğiniz ya da sizi en çok etkileyen kitap karakterlerini aşağıda tartışabiliriz. Onlar hakkında psikolojik çıkarımlar yapıp, olayları yorumlayabiliriz.
Suç ve Ceza benim çok etkilendiğim ve severek okuduğum bir kitaptı. Özellikle Raskolnikov’un iç çatışmaları beni çok düşündürmüştü. İnsan bazen kendi vicdanıyla savaşırken en büyük cezayı zaten kendine veriyor.
 
Madem kimse yok ben başlıyorum.

En sevdiğim değil ama aklımda kalan karakterlerden biriyle giriş yapacağım: Sebastian Moran.
Tamamiyle sitedekilerin nefret edeceği bir tip. Kadın avcısı, acımasız, para düşkünü, hile yapar, yalan söyler, arkadan vurur falan filan...
Peki kim bu Sebastian Moran?

Sherlock kitap ve dizilerinde adı en az bir kere geçmiş, Londra'daki ikinci en tehlikeli adam olarak anılan, Sherlock için John Watson neyse Moriarty için de aynısı olan eski bir paralı askerdir. Yıllarını ülkesinden uzakta, savaşlarda geçirmiş; ordudan atılınca da avcılığa merak salmıştır. Avcılık dersek de tavşan, geyik avlama falan değil ha!
Takar beline bıçağını, gidip kaplanın peşine düşer. Sebep falan yok yani sırf adrenalin için yapar bunu. Çünkü kendisi tam bir adrenalin bağımlısıdır. O avcılık sırasında neredeyse ölüyordur çünkü avlamak üzere olduğu kaplan penceleri ile göğsünü boydan boya çizmiş, aldığı yaradan sonra enfeksiyon kapıp tıpış tıpış gemiyle memleketi olan Londra'ya dönmek zorunda kalmıştır.

İşte tam burada talihini sonsuza kadar -en azından ölene kadar- değiştirecek bir kişiyle yolları kesişir. Hepimizin bildiği gibi Moriarty'den başkası değildir bu. Çulsuz adam ne yapar kumar oynar. Ailesinin yanına dönemez öyle John gibi. Çünkü Moran öyle bir adam ki ailesini bile dolandırmış. İnanılmaz bir çar yani siz düşünün.
Gerçekten çok güzel anlatmışsın, okurken sanki ben de o dönemde Moran’ı tanıyormuşum gibi hissettim. Anladığım kadarıyla Sebastian Moran aslında klasik anlamda kötü biri gibi görünse de, içinde bulunduğu koşullar ve yaşadıkları onu bu hale getirmiş gibi. Yıllarını savaşta geçirmiş birinin içindeki şiddet duygusunu tamamen bastırması zaten zor olurdu. Avcılıkta bulduğu o adrenalin de belki geçmişte yaşadığı tehlikeleri unutma çabasıydı.
Moran tamamen kötü değil belki ama doğruyu seçebilecek bir yönü de kalmamış gibi. O yüzden bu tarz karakterler bana hep “insanın karanlık tarafını” hatırlatıyor. Kötülüğü sadece doğuştan değil, yaşadıklarıyla da kazandığını düşündürüyor
 
Yanlışlıkla enter'a bastığım için tamamlayamadan yolladık şunu. Neyse.

Efenim bu kumar oynar ama nasıl oynar? Gider bunda da hile yapar. Adam şeytandan daha fazla mesai yapıyor, böyle bir kişilik bu. Derken oynadığı yerde biri bunun potansiyelini fark eder. Recep İvedik'te Recep ile Dede arasındaki konuşmaya benzer bir konuşma geçer aralarında.
Adam der, ''Sen seçildin, Recep.''
Bizimki de,''Neden dedem, niye beni seçtin?'' diye sorar. Tabi sonra alır cevabını.
''Çünkü sen tam bir hayvansın.''

Şakasız konuşma bunun gibi bir şey. Yani kumar oynayan adam onun hile yaptığını fark edince der ki sendeki bu ahlak yoksunluğu ve açgözlülük bizim çok işimize yarar. Sen git şu adrese der, bir tane kağıt verir. Bu da Moriarty'i kime sorsa çekinirler ondan. O zaman farkına varır ki bu Moriarty dedikleri adam ''biri''. İnsanlar onu tanıyor ve ondan çekiniyor.

Ayağının tozuyla gider bir kapıyı çalar, çıkarırlar bunu Moriarty dedikleri adamın yanına. Moran, Moriarty'nin ününü duyunca tabi kudretli bir şey bekler karşısında. Bir bakar karşısındaki adam tıfıl, incecik, soluk benizli, çökük bir adam. Moriarty Moriarty dediler adam bu muymuş diye burun kıvırır.

Yani nerede Sherlock ile John'un öyle havalı karşılaşması, nerede bunlarınkiler...

Hani Sherlock, John'a Afganistan'dan geldiğini anlatırken John yeni bir kıta bulmuş gibi etkileniyordu ya ; aynısını Moriarty, Moran'a yapar. Etkilenmek şöyle dursun Moran adamın şarlatan olduğunu yüzüne söyler. Öyle bir cesaret.

Buradan sonra Moriarty, Moran'ın karşısında durur, şamarı bir yapıştırır, ufacık adam, koca herifi kalktığı koltuğa bir tokat ile geri yığar.

Tabi Moran Osmanlı tokadını yedikten sonra karşısında kim olduğunu anlar ve Karanlık Sokağın Dehası kitabında geçen şu sözleri söyler onun için: ''O günden sonra o, benim babam, komutanım, putum, talihim, korkum ve vecdim oldu.”

Bu şekilde ikilinin kaderi tamamiyle birbirine bağlanır.

Yani Sherlock Holmes ve John Watson samimiyetini beklemek imkansız ama yeri geldiğinde o kadar ağır bir ilişkileri oluyor ki...

Ben okuduğum kitaplarda sadece iyilik ve güzellik bekleyen biri değilim ve şahsen aralarındaki bu ağır dinamiği çok sevdiğimi söylemem gerek.

Onun dışında Moran'ı neden anlattım? Çünkü Moran gerçekten gri bir karakter. Çok yer verilmese de zeki, hırslı, kesinlikle iş bitirici. Zaten Moriarty'nin neden onu sağ kolu yaptığını anlayabiliyoruz.

İlk görevinde de zaten Moriarty, Moran'ı bilerek ölüme gönderiyor ve orada öleceğinden de emin ama bir yandan da merak ediyor. Ve beklediği gibi Moran yakalanıp ayağının altına kırık sehpa konup boynundan avizeye asılıyor, bir yandan silah doğrultulmuş. Ama Moran o an inanılmaz bir haz duyuyor bundan yani gerçekten haz duyuyor. Çünkü o haldeyken vücudu buna tepki veriyor.

Zaten kurtulduğunda da Moriarty tebrik etmek yerine gerçekten refleksleri o kadar iyi mi diye kontrol etmek için silahını temizlerken karanlıkta arkadan yaklaşıp boğmaya çalışıyor onu.

Çarpık mizah anlayışı, Moriarty'e olan tuhaf sadakati, hırsları, yaşamak için her şeyi yapması ile Moran benim gözümde insanlığın en aşağılık formu. Ve Moran gibi birini okumayı tam da bu sebeple seviyorum.
 
Gerçekten çok güzel anlatmışsın, okurken sanki ben de o dönemde Moran’ı tanıyormuşum gibi hissettim. Anladığım kadarıyla Sebastian Moran aslında klasik anlamda kötü biri gibi görünse de, içinde bulunduğu koşullar ve yaşadıkları onu bu hale getirmiş gibi. Yıllarını savaşta geçirmiş birinin içindeki şiddet duygusunu tamamen bastırması zaten zor olurdu. Avcılıkta bulduğu o adrenalin de belki geçmişte yaşadığı tehlikeleri unutma çabasıydı.
Moran tamamen kötü değil belki ama doğruyu seçebilecek bir yönü de kalmamış gibi. O yüzden bu tarz karakterler bana hep “insanın karanlık tarafını” hatırlatıyor. Kötülüğü sadece doğuştan değil, yaşadıklarıyla da kazandığını düşündürüyor
Bence Moran'ın kötülüğe hep bir eğilimi vardı. Zaten bir karakteri sevmek için hep iyi olmasını bekleyemeyiz ki. Ben böyle ilginç karakterleri görmeyiş seviyorum, çeşitlilik oluyor.
 
Eyvınd Johnson'ın Nobel edebiyat ödüllü romanı -ki sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum bu ödülü, Saltanat Günleri kitabındaki Leydi Landoalda karakteri, diğer adıyla Küçük Angila. Hayatım boyunca okuduğum beni en çok etkileyen roman sıralamasında birinci sıraya çok net koyarım. Müthiş bir başyapıt bana kalırsa. Hem olay örgüsü ve karakter zenginliği, hem kişilerin ruhsal değişimleri ve sosyolojik, tarihi arka plan. Her bahsedişimde tekrar okuyasım geliyor.

Şeker Portakalı Zeze... Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü. Her okuduğumda beni hüngür hüngür ağlatan tek kitap.

Ve Martin Eden.
 
Yanlışlıkla enter'a bastığım için tamamlayamadan yolladık şunu. Neyse.

Efenim bu kumar oynar ama nasıl oynar? Gider bunda da hile yapar. Adam şeytandan daha fazla mesai yapıyor, böyle bir kişilik bu. Derken oynadığı yerde biri bunun potansiyelini fark eder. Recep İvedik'te Recep ile Dede arasındaki konuşmaya benzer bir konuşma geçer aralarında.
Adam der, ''Sen seçildin, Recep.''
Bizimki de,''Neden dedem, niye beni seçtin?'' diye sorar. Tabi sonra alır cevabını.
''Çünkü sen tam bir hayvansın.''

Şakasız konuşma bunun gibi bir şey. Yani kumar oynayan adam onun hile yaptığını fark edince der ki sendeki bu ahlak yoksunluğu ve açgözlülük bizim çok işimize yarar. Sen git şu adrese der, bir tane kağıt verir. Bu da Moriarty'i kime sorsa çekinirler ondan. O zaman farkına varır ki bu Moriarty dedikleri adam ''biri''. İnsanlar onu tanıyor ve ondan çekiniyor.

Ayağının tozuyla gider bir kapıyı çalar, çıkarırlar bunu Moriarty dedikleri adamın yanına. Moran, Moriarty'nin ününü duyunca tabi kudretli bir şey bekler karşısında. Bir bakar karşısındaki adam tıfıl, incecik, soluk benizli, çökük bir adam. Moriarty Moriarty dediler adam bu muymuş diye burun kıvırır.

Yani nerede Sherlock ile John'un öyle havalı karşılaşması, nerede bunlarınkiler...

Hani Sherlock, John'a Afganistan'dan geldiğini anlatırken John yeni bir kıta bulmuş gibi etkileniyordu ya ; aynısını Moriarty, Moran'a yapar. Etkilenmek şöyle dursun Moran adamın şarlatan olduğunu yüzüne söyler. Öyle bir cesaret.

Buradan sonra Moriarty, Moran'ın karşısında durur, şamarı bir yapıştırır, ufacık adam, koca herifi kalktığı koltuğa bir tokat ile geri yığar.

Tabi Moran Osmanlı tokadını yedikten sonra karşısında kim olduğunu anlar ve Karanlık Sokağın Dehası kitabında geçen şu sözleri söyler onun için: ''O günden sonra o, benim babam, komutanım, putum, talihim, korkum ve vecdim oldu.”

Bu şekilde ikilinin kaderi tamamiyle birbirine bağlanır.

Yani Sherlock Holmes ve John Watson samimiyetini beklemek imkansız ama yeri geldiğinde o kadar ağır bir ilişkileri oluyor ki...

Ben okuduğum kitaplarda sadece iyilik ve güzellik bekleyen biri değilim ve şahsen aralarındaki bu ağır dinamiği çok sevdiğimi söylemem gerek.

Onun dışında Moran'ı neden anlattım? Çünkü Moran gerçekten gri bir karakter. Çok yer verilmese de zeki, hırslı, kesinlikle iş bitirici. Zaten Moriarty'nin neden onu sağ kolu yaptığını anlayabiliyoruz.

İlk görevinde de zaten Moriarty, Moran'ı bilerek ölüme gönderiyor ve orada öleceğinden de emin ama bir yandan da merak ediyor. Ve beklediği gibi Moran yakalanıp ayağının altına kırık sehpa konup boynundan avizeye asılıyor, bir yandan silah doğrultulmuş. Ama Moran o an inanılmaz bir haz duyuyor bundan yani gerçekten haz duyuyor. Çünkü o haldeyken vücudu buna tepki veriyor.

Zaten kurtulduğunda da Moriarty tebrik etmek yerine gerçekten refleksleri o kadar iyi mi diye kontrol etmek için silahını temizlerken karanlıkta arkadan yaklaşıp boğmaya çalışıyor onu.

Çarpık mizah anlayışı, Moriarty'e olan tuhaf sadakati, hırsları, yaşamak için her şeyi yapması ile Moran benim gözümde insanlığın en aşağılık formu. Ve Moran gibi birini okumayı tam da bu sebeple seviyorum.
Birazda benim hayranlık duyduğum Raskolnikovadan bahsedelim.Raskolnikov karakteri bana göre zeki ama iç dünyasında kaybolmuş bir insanın sembolü. Fakirliğin, çaresizliğin ve topluma duyduğu öfkenin içinde, kendini diğer insanlardan üstün görmeye başlıyor. “Bazı insanlar, büyük bir amaç uğruna suç işleyebilir” düşüncesine sığınıyor ama cinayeti işledikten sonra ruhsal çöküşü başlıyor. Yani “ceza” sadece hukuki bir şey değil, vicdanın susturamadığı bir fısıltı gibi hep onun peşinde.
Kitap boyunca onun aklıyla kalbi, mantığıyla vicdanı sürekli çatışıyor. Bir yandan kendini haklı çıkarmaya çalışıyor, diğer yandan yaptığı şeyin ağırlığı altında eziliyor. Bu süreçte karşısına çıkan Sonya karakteri de çok önemli bence. Çünkü Sonya, Raskolnikov’un karanlık tarafına rağmen hâlâ insanlığını hatırlamasını sağlayan bir umut ışığı gibi.
Dostoyevski bu kitapta sadece Raskolnikov’un değil, o dönemin toplumunun da portresini çizmiş. Yoksulluk, adalet, insanlık, pişmanlık gibi evrensel duygular her sayfada hissediliyor. Beni en çok etkileyen şey ise şu oldu: Raskolnikov en sonunda teslim olduğunda aslında özgürlüğüne kavuşuyor. Çünkü gerçek özgürlük, insanın kendi vicdanıyla barışmasında başlıyor. Çok iyi ve felsefi bir kitap okumanı öneririm.
 
Bence Moran'ın kötülüğe hep bir eğilimi vardı. Zaten bir karakteri sevmek için hep iyi olmasını bekleyemeyiz ki. Ben böyle ilginç karakterleri görmeyiş seviyorum, çeşitlilik oluyor.
Ben Moran’ın kötülüğe doğuştan eğilimli olduğuna pek katılmıyorum. İnsanı “kötü” yapan çoğu zaman koşullar, yaşadığı travmalar ve içinde bulunduğu çevredir. Savaş gibi insanın ruhunu parçalayan bir ortamdan gelip, ardından Moriarty gibi biriyle yollarının kesişmesi onun sonunu hazırladı bence. Belki farklı bir hayat yaşasaydı, bu kadar karanlık biri olmayacaktı.
 
Başlıkta da olduğu gibi en sevdiğiniz ya da sizi en çok etkileyen kitap karakterlerini aşağıda tartışabiliriz. Onlar hakkında psikolojik çıkarımlar yapıp, olayları yorumlayabiliriz.
selam kızlar,

benimde en sevdiğim karakter Uçurtma avcısındaki Hasan'dır, küçücük yaşına ve yaşadıklarına rağmen olgunluğu okuduğum her an Emirden nefret etmemi ve içimi acıtmayı başarmıştır..
 
Eyvınd Johnson'ın Nobel edebiyat ödüllü romanı -ki sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum bu ödülü, Saltanat Günleri kitabındaki Leydi Landoalda karakteri, diğer adıyla Küçük Angila. Hayatım boyunca okuduğum beni en çok etkileyen roman sıralamasında birinci sıraya çok net koyarım. Müthiş bir başyapıt bana kalırsa. Hem olay örgüsü ve karakter zenginliği, hem kişilerin ruhsal değişimleri ve sosyolojik, tarihi arka plan. Her bahsedişimde tekrar okuyasım geliyor.

Şeker Portakalı Zeze... Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü. Her okuduğumda beni hüngür hüngür ağlatan tek kitap.

Ve Martin Eden.
Saltanat Günleri’ni henüz okumadım ama anlattığın kadarıyla karakterlerin ruhsal çözümlemeleri çok güçlüymüş. Sanırım yazar, tarihi arka planla psikolojiyi çok iyi harmanlamış. Zamanın işlenişi nasıldı peki? Olaylar kronolojik mi ilerliyor yoksa geri dönüşlerle mi anlatılmış?
 
selam kızlar,

benimde en sevdiğim karakter Uçurtma avcısındaki Hasan'dır, küçücük yaşına ve yaşadıklarına rağmen olgunluğu okuduğum her an Emirden nefret etmemi ve içimi acıtmayı başarmıştır..
Aleyküm selam canım.Hasan karakteri gerçekten çok etkileyiciymiş. Küçücük yaşta böyle bir olgunluk taşımak insana dokunuyor olmalı. Merak ettim açıkçası, ilk fırsatta okumak istiyorum. Ama öncesinden siz biraz konuyu açarmısınız Neler oluyor zaman nasıl geçiyor olaylar ve karakterler hakkında açıkcası merak ettim ve sizden duymak istiyorum:)
 
Saltanat Günleri’ni henüz okumadım ama anlattığın kadarıyla karakterlerin ruhsal çözümlemeleri çok güçlüymüş. Sanırım yazar, tarihi arka planla psikolojiyi çok iyi harmanlamış. Zamanın işlenişi nasıldı peki? Olaylar kronolojik mi ilerliyor yoksa geri dönüşlerle mi anlatılmış?

Kesinlikle çok güçlü. Ve evet harmanlama müthiş. Karakterlerin gel-gitleri, tutkuları, çöküşler, özlemleri o kadar iyi anlatılmış ki. Zaman açısından da arada tarihi olaylar açısından geçmişe dönük anlatılar olsa da kronolojik olarak ilerliyor. Yıllara yayılan olaylar ve ruhsal devinim çok iyi yedirilmiş.
 
Kesinlikle çok güçlü. Ve evet harmanlama müthiş. Karakterlerin gel-gitleri, tutkuları, çöküşler, özlemleri o kadar iyi anlatılmış ki. Zaman açısından da arada tarihi olaylar açısından geçmişe dönük anlatılar olsa da kronolojik olarak ilerliyor. Yıllara yayılan olaylar ve ruhsal devinim çok iyi yedirilmiş.
Böyle insanların varlığını görmek insana umut veriyor. Kitaplar üzerinden duygularını paylaşabilen kişiler bence dünyanın en güzel yanlarından biri.
güzel bir ortam oluyor böyle olunca, samimiyet hissediliyor.
 
Eyvınd Johnson'ın Nobel edebiyat ödüllü romanı -ki sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum bu ödülü, Saltanat Günleri kitabındaki Leydi Landoalda karakteri, diğer adıyla Küçük Angila. Hayatım boyunca okuduğum beni en çok etkileyen roman sıralamasında birinci sıraya çok net koyarım. Müthiş bir başyapıt bana kalırsa. Hem olay örgüsü ve karakter zenginliği, hem kişilerin ruhsal değişimleri ve sosyolojik, tarihi arka plan. Her bahsedişimde tekrar okuyasım geliyor.

Şeker Portakalı Zeze... Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü. Her okuduğumda beni hüngür hüngür ağlatan tek kitap.

Ve Martin Eden.
Hemen okuma listeme ekledim. Romanlarda kadın karakterle görmeyi seviyorum. Hani bazen bir kadın karakteri erkeğin mi yoksa kadının mı yazdığını anlarız ya örnek verecek olursam Hüseyin Rahmi'nin kadınları ele alışı gerçekten o farkı hissettirmiyor mesela bu romanda siz öyle deyince ben çok merak ettim. Şeker Portakalı'nı okuduğumda kendimi çok tuhaf hissediyorum. Belki de hepimiz bir zamanlar çocuk olduğumuz için Zeze ile bu kadar kolay empati kurabiliyoruz ve üzülüyoruz.
 
Aleyküm selam canım.Hasan karakteri gerçekten çok etkileyiciymiş. Küçücük yaşta böyle bir olgunluk taşımak insana dokunuyor olmalı. Merak ettim açıkçası, ilk fırsatta okumak istiyorum. Ama öncesinden siz biraz konuyu açarmısınız Neler oluyor zaman nasıl geçiyor olaylar ve karakterler hakkında açıkcası merak ettim ve sizden duymak istiyorum:)
spoiler vermek istemem benimde okuyalım baya oldu lisedeydim 2015 yıllarıydı :) afganistanda çok varlıklı ve yoksul iki çocuğun yaşamını,savaşın karanlık tarafını anlatan sürükleyici bir kitap tavsiye ederim
 
Böyle insanların varlığını görmek insana umut veriyor. Kitaplar üzerinden duygularını paylaşabilen kişiler bence dünyanın en güzel yanlarından biri.
güzel bir ortam oluyor böyle olunca, samimiyet hissediliyor.

Çok teşekkür ederim. Benim için de öyle. Edebiyat, sanat kuruyup kalmış yanlarımıza besleyici, bereketli bir su gibi. O suyun kıymetini bilen de tertemiz, berrak bir yön taşıyor içinde hep. Görebilmeniz sizin de öyle olduğunuzu gösterir. Bizi biz anlarız.. :)
 
Hemen okuma listeme ekledim. Romanlarda kadın karakterle görmeyi seviyorum. Hani bazen bir kadın karakteri erkeğin mi yoksa kadının mı yazdığını anlarız ya örnek verecek olursam Hüseyin Rahmi'nin kadınları ele alışı gerçekten o farkı hissettirmiyor mesela bu romanda siz öyle deyince ben çok merak ettim. Şeker Portakalı'nı okuduğumda kendimi çok tuhaf hissediyorum. Belki de hepimiz bir zamanlar çocuk olduğumuz için Zeze ile bu kadar kolay empati kurabiliyoruz ve üzülüyoruz.
Evet, her yazar bunu başaramaz. Ama bu kitapta bir kadının ruhu, isyanı, çırpınışları, o erkek egemen dünyasındaki yalnızlığı çok güzel anlatılmış. Erkekler dünyası da ayrı bir başarıyla. Tabii her kitap herkese aynı etkide bulunmaz. Her at sahibine göre kişner derler ya. Bence kitaplar da çoğu zaman okuyucusuna göre tesir ediyor. Bunu da göz ardı etmememiz lazım.
 
Son düzenleme:
spoiler vermek istemem benimde okuyalım baya oldu lisedeydim 2015 yıllarıydı :) afganistanda çok varlıklı ve yoksul iki çocuğun yaşamını,savaşın karanlık tarafını anlatan sürükleyici bir kitap tavsiye ederim
Zengin ve yoksul çocukların gözünden savaşın karanlık yüzünü görmek insanı hem düşündürüyor hem de hikâyeye bağlıyor olmalı. Lisedeyken okumuş olman da ayrı bir nostalji katmış, 😅 Böyle kitaplar insanın dünyaya bakışını değiştiriyor, sadece bir hikâye değil mini bir yolculuk gibi:)
 
Back
X